Çelikten İrade

Eşrefê Hîlalê Yoldaşın Anısına

Guyan aşireti bildiğimiz aşiret yapısının dışında bir gerçekliği göstermektedir. Öyle ki bu aşirette aşiret reisi yoktur. Elbette bir aşiret bilinci-hem de çok yaygın, biz bunu silahlı mücadele tarihimizde çokça gördük-var. Ancak aşiret reisi yoktur. Yine başka yerlerde alışık olduğumuz ağalar yoktur. Kürdistan da Kürt halkının başına musallat olan ağalık kurumu burada yoktur. İşlemiyor. Bu aşiret yapısını içerisinde Şeyh bulamazsınız. Çünkü bu parçalanmayı yukarıda söylediğimiz anlamda bulamazsınız. Seyitler vardır, onların da sosyal anlamda bir saygınlıkları vardır.

Tüm bu gerçeklikleri değerlendirdiğimizde, buralı insanların daha dik başlı ve onurlu olmalarına yol açmasının yanı sıra daha fazla yetenekli ve inisiyatifli gelişmelerine yol açıyor. Daha kararlı ve keskin oluyor. Girişken oluyor. Pısırıklık yoktur. Hep bir canlılık ve hareket ve dinamizm vardır. Kendi ağası kendisidir. Bu oldukça sert bir kişilik yapılanmasına yol açıyor. Özelde sosyal olarak dağların içlerine çekilerek, “uygarlıktan” uzak olmak, hatta isteyerek bunu yaşamak gerçekliğine, buralarda ki dağların sarplığı, ulaşılmazlığı, yaşam koşullarının zorluğuyla birleşince, yaşama karşı direnişçi ve inatçı ve tavizsiz bir kişilik yapılanması yaratıyor.

Botan Kürdistan tarihinde düşmanlara her zaman uzak kalan bir saha olmuştur. Tersten ele alacak olur isek düşmana karşı direnişin sönmeyen kalesidir Botan.

Kürdistan topraklarının düşman tarafından en son fethedilen parçalarıdır buralar. Öyle olunca Kürtlüğün de en derin yaşandığı sahalar olması yadırganamaz. Düşmanın tüm hışmına rağmen buralar Kürtlüğün atardamarlarıdır. Botan daha doğrusu. Mezra Botan hep kendi kendine yeten, kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalan bir halkın toprağına verilen addır.

Mezra Botan bunun için tarihinde düşmanlarının dikkatini ve öfkesini üzerine çekmiştir. Botan, a gelip hükmetmek isteyenler öncelikle kendi kendini idare eden yaşam tarzını, tek başına ayakta kalan bu halkın ayakta kalışını yok etmeye çalışmışlardır.

Hilal köyü denir ki önceleri bir Asurî köyüdür. Hilal’ler Rapin köyünde yaşarlar. Çeşitli itilaflar sonucu Hilal’de yaşayan Asurî insanlarımızın ellinden köy alınır ve oraya Hilaller yerleşirler.

Hilalin etrafında çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır. Doğu da Kelha Hero, batıda Kelha Gurkele, güneyinde beyaz köprü-ki bu aynı Zaxo da ki “delale” köprüsü gibi özel taşlarla yapılmıştır-,kuzeyinde Kela Memeye doğru ise tarih efsaneleri anlatan taş tabletler var. Ayrıca birçok kilise köyün etrafında bulunmaktadır.

Hilal ise Guyan aşiretinin en önde gelen köylerindendir.

Hilal yerleşim olarak çevrenin en güzel köyüdür. Tabiatıyla, köyün yapılışıyla, etrafını çepeçevre saran dağlarıyla, hemen köyün ortasında akan suyuyla, her türlü meyve ağacının yeşermesiyle tam bir küçük cennettir burası.

Hilal esasta; Hilal, Şexan, Segirge, Sii, Bazyan, Hoze, Axyan, Xwarisero, Omyanis, Kale, Hosyan, Giriga olarak çok sayıda köye yayılmışlardır, daha doğrusu Hilal’den ayrılarak yeni köyler oluşturmuşlardır.

Nasıl ki bura insanı hep biraz düşmana kafa tutarak dağları kendisine mesken eylemişse aynen Hilal’e bakarak bu gerçekliği çok uzaklara gitmeden görebilirsiniz.

Örneğin son yüzyılda Hilal köyü üç kez yakılıp yıkılmıştır. 1926 yıllarında köye yakın bir yerde bir kaç Türk askerinin öldürülmesi üzerine Hilal’ler köylerini terk ederek Irak’a sığınırlar. Ancak o dönemlerde İngilizlerin etkisi olmalıdır ki köy halkı bir yıl sonra tekrar kendi topraklarına dönüyor.

Buna benzer birçok olay bu köyün üzerinde eksik olmuyor.

Hilal oldukça stratejik bir alandadır. Güney Kürdistan’dan kuzeye geçmek buradan rahat yapılabiliniyor. Birde bura insanları güney Kürdistanlı Kürtlerle yakın ilişki içerisinde bulunduğu için burası TC devleti için her zaman potansiyel tehlike olarak görülmüşlerdir.

Hilal da dünyaya gelmişseniz size şu hikâye hep anlatılır; TC devleti Kürdistan da tüm direniş odaklarını çökerdikten sonra gelip Hilal’de Türk askerliği için gençleri almak istemektedir. Ancak köylüler buna direnecek ve Şexan köyü yakın bir yerde bir taburluk askeri gücü imha edeceklerdir. Denir ki birçok asker kaçmak için Mijin’den Hilal’e doğru akan suya atlarlar. Bu atlayışta birçoğu ölecektir. Ancak yedi asker sulara sarkan bir ağacın dallarına sarılmışlardır. Gören bir Hilal’li das’ını (dehre’sini) çıkarıp dalı keser ve yedi asker sularda ölür.

Bu köy çok acı ile direnişi iç içe yaşamıştır. Yine kendi aralarındaki parçalanış her zaman düşmanların kullanmasına müsait olmuştur. Yine kültürel olarak en acımazsızca oluşları ise onları hep dağlarla haşir neşire götürür. Kendi aralarında ki kavgalar bu sertliğe daha bir sertlik katar. Denilir ki iç kavgalarda toplam 97 genç farklı zamanlarda öldürülür. Bir kız için 55 insanın öldürülüşü yine anlatılan başka vahşi bir olaydır.

Kürt Özgürlük Hareketi Botan alanına girdiğinde bir giriş yeri de burasıdır. Çok erkenden burada yer edilinir. Ancak çok erken olarak düşmanla işbirliği temelinde Hilal’li olupta Mala Beyreler büyük komutan Orhan yoldaşla dört arkadaşını katlettikten sonra birçok ajanlaşmış yapı Parti tarafından tasfiye edilirler. Düşman bunu fırsat bilerek nifak tohumları ekerek bu baveki tümden mücadelenin karşısına diker. Düşmanın yıllarca uğraşı sonrası yüzlerce azılı çete türerken birçok devrimcinin kanına da girmiş olacaklardır.

