Bir şeyi aşmanın en iyi yolu onu sevmektir (Harun - Hüseyin Özbey Yoldaşın Anısına)

Efsane Gerilla Komutanı Harun(Hüseyin Özbey) yoldaşın anısına 31 Temmuz 1997 tarihinde Parti Merkez Okulu'nda Med Tv'yle yaptığı röportajın bir bölümü:

- Kürdistan’da gerilla savaşımının cepheleri çok yoğun. Bir TC var. Bunun en gelişmiş silahı kobradır. Bir yerde kobra duruyor. Diğer bir yerde TC'nin sizin gerillalarınızda varolan anlayışları duruyor. Bir de Kürdün, yani sizin kadrolarınızın düzenden getirdiği yanlarıyla savaşıyorsunuz. O da bir kobra kadar tehlikeli mi? Üçüncü cephe ise Kürdistan doğasının karı-kışı var. Bu üç cephede savaş sizi ne kadar çelikleştirdi ve nasıl savaştırdı? Nasıl silahlar kullandınız ve bunlarda nasıl sonuçlar aldınız?

Şehit Harun Şehit Harun: Gerçekten de her cephede yürüyen bir savaş var. Hele hele bu savaş, savaşın direkt alanlarında olunca, kişiyi çok yönlü kılmaya zorluyor. Çoğu zamanlar insanın aklından şu geçmiyor değil: Sadece bir cephede düşmana karşı savaşsaydık çok kolay olurdu. Ve PKK gibi hareket on sefer devrim yapmıştı da şimdiye kadar. Mücadelenin birçok cephede yürümesi, sağlam bir mücadeleyi geliştiriyor, mücadelenin tüm ayaklarını sağlam kılıyor her şeyden önce ve elbette ki gelişmeleri de zorluyor önemli oranda. Düşman mevcut durumda yoğun güç, yoğun tekniğe oldukça ağırlık veriyor. Şunu belirtmek gerekiyor ki, düşman bizi geriden izliyor aslında. Hep bizi bir adım geride izleyen bir konum içerisinde. Öyle "o kadar inisiyatif koyduk, iste biz bilmem kontrol altına aldık, sınırlandırdık" söylemleri pek gerçekçi söylemler değil. Son bir Zap'a yönelik yapılan operasyon. Aslında Zap bir bataklıktır düşman için. Dikkat edilirse, bir-iki yıl öncesine kadar Zap diye bir olgu bile yoktu. Partinin Zap gibi bir olguyu bir-iki yıl içerisinde yaratması ve TC ordusunu oraya çekmesi bile başlı başına TC için müthiş bir zaaftır aslında. Uluslararası kuralları çiğneyecek düzeye getirmesi, kendi binlerce kaybını göz önüne alması, aslında bilmem birkaç yıllık bütçesini harcamayı göze alması partinin TC'yi bir batağa çekmesidir aslında. Bizim için kaldı ki sorun değil, yeni birçok Zaplar da yaratılabilir. Bir Zap'la yetinme gibi bir durumumuz yok. Her taraf Zaplaşıyor, her taraf bizim için Zap.

Bu anlamda TC biraz da partinin attığı oltaya takıldı diyebiliriz. Yani ordu gücünün tümden böyle Zap'a sürüklenmesi balığın oltaya takılmasına benziyor biraz da. Tekniğine güvendi, yoğun gücüne güvendi. Tabii ihanetten önemli oranda güç aldı. Şimdi elbette ki ona karşı bizim de kendimizi yenileme durumumuz var, güçlerimizi yenileme durumumuz var. Savaş dişe diş bir mücadeledir. Düşman dişini ne kadar biliyorsa, sen de en az onun kadar bilemek zorundasın ki yaşayabilesin. En az onun kadar bilemedin mi kaybedersin. Bu anlamda düşman tekniğini geliştiriyorsa, biz de daha güçlü bir teknikle karşılık vermek için olanaklarımızı geliştireceğiz. Düşman bilmem tekniği mi esas alıyor? Biz çok çok daha çarpıcı taktiklerle onu yenmesini bileceğiz. Son Zap olayı buna bir cevap aslında. Teknik açıdan da, taktik açıdan da, moral üstünlüğü açısından da düşman için en iyi bir cevap. Bir-iki ayda onlar sonuç alabileceklerini hesaplıyorlardı. Hâlâ örneğin Güney sahasında süren bir savaşımımız var. Günlük olarak süren, bilançoları da günlük olarak basma kadar kamuoyuna yansıyan bir savaşımımız var. Bu da gösteriyor ki, düşmanın planları boşa çıkmıştır. Kendisini yeniden düzenlemek zorundadır TC ordusu. Yeniden planlamak zorundadır. Bu yıllık en azından '97 planları boşa çıkarılmıştır. Fiyaskoyla sonuçlanmıştır bizim açımızdan.

