Yaşamın son soluğunu bıraktığı güzel Beybunlar

Şehit DenizŞEHİT DENİZ’e
Sana şiir yazmadıysam güzelim
Daha önce dediğim gibi
“ilham vermediğinden” değil,
seni şiir gibi sevmek istediğimden.
Sana şiir yazmadıysam gözbebeğim
Seninle şiir gibi yaşamaktı niyetim…
Yüreğini,
zümrüt duygularını,
gülen güzel yüzünü,
insan tanışı kalbini
ruhunun şebnemlerden şeffaf inceliğini
yazamadıysam,
yazamadıysam sana şiir DENİZ,
Güçsüzlüğünden kalemimin.
Bir de adın gibi sonsuz olsun,
hep aksın istedim sevgimiz…
Bir saate yakındır o kayalığın üzerinde oturmuş düşünüyordu. Çarçella’nın büyülü güzelliğinin bile içindeki hüznü, boşluğu arıtması zor görünüyordu. İnsanın içindeki okyanusu düşündü. Öyle ya her insan bir okyanus taşırdı içinde, her insan bir okyanus taşıdığını bilmese de taşırdı. O okyanusa akan denizler, o denizlere ulaşan nehirler vardı ya hepsi insanın içinde okyanus olurdu. Şimdi kime, nasıl, hangi dilden anlatacaktı içindeki okyanusa dökülen bir Deniz’in kuruduğunu? Okyanusca bir anlatabilseydi? Anlatırdı ya buralarda okyanusca bilenler çok az. Onlar da her zaman hatırlamazlar bu dili bildiklerini ya neyse. İçindeki okyanusa dalıp dalıp çıkar oldu, boğulmaktan korkar oldu. Ansızın arkadan bir çift ipek sarılışlı kol dolandı boynuna. Yüzüne kadifeden kor bir öpücük kondu. Evet bu O’ydu. Artık içine akmayacak olan Deniz’in kolları ve dudaklarıydı. Deniz’in sarılışı ve çekilişi. İçindeki okyanusa akarken bir O’nun dalgaları böyle çarpardı kıyılarının kapılarını.
‘‘Aaa, Deniiizzz!’’

Döndü arkasına. Göz alabildiğince Çarçella manzaraları. Bordo, mor, mavi, yeşil, sarı, turuncu ve daha birçok rengin içice geçtiği sırtlar. Sararmaya yüz tutmuş otların hemen kıyısında yeşermiş otlar, onların biraz yukarısında çıkmaya hazırlanan otlar. Dört mevsimin iklimi, tılsımı Çarçella! En üstlerde hala kar. O karlarda el ele nasıl da akıp gelmişlerdi biraz ötesindeki güzel gölün kıyılarına. Konuşa konuşa:

- Aahh günlerdir diyorum nerede kaldı bu yoldaş kombat! Bir gelse de beğenmediği savaşçısının iki kez Çarçella kar altındayken nasıl Deriya Hırçe’den çıkıp erzak getirmeye gittiğini bir anlatsam ona.’’

- Deniiiizzz!

- Tamam ya kızmaaa! Sana yoldaş kombat diyorsam önce yoldaşlığın kabulüm olduğu için. Eğer seni yoldaşım olarak sevmesem kıyamet kopsa demem kombat.

- Neyse görevini anlat. Beğenmediğim savaşçı kombat!

-Bak bak, işte tam burada o kadar zorlandım ki nefesim kesildi. Ama son ana kadar direndim.

-Canım benim, sen yaman bir Türksün ya.

-Ne yamanı ya. Bana ‘‘Sen Kürdistanlı bir Türksün’’ diyecektin herhalde.

-Ahh, pardon, Kürdistanlı Tırko!