Halen bugün dâhil bu azgın çeteci durumu Şexan ve Segirke de Mala Beyra ailesi sürdürmektedir.

Bu düşmanca tavır yüzünden birçok insan katledilecektir. Özelde 27 Haziran 1991 Hilal belediye başkanı Yakup Kara ile dört arkadaşı katledilir. Bu taziyeye gelen büyük Kürt yurtseveri Vedat Aydın Diyarbakır’a dönüşünün ardından bir hafta sonra katledilecektir.

Son olarakta Hilal köyü kendi içerisinde ayrıca baveklara bölünmüştür. Bunlar; Mirkan, Kohnan, Xaçkan, Bızır, Şeref, Belo, Fakan, Ezdinok, Seyde, Beyrelerdir. Eşref yoldaş Kohnan bavekındandır.

Şunu da eklemekten yarar vardır. Şimdilerde 1994 köyleri faşist Türk devleti tarafından yakılan Hilaller ağırlıklı olarak Maxmur mülteci kampında yaşamaktadırlar.

Eşref-Sadık Kara-arkadaş 1972 yılında Uludere’ye bağlı Hilal köyünde dünyaya gelir.

20 Mayıs 1988 de PKK saflarına katılır.

1989 yılının eylül ayında yapılan Tahta Reş toplantısı önderlik tarafından kabul edilmeyecek ve önderlik ülke içi birinci konferansının tekrarlanmasını isteyecektir. Bu yeniden yapılması istenen konferans Haftanin-Sinat’ta yapılacaktır.

Bugünlerde çok tartışılan Medya Savunma Alanlarının çoğunda biz o günlerde yerleşmiştik. Her yerde kamplarımız vardır. Sınat, Haftanin, Hiror, Bırcela, Miros ve Xaxurk.

Biz Sınat’tan yola çıkarak Hiror’a geleceğiz. Yanımızda Gabar için yeni görevlendirilmiş Otomatik Mervan yoldaşta var. O bizimle Haftanin köyüne kadar gelecek ve orada ki güçlerle bahara kadar ilgilenecektir. Biz ise Hiror yürüyüşümüze devam ediyoruz. Eşref arkadaşla birlikteyiz.

İlk göze batan yönü genç, atik, sessiz, çalışkan ve girişken olmasıdır. Sonradan onu soğukkanlı, tehlikenin olduğu her yerde en güvenilecek arkadaş olarakta tanıyacağım.

Hiror kampında yaklaşık 350 arkadaş var. Ben takım komutanıyım, Eşref yoldaşta benim yardımcım yani takım komutanı yardımcısıdır. Biz burada yaklaşık 1,5 ay askeri siyasi eğitim göreceğiz.

Bu kamp sürecinde orada bulunan bazı arkadaşlar şunlardır; Medeni-küçük güneyli, Ali Kıçi, Kerime Şırnak, bayanların komutanı Rahan yezidi ve Hasan Çavuş gibi çok sayıda değerli yoldaş.

Kamp sorumlumuz yanlış yapılanları düzeltmek için gelen Ahmet Güler yoldaştır. Yani Mahir arkadaştır. Mahir arkadaş gelmeden yaşanan bazı sorunlar var ancak o bunları düzeltmek için gelmiştir.

İlk kez yapılan; birçok yanlış köy baskınları, asi avare pratikler, yanlış askeri kanun uygulamaları derken birçok yanlış uygulama ele alınacak ve mahkûm edilecektir. Önderlik feodal komploculuğu ve çeteciliği değerlendirecek ve PKK çizgisine yapıyı ve örgütü çekmek için her şeyi yapmaktadır. Bu eğitim devresinde ele alınanlar önceleri bizi şok edecek ancak giderek anlayacağız ve kendimizi görmeye çalışacağız.

Halen o döneme ait bir anıyı hatırlıyorum. Mahir arkadaş tam bir proleter devrimciydi. O her şeye katılırdı. Yaşamın her şeyine. İştimahları o alırdı. Nöbetini tutardı.

Bir gün kampın eski sorumlusu olan ve şimdide ikinci derecede sorumlu olan Dr. Baran arkadaş nöbetinde yatar ya da duyarsızlık yapar. O her zaman arkadaşlar arasına fark koymayan biri olarak sabah iştimahında Dr. Baran ismini okuyarak arkadaşların önünde özeleştiri vermesini isteyecektir.

O işte böyleydi. Hep adaleti koruyacak, o ne kadar örgütte almış o kadarını veren biri olarak dürüstlüğün sembolü olacaktır. O kafasında Bolşevik kepiyle anlında duran kırmızı yıldızıyla tam bir romantik devrimciyi andırıyordu. O her şeye katılan tarzıyla hem komutan, hem savaşçı, hem ağabey, hem yoldaş ve hem de en büyük emekçiydi. Bir keresinde bir arkadaşın saçını yaparken gelen eleştiriye ilişkin verdiği cevap “bir devrimci kendine yetmelidir, her şeyi bilmelidir. Bilmiyor ise öğrenmelidir” diyecektir. Onun moraline diyecek hiç bir şey yoktu. O halayın hep başında, söylenen türkülerin her zaman en gür söyleyeni ve yürüyüşlerin ise ama her zaman en büyük mesafeyle önde olanıydı.

Biz, dediğim gibi Eşref arkadaşla birlikteyiz. Eğitimleri bir müddetten sonra parça parça görüyoruz. Yani alan güçleri kendi içlerinde eğitim görüyor. Kaşura gücünün başında Emin-küçük güneyli ve Hazım Hedriş var. Beytüşşebap gücünün başında Suat ve şehit Medeni arkadaşlar var. Ana birlik var. Çatak gücüne de Dr. Baran verilmiştir.

Bir ara eğitim sahamızın üzerinden Saddam’ın saldırı helikopterleri geçecek ancak bize dokunmayacaklardır. Artık güney Kürdistan’a giderek yerleşeceğiz ve diğer güçlerde bu durumumuzu kabul edeceklerdir.

Mart 1990 yılında tekrar Haftanin’e Eşrefle döneceğiz. Serhildan süreci Kürdistan da başlıyor. Savur da 13 değerli yoldaşın şahadeti bir halkın ayağa kalkmasının son fitillenmesi oluyor. Kürdistan ayaktadır. O zaman ben ve benim gibi olan yoldaşlar çok fazla anlam vermesekte bir şeylerin artık eskisi gibi olamayacağını düşüne biliyoruz.

