Tüm Zamanların Denklemi

Evren, zaman tünelindeki ödünç sevinçlerin mağrur durağı, güz dökümlerinin sarısında damlayan matem yaslarının rüzgârlı tanrısı, kaybetmelerin kulağında fısıldayan sahipsizlerin seslerinin hüzünbaz tanığıdır. Zaman, ırmak düşü yolların duraksız yolcusu, yol ayrımlarının serüvencilere gebe patikası, serüven ağrılarını sinesinde yutan ölçümsüz evreni sarmalayan kesintisiz bir çemberdir. İnsan, evren sınırında tüm zamanlara akan, her yönüyle çözümlenememiş sınırsız bir dünyadır. O evrenin gözlerinde zamana açılan tüm arayışların kapısıdır. Yolculuk bu kapıdan girmekle başlar. Gerçek yolculuk kapıdaki kilidi hedeflemek değil, kapının arkasındaki dünyanın gizlerini avuçlamaktır. Giz bir bilinmezdeki arayışın ömürsel, zamansal tutkusudur. Ömür, zaman kesitinde insan arayışlarının üzerinde yol aldığı an’a bölünmüş tek basamak bir merdivendir. O bir kez yaşanır. En doğrusu bir arayışa adanandır. Arayış, beynin ve ruhun medcezirinde kabaran yürekteki nehirleri, denizlere ulaştırma yolculuğudur. Yolculuk yolların macerasıdır.

Yol, anın sınırında evren kadar sınırsız, anların bitiminde zaman kadar bitimsiz, bir yanında gerçeklerin yaşandığı, diğerine hayallerin çizildiği umut düşü görüntüdür. İnsan hem bu görüntüyü seyreden hem de seyrettiğinin ardındakini merak eden tüm kavşakların toplandığı anayolun, ana görüntünün kendisidir. Görüntü, anın bir kesitinde resmedilen bir gerçektir. Ama gerçeğin hepsi değil. Sadece onun bölünmüş ve dondurulmuş bir parçasıdır. Görüntünün bir parçasını dondurmak, onu yakalamak, gerçeği yakalamak demek değildir Gerçeği yakaladım demek, onda kendini kendinde onu öldürmektir. Gerçek yakalanmaz o yaşanılır. Çünkü o tüm görüntülerin, döl yatağı zamanın akışkanlığına düğümlü bir dinamizmdir. İnsan bu dinamizmin, hem seyredeni, hem aktörü, hem okuru, hem yazarı, hem çırağı, hem ustası, hem mağlubu, hem de galibidir. Galibiyet, sevinç yağmurlarının iklimidir. Her iklim beklenenlerin, kanıksananların dışında, beklenmeyenlere kanıksanmayanlara gebedir. Ebenin müdahalesini bekleyen her gebe sevinçlerde son bulmaz. Sevinçler, arayış serüveninde gerçeğin insana tebessümüdür. Kahkaha yanardağın kendisidir. Lav parçacığı yanardağın sinesinden kopar. Onunla yanardağın büyüklüğü ya da küçüklüğü ölçülemediği gibi, bir tebessümle gerçeğin tümüyle cömert olduğu sonuca varılamaz. Saflık, tebessümle beliren beyaz dişlerin güzelliğine bakmak değil, ona meyledip ondan sonsuz haz almak, her şeyi onda kitlemektir. Gerçeği parçada hapsetmektir. Gerçek bütündür parçaya sığmaz. Parça bütünsüz yarım bir zavallıdır. Tıpkı damarın kansız hiçbir şey olduğu gibi. Ama her yarım, sevinçlerdeki yolu tümleyen tümün kendisine bölünmüş parçasıdır. Yol yarıda alınabilir. Tümde alınabilir. Yolu yarılamak menzile varmak demek değildir. Çünkü arada menzile ulaştıran yarının yarısı kadar bir yarı vardır. Bunun içindir ki gerçeği sevinçlerde parçalamak, arayışı olan insanı yarı yolda tek yöne bağlamaktır. Oysa bir yön tüm anayönlerin toplamı değildir. Toplamın sadece bileşenidir. Nasıl ki hep doğuya yönelmekle batının, kuzeyin ve güneyin rüzgârları tadılmıyorsa, yalnız sevinçlerde yol almakla da serüvenler doğru rotaya oturtulmaz. Gerçeğin serüvencileri, sevinçlerdeki aydınlığın acılardaki karanlıklardan doğduğunu unutmayanlardır.