- Şimdi kitle içerisinde "bizim partimiz neden daha önce böyle füzeler almadı, kullanılmadı? İyi, güzel, zamanında vurdu da, yendi, ama gerillamızın elindeki silah için paramız var" deniliyor. Biliyorsunuz Avrupa kitlesi, başka alanlardaki Kürdistanlılar, yurtsever füze kampanyaları başlattı. Şimdi silahı kullanma, gerilla için zor mu, yoksa neden böyle bir ihtiyaç duyulmadı daha önceden?

Şehit Harun: Hayır, sorun kullanma sorunu da değil, aslında biraz da deyim yerindeyse her şeyin de bir zamanı var demek daha doğru olur. Kaldı ki bizim insanımız en güçlü tekniktir aslında. Şimdiye kadar düşmana karşı kullanılmadıysa elimizde olmadığından dolayı değil. Kullanılmadı aslında, ama gerçekten düşman hiçbir kural tanımaz şekilde yönelimlerini sürdürürse, parti daha değişik teknikleri de kullanabilir. En azından bu füzeyle sanıyoruz TC genelkurmayı böylesi bir mesajı almıştır.

- Füzelerle savaşacak kesim biraz da subay kesimi olur. Yani en azından üniversite düzeyinde bir akademik eğitim gerektiriyor. Matematik bilmesi gerekiyor, fizik kurallarını bilmesi gerekiyor. Sizde bu konuda kurumlaşma gelişiyor mu, askeri olarak?

 Şehit Harun: Tabii askeri tekniği kullanma konusunda uzmanlaşma faaliyetlerimiz var, uzmanlaşma eğitimlerimiz var. Örneğin bir havan kullanma, uçaksavarları kullanma, füze kullanma, patlayıcılara ilişkin. Giderek artık profesyonel bir ordunun uzmanlık dalları oluyor bunlar. Yani nasıl diğer ordularda topçusu, tankçısı gibi bir sınıflandırması var ise, bizde de giderek buna doğru bir sınıflanma belirginleşiyor. Gerek kış süreçlerinde, gerek normal eğitim süreçlerinde askeri teknik konularında uzmanlaşma, yetkinleşme eğitimleri de sürekli verilmekte. Tabii yine de gerillayız. Tekniğe değil, insanı esas alma, insana güvenme en temel felsefemiz.

- Coğrafyaya karşı, iklim şartlarına ya da kış şartlarına karşı nasıl çelikleştiniz? 

Şehit Harun: Çok yönlü düşmanlarımız var aslında. Tabii Kürdistan coğrafyası da öyle. Kürdistan'ın karı başlı başına mücadeleyi gerektiren bir zorluk. Suları, dağı-taşı zorlu bir mücadeleyi gerektiriyor. Belki birçok şey bize pahalıya da mal oldu diyebiliriz. Örneğin bize pahalıya mal olan kışlar var. Kar bizden çok can aldı, ama hiçbir şey bizi yıldırmadı diyebiliriz. Gerillada örneğin kara kin duyulur, ama kışın soğuğu sevilir yine. Bir şeyi aşmanın en iyi yolu onu sevmektir. Yani zorluklar zorlukları sevmekle aşılır. Yoksa zorluklardan ürkerek değil, zorlukları zorluk olarak kabul ederek değil, zorlukları abartarak değil. Biz de sevdirdik kendimizi aslında. Dağın en zor koşulları en çok bizim sevdiğimiz koşullardır. Yağmurunu severiz, çamurunu severiz, hatta nefret ettiğimiz karım bile severiz. Özünde nefret ettiğimiz karım bile severiz. Şunu belirtmek gerekiyor ki; Kürdistan gerillası gerçekten de dünyanın en fedai geril -lasıdır. Birçok zorluk eğer anlatılırsa, dışımızdaki insanların belki akılları almaz. Akıllara durgunluk verecek zorluklar yaşanmıştır, müthiş fedakarlıklar yapılmıştır. En yoğun kar-kış koşullarından, anlatıldığında bile insanın tüylerini ürperten koşullardan geçilmiştir. Bu anlamıyla Kürdistan coğrafyası gerillayı fethetmedi, Kürdistan'ın zorluklan gerillayı fethetmedi, gerilla Kürdistan'ın zorluklarını fethetti. 