İçinden Kürdistanlı Deniz’le yaptıkları bu diyalogu geçirdi. Birkaç ay öncesinde şu baktığı sırtlardan inerken yaptıkları bu konuşmalar geçiyordu aklından, yaralarına basa basa. Deniz akmıyordu arkasında, hiç kimse yoktu. Ama emindi bu Deniz’in sarılışıydı, emindi. O’nu hissetti. Birden okyanusunun başına en kara bulutlar toplandı, yağdı, yağdı, yağdı… Bu, Deniz’di. Vedalaşmaya gelmişti. Sarılmadan vedalaşamazdı O, dokunmadan sevemezdi O. O yüzden geldi bu dağlara. Görmeliydi. Gördü, ‘‘her gün yüzüne Güneş’in resmi doğuyor’’ dediği bu dağları dokunarak sevdi, sarılarak vedalaştı. Şimdi, işte şimdi veda etmişti. Şimdi anlıyordu O’nu yitirdiğini, inanamıyordu, Deniz gündüz ortası, uykuda değil, rüyada değil, geldi ve gitti, O’na sarılarak gitti. Boynunda, omuzlarında, yüzünde bir sıcak esinti oldu geçti. Görüşememişlerdi. Deniz bunu kabullenemezdi. İçinde söyleyecek ne çok sözü vardı. Yoldaşlıklarına dair. Güneş’e dair. Dağlara dair. Zamansız kaybettiklerimize dair. Olmadı! İstemediği halde Deniz de zamansız kaybedilenlerin kervanına katıldı. İçi içini yerken, bu zamansızlıklara öfkeliyken gitmeyi yediremezdi kendine. O yüzden geldi. O, bir veda bırakmadan ayrılamazdı. Nasıl vedalaşacaktı ki ansızın olmuştu her şey ve gidişi:

Uçar birlikler bir anda helikopterlerden atlayıp etraflarını sarmış, arkadaşlarıyla onların arasına girmişlerdi. Yoldaşlarına ulaşmalarına on dakikalık bir mesafe kalmışken kara bir çalı gibi, kara bir alın yazısı, ihanet gibi, vahşet gibi kapkaranlık uzanmışlardı aralarına. Tek bildikleri karanlık kelimelerdi. O’na, Reyhan’a ve Hevi’ye söyledikleri tek şey vardı: ‘‘Teslim olun!’’

Bir mermi patlatacak zamanı ve aralığı bile tanımıyordu, bazen yaşam ne kadar cimri olurdu, ölümle arasındaki o ince çizgide. Kardan sığınakları yaşamın cimriliğine göz kırpıyordu. Aralıklara uzanan her şey bu gün karanlıktı. Yaşamın cimriliği sadece bu karanlıkları mutlu kıldı.
Deniz adı üstünde, teslim olmaz. Gencecik bahar bedenlerine aldırmadan darağacına şakalaşarak gidenlerin geleneği yaşasın diye koymuştu adını Deniz. O geleneği miras yapıp çıkanların ilk şehirlerindendi, Antepliydi, Araban’lıydı. Denizler gibi sevmişti ülkeyi, Kürdistan parçasıydı O’nun memleketi. Deniz bu, adı üstünde, akar, okyanuslara kadar…
Reyhan! Batman ovasının cesur kızı. Reyhan kokusunu kim hapsedebilir?
Hevi! Tükenmeyen, hep var olan, yaşamın motoru. Kim esir edebilir karanlıkların geçici karamsarlıklarına umudu?

‘‘Teslim olun!’’

‘‘Ahhh! Yaşam bu kadar cimri olma! Bir iki mermi atalım’’ dedikleri anda ölümün kolları uzanıyor Çarçella’nın göğünden bir Haziran gününde. ‘‘Haziran’da ölmek zor’’ dese de şair, bu Haziran gününde yaşam çok çook cimri.

‘‘Teslim olun!’’

‘‘Yaşam çok cimrisin, bırak bir cevap haykırayım şu karanlık çağrıya, son nefesimde!’’

Olmadı, Çarçella’nın alnına bugün ‘‘göğünden bugün ölüm yağacak’’ yazmışlar. Hiçbir hükmü geçmeyecekmiş yaşamın. Yaşam son nefeslerini bırakacak boynu bükük beybunların pembesine.

 ‘‘Teslim olun, size bir şey yapmayacağız!’’

 ‘‘Aahh, Çarçella niye göğüne ölüm yazdırdın bu Haziran ayında. Şairi niye dinlemedin be Çarçella!’’