Biz serhildanlara kendi katkımızı yapmak için harekete geçiyoruz. Otomatik Mervan yoldaş Gabar’a doğru yola çıkıyor. Biz ise Kani Xiyara da bulunan karakolu vurmak için keşfine gidiyoruz. Bu keşifte Eşrefle birlikte gidiyoruz. Serbest Hilali, Hazıme Hedrişi arkadaşlarda var.

Biz keşfimizi yapmışız, ancak ertesi gün düşman karakolundan bir birlik asker gelip bizim keşif ettiğimiz noktaya geliyor. Akşam o yeri bırakıyorlar. Onlar gittikten sonra biz tekrar oraya vardığımızda çaydan'larını götürmediklerini görüyoruz. Biz üstümüze bildiriyoruz. Pusuya yatarak sabah vurmamız isteniyor. Sabah bekliyoruz gelmiyorlar, ancak öğlene doğru gelecekler. Ben ve Eşref en ön mevziideyiz. Düşmanın içimize girmesini beklerken bir arkadaş uzaktan askerlere sıkıyor. Elle esir alacakken ancak vurarak düşman birliği tar umar ediyoruz.

Çatışma yerinden kaçan grup komutanı karakol komutanıyla irtibat kuruyor. Bu irtibatta karakol komutanı “neredesin, bir şey var mı “ diye sorduğunda. Kaçan komutan” ben ve iki asker yanımdadır” diyecek. Karakol komutanı “ cihazı yanında ki askere ver görevsizsin. O kadar asker verdim üç tane mi kalmış” diyerek kızgınlığını dile getirmiş olacaktı. Bizde de her hangi bir kayıp yaşanmadan yerimize gidecektik.

Bu eylemden sonra biz Dola Kulyan’a geliyoruz. Kalabalık bir gücüz. Ateşler yakmışız. Bir akşam düşman üstümüzdeki tepeye sızarak bizi yoğun tarama altına alıyor. Biz biraz geri çekilerek başka bir tepeye yerleşiyoruz. Ancak taramalar durduktan sonra tekrar ateşlerimizin yanına dönüyoruz.

Bu arada bizim Beytüşşebap gücümüz gidip Komata vadisine yerleşecek epey zaman kalacaklar. Biz o vadiyi terk etmeleri için not yazıyoruz. Ancak kimse dinlemiyor ve o bilinen tarihimizin en karanlık sayfalarından ve kayıplarından birisi yaşanıyor. Komata da toplam 21 arkadaş şehit, 21 arkadaş esir ve akıbeti belli olmayan bazı arkadaşlar da var. O zaman grup içinde yer alan Jirkili Xoşo adındaki kişi, Jirki aşiret ağası Tahir Adıyaman’a bilgi verecek ve bu ihanet sonucu Komata vadisinde hiçbir şeyden haberi olmadan banyo yapan arkadaşlar gafil avlanacak ve yukarda belirttiğimiz trajik sonuç yaşanacaktır.

Bu olaya sebebiyet veren Xoşo ismindeki hain 2006 yılında jitemci iken gerillalarca infaz edilerek cezalandırılacaktır.

Biz düşmanın bize karşı yaptığı bu saldırı ardından Merge Yekmal karakolunu havanlarla döveceğiz. Bizim havancımız Kürtçe bilmeyen Konyalı Şoreştir. O aslında her şeydi. O havancı, o teknikçi, o telsizci, o muhabereci, o kameracı, o sağlıkçı o işte devrime ne lazımsa oydu. Şoreş arkadaş 1993 yılında Garzan da şehit düşecekti. Herkesin el üstünde tuttuğu ve sevdiği birisi olarak hepimizin gönlünde taht kurmuştu.

Komata olayından sonra bu kez Besta'da Besta-Buke da 17 yoldaş şehit düşüyor. Bu güç ise Kaşura gücümüzdür.

Biz bu olup biten şahadetlerden sonra hızla Sınata oradan da Kela Meme’ye oradan da Kato Jirkilara geçiyoruz. Çünkü alınacak intikamlar vardır. Komata olayından sonra mutlaka intikam almak gerekiyordu. Çünkü tüm alanda prestijimiz sarsılmış ve halk bize karşı beslediği umutlarını yitirmişti. Biz Kato’ları tutacağız araziye çıkan Jirki çetelerini pusuya düşürerek 8’ini vurarak silahlarını alacaktık. Bu halkta yeniden moral ve coşku yaratacaktı.

Hemen peşinden Derya Qaçta düşmanı vuracağız.

Yaşanan kayıplardan dolayı etrafta bulunan diğer güçleri de yanımıza alıyoruz. Sayımız aşırı kalabalık. Birde arazide yer değiştirmeden çok kalıyoruz. Böyle olunca düşman bizi fark ediyor ve bize yöneliyor.

Böylesi bir çatışmada Gıre Ezmana’ya indirme yapmak isteyen düşman gücünü Azat Xırbeke Besta yoldaş BKC’yle üstüne üstüne koşarak tarayacak ve zorbela helikopter darbe alarak içimizden çıkabilecektir.

Önderliğin deyimiyle yaşadığımız asi avare pratiktir. Bir eylem yok. Çok büyük güçler buluştuğumuz için çatışmalar kaçınılmaz. Erzak yok, her tarafta kıtlık var. Buna birde 1990 yılının en kapsamlı Kürdistan işgalini de eklerseniz tam da zorlandığımız yıllar oluyor bunlar. Eylemler sadece Gabar da var. Orada Otomatik Mervan Dera ile Kasırke arasında düşman konvoyuna bir pusu atıyor birçok aracı imha ettikten sonra 3 adet G–3 kaldırıyor. Serbest Kıçi bu eylemde saldırı kol komutanıdır. Yine başka da birçok eylemi var Gabar alanının. Ama bizde bırakalım eylemleri açlık var.

Bu yıllarda fiziki güçlü olmak önemliydi. Sonraları eleştirilecek olan “baldıra dayalı mücadele” esasta böylesi anlarda öne çıkıyordu. Yaşanan taktiksizlik ve çizgiden çıkmadan kaynaklı, gerillacılık yapılmayacak. Böyle olunca her yerde çatışmalar yaşanacak. Böylesine zorluğu ve açlığı bol olan ortamlarda fiziki güçlü olanlar öne çıkacaktır. İşte Eşref çok güçlü fiziğiyle hep önde görülecektir. O yorulmaz, o acıkmaz, acıktığında ise kendini yere atmayan bir militan olarak herkesten daha fazla öne çıkacaktır.

