Destanlaşan Erdallar Geleneği

Erdal Heyştani (Mustafa Yöndem) Yoldaşın Anısına

Bir insan yeter ki kendisini örgütlemesini bilsin, o bir atom bombası gibi etkili olmasını bilecektir.

Şehit Erdalê HeyştanêPKK tarihi kahramanlarla dolu bir tarihtir. Her döneme damgasını vuran belirgin kişilikler çıkmış ve o zorlu sürecin kurtarılışında birer mum ışığı olarak geleceği aydınlatmışlardır. Böylesine mum ışığı saçan belirgin güçlü kişiliklerin çıkmaması durumunda oldukça zorlandığımız hep görülmüştür.

Devrim doğası gereği zorlu bir süreçtir. Devrimlerin altüst oluş süreçleri ifade edişi, köklü değişim-dönüşüm aşamalarını gündeme getirişi derken hepten adeta yeniden yaratılış söz konusu olduğu için oldukça zor ve sancılı geçerler. Bu devrimlerin doğasında vardır. İşte devrimlerin doğasına göre kendisini az da olsa hazırlamış bir birey atom çekirdeği kadar güçlü bir etkiyi yaratması insanın tabiatında vardır.

İşte PKK tarihinde böylesine önemli bir yer tutan ve destanlar yaratan bir yoldaşımızı anlatmaya çalışırken, hakkını veremeyeceğimizi bilerek kaleme alacağız. Böylesi kişilikler her zaman tarihin misafirleri olmazlar. Olduklarında ise onları oldukları gibi anlatmak, yazmak, şiirleştirmek ve hatta türküleştirmek her zaman başarılamaya bilir. Hele hele bitmemiş bir devrim sürecinde böylesine bir kahramanı yazmaya kalkışmak kendi içerisinde hiç şüphe yoktur ki eksikleri içerecektir.

Erdal (Mustafa Yöndem) parti tarihimizde ki yeri epey biliniyor. Agit arkadaşın yardımcısı olarak Eruh baskınında en aktif rol oynayan biri olarak tarihimizde yerini almıştır. Özelde atikliği, gözü pekliği, saldırıda hızlılığıyla bilinç düzeyinin keskinliği birleştiğinde Agit yani Mahsum Korkmaz’ların en iyi takipçisi ve onun rolünü üstlenebilecek yükü alabileceğine dair görüşler partice oluştu.

Burada bir olayı anlatmadan geçmemek olmaz. 15 Ağustos Eruh baskında Erdal karakol grubunun sorumlusudur. Aynı zaman da saldırı kolu komutanıdır. Erdal arkadaşın karakola girişiyle karakol komutanını esir alması toplam 1,5 dakikayı almaktadır. Erdal yoldaş karakola girerken çok yoğun tarayarak merdivenleri çıkmakta ve çıktığı merdivenlere şarjörlerini indirerek geçmektedir. Erdal arkadaş karakol komutanını esir aldıktan sonra geri merdivenleri inerken Agit arkadaş karakola girmekte ve merdivenlerin üzerinde aralıklarla dizili olan şarjörleri gördüğünde şaşırmaktadır. Ve kime ait olduğunu sorar ve almak için eğilir. Erdal yoldaş “heval bırak onlar benimdir, geri alıyorum” der. Özü nedir olup bitenin? Erdal o kadar hızlı saldırıya geçmiştir ki şarjörünü rahtına takma zamanı bulamamaktadır. Aynı zaman da fetih edeceğinden emin olduğu için merdivenlere şarjörleri bırakmaktadır. İşte Erdal budur.

Bunun sonucunda Agit arkadaşın şahadeti ardından genel sorumluluklar alarak çalışmalarda çığır açıcı olmuştur. O mütevazılığıyla emeğiyle yoldaşlarına hep destek olmuş ve bunun içinde çekim merkezi olmuştur.

Partimizin üçüncü kongresinde alınan ”Askerlik Yasası” uygulamasını en iyi ve partinin siyasal ve felsefik hattına uygun olarak uygulamıştır. Yeni savaşçıları çıkarırken halkın durumu gözetilerek, ikna ederek bu yasayı uyguladığında genelde pozitif sonuçlar alarak, Kör Cemallerin, Şemdin Sakıkların, Hogırların Şemdinli ve benzeri sahalardaki tahribatlarına yol açmayarak tersine gelişmelere yol açarak güç büyütmüştür.

Bu gelişme trendini yaşarken Erdal(Mustafa Yöndem) 1987’nin Temmuz sonu ya da Ağustos başında TC güçleriyle girdiği bir çatışmada şehit düşer.

Erdal yoldaşın şahadetinin yaşanmasının ardından saflara Gundıklı olan bir genç gönüllü katılır. Okul da okumuştur. Gundık köyü eskiden beri birçok Kürt siyasi partisinin etkili olduğu bir köydür. Belki de ondan olmalıdır ki yeni katılan gencin gözleri oldukça açıktır. Ona verilen ad: ERDAL’dır.

Bir parantez açarak PKK saflarında yoldaşların isim almalarına kısaca değinelim. Biliniyor PKK ve Kürt halk tarihinde Eruh-Şemdinli baskınları diye bilinen 15 Ağustos eylemliliği bir yeni başkaldırı kişiliği yaratma anlamında oldukça önemlidir. 15 Ağustos eylemliliği kimi aydın tarafından Cezayir devriminde Franz Fanon tarafından dile getirilen “İLK KURŞUN TEORİSİ”ne benzetilir. Yani bir nevi 15 Ağustos geri kürdün kendisini yok ederek yeni bir Kürt kişiliğin yaratılması için kendine sıkılan ilk kurşundur.

İşte 15 Ağustos’u yaratmış olan devrim cengâverleri bir nevi belleklerimize işleyen ilk kurşunlardır. Nitekim AGİT arkadaşın yanında yer alan Erdal, Bedran-Mehmet Sevgat, Ömer-Mustafa Ömürcan-gibi yoldaşlar sonralarda her yeni katılan Kürt gençlerine ilham olacak ve onlarda bu geleneğin sürdürücüleri olarak bu isimleri alarak kimisi bu isimlere layık olarak kahramanlıklar yaratacaktır kimisi de tarihin karanlık sayfalarında lanetlenecektir.

Erdale Gundike Mele. Genç Erdal katılımıyla, ikna gücüyle, fedakârlığıyla, çalışkanlığıyla ve her şeyden önceden de savaşçılığıyla göz doldurur. O saflara gelir gelmez bir militan tipi çizer. 6 ay içerisinde Manga Komutanıdır. Ve her yerde o vardır.

Çok uzun sürmeden önderlik sahasına gider. Çünkü böyle gelişmeye açık ve gelecek vaat eden bir yoldaşın tekmili önderliğe verilmiştir. Önderlik ilk elden onu sahasına çeker. Özel ilgilenir. Özel eğitir. Ve 1989 yılının eylül ayında onu tekrar ülkeye gönderir. Bu kez bir alan sorumlusudur.

