"Bu dağlar erdalsız olmaz” ancak bu dağlar sensizde olmaz kurtay yoldaş!

Şehit Kurtay - Şehit ErdalEvet, Kurtay arkadaş Erdal arkadaş anısına yazdığı bir anısında “Bu dağlar Erdalsız olmaz” demişti. Bu oldukça güzel ve dokunaklı ele alınan bir yazıydı. Ancak bu dağlar Kurtay’sız da olmaz ki!

Kurtay arkadaş tarihi direnişlerle dolu bir aile geleneğinden gelen Botan’lı bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Osmanlılara karşı başkaldırmış olan Gıravi aşiret reislerinden Şekır Axa geleneği Ebubekir yani Kurtay yoldaşın dedesine geçerek bu direniş devam eder. Çatak civarında pusuya düşürülerek katledilen Şekir Axa'dan sonra çocuklarından Lezgin başka bir direniş çatışmasında katledilir. Bu arada Ebubekir öncülüğünde aşiret İran’a çekilir. Hileli aflardan sonra aile tekrar topraklarına döner. Bazı direnişler gerekçe gösterilerek Ebubekir tutuklanır. Sinop cezaevinde zehirli bir şırınga verilerek salıverilir. Peşinde kısa bir sürede vefat eder. Özcesi düşman aileyi hep kendisine tehlike bildiği için hedef almıştır. Bu olaylardan sonra -ki aileden ve aşiretten 11 kişi daha idam edilmiştir- aile tekrar ülkeyi terk ederek Irak’ta bulunan Semele'ye giderler. Adnan Menderes döneminde çıkarılan başka bir afla geri topraklarına dönerler.

Denilir ki, bu ailenin büyüklerinden Teyyar Axa sadece Atatürk’ün heykelini görmemek ve Türk bayrağının altında geçmemek için şehre gitmemeye yemin etmiştir. Bu düzeyde devletle çelişkili ve çevrede kabul gören bir aile olarak, bir siyah koyun hariç bu duruş halen devam etmektedir. O da yüzü kara -düşmanın önceleri bir kurşunla sakat bıraktığı- Hacı Rıza’dır. Başka da aile hep direnişin ve Kürtlüğün bir kalesi olarak etrafı etkilemiştir.

Çok doğaldır ki, böylesine devletle çatışmalı ve Kürtlüğün ilkelde olsa duygularını yaşayan bir ailenin evladı az da olsa bir onur ve bilinç sahibi ise mutlaka yaşanmış olanları unutmayacak ve yer alınması gereken yerde yerini alacaktır.

Hele hele 1970’lerde gelişen Kürt hareketlerinden rolünü oynayacak ve PKK’nin ortaya çıkmasıyla her dürüst ve onurlu Kürt saflarda yer alarak pozisyon alarak yerini belirleyecektir. Nitekim Gıravi aşiretinin özelde Kuzey kolu bu rolünü oynayacak, devrim saflarına katkılarını sunarak kendi üzerine düşeni yapacaktır.
Kurtay yoldaş işte böylesine şartlarda ve psikolojik arka perdesi olan bir ortamda büyüyerek, birazda erkenden Kürtlükle tanışarak yaşama katılmıştır. Ailenin ekonomik elverişliliğinden dolayı üniversiteye kadar giden Kurtay yoldaş, çok erkenden yurtsever gençlik hareketiyle tanışarak PKK saflarına 1992 yılında Ortadoğu da bulunan Mahsum Korkmaz Akademisine giderek Kürt halk önderliğini bizatihi tanıyarak mücadeleye başlaması anlamlıdır. Üniversiteler sömürgeci zihniyetin kaleleri de olsa eğer doğru bir arayış, doğru bir ideolojik duruş ve onurlu bir yaşam bakış açısı varsa mutlaka ve mutlaka birey asli olanı, şerefli olanı ve insanlığın hizmetinden olanı keşif edecek ve gidilmesi gereken yoldan gidecektir.
Evet, Kurtay yoldaş bu doğru diye tabir ettiğimiz, bakışı sağlam ve ezilen, horlanan, küçük görülüp ayaklar altında paramparça edilmiş bu halkın acılarını hissederek erkenden saflara gelmiştir.

O 1971 Van doğumludur. Partiye henüz 21 yaşındayken profesyonelce katılması onun ne kadar erkenden geldiğini gösterir. O kararını erken vermiştir. Bu da onun arayışlarının ne kadar yüksek olduğunu gösterir.