- Kişilik savaşımı nasıl devam ediyor? Düşmanın içteki sızıntıları ya da içteki kalıntılarına karşı savaş devam edecek mi?

 Şehit Harun: Elbette bizim savaşımımız sadece düşmanı yenme savaşı değil. Aslında biraz da kendi kendimizi de yenme, kendi kendimizi aşma savaşımımızdır da. Bu anlamda savaş gibi insandan günlük üretim, üretkenlik isteyen bir faaliyet içerisinde kişilikler kendilerini her gün yenilemek zorunda. Hele hele bizim gibi yoğun düşman ortamında, düşman etkileriyle şekillenen kişilikler çok daha düşmandan önce kendilerine karşı savaşmak zorunda. Bu açıdan belki burada da gözlemlediniz, ama kişilikler üzerinde yoğun duruluyor. Yoğun bir eleştiri kampanyası var. Kendini bileme kampanyası var, kendini hazırlama kampanyası var. Biz gerçekten de en ideal olana ulaşmak istiyoruz. PKK'yi bir de bu yönüyle tanımak lazım. PKK hiçbir şeyle yetinmek istemeyen, hiçbir şeyi yeterli görmeyen bir harekettir. 

-Ya sizin içinizde varolan kobrayı nasıl vuruyorsunuz? Ya da onu yenerek mi diğer kobraları düşürüyorsunuz? 

Şehit Harun: Elbette öyle. Diğer kobraları düşürmenin yolu oradan geçiyor tabii ki. Yani biz kendimizi yendikçe, kendimizi yeniledikçe direkt düşmana karşı da başarılı olabiliriz. Kendi içimizdeki düşmanı yendikçe, dışımızdaki düşmana karşı da başarılı olabiliriz.

-Yani tüm bu yüklenmeler bu yüzden? 

Şehit Harun: Elbette. Yani önce fethetme işini kendimizde başlatmamız gerekiyor. Yeniliklerle kendimizi fethetme, partinin doğrularıyla kendimizi fethetme. Bu anlamda bizde yeterlilik yok, yeterlilik sınırları bizde yok. İnsan tarifi bizde şöyle yapılıyor: İnsan olmak demek, bireyin kendisini hiçbir zaman yeterli görmemesi demektir ve daha üst bir düzeye ulaşmak için de müthiş bir çaba içerisinde olması demektir. Bu aslında bireyin, kişinin günlük olarak kendisini üretmesi anlamına geliyor.

Bizde de birçok etkiye yol açtı, birçok değişime yol açtı. Şimdi savaş her şeyden önce bir yıkım olayı. Ama salt yıkım olayı demek değil, neyi yıktığı önemli bence. Diyebilirim ki geri toplumdan aldığımız her şeyi aldı götürdü. Biraz da Kürdistan'daki savaş da öyle. İnsanda fazlalık hiçbir şey bırakmıyor, kendisine yarayan hiçbir şey bırakmıyor. Geçmiş toplumun kirlerini, paslarını önemli oranda aldı götürdü bizden. Örneğin geçmişte ben çok hayalci olarak savaşa yaklaşıyordum. Yani "gider biz de savaşırız, düşmana karşı verilecek bir canımız varsa onu da veririz" diyorduk. Gerçekten savaş şunu bize öğretti: Sorun sonuna kadar mücadeleyi götürüp başarmak sorunu, sorun bir canı feda edip etmeme değil. Yine on yıllık bir savaş süreci içerisinde yaşadığımız olumlu-olumsuz birçok husus zor bir sorumluluğu yükledi omuzlarımıza. Bunun bilincini geliştirdi aslında: Sen kendin için savaşmıyorsun, kendin için yaşamıyorsun. Halka karşı, birçok şehadete karşı sorumluluklarımız var. Bunların ağırlığını hissetme olayı gelişti. Diyebilirim ki, normal yaşam içerisinde bir ömür boyu yaşamayacağım olgunlaşmayı, on yıl, hatta birkaç yıl içerisindeki savaş süreci bana yaşattı. Normal sivil yaşamda yüzyılda bile edinilemeyecek bir olgunlaşmayı, bir bilinci, bir tecrübeyi savaş yaşattı. İnsanda kendisine daha müthiş bir güven olayını geliştiriyor. Mesela her tarafta her işi yapabilirsin, her şeyi yaşayabilirsin, her şeyi her yerde yapabilirsin. Bireyde müthiş bir güven olayı geliştiriyor. Ben de kendimi o tarzda hissediyorum en azından. Yani geçmişteki toyluk, acemilik yerine, bu dönem daha olgun bir savaşçılıkla cevap verebileceğimiz bir dönem bizim açımızdan.