1989 yılında yer yer kayıplar yaşanmaktadır. Çünkü bir türlü önderliğin istediği tarzda bir savaş yürütülmemekte ve kalabalık güçlerle hareket edilmektedir. Sonuç itibariyle bu tarz kayıplara yol açmaktadır. Erdal Gundike Mele en zorlu alan olan Çırav’a verilmiştir. O orayı açacaktır. Önderliğe verilen sözlerde vardır. O neredeyse hiçbir çatışmada kayıp vermeyerek yeni bir sayfa açacaktı. Onun Gabar'la Çırav arasında bulunan Pire Sim de çıkan bir çatışmada dört tarafı kuşatılmış olsa da o vurması gereken darbeyi vuruyor. Sonunda tüm yoldaşların şutüklerini birbirine bağlayarak yüzlerce metre yükseklikte asi olan tepede tüm gücünü bir şey olmadan indirerek yeni bir sayfa daha açıyordu. Bu olay ardından Erdal'dan daha fazla söz edilmeye başlandı.

Çok ilginçti ama o sadece iyi bir savaşçı değil o herkesin yanında olmak istediği arkadaştı. O herkesin derdine dermandı. O herkesin özlediği ve sevdiği arkadaştı. O hep yapandı. O yaratandı. O asla kendisi önde gitmeden kimseye git demeyendi. Onda bu en üst ilkeydi. O yürüyüşüyle, hitabıyla, giyimiyle ve kuşamıyla örnek bir militandı. Böyle olunca doğalında o sevilecek, herkesçe sayılacak ve partice de hep el üstünde tutulacaktı.

1990’ın yaz aylarında Çırav alanına Hareketli Birlikte gelecek ve bir ara birlikte eylemlikler yapılacaktır. Alan sorumlusu Erdal olsa da rütbe açısından Hareketli Birlik komutanı yüksektir. Alanda bir iki eylem ardından fazla kalınıyor. Düşman bir sabah bulundukları alanı sarıyor. Güç fazladır. Onun normalinde içine girmeyeceği pozisyondur. Çünkü o bir gerilladır. O araziyle bir olmasını bilendir. Ancak şimdi onun iradesi dışında güç fazladır. Çatışma kaçınılmazdır. Nitekim çatışmalar başlıyor. Belki de ilk onun yanında çatışmada arkadaşları şehit düşecek. Toplam üç kaybımız var. Akşam çemberi yarma çalışmalarında arkadaşlar Gıre Tiro’dan kendilerini bırakıyorlar. Yamaç yamaç epey ilerledikten sonra bir küçük boğaza yoldaşlar geliyor. Erdal yoldaş herkesi durdurarak boğazı kontrole gidiyor. Boğazın diğer tarafına geçince yoğun ateş gücü altında kalarak şehit düşüyor.

Evet, partide öğrendiği tarzla gitmeyecek olan yoldaş başkasının bireysel tarzı sonucu şehit düşüyor. Ne olup bittiğini kimse anlamıyor. Hareketli Birliğinin seçkin komutanlarından Rıza yoldaş boğaza gidip inceliyor ve Erdal yoldaşa sesleniyor. Ancak ses seda yok. Cevap yok. Geri geliyor. Gidebildikleri yere kadar gidiyor ağır güç.

Sabahın ilk şafak atışında boğazda ki pusunun görülmesinin yanı sıra biraz ötede yerde yatan şehit Erdal’ı da arkadaşlar görüyor. Yani Erdal’e Gundik Mele artık aramızda yok, şehit düşmüştür. Bunun üzerine Rıza Heyştani yoldaş-ki Hareketli Birliğin birinci takım komutanındır-ismini değiştirerek Erdal yapıyor.

Yeni bir Erdal artık Botan da doğacak. Destanlar üzerine destanlar yaratacak. Erdalların mirasına layıkıyla-onlara yaraşırcasına-düşmana kendisinden söz ettirecek ve düşmanın en korkulu rüyası olacaktır.

Kimdir Erdal’a Heyştani?

Heyştan neresidir? Ne özelliği vardır?

Biraz da buraları anlatmadan Erdal’ı anlamak mümkün olmayacak. Onun çevresini, ortamını, Ailesini ve önemlisi de yetiştiği toprakları anlatmadan ve anlamadan onu anlamak olmayacak!

Heyştan Cudi dağı eteklerinde bulunan bir köydür. Bir rivayete göre Nuhun gemisi Cudinin navserine yani Sefin diye tabir edilen yere büyük tufan sonrası konar. Tevrat’ta genişçe ele alınan mitolojik destana göre gemide-yani Sefin de–80 tür yaratık vardır. İnsanıyla, hayvanıyla ve bitkisiyle. Tam 80 tür. 80 sayısının Kürtçe adı Heyşte’dir. İşte, Rıza yani Erdal yani küçük Xelil’in köyünün adı buradan türetilerek Heyştan'dır. Seksenler köyü anlamında. Böylesi arka perdesi olan bir köyde dünyaya gelmek, hele hele bu köy Cudi’nin eteklerinde bulunuyorsa, buna birde Cudinin görkemliğini ekleyin. Cudi doğalında bir kale. Silopi ovasını üzerinde küçük güney diye tabir ettiğimiz Suriye’yenin çölüne uzanmanız ve oralarda dönüp Cudiye bakmanız yeter de artarda. Tüm muhteşemliyle bir korunak, bir savunma duvarı olarak durur. Birde köyünüz Şırnak’a doğru konumlanmışsa ve karşınızda Çele Nimeje varsa dünyanlar sizindir.

İşte buralı olmak, buralarda büyümek, buraların havasını koklamak, esen rüzgârıyla tüm Kürdistan'a umut olarak esmek ve akan her suyunda damla damla derinliklere akarak kendini bir gümbür gümbür akan Hezil çayının akıntısında bularak kendin olmak. İşte burası Cudi deyip heybetlenmek, ancak ancak buralıyı ifade edebilecek bir duygu olabilir.

Erdal ailenin en büyük oğluydu. Ailesi yurtsever ve fakir bir ailedir. Dürüstlüğü ve yurtseverliğiyle sevilen bir aile. Erdal yani küçük Xelil yerinde durmayan, cıva gibi bir tıfıl. O aktifliği ve gözü pekliğiyle daha küçük yaştan göz doldurandır. Herkesin sevdiği bir gençtir. İşte sonraları Apocular gelecek ve hiçte yerinde durmayan bu genci saflarına katacaklar. Erdal arkadaşın babası her zaman-ilkel de-olsa Kürt kalmasını becermiştir. Yurtseverlik duygularının gelişmişliği onu hep birazda devletten uzak tutacak ve yeri geldiğinde tavrını gösterecektir.

Erdal 87 yılında askeri kanun yasasıyla alınacaktır. Yaşı 17-18 dir. Bir kere saflarda kaçtıktan sonra babası tekrar oğlunu alacak ve iyi tembih ettikten sonra geri gerillaya kendi eliyle teslim edecektir. O zaman ismi Rıza'dır.