Biz Kurtay'la dağlarda şöyle ya da böyle birlikte kaldık. Bizim anlatacaklarımız eksik olabilir. Ancak anlatmak ve onu halkımıza tanıtmakla karşı karşıya bulunduğumuz bir sorumluluğumuz vardır. Özelde en son Botan’a geçmeden epey bir süreyi tartışarak yoğun geçirmemiz beni onun anısına bir şeyler yazmak zorunda bırakmıştır.

Kurtay yoldaşı 1992–1993 kışında önderlik sahasında Cudi’ye gelirken görmüştüm. O dönemler Botan Eyalet Karargahı Cudi Dağındaydı. Ve önderlik sahasında gelen yoldaşları eyaletin çeşitli sahaları için düzenliyorduk. Biz düzenlemeyi yapıp okuduğumuzda uzun boyuyla, büyük gözleriyle hafiften kumral saçlarıyla dikkat çeken bir genç elini kaldırarak, “Benim düzenlememi önderlik Zozanlara yapmıştır. Ben o saha için geldim. O alanda bulunan bazı aşiretler için özel gönderildim” demişti. Oldukça soğukkanlı hafif tebessümle dile getirmişti bu söylenenleri.

O zaman tanışacaktık. O zaman Botan’lı olduğunu, üniversite okuduğunu, Gıravi olduğunu öğrenecektim. Doğaldır ki yöre insanına ihtiyaç duyuyorduk. Hele hele yörenin ileri gelenlerinden içimize gelmelere elbette daha duyarlı yaklaşımı gerektiriyordu. Sorun özel yaklaşım değil, ancak daha bir geniş çevreye el atma anlamda, etkinlik kurma anlamında özel bir yaklaşımı gerektiriyordu.
Yıllar sonra hep gelişmesini biraz takip edecektim. Belki en yakinen tanıdığım süreç en son Botan’a gitmeden önceki birkaç gündü. Ancak yine de yeterince takip ettiğimi belirtebilirim.

Cudi’den sonra Besta’ya gitmiş, oradan da ağırlıklı olarak 98 yılına kadar ve hatta sonraları da Zozanlarda kalmıştı. O yörenin en etkili ailelerinden biri olarak her zaman etkili olmasını bilmişti. Henüz 93 yılından başlayarak 97 yılında Zozanlarda bir anlamda genel cephe çalışmalarının sorumlusu konumundaydı. Hem askeri sahada etkin hem de siyasi çalışmalarında etkindi.

1995 yılında gelişmeye açık -henüz yeni de olsa- biri olarak PKK’nin beşinci kongresine katılacaktı. Ağırlıklı dinleyici olarak katılsa da o bu kongrenin ruhuna denk hareket etmesini bilecekti. Bu kongrede PKK saflarına tekrardan Siyasi Komiserlik Kurumu getirilmişti. Çok doğaldır ki o bu iş için en iyi biçilen kaftandı. Hem askeri deney ve tecrübesi var, hem de oldukça küçümsenmeyecek siyasi ve teorik düzeyi var, o zaman ilk akla gelecek olan arkadaşlardan birisi bu yeni kurumlaşma için o olacaktı. Lakin görevler okunurken onunda adı Siyasi Komiserler içerisinde okunmuştu. Ancak o kalkıp “ben askeri çalışmada kalmak istiyorum “diyerek bir nevi küçük burjuva lafebesi aydın tiplemesiyle arasına mesafe koyuyordu. Elbette bu doğru bir yaklaşım değildi. Ancak o dönemler göz önüne getirildiğinde birçok okumuş yoldaşın oportünistçe duruşu onu rahatsız etmiş ve onu tavır almaya iterek doğru aydın yaklaşımın savaşta öncülük olması gerektiğini dile getirmek istemişti. Ve nitekim orada O’na Siyasi Komiserlik kabul ettirilmiş olsa da o pratikte bir askeri komutan olarak çalışmalarda aktif olacaktı. Ve neticede örgütte arkadaşın bu yaklaşımına anlam vererek o sonrada askeri komutan olarak görevlendirildi.

