Kameraman Halil...

Şehit Halil UysalAh Halil. Dağ başlarındaki gibi almıyoruz buralarda kara haberleri. Yine Nuda’nınki gibi aldım kara haberini. Günlerce ikinci bir haber bekledim. “Müjde Halil geri geldi” diyecek bir ses aradım. Ama yok. Gelmedi. Kaç ay önce yaralı halde kurtuluşunun müjdesini almıştık ya. Demek ki o muştu bir defalıkmış. Ah Halil, nasıl olur şimdi sensiz. Hem benim sana dair yarım kalmış bir hayalim vardı. Sana kamera gönderecektim. Kamerasızlığının satırlara yansıyan acısını hissetmiştim. Ama yüreğimde yine geç kalmanın dayanılmaz acısı ve her gün artan yarımlıklarıma eklenen acı bir yarımlık kaldı geriye.

Sonsuzluğa eriştiğinin haberini almadan birkaç gün önce, bir yazı yazdım. Seni yaşarken, sahip olduğun güzelliklerinle ele almak istedim. Eminim sana ulaştırabilsem çok sevinirdin. Seni en son Kortêk’te gördüğümde, bir arkadaşın sana gönderdiği küçük ama gerekli bir aleti almış olmanın sevincini görmüştüm yüzünde. Kamera sana ulaşmasa bile eminim ki sen yine sevinecektin. Çünkü sen ince yürekli bir insandın hep. Bêrîtan filminin dağdaki galası ne kadar muhteşemdi. Karanlıkta tüm izleyicilerin yüzlerini görebileceğin bir yere oturmuş, filme yönelik tüm tepkileri sözlere sığınmadan suretlerden okumuştun. Senin en özel ve güzel yanlarından biri de bu değil miydi? Filmde hem ağladık, hem güldük, hem kızdık, ama hepimiz o filmi çok sevdik. Tabi bana yaptığınız sürprizi işgüzar arkadaşlar bozmuşlardı ama ben çaktırmadım. Açılış sahnesindeki şarkıyı benim sesimden vermeyi düşünmek de, sana has bir incelikti.

Evet Halil ben o satırları yazarken, senin yoldaşlarla birlikte ölüm makinalarına karşı amansızca savaştığından bihaberdim. Biliyorum artık bu yazının hiçbir anlamı yok. Ama sana karşı çok basit bir sorumluluğu bile yerine getirememenin özeleştirisi olarak algıla. Ve lütfen geciktiğim ve seni kamerasız bıraktığım için beni affet...

“Kaç zamandır Botan yazılarını okuyorum, yüreğim burkularak. Dağlı Halil, dağ sevdalısı Halil. Kaybettiği hazine değerindeki tüm güzellikleri asi dağ doruklarında aramaya çıkan ve arayışından vazgeçmeyen Halil yaralanmış, duydunuz mu bilmem. Kendisi yazdı okudunuz mu bilmem. Yaralanmak da ne kelime ölümden dönmüş. Kendi ana toprakları olan Ağrı dağlarının doruklarına doğru yaptığı bir yürüyüşte hem de. Kendi deyimiyle, çatışma alanından sadece hayatını yanına alabilmiş. Kamerası, tüm çalışmaları, dağ yaşamından suretleri ölümsüzleştirdiği fotoğrafları hepsi ölmüşler, çatışma alanında paramparça bir halde kalmışlar. Ama o ölümden dönüşü sadece fiziğiyle değil; eserleriyle, yaratımlarıyla da başaran bir sanatçı. Herşeyiyle geri döndü ya bize, bu en büyük mutluluk.

Onu ilk gördüğüm yer Zap’tı. Fotoğraf makinasını yüklenip de geldiği Önderlik sahasında kararını değiştirmiş, kısa erimli olmasını planladığı yolculuğu, bitimsiz bir yolculuğa dönüşmüştü. Halil…Tanıdığım günden beri dağ yollarında geçilmedik bir geçit, basılmadık bir patika, aşılmamış bir uçurum, keşfedilmemiş bir mağara, bir kovuk bırakmamaya yeminli bir asi yürek.