1982lerde tek tük katılım vardır. 1984 15 Ağustos eylemliliğiyle katılımlar artacaktır. Ancak ondan sonra azalacak ve artık savaşçı alma sıkıntısı başlayacaktır. Özelde PKK’nin 3.Kongresinde alınan gerillalaşma kararıyla o zaman güç büyütmenin tek yolu askeri yasa ya da askeri kanun diye bilinen gençleri iknaya dayalı olsa da esasta gidip ülke toprakları için mücadeleye davet etme ya da mücadele hizmet etme görevine çağırma vardır.

Rıza yoldaş bu temelde alınmıştır. Ve birçok sonrada dağlarda efsane yaratacak yoldaş esasta askeri kanun katılımlıdır. Ancak bu uygulama yapılırken doğru işletilmemesi durumunda yüzlercesinin kaçtığı da görülmüştür. Ne var ki 87 yılında bu yasayı uygulayan Erdal ve Bedran yoldaşlar olduğunda gidenler geri gelecek ve geldiklerinde ise geleceğin kahramanları olacaklardır.

İşte Rıza yani Erdal bunlardan bir tanesi olacaktır.

1989 yılının Ocak ayında biz Gabar’da kapsamlı bir iki operasyona takıldık. Ana birlikte öncüyüm aynı zamanda manga komutanıyım. Çatışmalar yoğunlaşınca mecburen Cudi’ye geçtik. Cudi’ye geldiğimizde altı kişilik bir grup bana verilerek bölge güçleriyle ilişki kurmak için aramaya çıktık. O dönemlerde cihazlar yok. Bir de biz aniden kurye göndermeden gelmişiz. Yani davetsiz misafiriz.

Arkadaşları bulamadık. Meğer Cudi güçleri Aziz yoldaşın komutasında iki takıma ayrılarak bir kol Şehit Adil Aslan arkadaşın komutasında Silopi de ipek yolunu kesecekler, diğer grupta direk Aziz arkadaşın komutasında Şırnak kömür ocağında bulunan karakola vuracak. Her iki eylemde tam başarıyla sonuçlanıyor. Yolda ana baba günüdür. İlk kez orada yol kesilerek Türkiye ait araçlar yakılıyor, Aziz arkadaş onlarda karakolu basıyorlar.

Biz Cudi gücünü ararken Şırnak tarafından bize doğru sesler geldi. İşaretler yaparak buluştuk. Ben ilk kez Cudiye geliyordum. Evet, Botanlıydım ancak Cudiye yabancıydım. Şehit Aziz arkadaş önde geliyordu. Henüz oturmadık Adil Aslan yoldaşlarda geldiler. Sonrada Maxmur da hastalıklarla boğuşarak şehit düşen Musa’ye Ker arabaları nasıl yaktığını anlatacak. Ve ben Erdal arkadaşı ki o zaman ismi halen Rıza'dır ilk kez burada görerek merhaba diyeceğim. O da Aziz arkadaşın öncüsüydü.

Biz Atatürk burnunun altında bir yerlerdeydik. Hızla gruba yetişerek tedbir almamızı-çünkü düşmanın muhtemelen operasyona çıkacağını söyledikten sonra-alanı tanıyan birkaç arkadaşı da yanıma vererek kendi gücümün yanına dönmüştüm.

Sabah erkenden düşman uçakları gelip rastgele vurdular çevreyi. Uçakları ilk kez görüyorduk. Demek ki bu iş ciddileşmişti. Yine düşman da araziye çıkmıştı. Ancak fazla sürmeden geri çekildi. Biz ise Gıre Hermo’da Cudi gücüyle bir araya gelerek bir süre kalacaktık. Henüz ocak olduğu için havalar soğuktu. Geceleri mağaralarda ateş yakıyor, gündüzleri ise yamaçlarda kalıyorduk. Her ikimizde-ben ve Erdal gücün öncüleri olduğumuz için –doğaldı ki ateşleri biz yakmaya gidecektik. Görevlere birlikte gidecektik. Yani iyi arkadaş olacaktık.

Böylesi tanışma seanslarında nasıl katıldığını sordum o “askeri kanunla” dedi, ya sen deyince ben de “askeri kanunla” diye cevap verdim. Biraz tartışmalarımız oldu. “ne olacak durum” diye tartıştık. Ancak ortak görüşümüz “onlar ölüme eğer kendilerini yatırıyorlarsa neden bizde bu fedakârlığı göstermeyelim” oldu. “onlara ne olacaksa bize de olsun” dercesine bir yaklaşımdı. Elbette bir tarafta bağlılığı ifade ediyor, diğer taraftan da henüz örgütü, partiyi ne kadar az tanıdığımızı ifade ediyordu bu ham ancak inançlı sözlerimiz.

Bu ilk Cudiye gelişimde biraz daha yakinen Şehit Ahmet Rapo ile Şehit Mahmut Aforof arkadaşları da tanımaya başlamıştım. O dönemler bu arkadaşlarında belli bir ismi vardı.

En son Cudide yani Erdal arkadaşlarda ayrılacağımız gün bir moral yapıldı. Halen hatırlıyorum Ahmet Rapo bir çete yani korucu rolünü içeren bir skeç yaparak oynadı. Mahmut Aforof arkadaşta “Welat welatê me ye Egîd qomutanê me” parçasını söylerken tüm yoldaşlar eşlik ediyorlardı.

Biz tekrar kendi sahamıza döndük. Artık bahar olmuş. Yoğun operasyonlar var. Biz operasyonlarla uğraşırken, Cudi hem operasyonlarla uğraşıyor hem de eylemliliklerde bulunuyordu.

En dikkat çeken eylem Aziz arkadaşın komutasında 20–30 arkadaşın Silopi ye girerek eylem yapmalarıydı. Eruh’ta sonra ilk kez bir büyük yerleşim birimine yöneliyordu arkadaşlar. Erdal bu eylemde saldırı komutanlarındandır, yani manga komutanıdır. Yine aynı yıl bir çatışma da Cudi de daha doğrusu Deriye Çırçırokta Adil Aslan arkadaşın denetiminde bir helikopter düşürülecekti. Bu ikincisiydi düşürülen. Bu çatışmada Mardinli komutan Şehit Gazi yoldaş ile sonra da Botan da cephe komutanı olacak Şehit Rojhatê Bluzeri yoldaşlarda vardı. Yine Fazilê Giteyi ve Adilê Bilikî de sayılmaları gereken yoldaşlardı.

Bu yıl Cudide eylemler sürecekti. Bu eylemlerin genel koordinesini Aziz arkadaş yapıyordu. Oldukça değerli bir komutandı. Hem aydın hem de eylemciydi. Belki eleştirilecek olan yönü biraz fazla sert olmasıydı.