Şunu hemen belirtelim; Kurtay yoldaş zaten yaşamın içerisinde bir Komiserin yapması gerekenleri yapıyordu. O bir eğitimciydi, o bir örgütçüydü, o bir basıncıydı, o bir arşivciydi, o ideolojik bakışımızı herkesle tartışarak özümsetmeye çalışandı. Bu anlamda zaten o bu görevi yapıyordu. Ancak dediğimiz gibi kelime anlamında içerisi boşaltılmış “siyasal” sözünü fazla içerleniyordu.
1998 yılında önderlik eğitiminde sonra en kapsamlı gördüğü eğitim Taktik Eğitim Devresiydi. Bir nevi subayların ya da komutanların yetiştirildiği eğitim mekânı oluyordu. Orada bir bölük olarak örgütlenmiş yapı içerisinde o manga komutanı ve aynı zamanda bölük yönetimi olarak yer almıştı. O devrede Erdal-Engin Sincer-, Eşref, Rüstem ve birçok değerli şehit arkadaşta bulunuyordu. Devrenin bölük komutanı rolünü üstlenen ve her çalışmaya aktif katılan Cemal arkadaş yani Murat Karayılan yoldaşta vardı. Sonra Kurtay arkadaşla Erdal arkadaş arasında kıskanılacak düzeyde gelişen ilişki belki de burada mayasını alacaktı. O hep Erdal’la çok içten birçok tartışmayı paylaşacaktı.

Devre bitiminde bizde gelenektir özeleştiri platformları yapılır. Yani bir nevi bireyin kendisine dönük olan yanlışlarını tespit ederek yeni bir çıkışın ve patlamanın zemini hazırlanır. Böylesi bir platformda Kurtay yoldaşta özeleştiriye çıktı. Onun güzel yanlarını dile getiren arkadaşların yanı sıra çok ilginç birde eleştiri gelmişti. Belki de parti tarihinde ilk böylesi bir eleştiri gelmiş oluyordu. Önce Cemal arkadaş “neden halen Kurtay arkadaşın takım komutanı” olarak kaldığını sordu. Çünkü Cemal arkadaş onu tanıyordu. Hem siyasi birikimi olan, hem tecrübeli, hem askerlikte sorunu olmayan ve hem de oldukça fedakâr olan bir yoldaş nasıl halen takım komutanı olarak kalabilir diye O’na sormuştu. Bir de ilginç olan Kurtay yoldaşın ya ikinci takım komutanı olarak kalması ya da üçüncü takım komutanı olarak görev yapmasıydı. Yani bölük komutan yardımcılığı da yapmamıştı. İşte Cemal arkadaşın bu bir nevi hayretle sorduğu ve birde kabul edemediği bu duruma bir arkadaş cevap vermek için elini kaldırdı “ aslında Kurtay arkadaş bilinçlice takım komutanı olarak kalıyor” dedi. Cemal “arkadaşta nasıl olur” diye sorunca, arkadaş devam etti “çünkü eğer savaşta büyük bir kayıp olursa nasıl olsa sorumlusu bölük komutanı ya da tabur komutanıdır, yok sorun ya da kayıp ve başarı zayıf kalırsa yetmezlik yapanların oluyor sorumluluk, yani manga komutanların. Ve bunun için Kurtay yoldaş bilinçlice hep takım komutanı olarak kalıyor ve böylece hiçbir sorumluluk onun olmuyor” diye izahatını yapmıştı. Ve tabii ki ilginç bir değerlendirmeydi. O zaman Cemal arkadaşta “hâlla hâlla bak bu olabilir” demişti.
Devrenin bitimiyle birlikte ilk iş onu terfi etmekti. Önce bölük komutan yardımcısı, sonra bölük komutanı, sonra tabur komutanı, sonra kandil Karargâh Komutanı, sonra Eyalet Yürütmesi, sonra HPG Meclis Üyeliği ve Alan Komutanı. En son şehit düştüğünde ise Botan da doğu Cephe Komutanıydı.

Bu arada Kurtay yoldaş birçok farklı alanda farklı çalışmalarda bulunmuş ve birçok toplantı ve konferansa katılarak oldukça çok fazla deney ve tecrübe edinmiştir. Özelde geri çekilme sürecinde o Kelareş’te kaldığı için 7. kongreye katılması gerekirken katılamamış ancak belli bir süre sonra çeşitli eğitimlerde geçmiş ve birikim düzeyini en çokta partimizin 2001’de Ulusal Konferansına katılarak geliştirmiştir. O yıllarda adım adım tasfiyecilik kendisini hissettirirken O, o zaman dahi kuzeye gidilmesi gerektiğini savunmuştur. Ne var ki sağlık sorunlarından dolayı örgüt onu yurtdışına göndererek tedavisini sağladıktan sonra o tekrar dağlara gelmiştir. 2002 yıllında Kandil’de karargâh komutanı olarak göreve gelmiş, ardından ikinci kez subay okuluna giderek Tabur Komutanı olarak Gare’ye oradan da alan yürütmesi olarak Haftanine geçmiştir.