Bu yıllarda Botan baştanbaşa işgal edilecektir. Belki de mücadele tarihimizde en kapsamlı işgal hareketi bu olacaktır. Güçler gün yoktu ki çatışmaya girmesinler. Buna birde birikmiş asi avare güçleri de katarsanız her gün kaçınılmaz olarak düşmanla temas yaşanacak, bu temaslar yaşandıkça gerilladan uzaklaşarak biraz da feodal tarzın egemen olacağı isyancı tarz öne çıkacaktır. Bu da bize onlarca kez kaybettirmeye yetecekte artacakta.

Durumun vahameti görüldükten sonra yeni 55 arkadaştan oluşan bir hareketli birlik oluşturularak asi avare duran güçlerden ayrılacağız. Bu yeni oluşan güç içerisinde ben takım komutanıyım. Eşref yoldaş yine benim yardımcımdır. Yine büyük kalabalık bir güç Haftanin’e geçecek, diğer güçlerde dağılacaktır.

Faraşin’e doğru yola koyuluyoruz. Eylemler çıkaracağız, birde düşmanın dikkatini dağıtacağız. Ancak yaşanan Komata ve Bestabüke kayıplarından dolayı halkın morali bozuk. Bizi dinlemiyorlar. Araziyi tanıyan Şerif Guyi var, o da bu birlikte takım komutanıdır.

16 Haziran 1990 günü Çele Nix’deyiz. Tepecimiz Eşref yoldaştır. Biz günlerce yemek yememişiz ilk kez aldığımız un’u hamur yaparak ekmek yapacağız. Bizim son günlerin stresli atmosferini aşmak için istirahata ihtiyacımız var. Sersem olmuşuz. Aslında arkadaşlarda güç ve enerji kalmamış.

Daha yeni yeni sabah uykusundan kalkmışken tepeden gelen bilgiye göre düşman bizimle tepeciler arasına doğru ilerliyor. Şerif Guyi hızla tepeye gönderiliyor, çünkü araziyi tanıyan odur.

Düşmanın bir kolu gelip boğazı aşarak bizden uzaklaşıyor. Ancak düşmanın bir komutanı tepecilerimizin bulunduğu hizaya doğru geldiğinde duracak ve tepecilere doğru ilerleyecektir. Eşref arkadaş-her zaman soğukkanlı olmasını bilen biri olarak-düşman komutanın onun yanına gelmesini bekleyecek ve onun mevzisine girdiğinde ise o ile Canşer yoldaş kleşleriyle subayı el mesafesinde vurarak devireceklerdir. Eşref yoldaş bu subayın portatif G-3’ünü, tabancasını ve çantasını kaldıracaktır.

Artık çatışma başlayacaktır. Düşman tepecilerin etrafını kuşatmaya başlarken biz noktadan müdahale ediyoruz. Aramız da ki sırt ya da boğaz alınırsa tepe tehlikeye girmiş olacak, bunun için buna izin vermeden tepenin yanındaki sırta ulaşmak gerekecektir.

Benim yanımda bir manga var. Adım adım yaklaşırken kalabalık bir insan sesi duyacağım. Biraz ilerlediğimde sonra şehit düşen Marinos’lu Xeyri yoldaş dev cüsseli bir Türk askeriyle yaka paça kavga ediyorlar. Düşman askeri cüsseli olduğu için onu zorlayacak pozisyondadır. Ancak Xeyri üstündedir. Muhtemelen ondan önce bu düşman askerinden bir mermide yemiştir. Çünkü Xeyri yoldaştan kan geliyor. Buna rağmen düşman askerini bırakmıyor. Ben üstlerinde durarak bir fırsatını bulup ayağına sıkıyorum. Başka da vuramıyorum, Xeyri yoldaşı vurma ihtimalim yüksektir. Ben vurduktan sonra şarjörümdeki mermiler bitiyor. Bunu fırsat bilerek Xeyri arkadaşın altında kalkan cüsseli Türk askeri yükseklerden aşağıya doğru Xeyri yoldaşın da kleşini alarak kaçıyor. Ben peşine veriyorum. Sonra da künyesini aldığımızda isminin Erol olduğunu öğreneceğim. Bir taşın altına yerleşiyor. Bu Erol asker şarjörü bitip değiştirmek istediğinde kayanın üzerinde önüne atlayarak bir şarjörü karnına boşaltarak portatif G–3’nü alarak geliyorum. Ancak bu arada sırtlarda bana doğru gelen mermiler var. Nereden geldiğini çıkaramıyorum. Ta ki sırta arkadaşlara doğru gittiğimde önümde ölü bir düşman askerini görünceye kadar. Bunun üstündeki künye ile portatif dürbünlü G-3’ü aldığımda anlayacağım ki bana atılan bu mermiler ismi Davut Yelek olan birliğin nişancısı tarafından atılmış. Bu düşman askeri bana doğru mermileri sıkarken arkadaşlar görüyorlar ve bu düşmanı etkisizleştiriyorlar.

Aşırı kan kaybından Xeyri arkadaşımız şehit düşüyor. Ayrıca suikastla Mazlum Guyi yoldaşı da kayıp ediyoruz. Düşman radyosu 11 ölüsünden bahsedecek. Ancak bende biliyorum ki bu çatışmada bir düşman birliğini komple olmazsa da önemli oranda tasfiye etmiştik.

Gece düşman üzerinde arta kalan malzemeyi toplamak isterken o Faraşin’in yüksek ve soğuk tepesine tipi biçimde kar yağıyor ve biz zor bela aç susuz, barut kokusu tenimize ilişmiş bir biçimde kendimizi Nizmo’ya oradan da Piran köyüne atıyoruz.

İlk kez günlerdir açlığımızı gidereceğiz. Banyo yapacağız ve kendimize geleceğiz.

Randevumuz var, Kela Meme’ye çıkıyoruz. Çok kalıyoruz, ihbar ediliyoruz. Biz yerimizi değiştiriyoruz ancak bir arkadaş-Mahsum’e Mijini bizden kopuyor. Ertesi gün aynı noktaya arkadaş döndüğünde çatışmaya girecek ve şehit düşecektir.

Haftanin’den gelen gücün bu çatışmadan ve düşmanın arazide olduğuna dönük bir bilgisi yok. Gelip Şiriş’in arkasında duracaklar. Düşman bunu fark edecek ve çok yoğun bir çatışma yaşanacaktır.

Ancak burada yaşanan bir olayı anlatmadan geçmek olmayacaktır.