1989 yılının haziran ayında Kani Botki Besta da bir komuta toplantısı yapılmıştı. Bu toplantıda önderliğin sert eleştirileri ardından Ana Birlikler ağır hantal yapılarıyla dağıtılıyor, yerine hareketli birlikler alıyordu. İşte benim ikinci kez Erdal arkadaşla bir araya gelmem bu döneme denk gelir. Hareketli birlikte Erdal birinci takım komutanı ben ise ikinci takım komutanı olmuştum. Yönümüz Gabar’a, Çırav’a, Garisa’ya doğru olacaktı. O dönemler alan sorumlusu ve aynı zamanda hareketli birliğin komutanı sonra da ihanetçi işbirlikçi çizgiyle anılacak olan Şemdin Sakık’tı sonra da parmaksız Zeki denilecekti.

O yıl biz kendi sahamıza açılırken bolca toplantı halka yapacaktık, birçok genci askeri kanunla alacaktık ve eylemlere girişecektik.

Erdal hep canlılığıyla göze batardı, moraliyle dikkati çekerdi, sevecenliğine diyecek bir şey yoktu. Ancak en dikkat çeken özelliği eylemlerde ki atikliğinin yanı sıra yoldaşlarına karşı gösterdiği sorumluluktu. O nerede olursa olsun o mutlaka olup bitenden kendisini sorumlu görecek ve müdahaleye hazır bir konumdaydı. Böylesi bir süreçte ben Erdal yoldaşı bir kez moralsiz görmüş olacaktım. O da bir göreve gidiş ve dönüşü ardından-ki gece yarısıydı-sanırım Zekiye tekmil vermediği için Zeki gece yarısı tüm yoldaşların arasında ona bir sürü sert söz sarf edecek, kıracak ve kimi hakaretlerde bulunacaktı. O zaman yeniydik. Bilmiyorduk ancak önderlikten öğrenecektik ki bu tür yöntemler iradesizleştirerek kendine bağlama yöntemleriymiş ve Kürdistan da feodallerin uyguladıkları yol yöntemlermiş. O zaman bu olaydan sonra Erdal birkaç gün moralsiz olmuştu. Gerçi biz bu olaydan öncede Zekinin hakaret vari yaklaşımlarını tartışacak biraz da Aziz arkadaşı anacaktık. Ama o zaman yapacak bir şey yoktu. Çünkü bilgi birikim düzeyimiz sınırlıydı. Ve her komutanı kutsal sayacak düzeydeydik.

Dediğim gibi biz yoğun bir pratiğin içerisindeyiz. Garisa’dayız. Şehit Ahmet Tekme yani Enver Omyanisi arkadaşın sorumlu olduğu sahadayız. Gelen bilgiler arasında Hot köyünde bir kol Şırnak Siirt yoluna doğru kendisini bırakıyordu. İlk yapılan vurmak olacaktı. Hemen planlama yaparak ben görevlendirildim takımımı alarak düşman kolunun önüne pusuya yattık. Erdal’da savunmada elinde BKC’yle bekliyor. Gelen düşmanı vurduk. Henüz sabah saat dokuzdu. Ancak yanımda bulunan henüz bir aylık yeni katılmış genç Seyfi Gurdeli arkadaşı 17–18 yaşında-acemilikten ve tez canlılıktan isabet alıyor. Ağır yaralanıyor. Hatırlıyorum o zaman yaralı yoldaşı yaklaşık iki kilometre sırtımda taşıyacaktım ancak yine kurtaramayacaktık.

Bizde ilkeydi hiçbir yaralı yoldaşımızı ve şehidimizi düşmana bırakmıyorduk. Şehit düşecekti. Ben yaralı yoldaşı taşırken Erdal BKC’yle düşmana aman vermeyecekti. Ertesi gün görkemli bir şehit töreni yaparak saklayacaktık yoldaşımızı. Ve o saklandığı yeri halen bir ben biliyorum.

Şunu hemen belirteyim; Erdal her zaman büyük silah kullanırdı. Ya MG–3, ya BKC bunlar da olmazsa G–3. çünkü o ateş gücünü mükemmel kullanan bir yoldaştı. O bu silahlardan birisini kullandığında mümkün değildi düşman gücü ona karşılık cevap versin. O mevzi ya da o düşman hedefi kullandığı etkili ateş gücü altında susardı. Sinerdi. Pusardı.

Çalışmalarımız devam ediyor. Biz Şavare-Şukale köyünü silahsızlandırmaya gidiyoruz. Gittiğimizde köyün dışında düşman pusuya yatmış. Bizi gördükleri halde ses çıkarmıyorlar. Geri dönüşte zomlarda bulunan köylülerle toplantı yaparak ve birkaç genç alarak geri dönüyoruz.

Noktaya gençlerle geliyoruz. Düşmanda bizi görmüş. Yarın muhtemelen renkli bir gün olacak. Yine çatışacağız. Geceden mevzilenmedik. Yerimizi de değiştirmedik. Ancak arkadaşlar olası bir durumda nasıl konumlanacaklarına dâhil bir plan yapmışlar. Ben yorgun olduğum için yatıyorum. Gıre Meşe civarındayız. Sabah erken düşman araziye çıkıyor. Beni uyandırıyor Erdal arkadaş. Ve takımımı alıp mevzilenmem gereken yere mevzileniyorum. Ve çatışmalar başlıyor. Çok şiddetli geçiyor. Bu arada Erdal elinde BKC’yle koşarak diğer uzak tepeden yanımıza geliyor. “Aşağıdaki tepemiz düştü planımızı değiştirmemiz ya da tekrardan o tepeyi almamız gerekiyor” diyerek ağır silahıyla elimizden çıkarılan tepeye doğru harekete geçiyor bile. İşte Erdal bu. O asla düşmandan çekilmeyen biri. O hiçbir dalda gözünü sakınmayan biri.

Henüz tepeye yetişmeden Ahmet Tekme-Enver Omyanisi yoldaş bir grup arkadaşla tepeyi tekrar düşürüyor. Ve tekrar güvendeyiz. Ancak ondan önce tepe düştüğünde üç yoldaşımız şehit düşmüştü. Onları hızla saklayarak geceden yararlanarak çemberlerden çıkmamız gerekiyor. Üç dört çember üst üstü atan düşmanın içinden susuzluktan, açlıktan ve önemlisi o kadar barut kokusundan çıkmak ve uzun yol almak önemlidir. Düşman çemberinde çatışarak çıkıyoruz. Bu çatışma da Zeki parmaksız bizden koptu. Asıl güç yanımızda. Kendimizi Besta’ya doğru yamaç yamaç ilerletiyoruz. Ve Risor civarına kadar geldikten sonra artık her şeyin bittiğini zandık. Küçük bir boğaz kalmıştı, arkasında bir ormancık vardı. Oraya doğru arkadaşlar giderken bir çobanı gördük, belki bize bir şey verebilir diye yanına gittik. Az kalmış. Çoban bizi görür görmez “heval buralar asker dolu, ne yapıyorsunuz, hemen üstümüzde 300 metre mesafe bile yok” der demez biz hareketlindik, henüz hareket ediyoruz ki yaylım ateşine tabii tutulduk. O günü unutamıyorum. O söylediğim Risor boğazını geçtikten sonra neredeyse sağlam yerlere kadar mermilerin altında takla atarak gidiyoruz. Ve artık Bestadayız, düşman ne yapabilir ki! Ve artık yapacağı bir şey yok ve sağlamdayız. Kocaman bir çatışma gün boyu yaşanmış düşmana epey kayıp verdirmişiz, bizden de üç yoldaş şehit.