Gösterdiği performans hep ileriye dönük olmuştur. Nitekim bu gelişmenin bir ödülü olarakta HPG’nin 3. Konferansında o HPG meclis üyeliğine layık görülerek Haftanin alan komutanı olmuştur. Gerillanın teslim aldığı polis Açıl’ı o basına teslim etmişti. Bu alanda kesintisiz iki yıl çalışma yürüttükten sonra, 2007 yılının baharında Zap alanına gelmiştir.

Zap alanında kalırken kesintisiz hep dayatması kuzey olmuştur. Denilebilir ki kaldığı 6 ay boyunca yönetim tekmillinin hiç değişmeyen önerisi Kurtay yoldaşın kuzey önerisi olmuştur. Hatta bir ara kendisini geri çekerek “önerim kabul edilene kadar böyle olacağım” diyerek sakal bırakmıştır. Bunun için yoldaşlar yer yer Bin Ladin diye takılmışlardır, bunların arasında bende vardım. Çünkü bizde sakal bırakmak adetten değildir. Geçmiş yıllarda henüz gerilla kıt kanat yaşarken ve devrimcilik birazda romantizm ve mahkûm olarak anlaşılırken sakal bırakmalarımız oluyordu. Ne var ki 1990’lardan sonra önderliğin daha fazla etkinlik kurmasıyla böylesine takıntılara paydos denilerek daha çokta askeri bir duruş öne verilmiştir. Birde PKK geleneğinden olmalıdır ki hep biraz temiz olunur, hep biraz temiz giyinilir, hep biraz da biçimli giyinilir. Belki pahalı malzeme kullanılmaz, ancak kullanılan şık ve temiz kullanılmak zorundadır. İşte tüm bu gerçeklerimizi rağmen o kocaman bir sakal bırakmaya başlamıştı. Tüm eleştirilere rağmen o kesmemiş o hep önerisini dayatmıştır.

Ne zaman ki örgüt onun önerisini kabul etmiş o ilk elden sakalını kesmiştir. O düşmanın 2007 yılında ki o kadar baskı ve saldırı uygulamasına karşılık mutlaka kuzeyde cevap verilmesi gerektiğine inanan biriydi.

Bu önerinin kabul edilişini duyan bazı bayan yoldaşlar ilginç bir görüş sunmuşlardı. Bunu da Kurtay arkadaşla paylaşmışlardı. Sen sakal bırakarak kararlığını hissettirdin, peki biz bıyık bırakarak mı dikkate alınmamızı sağlayacağız diye sitem ediyorlardı. Çünkü 2007 yılı neredeyse tüm HPG komuta ve savaşçı yapısının ısrarla kuzeye geçme önerisi yaptığı bir yıldı.

Devam edeyim; şunu da eklemeden edemeyeceğim; hem önceleri hem de sonraları örgüt onu çeşitli sahalar için düzenlemek istemiş ancak o hep ret etmiştir. Öncelikle Avrupa önerisini çok sert tepki göstermişti. Yine çeşitli siyasal çalışmaları da hep ret ederek gerilla çalışmasında ısrar etmiştir.

Örgütümüz özgün konumundan dolayı biraz korumak istemiştir. Onun için uzun bir süre kuzey önerisini ret etmiştir. Ancak o tarihi önemde olan bu süreçte, kuzeyde olma önerisini tekrar tekrar dayatmış ve aynen ailesindeki yurtsever gelenekte ki gibi düşmana karşı mücadeleyi dayatmıştır. Bu bağlamda Kurtay yoldaşın bu sürece çok bilinçlice bir tercih olarak kuzeyi dayatması onun bağlılığın salt bir ifadesi değil aynı zamanda onun yoğunlaşmalarının bir sonucuydu da. O Zap alanında kaldığı altı ay boyunca hep okumuştur. Özelde de Bir Halkı Savunmak adlı önderlik belgesini yoğun incelemiştir.


En son Botan’a çıkmadan önce arkadaş yapısına hitap ederken onun özünü yansıtan bir cümleyi sarf edecekti o da şuydu; “belki düşman bizi vurabilir ancak hiç kimse bize boyun eğdiremez, kimse bizden bunu bekleyemez.” diyecekti. Evet, onun yaklaşımı buydu. Bu aynı zamanda PKK’li bir duruştur.

Botan'a geçmeden yaklaşık bir hafta boyunca hep Botan’ı tartıştık. Özelde yeni tarz nasıl olmalıdır, nasıl örgütleneceğiz, düşmanın yeni tekniği saldırılarını nasıl boşa alacağız içerikli konuşmalarımız çok oldu. Nede olsa bende yıllar yılı Botan da kalan biriydim. Botanı bende yakinen tanıyan biriydim. Tartışmalarımızda hep üzerinde durduğu nasıl başaracağız sorusu olmuştur.