Düşman güçleri ile Mala Beyre çeteleri arkadaşlara ilişkin duyum alacaklar ve kıyasıya bir çatışma yaşanacaktır. Şiriş köylüleri çatışmayı duyacaklar ve neredeyse tüm köy silahlarını alıp çatışma alanına silahlarıyla geleceklerdir. Hatırlıyorum bir köylü hem Kleş’ini, hem Karnas’ını birde BKC sini alıp gelmiş ve en ön mevziide askerlere ve çetelere karşı direnecektir. Bu çatışma da iki köylü hafiften yaralanacaktır. Kürdistan yurtseverliği işte budur. Lakin diğer taraftan da tarihin ihanetinden süzülerek gelen Mala Beyre çeteciliği. İhanet, Kürt egemen işbirlikçilerinden gelen kanserli bir urdur.

Çatışmanın ardından yine Şiriş’iler arkadaşları alıp kendi köylerine yakın bir yerde güvenli bir yere yerleştirecekler ve tepelerin güvenliğini kendileri alacaklardır. Akşama doğru da arkadaşların tüm ihtiyaçlarını giderdikten sonra Kela Meme’ye kadar öncülük ettikten sonra gerillalarla vedalaşacaklardır. Ve “bizim topraklarda gerillanın şahadetine izin vermeyeceğiz” diyerek niçin bu kadar fedakârlığa katlandıklarını göstermiş olacaklardır.

Uzun zamandır önderlik sahasından bir bilgi ve grup bize ulaşmamıştı. Bu her zaman olduğu gibi akülerimizin birazda boşanması ve çizgiden uzaklaşılması anlamına da geliyordu. İşte böyle bir boşluğu önderlik sahasından yeni gelecek olan Sinane Sor ve grubu dolduracaktır.

Yıl 1990, düşman tüm hışmıyla üzerimize gelmeye devam ediyor. Tahta Reş’te çatışmalar sürüyor. Günlerce Tahta Reş’te çatışmalar çıkacaktır. Bir çatışmadan diğer çatışmaya gireceklerdir. Buna birde çatışmada teslim olan Batmanlı Bedran eklenince çatışmalar daha şiddetlenecek ve bir çatışmada düşman 17 arkadaşı şehit edecektir. Çünkü teslim olan hain, arkadaşların mevzilenmesini iyi bildiği için düşmanı mevzilerin üzerine kadar getirecektir.

Yaşanan bu yoğun süreci değerlendirmek için Sinat’ta planlanan merkezi bir toplantı yapılacaktır. Bu toplantıda; Botan, Sarı Baran, Xeyri arkadaş, Doğan, Kara Ömer arkadaşta var. Bu gidişe dur demek için bir şeylerin yapılması gerekiyor. Toplantı sürerken ve toplantının sağlıklı sürdürülebilinmesi için biz Haftanin alanının diğer yakasına geçerek eylem yapacağız. Eşref yine en önde yer alacaktır. Dikkatleri üzerimize çekmemiz gerekiyor. Bunun için en güzel eylem keşfi yapılan Kani Xiyara karakoludur. Keşif sonucu askerler öğlenden sonra iştimaha geçerlerken vurulması kararlaştırılıyor. Ancak askerler iştimaha geçmeden top oynamak için sahaya indiklerinde yakın mesafeden büyük silahlarla vuruyoruz. Her yeri ana baba gününe çevirdikten ve düşmana darbe vurduktan sonra kendi yerimize sağlam geri dönüyoruz.

Geri Sinat’a dönüyoruz. Toplantı bitmiş. Biz Kela Meme’den Katolara geçiyoruz. Asker araziye çıkıyor. Var olan birkaç gramlık erzakımız da ele geçiyor. Besta Buke de düşmanla karşı karşıya mevzileniyoruz. Kaplane’ye çıkıyoruz. Her taraf tutulmuş. Katolar, Gıre Meşe, Besta, Hoze, Kela Meme. Tepecimiz Eşref yoldaştır.

Eşref en zorlu anların, zorlukların olabileceği ihtimalini düşündüğümüz her yerde ilk öne çıkan ve tehlikeye koşandır. Dediğimiz gibi çok güçlü fiziki dayanırlığıyla o hep bir adım herkesin önündedir. 90’lı yılların o ağır koşulları onu vazgeçilmez kılacak ve birçok yoldaşın devrimci hayatını sürdürmesinin garantörü olacaktır. Siz buna birde o sevecenliği, duyarlılığı, nezaketi, alçak gönüllü olmasını da eklerseniz onun ne kadar sevileceğini ve herkesin onun yanında olmasına anlam biçeceksiniz.

Evet, o yine tepecidir. Sabahın saat sekizinde her tarafımız kuşatılmış haldeyken çatışma başlıyor. Çatışma Eşref arkadaşın bulunduğu mevzilerden başlıyor. Hem düşman askerinin üzerinden aldığı portatif G–3 kullanıyor hem de çok hâkim olduğu BKC’yi kullanıyor. Bu çatışmada Pirane köylerinden olan milisimiz Mahmut Pirane’de var. O da önemli roller oynayacaktır. Akşama doğru bizden hiçbir zayiat yok. Bizim bu Allahın belası çatışmadan çıkmamız gerekiyor. Sersem olmuşuz. Bu üçüncü gündür ki erzakımız yok. Birde manevra üzerine manevra yapacağız. Gün boyu çatışmayı da buna eklerseniz fiziki halimizi anlarsınız. Tam bitmişiz.

Çatışma yerinden ve pusulardan vadi vadi inerek çıkıyoruz. Deryan köyünün altlarındaki bir sık ormanlı etekte kalıyoruz. Tepeci yine Eşref'tir. Ancak tepeciler hemen üstümüzdedir. Askerlerde tepecilerin üstündedir. Çatışırsak durum vahim olacaktır. Bunun için tepecileri yanımıza istiyoruz. Olur, da, belki düşman bizi görmez hani. Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. Her taraf tutuludur. Üstümüz, altımız, kenarımız, sağımız, solumuz varsa başka yönler onlarda tutulmuş. Biz ne yapılabiliri tartışırken adamlar bizi dört yandan yaylım ateşine tutuyorlar. Mevzilenme imkânımız yok. Daracık bir yamaç.

Yer yer böyle anlarda inisiyatif denen pratik tecrübelerden yararlanmanın çok faydaları oluyor. Biz tüm gücümüzle kendimizi Hezil vadisine bırakıyoruz. Ve su su yürünmesini hatta koşarak gelinmesini istiyoruz. Suyun içerisinde yürürken mermiler sağımıza solumuza deyiyor. Mermiler suyun sıçrayarak yüzümüze değmesini sağlıyor. Gerçi yaylım ateş olmazsa belki de bu sıcaklıktan üstümüzün başımızın sulanarak serinlemesi zevkli de olabilir. Lakin yaşanan ölüm kalım anlarıdır. Baldırlara yüklenme anlarıdır. Hem de arkana bakmadan koşma zamanıdır. Belki arada sırada dönüp düşmanın ateş hatlarına birkaç el taramalı sıkmak faydalı olacaktır. En azında düşman birkaç dakika dinecektir.