 ‘‘Teslim Olun!’’

 ‘‘Yaşam alacağın olsun, bu cimriliği son soluğuna sığdırdın ya!’’

 ‘‘Teslim olun!’’

Pimi çekilmiş bir bomba vardı artık ellerinde. Okyanuslara aşık bir Deniz’in, bahar nimeti bir Reyhan’ın ve tükenmez bir Hevi’nin elleri aynı bombaya, gözleri birbirine kilitlenmiş. Biri çeker pimi ve…

 ‘‘Teslim olun!’’ çağrısı donup kalır ölüm yazan göğün altında. Uçar birlikler göçer birlikler olur karlara bıraktıkları üç kadın bedeninin karşısında. Bomba ölüm ve yaşam adına patlar. Cimriliğini yaşamın bağışlamayan üç kadın, ölümü de bağışlamaz zamansızlığından ötürü. Ölüme ve yaşama patlayan bombalar kadınlar.

Bir bomba üç kadın!

Bir bomba üç yaşam!

Bir bomba üç asır!

Bir bomba üç kanayan ana yüreği!

Bir bomba ve üç kadın!

...Birden ürperdi, sanki kayalık altından çekilip gitti boşluktaydı. Sanki o bomba O’nun hafızasının, hatıralarının, hazinesinin orta yerinde patlamıştı. Deniz’siz, Reyhan’sız, Hevi’siz yaşamın çölüne uyanmıştı. Çarçella’nın dört mevsimi çekilmiş, tüm iklimler çöl, tüm mevsimler yakıcı yaz olmuştu. Kollarından, boynundan, omuzlarından geçip giden Deniz’in sıcaklığıydı. Bu çölün ortasında yüreğinde bir pınar kaynatan O’ydu. İçinde; yaşamın Haziran cimriliğine inat bir pınar kaynatan bir düş müydü? Bir rüya mı? Bir affedilemez suçluluk duygusu mu? Deniz’in güzelliği mi? Ama bildiği bir tek şey vardı şimdi; bir çölün gerçekliği bir de içinde kaynayan pınarın serinliği. Çölleri yaratan evrenin elleri, pınarları da bağışlıyordu bir biçimde. Böyle düşünürken ilişti gözleri pembe beybunlara. Yaşamın son soluğunu bıraktığı güzel çiçeklere. Narinliklerine. Yaşamın ölümün tarafına geçerkenki son gümrük kapısı gibi.

Bir gündüz ortası düşün tek gerçek tanığı beybunlar. Yaşamın son soluğunu belki de bu yüzden emanet almışlardı, son bir vedalaşma sarılışı için. Yaşam cimriliğinin utancını taşıyordu pembe beybunların yanaklarında… Affedilemezliğini bile bile gündüz ortası bir düşte beybunlara emanet bir soluğu alıp bir sarılış için Deniz’e veren aynı cimri yaşam olabilir miydi? Evren, sonsuz enerji akışına kattığı Deniz’i, Hevi’yi, Reyhan’ı bir beybun pembeliğine emanet etmiş olabilir mi? Sadece baharda değil dört mevsim Çarçella ikliminde hep var olsunlar diye…

Gündüz ortası uyanık düşteki vedalaşma, ömrüne utangaç bir pembe yara olarak iz bıraktı. Kayalıktan ağır ağır kalktı. İçinde çöl yakıcılığı, kaynayan bir pınar serinliği, bir yaranın pembe utangaçlığı, mutluluklardan, çocuklardan, hayallerden çalınmış tüm pembeler gibi utangaç, suçlu… Yüzünü Çarçella’nın rengarenk sırtlarına döndü, Denizsiz dağların zorluğuyla tanışıyordu. O Deniz ki, dağların yüzüne her gün Güneş yazdırıyordu. Yer yeniden sarsıldı ayaklarının altında. Kayalık çekildi altından. Bir bomba üç kadın! Tüm beybunlar yaşamın cimriliğinden utandı da iyice pembeleşti.
Bir saat sonraki bir bomba üç kadından habersiz!

Peşlin Tolhildan