- Sizi zorlayan tipleriniz nelerdi? Köylü dediniz, feodal anlayış dediniz. Bunlara karşı nasıl tedbirler alıyorsunuz? Günlük olarak mı tedbir alıyorsunuz, yoksa artık bir ölçü mü var? Ya da belli kurallar var, o kuralların dışına çıkıldı mı hemen belli oluyor? Nedir bu özellikler ve nasıl reddedildi?

 Şehit Harun: Elbette bizde bu anlamda savaşçılığın, askerliğin ölçüleri gelişkin. Örneğin buna göre bir yaşam tarzı, eğer askersen, savaşçıysan yaşam tarzı ona göre olacak. Örneğin partinin ideolojik-politik yapısından kopuk bir savaşçılık değil. Sürekli yaşamla dopdolu olan, sürekli gelişmeleri izleyen, deyim yerindeyse gözlerini dört açan bir savaşçılık, bir komutanlık. Halka öncülük görevleriyle dopdolu olan, bunu anı anına yerine getiren, bunu başaran bir komutanlık. Bunun dışında olan her şeyi yaşam da reddediyor; düşman da yaşam hakkı tanımıyor, parti de zaten yaşam hakkı tanımıyor. Diyebiliriz ki bizde şimdiye kadar bütün yanlış yollar denendi. Denenen bu yanlış yolların kapılan kapatıldı, bir tek yürünmesi gereken doğru yol var, açık olan yol odur.

-Türk devlet ordusunun, savaş kurmayının bütün tedbirlerine karşı yeni tedbirler ortaya çıktı. Bütün dönemlerde hem kendi içinizdeki düşmanla savaşarak, hem cephedeki Türk devletinin kıyıda diğer kurumlarıyla savaşta, hem de Kürdistan'ın coğrafyasındaki zor koşullarında, işte karla, kışla savaşarak çelikleştiniz. Böyle bir sonuç çıkıyor bu manzaradan. '97 yılı bütün bunlar da gözönüne alınarak final yılı ilan edildi. Askeri cephede bir cepheleşme ve gelişmeler gözönüne alınarak sormak gerekiyor; siz finale hazır mısınız?

 Şehit Harun: TC açısından artık yapılması gereken yapılmıştır bir anlamda. Gerçekten bundan öteye yapabilecekleri ciddi bir şey yok. Kaldı ki yapsalar bile bir yıkım olacak kendileri için. Dikkat edilirse son üç-dört yılda her şeylerini gerillaya yönelik harcadılar; güç, dış ilişkilerini, maddi-teknik olanaklarını, insan gücünü tümden gerillaya yönelik harcadılar. Aslında devletin denilebilir ki dibi oyuldu ve şimdi böyle yere düşecek hale geldi hemen hemen. Hatta kendi tüm iç-dış politikalarını partiye yönelik düzenlediler. Bu anlamıyla tedbir geliştirmek istiyor gerillaya karşı, savaşımımıza karşı. Tedbir geliştireyim derken diğer birçok temel konularda kendisini zor durumlara sokuyor devlet. Biraz daha astarı yüzünden pahalı bir şeye dönüştü. Bize karşı mücadele etmek, bize karşı bir şey yapmak çok çok daha pahalıya dönüştü. Yani yapmamaktan daha pahalı bir duruma geldi onlar için.