Bir ara bir yoldaş diyor ki” eğer kurtulan olursa partiye ihanet etmediğimizi söylesin. Biz çatışarak şehit düştük desin” diyerek aslında durumun tüm çıplaklığıyla vahametini anlamış olduğunu dile getiriyor. Epey ilerledikten sonra düşman güçleri karşı yamaçlarda kendilerini suyun üzerine bırakmak için uğraş veriyorlar. Axyan sırtlarının çok altlarında daha doğrusu köyünün altında hemen küçücük bir kayalık var. Düşman burayı tutarsa yukarıda dile gelen” kurtulan olursa partiye söylesin” gerçekleşmiş olacak. Yani yaşanacak olan bir katliam olacaktır. Ancak arkadaşlar Axyan’ın altlarına geldiklerinde hemen o küçük kayalıklara birbirinin sırtına binerek çıkıyorlar. Ve çıkar çıkmaz düşmana ait bir askeri timinin oraya doğru koştuklarını gördüklerinde saldırarak bir üsteğmen ile dört askeri yere sereceklerdir. Bu sonra da radyonun söyleyeceği kayıp sayısıdır. Bundan böyle çatışma biraz zayıflıyor ve kırılmışa benziyor. Burada Eşref ve Pirane'li Mahmut önemli rol oynuyorlar.

Axyan’ın sulu ve cevizli vadisini yukarıya doğru tırmanırken ceviz altında iki arkadaş düşmanın rasgele attığı atışlardan Şervan-Zevki yoldaş ile Seyidxane Guyi yoldaşlar şehit düşeceklerdir. Seyidxan yoldaş evli ve bir çocuk babasıydı.

Saat 10 da tüm gücümüz bir araya geliyor. Toplanmışız. Taramalar devam ediyor. Ya gidip Aval ormanında saklanacağız ya da Axyan sırtlarına çıkarak çatışacağız. Kararımız sırtlara çıkarak çatışmadır. Gizlenmenin risklerini fazla buluyoruz.

Hemen sırtlara doğru tırmanıyoruz. En önde yine Eşref yoldaştır. Fiziki üstünlük ve sportiflik tam böyle anlarda aranan meziyetler oluyor. Sırta ilk biz varıyoruz. Düşman birkaç saniye geç kaldığı için sırt elimizdeyken yeni sırta gelen düşmanı vuruyoruz. Şimdi artık az çok sağlamdayız. Ancak perişanız. Beş gündür yemek yok, barut kokusu eksilmemiş.

Çatışmalar sürüyor. Saat üçte Hekim_Guyi arkadaş şehit düşüyor. İsabet alıyor. Ve bir müddet sonra top yağmuruna tutuyorlar bizi. Biz sırta kimseyi yaklaştırmadığımız için düşman 120’lik top, 82’lik havan ve 57’lik top kullanıyor. Aslında yerimizi bırakmamız gerekiyor, henüz tartışma halindeyken Nizare-Pirozalı yoldaşın mevzisine bir top değiyor ve yoldaşı param parça ediyor. Tartışmamız doğruydu ancak geç kalıyoruz, bir dakika erken uygulasaydık bu şahadet yaşanmayacaktı. Biz harekete geçiyoruz. Biz sırttan koşarken Eşref yoldaşla Canşer yoldaşlar bize doğru koşuyorlar. Tam bu esnada bir top aramıza düşüyor. Toz duman içerisinde Eşref hemen kalkarken Canşer bizden yardım istiyor. Yaklaştığımızda hiçbir yara almamıştı. Hiçbir iz olmamasına rağmen yürüyemeyecekti. Biz onu sırtlayarak götürmemiz gerekiyordu.

Hızla Eşref’in öne çıkmasını ve yakında bulunan pınara gitmesini istiyoruz. Yolu da kontrol etmesini ayrıca isteyeceğiz. Hızla pınara doğru giden yoldaşlardan, bir manganın geri gelip Canşer yoldaşı kaldırmalarını istiyorum. Her zaman istemler-bu PKK de olsa-gerçekleşmiyor. Herkes bitap düşmüş, hal kalmamış, sersemlik, topların uğultusu, şarapnellerin uçarken çıkardıkları vızıltılar herkesi mest ederek yere seriyor. Ben Canşerin yanındayım. Onu kaldırsam raht ve silahım kalacak onu kaldırmazsam yaşamı tehlikede. Bunu düşünürken kıvırcık saçlı güzel Şırnaklı kadın militan yoldaş Newroz tek başına çıkı veriyor. “sen niçin geldin” diye sorduğumda, “Canşer arkadaşı kaldırmaya” diyecektir. Ben de “ tek başına mı heval” diyerek sitem edeceğim. Rahtımı ve silahımı Newroz yoldaşa vererek yaklaşık iki saat Canşer yoldaşı sırtımla pınara kadar taşıyorum.

Yine hareketlikten söz edilse de ben yerimden kalkmıyorum. İçimdeki duygular bana diyor ki kafana bir kurşun sık. Ama bu kadar güzel bir dava dururken kafana sıkmak olmaz ki! Bitabız. Yürüyemiyoruz. Ölgünüz. Dudaklarımız kurumuş. Yeni vardığımız pınardan biraz yararlanacağız. Mideler boş. Boş boşta su içilmez ki! Ama içmek zorundayız.

Bu arada Eşref arkadaşın ve mangasının hazır olmadığını görüyoruz. Ya yanlış yere gittiler ya da bilmeden fazla ilerlediler. Buraları herkeste bilmiyor. Tanıyanlar sınırlı sayıda arkadaşlardır. 11 yaralımız var. Ağır yok, ama bu da kendi başına bir yük. Dediğim gibi; yorgunluğu, sürekli manevrayı da ekleyin, erzaksızlık, susuzluk bunlar hepsi üst üste bindimi en değme dev gibi adamı da yere serebilir.

Pınarın başından kalkarak daha güvenlikli bir yerde durmamız gerekiyor. Aslında kimse yerinden kımıldamak istemiyor. Gönül isterdi ki şöyle bir boydan boya kendini koy vererek uzanalım. Ama devrim için bu yapılamaz olduğundan daha sık bir ormanlığın derinliğine geçeceğiz.

Bir arkadaşın çantasında kuru mercimek var. Öyle kuru kuru yiyeceğiz ancak herkes sersemliğine biraz daha sersemlik katacaktır. Bize ağır mı geliyor onu da anlamadan daha kötü oluyoruz. Epey üstümüzde duran bir koyun sürüsünden üç koyun alacağız. Bir koyunu zor bela pişirerek yemeye çalışacağız, diğer iki koyun bizim halsizliğimizden kaçacak ve biz tanrının verdiği nimetten yararlanamayacağız. Gecenin karanlık sessizliğinde kalabalık bir grup asker-geri çekiliyorlarken-altımıza gelip oturuyorlar. Bir grupta üstümüzde bir yerlerde mola vererek oturuyorlar. Bir yanlış ses felakete yol açabilir. Askerler epey oturduktan sonra geri çekileceklerdir.