Asiliği, dinginliğinde. Nehirler gibi. Bilir misiniz? Nehirlerin yüzeyleri durgun göründüğünde, akıntıları daha güçlü olur. Halil de durgun bir nehir gibi akışkandır. Az konuşur, çok bakar, gözler. Bundan mıdır bilmem, onun gördüklerini her göz göremez. Derinliklerde kalan, saklı yanları keşfeder. Düşüncelerini insanlara iletmesi ya yazı, ya fotoğraf ya da filmler yoluyladır. Ama o kadar dolaysız, o kadar sade ve içten aktarır ki, o kadar gözler önündeki şeyleri neden keşfedemediğinizi düşünürsünüz.

Öyle ya, her göz bakar ama göremez. Her göz gördüklerini böyle resimleyemez. Her yürek atar. Ama yüreğindekileri kaleme dökmeyi herkes başaramaz. Sanatçı Halil’in ve gerçek sanatçıların farkı da buradadır. Saklılıkları keşfetmek, derinlerde kalan şeyleri açığa çıkarmak, insanların yüreklerine tercüman olmak, coşkularını, acılarını, aşklarını, amaçlarını dillendirmek veya resmetmek, karelemek ve daha bir sürü şey...
Evet Halil’in kamerası ölümden döndüğü çatışmada kurşunlarla parçalandı. Botan yazılarında, kaçırdığı kareleri tek tek yazıyor şimdilerde. Kameraya kaydedemediklerini yazılarına işliyor. Yazıları da film tadında aslında. Ama onu kamerasız ve fotoğrafsız düşünemiyorum. Siz onu Halil Uysal olarak bilirsiniz ama Halil’in dağ doruklarındaki adı Kameraman Halil’dir. Adı kamerasıyla özdeştir. Halil, kamerasız kanatsız kolsuz, silahsız bir gerilladır. Yarımdır şimdi Halil.

Şehit Halil UysalResmedemediklerinin acısına kolay katlanmaz. Tamam yazar, ama yazdıklarını fotoğraflarıyla da belgelemek ister. Fotoğrafları, kareleri anlatsın ister meramını.
Halil’in gözleri ne çok şey keşfetmiş Botan yollarında yazdığı yazılarında var. Her “Ne yazık ki, bu kareyi de kaçırdım„ deyişinde benim yüreğim yanar. Onu duymak isterim. İmkansızlıklar içinde, milyonlara ulaşan BÊRÎTAN filminin emektarı Halil, şimdi kamerasız. Ona bir kamera lazım. Sadece hayatını yanına alarak ulaştı ya bize. Biz de ona bir kamera ulaştıralım ne var ki...Onunla geri gelenler ve onun bize kazandırdığı güzellikler aşkına kamera da bir şey mi?”

Günlerdir dağ doruklarının güzelliklerini ortaklaştırmış tüm yoldaşlarla konuşmalarımızda bir tek sen varsın. Biri şöyle diyor: “O güzel esinti artık değmeyecek mi bize? İçim ne güzel nefes alıyordu yazılarıyla. O da mı gitti? Dağı, dağdakileri, yalınlığın ve içtenliğin güzel bir yansıması olan kendisini artık bize o tadda kim ulaştıracak?”

Nasıl ki, yaralı analarımız gibi bağrı yanık ve acılı ülkemize aşkla bağlandın, nasıl ki taşlarına, sularına, yeşiline karelerinle hayat verdin, onlar da sana öyle büyük bir aşkla bağlandı Halil. Şimdi asi dağ zirveleri nasıl alışacak senin yokluğuna?

Suretindeki o çocukça, utangaç ve temiz gülüş kalplerimizde asılı bir resim. Onun da yapanı sensin. Onu oradan hiçbir güç indiremeyecek. Güzel gülüşünü ve kutsal toprağını öpüyorum...

Sakine Zağros