O düşmanın Botan’ı düşürerek kuzeyi zayıf düşürme taktiğini erkenden fark ederek öncelikle Botan’a yüklenilmesini savunan bir yoldaştı. Yine özelde 2007 yılında düşmanın o kadar kuzeye yüklenerek yoldaşlarımızı zorlaması onun kabul edeceği bir duruş olamazdı. O mutlaka kuzeye geçmeli ve yoldaşlarının yanında düşmana karşı Şekıraxa gibi cenge girmeliydi. Ve elbette yeni günler için, yeni yarınlar için ve en önemlisi de ayrı ve güzel bir dünya için O Botan’a gitmeliydi. Başka da çaresi yoktu.

Hani var ya şairin şu dokunaklı sözleri;

Şehit Kurtay

Dokuz gezegenin
onuncusu
Kardeş kavgasının
en sonuncusu
Öylesine bir dünya ki bu
Ne İsa'nın on iki havarisi
Ne Muhammed'in dört halifesi
Çözemedi
çözemedi
bunun ne demek olduğunu....

Evet, bazı şeylerimizi bilen bilir, ancak çok şeyimiz bilenemez bizim. Tüm dünyada gelse bazı başkaldırışlarımıza anlam biçemez. Cümle cemaat tüm insanlıkta gelse bizim ülkemize olan sevdamıza yeterince derinlikli anlayamaz. Çünkü biz ülke topraklarına ölüme sevdalı insanlarız. Biz bu ülke topraklarının her karışına ölümüne sevdalıyız. Çünkü biz bu topraklarda yaşayan insanlarına ölümüne sevdalıyız.

Ve biz ülkemize sevdalı, toprağıyla nişanlı ve ne zaman düşecek olursak nikâhlanacağımızı bilen insanlardanız. Biz elbette tüm insanlığa sevdalıyız. Ancak sevdalar somutluktan başlar ve genele yayılır. Salt soyut hayali sevdaların peşinde koşamayız ki! Bizim bağlılıklarımızı anlamak isteyenler birazda şairin söylediklerini anlamalı, birazda bir halkın doludizgin acılarını anlamalı, birazda her gün her gün bu topraklara yapılan tecavüzleri görmeli. Aksi takdirde bizi anlayamaz.
Kurtay yoldaşın neden bu kadar kuzeyi yani savaş alanını dayattığını anlayamaz.
Hele hele Kurtay yoldaşın nazik, ince yapılı, kibar, güleçli ve insan sevdalısı bir tabiatta sahip olduğunu bilse daha fazla kafası bu gidişe karışacak. Evet, o oldukça ince nükteli, zeki, örgütçü, birikimli, araştıran-soruşturan, yazıp-çizen insana değer veren yumuşak başlı bir yoldaştı. İşte nasıl olurda böylesine bir yoldaş ısrarla Botan’ı önerir sırrının ardından bu gerçekler yatıyor.

Ve yine şairin deyimiyle;

 

Biz çoktan erittik
Yüreklerimizin çelik potasında
sütun bacaklı kızların
gözbebeklerini
Yasamızda
Kilit vurulmuş
yasak kapıları
kırmak yok
Açmak var
Suları
gürül gürül
akıtmak var
Ve tüm insanları
İnsanca yaşatmak var.
Yasamızda
Kan, barut, ateş, ölüm
Yok
O l m a y a c a k
Özgürlük ve kardeşlik var

Evet, yasamızda kan, barut, ateş, ölüm yok olmayacak. Özgürlük ve kardeşlik var. Bu cümleler azda olsa Kurtay’ı ve onun yoldaşlarını ve onun yol arkadaşlarını tarif etmektedir.

O Botan yolculuğuna çıktığında en görkemli moral coşkusuyla yola çıkmıştı. Hepimizle vedalaşırken söylediği söz kulaklardan ebediyen yankılanacak ve sömürgecilerin kulaklarında her gün her gün bir şamar gibi inecektir. “belki düşman bizi vurabilir ancak hiç kimse bize boyun eğdiremez, kimse bizden bunu bekleyemez.”

Güzel yoldaş seni hep bu sözünle, coşkunla, bağlılığınla, ülkene olan sevdanla ve tüm insanlığı kalbine sığdırılışınla anacağız. Seni yüreklerimize nakış ederek orada “dokuz gezegenin onuncusu kardeş kavgasının en sonuncusu.” olan dünyalarda seni saklı tutacağız ve hep ruhumuzda yaşatacağız.

Ruhun şad olsun. Yolun yolumuz. Kararırın kararımız. Duruşun duruşumuzdur.

Caferi Sori