Bu anlamıyla tüm güçlerini denediler aslında. En son kapsamlı Güney operasyonu, Güney işgali bunun bir örneği. Bu anlamıyla final. Yani devletin kozlarını artık açık tarzda oynayacağı, oynadığı ve yine bu işi öyle söyledikleri gibi askeri yöntemlerle bastıramayacakları, bitiremeyecekleri anlamında bir final. Onlar bizi Güney'de boğmak isterlerken, dikkat edilirse gerillamız Karadeniz'de, Akdeniz'de, hatta bilmem Kırıkkale'ye kadar Türkiye içlerinde ilerliyor. Artık Türkiye'de Türk devletini vuruyor gerillamız.

Tüm bunlar şunun işareti; TC bu finalde de oynaması gereken tüm kozlarını oynamıştır. Ciddi, farklı bir seçenekleri yok. Yani bundan ötesi biraz da harakiri yapmaya benzer TC için. Eğer askeri yöntemde ısrar ederlerse çok daha yönlü ve çok daha olumsuz gelişmelere yol açacaklar Türkiye açısından. Biz tabii ki Parti Önderliği'nin belirttiği gibi -sürekli diyalog çağrıları da olmakta- o çözüme de hazırız. Ama bizim güçlerimiz de bu kadar zorlu süreçten sonra en derli-toplu hale gelmiş durumdadırlar. Yoğun bir tecrübe birikimi oldu, yoğun bir çelikleşme yaşandı. '98'teki gerilla yürüyüşü kesinlikle Kürdistan'ın çoğu alanlarını yeniden fethetme yürüyüşüdür. Öyle demek mümkündür. Güney'iyle, Kuzey'iyle ve tüm alanlarını yeniden fethetme yürüyüşü diyebiliriz '98 yılına.

-Yıllarca savaştınız, savaşta kaldınız. Kültürel ihtiyaçlarınız var mı? Dünyayı takip etmeniz gerekiyor. Ama kaynaklarınız nasıl? Politik değerlendirme imkanları nasıl? Onların kaynaklarını nasıl buluyorsunuz? Bir komutan olarak hepsi size gerekli. Nasıl başarabiliyorsunuz, nasıl elde edebiliyorsunuz?

 Şehit Harun: Çok önemli bir olay. Bilemiyorum dışanda artık bir gerilla ya da bir gerilla komutanı dağda nasıl tasavvur ediliyor, nasıl düşünülüyor. Fakat diyebiliriz ki dışarıdakinden daha canlı bir yaşamdır, daha çok akışkan bir yaşamı var. Böyle kendi özgünlüğü içerisine boğulan ya da kendisine dar yaşam sınırlan çizen, kendisini dar yaşam sınırlarına hapseden bir gerilla değil, tam tersine kendi ülkesinin sınırlarını da aşan, aslında dünyayla uğraşan bir gerilla. Biz birçok yerde yurtseverlerle karşılaşınca dünyadaki gelişmelerden, sorunlardan bahsedince şunu genellikle söylüyorlar; "PKK sadece Türk devletiyle ya da Kürt sorunuyla uğraşmıyor, dünyanın tüm sorunlarıyla uğraşıyor." Pratik anlamıyla da, yani düşünce yoğunluğu anlamında genel sorunlara ilgi var, savaş koşullarının zorlamasına rağmen. Savaşın birçok yönü insan üzerinde müthiş bir basınç kuruyor aslında. Seni daha çok özgünlükleri düşünmeye itiyor, ancak sen geneli kavradığın, geneli çözdüğün oranda özgünlükleri de çözebilirsin. Bu konuda partinin çok daha diyalektik yaklaşımı sözkonusu. Bu anlamıyla bizim düşüncemiz, pencerelerimiz dışa oldukça açık. Örneğin hiçbir zaman radyo haberlerini kaçırmayız. Almanya'nın Sesi, Amerika'nın Sesi'nden tutalım, bilmem BBC'den tutalım Türkiye haberlerine kadar her türlü haber var. Örneğin fırsat buldukça her türlü gazeteyi okuruz, tartışırız. Sadece komuta düzeyi değil, tüm yapı okur, tartışır. Örneğin Parti Önderliği'nin tüm çözümlemeleri hemen hemen her alana ulaştırılıyor. Ki o çözümlemelerde genel gelişmeleri de görmek mümkün, özgünü de görmek mümkün, düşman cephesini de, devrim cephesini de görmek mümkün.