Ve fazla zaman geçmeden hareketli birlik yerine artık takımlar kendi başlarına hareket edeceklerdi. Bu yeni düzenlemede ağırlıklı arkadaşlar Erdal’ın yanına gitmek istediler. Çünkü içimizde en çok sevilen oydu. Hem şakacı, hem disiplinli, hem savaşçı, hem ilgili hem de güleç yüzlüydü. Bu özellikleriyle doğal bir çekim merkeziydi.

1990 başlarına gelmiştik. Şırnak tugayını vurarak Cudiye geçtik. Oradan da Gabara geçecektik. Bu arada Tahta Reş konferansı olmuş ancak önderlik bu konferansı tanımamış ve ret etmişti. Çizgi olarak birazda feodal komplocu kokan bu konferansı önderlik kabul etmediği gibi mahkûmda etmişti. Sonra da öğreneceğimiz gibi önderlik öngörüsüyle büyük bir tehlikeyi atlatmış olacaktık.

Önderliğin müdahalesiyle Botan da üç hareketli birlik yeniden oluşturuldu. İkisi Garzanla uğraşacak diğeri ise Zozanlarda uğraşacak. Yukarılarda da yazdığımız gibi bu birliklerden biri-ki içerisinde Erdal'da var, ancak ismi halen Rızadır-Çırava geliyorlar. Bu alanda kalırken şehit düşen Erdale Gundike de sonra Rıza yoldaş ismini Erdal yapacak ve Garzana açılacaklardı.

Garzan’da epey etkili bir giriş yapmışlardı. Birçok eylemin yanı sıra, yeni alanlar açmayla yeni katılım sağlama önemli gelişmelere yol açacaktı. Bu arada da Avrupa katılımlı canlı atik canlı genç Fırat Akyar Baykan civarında şehit düşecektir ve Fırat’ı bizatihi kendisi mezarını kazarak saklayacak, şehit düştüğünde önderlik için yazdığı mektubu da o önderliğe getirecekti. . Belli bir süreden sonra alandaki komutan ayrılacak ve Erdal tek başına bu süreci devam edecektir. Belki de en çok deney ve tecrübe edeceği süreç bu olacaktır.

Geri dönüş artık 4.Kongre sürecidir. Hepimizi Haftanin’e çağırdılar. Orada bir müddet sonra önderlik sahasına gönderileceğimizi öğreniyoruz. Cuma arkadaş artık bizimle özel ilgileniyor. Ve bize “gidip iyi bir eğitim ardından geri geleceksiniz ve yükümüzü hafifleteceksiniz” gibi anlamlı bir konuşma yapmıştı.

Biz doğrusunu söylersek eğitimden ziyade önderliği görmeye gidiyorduk. Biz önderliği tanımıyorduk, ancak anlatılanlardan kısmen öğrenmiştik. Bir de doğru ve yanlışı öğrenmeye gidecektik. Bu da önderliği tanımak demekti.

Önderlik sahasına 17 arkadaşla gitmiştik. Erdal yoldaş da vardı. Önderlik sahasında çok yoğun bir eğitim gördük. Önderliği yakinen tanımaya başladık. En önemlisi de feodal komploculuğu ve bunun yarattığı çatışma kültürünü ve tabii ki yer yer gerilladan uzak yaşam ve hareket tarzını öğrenecektik. Boş avare ana birlikler pratiğini görerek nasıl bir gerillayı önderlikten alacaktık. Akademide Erdal’la paylaşımlarımız çok oluyordu. Sonuçta epey birlikte kalmıştık. Ve geçmişi değerlendirerek yeni bir çıkış yapmanın yeri burasıydı. Önderlik sahasıydı.

Önderlik diyaloglarımızda en rahat olan oydu. O çok rahat her şeyi söyleyebiliyordu. İşte bunun içinde önderlik onunla bolca diyalog yapıyordu. Sonraları o Cudi de sorumluyken önderliğe her eylemin tekmilini o bizzat telefonla eyalete vermeden verecekti. Bu bir nevi önderlikle Önderlik sahasında oluşan bir hukuktu. Erdal hukuku! Biz daha çok sıkılarak yaparken o radikal eleştirileriyle dikkat çekiyordu.

Akademide Erdal çok coşkuluydu. Govendlerin başında en canla başla oynayan yine oydu. Gür sesiyle Botan türkülerini haykıran oydu. Hatırlıyorum o gür ses ancak ve ancak Cudiye yarışır bir sesti.

Beş ay eğitim aldıktan sonra sıra adım adım geri ülkeye dönme zamanıydı, önderlikten aldığımız eğitimin sonuçlarını ürüne dökme zamanıydı.

Ve geri dönmüştük. Giderken saklanarak, gizlenerek geçmiştik. Gittiğimizde Saddam’ın askerleri vardı. Dönüştü Kürdistan da Serhildanlar olmuş ve Saddam geri çekilmiş. Tam bir boşluk var. Tam bir kaos var. Ellimizi sallaya sallaya geliyoruz. Gelirken Bexer dağına ben ve Erdal keşif için çıkarken omuzlarımızda M-16’lar var. Hani sonrada sözde bizim Amerikalarda aldığımız yalanı uyduran TC’nin bahsettiği M-16’lar. Hâlbuki biz ta bunlar 1989’dan beri kullanıyoruz. Her ne hikmetse bu faşist devlet işler nasıl işine geliyorsa öyle yalanlarlar dolanlarla kılıfına uydurarak bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ama bu kadar da yalan söylenmez ki!

İşte, bu M-16’larımız omuzlarımızdayken Erdal arkadaşın Cudiye bakışı halen gözlerimin önündedir. Tamda bir fethediş bakışıydı. Bir nevi “dur ben geliyorum. Yapamadıklarımı yapmaya geliyorum” sözlerini söyleyen bakışlardı bunlar.

Biz Haftanin'e ulaştığımızda bizi Cuma arkadaş karşıladı. Çok görkemli karşılamıştı. Bizi önderlik sahasına o göndermişti. Şimdi de o hem bizi karşılıyor hem de yeni sahamıza görevlendiriyordu.

Erdal Cudiye takım komutanı olarak görevlendirilirken ben Garisa'ya görevlendirilmiştim.

Erdal Cudiye ulaşır ulaşmaz ilk işi gücü toplayarak moral ve motivasyon vermek oluyor. Ama şunu da iyi biliyor; gerillanın moral ve motivasyonu düşman karşısındaki başarıdır. Askeri eylemliliktir.

