Güneşin dağlar ardına kaybolup gittiği bir gece karanlığında, aldım acı haberi. Haberi veren sözcükler, birer şimşek gibi beynime çakmış, binlerce zehirli ok yüreğime saplanmıştı. Böyle bir gidişi hangi yürek, hangi beyin kabul edebilir ki? Gecenin karanlığında adımlanan yol, bir film şeridine dönüşmüştü. Ve öylece uzayıp gidiyordu. Birlikte geçirilen mücadele yılları, zamanla birlikte akıyordu. Çatlamış dudaklarım ve kurumuş boğazım, konuşmama izin vermiyordu...
Yol uzadıkça film şeridinde Gabar, Botan belirmeye başlamıştı. Gabar ve Botan’ı anımsarken, halay duran binlerce yoldaşın içinde Erdal arkadaşın hayali gözlerimde beliriverdi. Gabar, suskun ve mağrurdu. Gabar’ın acısı büyüktü. Gidişlere hiç alışamamıştı. Yıllardır nice umutlara beşiklik etmiş, çocuklarını büyütmüştü. Onlar, Gabar’ın bağrında “Ateşin ve Güneşin Çocukları”ydı. Agit’ten Erdal’a uzanan bir destandı onlarınki. Gabar, Botan ve bütün yeryüzüyle sözleşmişlerdi. Yeryüzü, aşkın yüzü oluncaya dek kutsal halaylarının ateşini hep büyüteceklerdi.
Onlar ki, yüreklere umut eken, beyinlere gerçeği kazıyandılar. Bu yüzden gidişleri acı da olsa, Agit’leri yetiştirmiş olmanın gururunu taşıyordu Gabar. Bütün kalleşliklere inat, karanlıklara ışık tutan çocukları olmuştu hep. Ve Erdal yoldaş da onların içlerinde yerini almıştı...
Çocuk yüreği, halkının acılarına ve yaşadığı zulme kayıtsız kalmasına izin vermemişti. Gerçeğin, bilgece dilini erken çözmüştü. Uzun yolları aşıp, hasretini çektiği ülkenin topraklarına kavuşmuştu. Yıllar önce ilk ayak bastığı yer, direnişin ve mücadelenin büyük mirasını devredecekti ona. Erdal yoldaş, bu mirası yaşam, mücadele, ülke ve özgürlük tutkusuyla daha da büyütecekti.
Halkının yaşadıklarını, yakılıp yıkılan boşaltılan binlerce köyü gezdiğinde görmüştü. Bir halkın yaşamı ve geleceği böyle yakılıp yıkılmamalıydı. Bunu hiçbir zaman kabul etmedi, etmeyecekti de. Yaşam uğruna verilen mücadele bütün zorluklara, imkansızlıklara rağmen büyütülmeliydi.
Ve Erdal yoldaş, o zaten Botan’da büyük bir emekle mücadelesini sergileyecekti. Çünkü, o Agit’in ayak izlerini taşıyan Gabar’da binlerce yoldaşının toprağın altındaki bedenlerini duyumsayarak yürüyordu. Onları dinliyordu. Onları yaşayarak ve yaşatarak devrim mücadeleye cevap oluyordu.
Toprağı incitmezdi. Bir çiçeği okşar gibi basardı toprağa. Onun için her şeyin bir anlamı vardı. Bunu da tüm yaşamında işliyordu. Yaşamıyla anlatmaya çalışıyor ve bu anlam derinliğinin en büyük ifadesini insana yaklaşımında buluyordu. Hassas ve duyarlıydı. Bir arkadaşına bir şeyler öğretmek, onunla ufak da olsa bir şeyler paylaşmak için günlerce uğraşıyordu. Kimi zaman da hiçbir söz söylemeden yapıyordu.
Yaşamın güç kaynağıydı. İnsanların çabuk ölmesine tahammül edemiyor, bir yoldaşını savaşın kızgın alanında kaybettiğinde yüreği volkan gibi patlıyordu. Bunun için savaşı, şahadetleri en aza indirecek şekilde planlardı. Hiçbir ayrıntı ve kuralı gözünden kaçırmazdı. Elinden gelen her şeyi her türlü tedbiri almaya çalışırdı. Onun için başarı her zaman esastı. Tabii bir başarıyla asla yetinmezdi. Her başarı onda bir coşku kaynağı olurdu. Ve başardıkça simasında farklı bir insanın resmi beliriverirdi. Çünkü o yaşamı seven ve kurallarını çok iyi bilen bir militandı. İkisinin kopmaz gerçeğini gören, soğukkanlı ve hakimiyet sağlayan gerçek bir komutandı.
O yaşamda da, savaşta da her zaman PKK’yi yaşayandı.
İnsan, emekle güzelleşen bir varlıktır. Ve Erdal yoldaş, bize emeğe olan bağlılığı öğretti: “Bir insan, emek verdiği şeyi sever. Çünkü emek, insanın bir parçası gibidir. Emek, yaratandır.” derdi.
Ve her gün doğumunda dağlarımız da, büyük bir komutanının doğuşuna tanıklık eder...
Erdal yoldaş, yaşamın ve mücadele tarzın, bizlere bir talimatındır.
Reyhan Gabar