Tüm bunlar insanın beynini, düşüncesini, duygularını ve ruhunu harekete geçiren etkenler oluyor. Her ne kadar dar bir yaşam olsa da normal askeri yaşamlar gibi kupkuru bir yaşam olarak düşünmemek gerekir gerilla yaşamını. Birçok kişi "gerillanın yaşamı akıcıdır, şiirseldir'' der. Gerçekten de öyledir. Zorluklarıyla, duygusuyla, düşüncesiyle, genel sorunlara ilgisiyle, doğaya ilgisiyle, insanlara ilgisiyle akıcı bir yaşamdır.

-Mesela hiç sinemaya gitme ihtiyacını hissetmiyor musunuz?

Şehit Harun: Dağda da, eski yaşamda da pek sinemayı sevmezdim.

Müzik ihtiyacını hissediyorum. Ve sadece öyle Kürt müziğini dinleme de değil, birçok zaman Arap müziğini dinlediğimiz oluyor, Türk müziğini dinlediğimiz oluyor, Hint müziğini dinlediğimiz oluyor. İnsan müzik ihtiyacı duyar. 

-Uzun yıllar Kürt coğrafyasında kaldınız. Birçok yönüyle tanıyorsunuz. Kürt halkının en iyi özelliği nedir, en kötü özelliği nedir?

Şehit Harun: En iyi özelliği gerçekten mücadeleye söz verdi mi, bağlandı mı en zor koşullarda bile sırt çevirmemesidir. Savaş ortamında bu epey insanı etkiliyor. En dar günlerde bakıyorsun her türlü tehlikeliyi göze alarak senin yanı başında belirmiş, en zor koşullarda bile senden desteğini esirgememiş. Yani Kürt halkı dost oldu mu iyi dost olur, düşman oldu mu iyi düşman olur. Bu yönüyle merttir diyebiliriz. En olumsuz özelliği ise saflığı olarak belirtmek gerekir. Tabii gelenekselleşmiş şeylerin dışında, işte bilmem düşmanla şöyle çalışır, böyle çalışır. Bu özelliklerin saf oluşudur. Çok saf. Saflığı diyebiliriz ki insanlarımızın başına bela olan bir husus. Temiz yüreklidir, temiz duyguludur, saftır. Bu saflık birçok yerde halkımızın, insanlığın başına bela olan bir özellik. 

-  En sevdiğiniz eyalet hangisidir? Bu halkın öncülerisiniz, tabii doğal olarak bu ülkenin her yerini seveceksiniz. Çünkü bu halkın en yurtseverleri sizlersiniz. Fakat size daha çok çarpıcı gelen, "burada yaşanılır" dediğiniz yer neresidir?

 Şehit Harun: Ben belki de uzun süre kaldım, belki de gerilla olarak ilk ayak bastığım alan olması itibarıyla Zagroslar bana daha muhteşem bir alan olarak geliyor. Coğrafyasıyla, doğasıyla, insan yapısıyla da aslında ve Kürdistan'm tam -dört parçanın da- ortası olması itibarıyla, bir de uzun yıllar, altı yıla yakın kaldığım bir eyalet oluyor. Zagroslar gerçekten fethedilmesi gereken bir yer, gerçekten muhteşem bir yer. İskender'e yol vermeyen Zagroslar, şimdi PKK'ye yol veren Zagroslar olmuştur.

 - 1979'lara dönseniz bu yaşadıklarınızla birlikte, nereden başlardınız?

 Şehit Harun: Tekrar aynı yerden başlardım. Elbette daha olgunlaşmış biri olarak başlardım. 

-Nedir peki cazibesi bunun? 