O bu gerçeklikten yola çıkarak ilk elden Bespin karakol saldırısını düzenliyor. Karakolun hepsi alınıyor, onlarca silah binlerce mermi eylemin sonuçlarıdır. Biz eylemi Garisa’dayken duyduk. Ayrıca o dönemler Cuma arkadaştan bir notta aldık. “artık taciz yok sadece sonuç alan eylemler var. Ve bunun dışındaki eylemleri kabul etmeyeceğiz. Bu aynı zamanda askeri konseyinde kararıdır.” Hatta ilginç bir cümlede vardı, “eğer size G–3 mermisi lazımsa Erdal arkadaştan isteyin onlar çok sayıda silah ve mermi almışlardır” diye yazıyordu. Tabii biz yeni dönemin açılışını yapan Erdal arkadaş için çok sevinmiştik ve tabii ki bize de örnek olacaktı.

Bu eylemin peşinden hemen Gite karakol baskınını Erdal arkadaş Ahmet Rapo’yla gerçekleştiriyor. O dönemde Cudinin bir yakasına Ahmet Rapo bakıyor bir yakasına takımıyla Erdal arkadaş bakıyordu.

Arada tam 17 yıl geçtikten sonra Erdal'a ilişkin yeni bir şey öğrenecektim. JİTEM’ci astsubay Yener Soylu televizyonda çıkararak Erdal'a ilişkin bir şeyler söyleyecek ve ben yeni öğrenecektim. Ta o dönemlerde Erdal bir grup arkadaşı ayarlayarak JİTEM’ci astsubayı gündüz on iki de caminin önünde, köyün ortasında kafasına silahı dayayarak Cudinin başına getireceklerdi. Sonraları örgüte teslim edilecek örgüt onu salıverecek. Bir sürü askerliğe devam ettikten sonra 1994 yılında Avrupa’ya kaçacaktı. Ya da çıkacak. Ve Roj televizyonun da JİTEM’ci astsubayı dinlerken sarf ettikleri var.

Erdal'ı anlatıyor. Bir noktaya arkadaşlar getirmişler, Erdal konuşmak için yanına çağırıyor, o “beni vuracaksınız” diyerek gitmiyor. Epey uğraştan sonra Erdal “ya vursak seni bulunduğun yerden de vururuz, senden mi korkacağız” diyerek yanına gelmesini sağlıyor. JİTEM’ci öldürüleceğinden emindir. Çünkü o ispatlı bir astsubaydır. Yani askerdir, yani düşmandır, yani paramparça edilmesi gereken biridir. Düşündükleri budur.

Şehit ErdalErdal çağırıp ona Cenevre sözleşmesini okuyor, orada esir askerlere yapılacak muamelenin ne olduğu okuduktan sonra “biz sana dokunmayacağız, dokunamayız. Sen bizim esirimizsin. Seni örgütümüze aktarırız. Şartlarımız şimdi müsait değil, ne zaman örgüt seni isterse seni göndeririz. Ancak sana kötü muamele yapılmayacak. İşkence yok. Sana komutan diye hitap edeceğiz. Biz ne yersek sana da onu vereceğiz “ dedikten sonra kalkıp gitti. Anladığım kadarıyla sonra bu belgeyi Erdal kendi askeri yapısına da okuyacaktır. Ve ben-yani JİTEM’ci Türk asker içlerinde kalıyorum. Ve ilk işim hemen tüm resmi kurumlara-BM, AB, Cenevre'ye-mektup yazmak olmuştu. Çünkü beni vurmayacaklarını anlamıştım. Aslında ilk kez karşımdakilerinin insanlıklarını anlamaya, duygudaşlık yapmaya başlamıştım.

JİTEM’ci anılarını anlatırken bir köyü gidişlerini anımsıyor. Köyde köyün bir çocuğunu kucaklayarak öperken-yemek başındalar-ev sahibi kadın ağlamaya başlıyor. Asker önce çocuğunu bir Türk askeri aldığı için ağladığını sanıyor sonradan ananın Kürtçe konuşmalarını ona-yani JİTEM’ci astsubaya aktardıklarında şok oluyor. Kürt ananın söyledikleri “vay vay, acaba onun da çocukları var mı, anası ne yapıyordur, onlar merak edeceklerdir…”gibi oldukça dokunaklı, düşmanlıktan uzak sözler sarf eden bu ananın söylediklerini öğrendikten sonra kendi içinde “Kürtler biz Türklerden daha merhametlidirler ve insanlıkları daha derindir” düşüncesine kesinlikle inanacak ve yıllardır bu görüşünü koruyacaktır.

Sonradan bu asker 9 ay arkadaşların yanında kaldıktan sonra yukarıda dile geldiği gibi örgüte verilecek örgütte serbest bırakacaktır.

JİTEM’ci bir anısını daha anlatıyor. Silopi deki komutan “gelmene çok sevindim, ancak Allah yardımcın olsun” demişti. Aslında o başıma artık askerlikten nelerin getirileceğini biliyordu. Ve gerçekten Allah yardımcın olsundu. Çünkü sonraları çok çekecektim.

Evet, bir eski JİTEM’cinin anılarında Erdal böyle anlatılıyor. İlginçtir yıllar sonra dahi bizim bilmediğimizi Cenevre sözleşmesini o 1992 yılında uygulamaya koymuştu bile. İşte Erdal arkadaşın savaşa yaklaşımı buydu. Tabii bu arada çeşitli yerlerde 6 esir asker var bunlarda örgüte gönderiliyor. Örgütümüzde kızıl haç aracılığıyla Türk devletine veriyor.

1991 yılının Ağustos ayında Erdal yoldaş bu kez Silopi ilçesine bir baskın düzenliyor. Bu kez o manga komutanı değil eylemin koordinesidir. İşte Erdal arkadaşın gelişme grafiği. Devlete ait ne kadar hedef varsa vuruluyor ve yerle bir ediliyor. Tek bir kayıp vermeden arkadaşlar geri çekiliyor.

Ekim ayında bu kez şehit mesut karakoluna arkadaşlar yöneliyor. Karakolun etrafındaki mevzilerin tümü süpürülüyor. Hedef karakol değildir zaten etraftaki mevzilerdir. Kaldırılan malzemeler 7 G–3, , 2 telsiz, 1 MG-3tir. Bu eylemde Cemil Amed arkadaş mayına basarak yaralanıyor.

Yine Koneduye deki pusuda Erdal arkadaş düşmanı perişan ederek düşmandan;7 G–3, 1 MG–3, 1 Kleş ve 13 asker sırt çantası alınırken bir arkadaşın burnu kanamamıştı.

1991 yılı Erdal arkadaş için yoğun ve başarılı geçmişti, ancak Erdal'ın Erdal olduğu yıl 1992 kışıdır.