Acı, rotasız sevinçler kılavuzudur. Kılavuzun görevi yolculuğun biçimini belirlemek değildir. Serüvenciye işaret etmektir. Kapının açılma yönünü göstermektir. Her serüven bir kapıya açılır. Ama her kapının ardında, arkasında saklı olanlar var. Kapının ardını aralayanlar, sefahat gemisinin sevinç güvertesinde yol alan yolcular değil ömürlerinin acılı yolculuğunu sevinçle yoldaş eden serüvencilerdir. Ama acının kendiside yalnız başına boş bir şehirdir. Eksik olan sevinç çığlıklarıdır. Gerçeğin yoluna, serüvencinin yolculuğuna, ne yalnız sevinçler ne de tek başına acılar yeter. İnsanın arayışında gerçek bir yapraksa bunun bir yüzü sevinç, ötekisi acıdır. Biri diğeri olmadan olmaz. İnsan ve gerçekse, ikisi olmadan, birinin varlığı diğerinin mutlak olması gerekliliğidir. Ama her biri beraberinde bir şeyi yaratır. Sevinçler umutlu kılar, acılar olgunlaştırır. Tıpkı doğum öncesinin meraklı beklentisi ve doğum anının sancıları gibi. Sonrasındaysa her şey olup bitmiştir. Tüm yaşananlar hayallerin ve düşlerin tanıklığında olur. Hayaller, anda anın sonrasına ve öncesinin ötesine yapılan gezinti, yasaları, yasakları olmayan ve olanla olabilirlik arasında asılı duran köprüde yürümektir. Âlimlerde, cahillerde orada gezinir. Zavallı insanlar baş edemedikleri gerçeklerden kaçarken ona sığınır. Güçlü insanlar daha büyük gerçeklere ulaşmaya çalışırken ona biçim ve ruh veren ya da onda biçim ve ruhu yaratamayan güçsüzlüğün ve gücün kendisidir. Güçsüzlük zamanda ve mekânda var olan zorlukların ağırlığı altında ezilmek değildir. Zorlukların nedenlerini, niçinlerini, nasıllarını sorgulama yetisine ulaşamamadır. Bunları sorgulamamaktır. Sorgulamak, gücün anlamın derin hissinde beynin anlam yeteneğine kavuşmasıdır. Eylem yapıcıda, yıkıcıda olabilir. Asıl nitelik gücü işleten mantığın kendi eseridir.

Güç, hükümranlık çeperlerini sıklaştıran aygıtları elinde bulundurmak, eşitsizliği eldekilerle uçuruma dönüştürmenin acımasızlığını sergilemek değil, aklın öngörüsü ve vicdanın adil terazisinde bir bataklığı gül bahçesine değilse de en azından bir sazlığa çevirmenin mütevaziliğine ve başarısına erişmektir. İnsan, gücün sadece efendisi değildir. Yüreği küçükse aynı zamanda tahtı olan bir kölesidir de. O güç ile güçsüzlük arasında koşan bir maratondur.Asıl marifet finishe değil ondan sonraki başlangıçlara koşmaktır. Güçlüler için o sadece bir sonraki başlangıçtır.Başarı, çok sıradan şeylerin yarışında, sıradanlar içerisinde ilk sıraya yerleşmek değil erdeme ulaşma yarışında sıradan olanlarla sıradan şeyler için rekabete girme hamlılığını sergilememe sıradan bir yarışın katılımcısı olmamadır. Asıl erdem, tek şey başarıyı hedeflemenin yanı sıra yenilgi diye bir gerçeğin varlığını unutmamaktır. İnsan, ona giden yolu yok edemezse de onu bir patikaya dönüştürebilir. Sonuç kendisini yaratanındır.

Yenilgi, hakemli hakemsiz bir dövüşte yaşamın herhangi bir raundunda nakavt olmak değildir. Asıl yenilgi, ringi terk etmek, yenilginin gerekçesini hakeme, sahaya ya da seyircilere yüklemektir. Oysa dövüşen rakibin kendisidir. Asıl savaşçılar için yenilginin değil zaferin bir gerekçesi vardır. Ama asil savaşlarda yenilginin de bir anlamı vardır. Eğer yaşam çok büyük bir kavgaya adanmışsa, başarı kadar yenilginin de yüzüne bakılır. İnsana zor gelse de. Aslolan mukayeseyi doğru yapmaktır. Büyük bir savaşın yenilgisi, sıradan bir kavganın galibiyetinden daha değerlidir. Tek fark birisinin başarısının sıradan olması diğerinin başarısının sıradan olmamasıdır. İnsansallığına saygısı olan insan, dereciklere değil dalgalara karşı savaşır. Kabul edilebilir bir ölüm varsa da derecikteki değil okyanusun göbeğinde olandır. Gerçeği ve hayalleriyle ve en önemlisi hepsine tanıklığıyla, iyiliğin ve kötülüğün, anlamın ve anlamsızlığın, yaratmanın ve yok etmenin, kazanmadaki hırsın kaybetmedeki hüznün ifadesiyle en çok tanınan belki de daha keşfedilmemiş olan evrendeki adres İNSAN…Ulaşılmayı bekliyor. Adres kendisidir. İster sağdan gidin ister soldan ister ona yukarıdan ulaşın isterseniz aşağıdan, yollar ve alternatifler çoktur. Ama sonuç TEK…

* Şehit Mazlum Tekman Yoldaşın Mektubudur…