Şehit Harun: Aslında yaşamın kendisi demek. Yani şimdi insanı gerilladan koparmak demek ya da gerillayı uzun süre yaşayan birisini gerilladan koparmak demek onu yaşamdan koparmak demektir. Normal bir insanın yaşamı bizim için çok donuk bir yaşam. İnsanı sınırlayan, adeta bir ağacın dallarını, kollarını kesmeye benziyor, çırılçıplak bir gövdenin ortada kalmasına benziyor. Üretken bir yaşam değil, insanın tüm her şeyini harekete geçiren bir yaşam değil. Yani gerillada her şeyinle, duygunla, düşüncenle, fiziğinle, kininle, öfkenle, her şeyinle zirvedesin. Gerilladan düşüş zirveden düşüşe benzer, gerilladan kopuş yaşamdan kopuş anlamına geliyor. Artık bizim için dolayısıyla doğal yaşamın kendisidir gerilla. Yani ondan farklı bir yaşam düşünmek... Dağlar yücedir, gerilla da dağlar kadar yücedir diyebiliriz. 

-Bütün bu süreç içerisinde "şunu yapmasaydım yasamda", "şu olmamalıydı yaşamımda" dediğiniz bir şey var mı? Öne çıkan bir hatanız var mı?

Şehit Harun: Kendimi affetmediğim hatalarım, eksikliklerim oldu. Ama doğru olarak yaptıklarım konusunda öyle bir tereddütüm yok kesinlikle. Yapılması gereken şeylerdir, yapılmıştır. O anlamda değerlendiriyorum. Beni çok olumsuz etkileyen, üzerimde etkide bulunan, hatta çoğu kez eziklik duymama yol açan mücadele içerisindeki hatalarım oldu. Özellikle şehadetlere sebebiyet veren hatalar, iyi düşünememe, iyi yönetememenin ortaya çıkardığı hatalar. Uzun yıllar geçmesine rağmen halen kendimi affedemediğim hatalar olmakta. Savaş gerçekten de bu açıdan acı bir olay. Yani canlar üzerinde gelişen bir olay, insan yaşamının sözkonusu olduğu bir olay, en ufak bir hatayı affetmiyor. Dolayısıyla hatayı yapan insanın da kendisini affetmesi düşünülemez. 

- Şimdi savaştasınız, barışta nasıl yapacaksınız? 

Şehit Harun: Savaş konusunda çok tutucu olma gibi bir durumumuz yok elbette. Biz her şeyden önce politik insanlarız, mücadeleyi belli bir politika doğrultusunda yürütüyoruz. Biz belki bir asker olarak savaş koşullarında da, barış koşullarında da asker olacağız ama, savaş koşullarında savaşmanın askeriysek, barış koşullarında da barışı korumanın, barışı geliştirmenin askeri olarak kendimi görüyorum. Yani o konuda zorlanacak veya zorlayacak biri değilim. 

-Bu PKK yapısında böyle mi? 

Şehit Harun: Parti politikaları bu konuda belirleyicidir, yani bireyleri bağlayıcıdır bu anlamda. Partinin benimseyeceği politikalar benim için olduğu gibi, herkes için de geçerlidir.

-Bazı eleştiriler var, deniliyor ki; "PKK bağımsızlıktan vazgeçiyor, artık daha politikaya yöneliyor." Bu kadar acıyı çektiniz. Gerçekten böyle rahatsız eden bir şeyi kabul eder misiniz?

Şehit Harun: PKK gerçekten soyut bir hareket değil, kendisini genelden koparan bir hareket de değil. Gerçekçi politikalar yürütür PKK. Fakat hiçbir zaman da kendi temel çıkarlarından vazgeçmez, ödün vermez. Bu anlamda biz PKK'nin kendi önüne koyduğu nihai hedeflere sonuna kadar bağlıyız ve biz de bu partiye bağlıyız bu anlamda. Hiçbir çarpıtmaya yer vermeyecek kadar nettir parti konuları. -Bir iddia var, deniliyor; "gerilla bağımsızlıkçıdır." Doğru mu? Şehit Harun: Bu gerilla bağımsızlıkçıysa PKK'nin bağımsızlıkçısıdır, başka bir bağımsızlıkçı değil. Onun dışında bir gerilla düşünülemez. Yani PKK'de parti çizgisi dışında, partiye ters düşen bir gerilla değil. O gerilla gerilla olmaktan çıkar çünkü. 

-Yoğun çalışma ortamından sizi alıkoyduk, bu röportajdan dolayı çok teşekkür ediyoruz,

Şehit Harun: Biz de selam, saygılarımızı sunuyor, başarı sözümüzü veriyoruz.