Düşman, 1991 sonu 1992 kışından ilk kez kobra helikopterleriyle yeni bir saldırı hamlesi başlattı. Savaşlarda her yeni hamle, her yeni bir teknik geliştirildiğinde karşı hamle ve geliştirilen yeni tekniğe karşı çözüm bulunana kadar epey zorluklar çekilir, kayıplar yaşanır. Hele hele çözüm bulunmazsa akabinden yenilgi gelir. Önemli olan yeni saldırı ve tekniğe karşı hızla yeni savunma ve tekniği bulmaktır.

Düşmanın yoğun saldırılarına karşı çok değerli yoldaşları kayıp ettik. Bunlar içerisinde Besta da şehit düşen Haşim Bluzeri vardı. O da bizimle önderlik sahasında gelmiş ve Besta’da bölük komutanıydı. Neredeyse her birlik o kışın çok zorlanmış ve kayıp vermişti. Ancak Erdal arkadaşın gücüne bir şey olmamış. O yeni tekniğe ve saldırıya karşı çözüm olarak gerillanın altın formülü olan gizliliği derin gizliliğe çevirerek arazinin derinliklerine gömülerek kendi gücünü hem korumuş, hem de eğitmiştir. Birçok güç bahara moralsiz çıkarken onun gücü bahara tam moral ve savaş pozisyonunda çıkmıştır.

Düşman kışın erkenden Cudiye çıktığında ise o gündüz Derya Bilurvanda bulunan düşmana yönelerek 11 ölü verdirmiş ayrıca 8 G–3, 57 top ve MG–3 kaldırarak eylemsel hamlesine başlamıştı. En önemlisi de bu tepede ele geçirilen düşmanın Cudiyi işgal etme haritasının ele geçirilmesiydi. Nitekim düşman sonra bu haritanın ele geçirilişinden kaynaklı bu plandan şimdilik vazgeçecekti. Bu eylemde Xebat Hebleri şehit düşmüştü.

Bu eylemin ardından düşmanın Silopi kolunu bırakarak Şırnak üzeri yönelmeye çalışıyor, Erdal bu kez gündüz tepe Cefaneye saldırarak tepeyi düşürmüştü. Tepenin saldırı komutanı odur. Önde olan odur. Aynen Derya Bilurvanda olduğu gibi en önde aynen Erdallar geleneğinden olduğu gibi. Erdallar tarzından. Bir MG–3, 4 G–3 askeri malzemenin yanı sıra dev gibi cihazlarda ele geçirilmiştir. Doçkalarla da gelen operasyon kollarını geri çekilmeye buna bir de bir helikopterin vurularak gönderilmesi de eklenince düşmanın kaçışı daha hızlanmıştı. Bu eylemde Baran, Gabar ve Xeyri arkadaşları kaybedecektik.

Bu ara Çırcırok tepesine çıkan düşmana arkadaşlar yine vurarak tepeyi sökeceklerdi. Nisan ayının başlarında kimse düşmanın araziye çıktığını daha doğrusu konumlanan noktaya baskın yapmak istediğini görmemiştir. Erdal yoldaş noktadan tesadüfen bir iş için dışarı çıktığında düşmanı görecek o bir yoldaşıyla birçok askeri vurarak düşmanı püskürtecekti. Erdal sadece bir savaşçı değildi o aynı zamanda bireysel olarak ta bir eylem adamı ve samuraydı.

Süreç oldukça yoğun geçiyordu. 1992 yılı hareket açışında da özel yıllardı. Serhildanların geliştiği ve düşmanın en şiddetli olarak halkın üzerine silah sıktığı yıllardı. Yüzlerce yurtsever katledilecekti.

Erdal arkadaş erkenden gelişmeleri fark ederek kendi inisiyatifini kullanarak tüm çevrede bulunan şehir ve ilçelere arkadaş göndererek müdahale ediyor. Düşmanın saldırıları geliştiğinde Şırnak’la Cizre arasına pusularak düşmanın müdahale etmesini engellerken siyasal sahaya da desteklerini sunacaktı.

Gelişmeler çok yoğun geçerken arkadaşlar Besta da yapılacak olan toplantı için Erdal arkadaşı çağırmışlardı. O Cudiye düşmanın gelmesini engellemiş ve bırakmamıştı. Böyle bir moral üstünlüğüyle hem toplantıya gidiyor hem de öyle bir yapı arkasında bırakıyor.

Erdalla tekrar Gıre Xane de yapılan toplantıda karşılaştık. Artık Erdal eski Erdal değildi. Daha olgunlaşmış olmanın yanı sıra muazzam bir heybeti vardı. O artık herkesin saygı duyduğu, güvendiği ve başarılar üzerine başarılar elde eden komutandı. Herkesin biraz umudu olmuştu. Kaldı ki önderliğimizin deyimiyle “başarıların varsa doğruların vardır” deyimden yola çıkarsak o artık doğru çizgiyi kendi pratiğiyle sergilemişti. O düşmanı araziye çekerek sonrada pusuya düşürerek yeni tarzın ne olması gerektiğini gösteriyordu. Sabit hedeflere değil hareketli hedeflerle düşmanı vurmak onun başarıyla uyguladığı taktik olmuştur. Onun yanı sıra araziyi iyi işleyerek bir nevi mayınlı hale getirmede onun uyguladığı taktikler arasındaydı.

Toplantı sonrası o Cudiye genel sorumlu atanmıştı. Alana geldiğinde düşman birçok yeri tutmuş bulur. O bunu kabul edecek gerilla değildir. Ahmet Rapo arkadaşa çok kızar. Gücü toplayarak düşmanın nasıl söküleceğini işledikten sonra ilk iş araziye çıkarak düşmanı vurmak için keşif çalışmasına çıkmaktır.

Derya Kerê’den inip de etrafına mayın döşemek isteyen beş asker görürler. Erdal hemen fırsat budur diyerek hızla saldırıya geçer. Bu beş asker öldürülür. Erdal direk kendisi bunların silahını almaya giderken Derya Kerê’den mevzilenmiş düşman gücü tarafından suikastla kafasından vurulur. Ağır yaralanır. Yaralandığında Ahmet Rapo arkadaşa söylediği “ölürsem mezarımı bir suyun kenarına yapın, çünkü ben suyu çok seviyorum” diyecekti.

Arkadaşlar ağır yaralanan Erdal yoldaşı kaldıracaklar, sırtlayacaklar, Silopi ovasına indirdikten sonra arabayla Habur kapısında geçirerek Dıhoka ulaştırmak isterler. Örgüt “her şeyi kurtarılması için yapın” talimatını verecek, ancak Erdal henüz yolda can verecek ve şehitler kervanına hiçte hak etmediği bir zamanda ve bir biçimde katılacaktı.

Erdal arkadaşın cenazesi Haftanin’e getirilerek görkemli bir törenle-Cemal arkadaş da Ortadoğu da gelmiş-toprağa verilecektir. Onun vasiyet ettiği gibi bir pınarın yanına gömülecek.