Bu arada Canşer yoldaşı bir kaya oyuğunun altına bırakmışız. Akşam gelip almak istediğimizde onu şehit düşmüş bulacağız. Halen niçin şehit düştüğünü anlamış değilim. Çünkü vücudunda hiçbir parça bulunmuyordu. Acaba çok küçük bir şarapnel hiçbir yara izini bırakmadan mı vücuduna saplanmıştı. Bilemiyorum. Ama bazı arkadaşlar patlayan obüs topunun karın bölgesindeki bağırsakları koruyan diyaframın ağır basınçla patlamasına yol açabildiğini ve bununda hiçbir dış ize yol açmadan insanı ölüme götürebileceğini söylüyor. Belki de öyle olmuştur, bilemiyorum.

Daha tehlike atlatılmış değil. Bizim o dönemlerde merkezlerimizden biri de Mijin köyüdür. Sonra da düşman tarafından toplarla dövülerek vurulan Mijin köyü. Gücü alarak oraya kayacağız. Oraya yani Mijin’in üstlerine geldiğimizde orada Eşref arkadaşla ve mangasını da göreceğiz. Araziyi tanımadıkları için fazla ilerlemişler, düşmanın yoğun araziyi tutuşundan geri de gelemeyince Mijin’e gelmek zorunda kalıyorlar.

Biz bu arada oldukça iyi istirahat edeceğiz. Kendimize geleceğiz. Beş altı günlük cehennem yürüyüşünün üzerimizde yarattığı yorgunluğu atarak tazeleneceğiz. Bu birliğimizde bulunan yoldaşlardan birkaç tanesinin isimleri; Akife Mijin, Aysel Niheki-manga komutanıdır, Xanım, Newroz-Şırnaklı 2000 yılında Gare de şehit düşecek, Ali Hasan

Tedavisini yapamayacağımız yoldaşlarımızı Haftanin’e gönderiyoruz. Artık tekrardan rahat hareket edebileceğiz. Tüm bu oldukça zorlu yürüyüş ve çatışmalarda tek bir arkadaş zayıflık göstererek teslim olmamıştır, kaçmamıştır. Buda gösterilen iradenin ne kadar güçlü olduğunu işarettir. Buna birde yakında bulunan Serbeste Hilali’nin takımını da eklerseniz zaman yine eylem zamanı olacaktır.

Planlamamız temelinde keşif yapıyoruz. Uludere ile Dere Hine arasında yol keserek düşmanı vurmak istiyoruz. Bakım karakolunun önüne pusu attıktan sonra Uludere yönüne doğru da bir pusu grubu yerleştirerek yolu kesiyoruz.

Kızıl, sarı ve yeşil bayrağımızı açarak gelenlerin kimliklerini kontrol ediyoruz. Bu kimlik kontrollerine Kürtçe bilmeyen birisi takılıyor, kısa bir süre içerisinde Beytüşşebap’taki polis komiseri olduğu ortaya çıkıyor. Onu yanımıza alıyoruz. Bu arada Uludere de muhtemelen içerisinde çeteler bulunan bir taksi pusumuzu geçiyor-pusu gizlidir-bizi yani yol kesenleri görünce geri dönüyor. Tüm ikazlara rağmen durmayacak arkadaşlar B–7 ile vuracaklardır. Bu sesi duyan Bakım karakolu harekete geçecek oraya yerleştirdiğimiz Serbesti Hilali yoldaşın pusu grubu düşmanı vuracak bir subayla birkaç asker ölecektir. İlçe merkezinden gelen başka bir panzeri B–7 roketleriyle vurarak yuvarlatıyoruz.

Tekrar gün ana baba günü olmuş. Her şey tekrar toz duman ve barut kokusu tütüyor. Yapacağımızı yapmışız. Esir aldığımız polis komiserini yanımıza alarak geri çekiliyoruz. Önce Kalike sırtlarına çekiliyoruz ardından da Sınat’a geçiyoruz.

Komiserimizle alanda bulunan komutamız konuşarak “esirimizsin, sana esir muamelesi yapılacaktır. İşkence yok, hakaret yok. Uygun zamanda seni aracılar eliyle teslim edeceğiz. “ diyecek ve fazla zaman geçmeden 4. Parti Kongre’mizden önce köylüler aracılığıyla bize alışan polis komiserini teslim edeceğiz. Ayrıca bu esir polis Botan eyaletinden Agit arkadaşın esir almalarından sonra ilk esirimiz olacaktır.

Birliğimiz iki birliğe ayrılacak ben ve Eşref yoldaş yine birlikteyiz. O yine benim yardımcımdır.

Bu arada Uludere merkeze kayarak eylem planları önümüze konuluyor. Biz Çiyaye Kalike’ye-ki burası fazla uygun olmayan bir alan olmasına rağmen geçiş güzergâhında bulunduğu için kalmak zorunda bırakıldığımız bir dağdır-geliyoruz. Ertesi sabah düşman hareketliliği var. Ancak bizim bulunduğumuz yere öğlen saatlerinden sonra varıyorlar. En öndeki mevzi de yine Eşref arkadaştır. İlk vuranda odur. Görkemli bir çatışma yaşanıyor. Kıran kırana. Biz akşam karanlık olunca hızla önce kendimizi vadiye bırakarak sonra da sınıra doğru kayarak pusulardan ve çemberden çıkıyoruz. Radyo 13 Türk askerinin ölümünden bahis edecektir.

Not düşmek açısından eskiden sınırda rahat edemezken Saddam’ın Kuveyt’i işgaliyle güçlerini güneye çektiği için artık arazilerde rahatlıyoruz. Anlayacağınız, boşluklar her zaman gerillanın yararlanacağı ortamlardır.

Geri gelmişiz. Ancak bu kez Yekmal ve Merge karakollarını büyük toplarlarla vuruyoruz. Düşmanı bu topraklarda rahat bırakmayarak, aciz ederek, yılan gibi sokarak her gün biraz daha zehirleyerek geri çekilmesini sağlamayı hedefliyoruz. Geri çekilmese de onu bu savaş ortamında öyle hasta ederek bir nevi Vietnam sendromunu yaşatmak için elimizde gelen ne varsa yapıyoruz.

Peşinden Cudi ile Sınat arasında bulunan Elcan karakoluna ait koyunlara el koyarak kamulaştırıyoruz. Karakolu da yaylım ateşine tutarak taciz ediyoruz.