Sonraları 1992 yılında Türk ordu birlikleri güneye girişlerinde gelip cenazeyi çıkarmaya çalışacak ancak mezarı bulsalar da naaş’ına kavuşamayarak alamayacaktır. Yıllar sonra ben Haftanin’e yeniden sorumlu olarak atandığımda alanda bulunan tüm cenazeleri toplayarak yeni bir şehitlik yapacaktık. Bir köylü gelip Erdal arkadaşın mezarını gösterecek ve o dönemler yıl 1992 de nasıl görkemli bir törenle kaldırıldığını söyleyecek bize. Biz gidip mezarı açarken mezarla oynandığını göreceğiz ancak naşına ulaşamadan bırakıldığı için biz alacağız. Halen yeşil şutıkiyle başının bağlı olduğunu bir tabut içerisinde göreceğiz ve yeni şehitliğe törenle götüreceğiz. Yeni şehitliğimizi de bu yeni durumdan dolayı ŞEHİT ERDAL şehitliği olarak isimlendirecektik. Yeni yer daha fazla Erdal arkadaşın istediği gibi olacaktı. Gümbür gümbür akan bir suyun yanında akasyaların, dut ağaçlarının, kaysı ağaçlar ile meşe ağaçlarının altında bu soğuk mu soğuk suyun yanında Erdal'ı yatıracaktık. Yıl 2002’dir. Şahadetinden tam on yıl sonra!

Evet, bir cengâveri kaybettik. Hem de çok erken. Olmaması gereken bir tarzda, çok ucuzca, yapılmayan görevlerin bir an önce yapılması için yola çıkarken ve düşmanı Cudi'de dışarı atma çalışmasını yürütürken toprağına düşecek ve aramızdan ebediyen ayrılacaktı.

Evet, kaybedilmesi zor kaldırılacak bir arkadaştı giden. Önderlik şahadetinden sonra “ Agit'in özelliklerini taşıyan bir yoldaştı” diyecek ve yaşanan şahadetin ağırlığını böylece dile getirmiş olacaktı.

O her şeyden önce öncü bir savaşçı, bir samura, bir fedai, bir özgürlük çığlığı, hesapsız ve gözü kara parti çalışmasını kendi çalışması olarak bilen ve böyle katılan biriydi. Özelde önderlik eğitimi ardından adeta bir patlama yaşayarak gelişme kaydetmiş biri olarak önderliğe bağlılığın, önderlik çizgisini hücrelerine kadar yaşayarak savaşmanın ne olduğunu hepimize göstermişti.

O hep güleçliğiyle, neşe ve coşkusuyla, moraliyle, arkadaşları eğitme istemiyle, yoldaşlarını bir dert ortağı olma gücüyle, sempatik ve nazik duruşuyla adeta bir sosyalist militan kişiliğini çizerken, gerilla disipliniyle, atikliğiyle, gözü pekliğiyle, saldırı ruhuyla, düşmana tavizsiz davranışlarıyla ve her şeyden önce de muazzam bir gerilla olarak dönemin en güçlü agit tarzdan profesyonel gerilla tipini çiziyordu.

Evet, onu kaybetmek kolay olmadı. Yerini doldurmak daha zor oldu. Ancak onun bıraktığı Cudi'yi Cudi yapmak için arkasından Cudiye gelenleri önderlik hep Erdal yoldaştan örnekler vererek gönderecek. Ve onun gibi olunmasını isteyecekti. Erdal’ca yaşanmasını isteyecekti. Neydi Erdal'ca yaşamak? Her şeye bizatihi katılarak, öncülük yaparak, yoldaşlarını, yeni halk çocuklarını koruyarak, eşitçe, adaletli yaşamaktı. Ve her şeyden önce oportünistliği yaşatmamaktı. Bildiğini sonuna kadar uygulamaktı. Örgütten aldığını hesapsız kitapsız örgüte vererek halkın hizmetine koşmaktı. Kendi halkının hamalı olmaktı. Halkı için kelle koltukta dağ taş demeden düşmanın ensesinde nefesini alarak ona aman vermemekti.

Evet, Erdal geleneği Erdallarla başladı. Mustafa Yöndem Cudi de sorumluk yapmış. Aziz yoldaş bir taktiksiyen olarak Cudide komutanlık yapmış,. Adil Aslan içimizde en iyi şehir gerillasını yapan komutan burada komutanlık yapacak, Şiyar yani Kazım Kulu burada heybetli Dersim yürüyüşünü komutan olarak zirveye çıkaracak, Yine Botan’ın yiğit evladı Cuma Bilika-Selim İlter gelecek ve Cudide gözlerini toprağa kapayacak. Peşinden karargâh komutanlığı yapacak olan Yılmaz Uzun gelecek ve burada vahşi işkencelerle katledilecek. Gelecekte da gelecek olan Hamza Ömerine Mardinli yoldaş orada bölge komutanı olacak ve orada şehit düşecekti. Ardından diğer Erdal yani Engin Sincer gelecektir. Derken hep biraz da Erdalca yaşam esas alınmaya çalışılacak ve Erdallara yaraşırcasına yaşanacaktı.

Evet, Erdal demek birazda yaşam demekti. Erdal demek militan demekti. Erdal demek parti demekti. Erdal demek halk demekti. Erdal demek savaşçı ve amansız gerilla demekti.

Erdal demek tüm mücadeleye komple yaklaşmak demek olacaktı. Neredeyse bizde gelenek haline gelmiş bir yaklaşım ise abilerinin, ablalarının ardından gelen kız ve erkek kardeşlerdir. Erdal Gundikê Melê arkadaşın kardeşi gelecek ismini Erdal yapacak ancak kısa süre sonra şehit düşecek,. Ahmet Rapo arkadaşın kardeşi gelecek sonraları şehit düşecektir Ahmet olarak. Yine Enveri Omyanisi arkadaşın kardeşi gelecek ismini Enver yapacak ve 2007 yılının 16 Aralık ayında hava saldırısında beş arkadaşıyla şehit düşecekti.

Evet, bu bir gelenek olmuştur artık, bir devrim geleneği. Artık bu mücadele kök salmıştır. Herkeste şunu iyi bilmelidir ki biz vurulmakla tükenmeyiz. Vuruldukça çoğalırız. Çünkü bu kadar güzel Erdalların geleneğiyle süzülen bir harekettir vurulmakla bitirilemez.

Güzel yoldaş, seni hep böyle anacağız. Sadece seni böyle anmayacağız, senin gibi olmaya çalışarak cefakâr Kürdistan halkına hem layık olmaya çalışacağız hem de onun acılarının dinmesi için aynen senin gibi çalışacağız. Senin gibi yaşayacağız.

Yolun yolumuzdur. Aydınlattığın yol bize güç ve moraldir. Gücünle morallinle yaşayacağız. Ruhun şad olsun yoldaşların en güzel yoldaşı. Ruhun şad olsun yoldaşların en güzel yoldaşı!

Caferi Sori