Artık 90’ların sonlarına geliyoruz. 4.Kongrenin ön hazırlıkları yapılırken 17 arkadaşla birlikte önderlik sahasına geçeceğiz. Grubumuzda Eşref arkadaşta var.

Önderlik sahasında Eşref arkadaş daha çok sessizdir. İzliyor. Gençliğin verdiği bir atikliğe sahip oluşundan kısa sürede önderliğin güvenliğine alınacaktır. O bu çalışmasını başarıyla yürüttükten, yanlış olan asi avare pratikleri bilince çıkartarak gerillanın nasılına doğru cevaplar aldıktan sonra o yine ülkeye geri dönüşe hazırdır.

Mayıs 1991 yılında bir grup arkadaşla biz ülkeye dönerken Eşref arkadaşta var. O zaman grubumuzdan tekrar ülkeye dönen arkadaşların arasında Ahmet Rapo, Erdale Heyştani, Haşimi Bluzeri, Delil Akeri ile birçok daha arkadaş vardı.

Eşref arkadaşla bundan sonra belli bir süre karşılaşmayacağız. O Uludere ve sınır hattında çalışıyor. Bu ara Böceh karakol tepesini başarılı bir şekilde vuracaklardır.

Onun en aktif katılacağı eylemlerden bir tanesi Nirve karakol baskınıdır. Türkçe ismiyle Taşdelen karakolu. Bu eylemde o saldırı kol komutanıdır. Tepede mermileri bittiğinde bir düşman askerinin peşine taşlarla takılarak vuracak ve esir aldığı askeri alarak arkadaşların yanına dönecektir. Tepeler düşecek, karakol toz duman edilecektir. Bu karakol eylemi kameraya alınarak önemli bir propaganda malzemesi olacaktır. Bu eylemde toplam kaldırılan askeri malzemeler; 37 adet silah, 2 esir asker ve çok sayıda askeri malzemedir. Toplam 12 yoldaşta bu eylemde şehit düşecektir.

O yıl ve takip eden 1992 yılında da o sınır hattında yapılan diğer tüm eylemlere aktif katılacaktır.

Onu tekrar 1992 yılının eylül ayında Besta Buke’de yapılan toplantıda göreceğim. O takım komutanıdır. Eskisine göre daha pişmiştir. Artık daha güçlenmiş. Artık tam bir komutandır. Kimsenin yanından uzaklaştırmak istemediği bir yoldaştır.

Biz bu noktada yaklaşık 15 gündür kalıyoruz. Büyük insan Ape Musa’nın haince katledilişini burada radyoda dinleyeceğiz. Yeni düzenlemeler yapılıyor. Bu arada gelişen 92 ihanet savaşının ilk emareleri görülüyor. Onu Cemal arkadaş-eyaletin yeni komutanı olarak-Haftanin’e hızla isteyecektir. O bölük komutanlığına terfi edilerek Haftanin de bulunan Şeşdara cephesinin komutanıdır artık. Bu cephe güney ihanet savaşında düşmanın en çok yüklenmek isteyeceği cephedir.

O alana ulaşır ulaşmaz cephesine yerleşecek. Yerler hazırlayacak. Ve düşmanın bu alana yönelmesinde ilk ciddi darbeyi o vuracaktır. Şeşdara’ya düşman yönelirken, bir düşman birliğini aralarına alarak imha edeceklerdir. O bu eylem devam ederken daha iyi bir bakışı ve daha iyi bir koordine sağlaya bilmek için bir taşın üstüne çıkacaktır. O cihazda muhabere yaparken bir suikast sonucu başından aldığı kurşunla anında şehit düşecektir. Artık Şeşdara da o olmayacaktır. O artık aramızdan henüz genç bir militan olarak ayrılacaktır.

Birçok delikanlı militanın başına gelen onunda başına gelecek ve henüz üstlenmesi gereken görevler yeni başlamışken aramızdan ebediyete uçacaktır.

O her zaman en önde ve atikliğiyle göz dolduran birisi olarak, gönüllerde taht kurandı. Sessizliği ona ayrı bir caziplik katardı. Sevecenliği ile sempatik güleçli duruşuyla o herkesin aradığı komutan ve yoldaştı. O zorun olduğu her yerde gözünü budaktan esirgemeyendi. Onun mücadele tarihine bakın, yer aldığı görevler hep en zor olan ile en ön cephede oluşunu göreceksiniz. Onda geride kalmak yoktu. Geri durmak ayıptı. Yoldaşlarını korumak için o kendisini siper etmeden nefes alamazdı.

Bakın kısa mücadele tarihine hep bunları göreceksiniz. Zorluğa karşı her şart altında kafa tutandı. Buna birde ince uzun boyunu dağların en vahşi olanında büyümesini de ekleyince ortaya çıkacak olan dayanırlık ile iradenin bileşkesi olan bir doğal militan tiplemesi ortaya çıkacaktı. O, bu doğal, tabiat ananın baş ettiği özgürlük arayışçısında mevcut olan en sert iradeyle bilenmiş kişilik yapılanması ve karakterine sahip olarak bu dağlarda kendisine yer açacaktı.

O genç ömrüne dolu dolu yaşanmış bir yaşamı sığdırarak, devrimin hızla yükselen dalgalarına binerek yürüyecektir. Bu dalgaların üzerinde yürümek ya da yüzmek her baba yiğidin harcı değildir. O ne kadar baba yiğit olduğunu düşmana karşı girdiği her çatışmada misliyle göstermiştir. İşe o bunun için sevilen, sayılan ve yanında olunması istenen Apo’cuydu.

Güzel yoldaş, bugünde seninle kalmak isterdik. Seni başucumuzda o siyah gözlerinin içine bakarak oturmak isterdik. Senin düşmana karşı her zaman gösterdiğin cesaretini kendimize ekerek, yanında oturmak isterdik. Halen bugün dahi öyle sıkışık anlarda “nerede bizim Eşref’imiz” diyerek etrafımıza bakındığımızda senin eksik olduğunu daha iyi anlıyoruz. Yerini dolduran elbette birçok Kürdistanlı genç geldi. Ancak ne kadarı senin gibi oldu, onu bilemiyoruz.

Güzel yoldaş, seni anıyoruz. Seni anacağız. Seni unutmayacağız. Senin cesaretini, iradeni, dayanırlığını, inadını ve inancını kendimize örnek alarak ekeceğiz. Seni sen olarak anacağız.

Güzel yoldaş sen sonsuzluk diyarında rahat uyu. Seni bayraklaştırmak boynumuzun borcu olsun.

Ruhun şad olsun, ruhun şad olsun güzel ve genç yoldaş!

Gözün arkada kalmasın!

Caferi Sori