Erdal Anılmaz Yaşanılır

1-Erdal arkadaşın çocukluk yıllarından gençlik dönemine kadar birlikte kaldığınız dönemin önemli kesitlerini anlatırmısınız?

Erdal’la küçük yaştan tanışıyoruz. Aynı yörenin çocukları olmanın yanı sıra ailelerimiz yakın dostluk için de yaşıyorlardı ve halen de bu böyle sürüyor. Nereden gelir bilmem ama ilginç olan Erdal arkadaşın aile kökleri ile bizim aile eskiden beri dostlar. Böyle olunca yaşama açılım geliştiğinde doğalında tanışı verdik ve arkadaş olduk.

Bu tanışma salt sivil yaşamla sınırlı kalmadı. Çocukluk yılları, gençlik yılları derken militanlığa adım attığımızda da bu devam etti. Sorun kimin kimin için geldiğinin ötesinde ortakça paylaşılan düşünceler uğruna ve dostluk uğruna militanlıkta buluşmaydı gerçekleşen. Yaşça büyük oluşumdan kaynaklı olmalıdır ki ben erken özgürlük hareketi saflarına geldim. Bir de Erdal geçirdiği ağır trafik kazasında dolayı komalık durumu uzunca yaşadığı için geç gelmesi doğaldır belki de. Bu geç geliş öyle yılları alan bir geç kalış değil elbette. Bu birkaç ayı alan bir gecikmeydi. Mayıs yâda Haziran 90’da Erdal katılı vermişti bile. Ben ise 89 un sonlarında gelmiştim.

O erken gelseydi ben peşinden fazla gecikmeden gelecektim. Kaldı ki ben militanlığa adım atma niyetimi ilk ona belirtmiştim. Ve sözleşmiştik. Saflara da buluşacaktık. Tuhaftır ancak bazı olgular vardır ki olup bitenler karşısında etraftaki insanlar olup bitenleri erkenden görürler. Bunun için de henüz dinamik gençler iken birçok dost yâda arkadaş bizim adım adım özgürlük hareketine katılacağımızı seziyorlardı.

Pazarcıklıydık. Oralarda-yani Avrupa da- büyümüştük. Gençlik yıllarımız Avrupa da geçiyordu. Birde o dönemlerde okul okuyanlar da çok azdı. Yâda hiç yoktu. Birde çok aktif cephe çalışması diye tabir edilen siyasal çalışmada yer alışımız yeterince dikkat çekiyordu. Düşünün öyle bir ortam ki herkes ülkeden kaçarak Avrupa ya çıkarken bizim gibi oralarda büyümüş gençlerin özgürlük hareketine gönül vermesi ve bunun da ötesinde özgürlük dağlarına gidebileceğimizin mesajını vermesi yeterince etkiliyordu ve saygı uyandırıyordu. Biraz da çılgınca geliyordu insanlara. Ne de olsa herkes yönünü Avrupa’ya çevirmişti. Biz ise terk edilmiş topraklara, yani yönümüzü ülkeye çoktan çevirmiştik. Önderliğimizin sonra da yapılan kimi tartışmada Pazarcıklılara ‘ülkesini kolay terk eden insan’ tanımlaması dikkate alındığında söylenmek istenen rahatça anlaşılırdır.

Tekrardan geçmişe dönecek olursam. Okul yıllarında iken bir folklor grubumuz vardı. Bir de bu folklor grubu öncesi bir arkadaş grubumuz vardı. On arkadaş civarında. Sonraları bu grubun bazı üyeleri bizi takip edip geldiler. Bazıları ise bireysel yaşam arayışlarına girdiler. Söyleyecek bir şey bulamıyor insan. Sonuçta her insan kendi eylemlerine karşı sorumludur derler ya. Birazda böyledir herkes kendi eyleminde sorumludur ancak insan sonuçta duygusal bir yaratık. Paylaştığı insanları yanında görmek ister. Bu grubun hiç rakipsiz tek ortak paydası Erdal’dı. O grubu gülüydü desem yanlış olmaz. O güleçli ve mütevazı duruşuyla herkesin kalbindeki sesti. Şimdi de böyle olduğuna inanıyorum. Çünkü onunla paylaşan bir insanın böyle olmaması düşünülemez.

Hatırlıyorum birçok etkinliğe grup olarak gidiyorduk. Yıl 86 yâda 87 yıllarıydı Almanların düzenledikleri etkinliklere Kürt gençleri olarak katılıyorduk. Demokratik Ulusal Mücadeleyi tanıtıyorduk. Bunu yaparken ulusal değerleri tanıtmamız da elbette kaçınılmaz oluyordu. Grubumuzun diğer bir özelliği ise hepsinin orada büyümüş ve okul okumasıydı. Öyle olunca her etkinlik bir gövde gösterisine dönüşüyordu. Tabi bu etkinliklerin ağırlıkta ki konuşmacımız Erdal’dı. O zamanlar ismi Hayri idi. Biz henüz çalışmaya başlar başlamaz bize bir nevi iradelerimiz dışında ailelerce bize takılan isimleri ret ettik. Ve her birimiz kendimizin beğendi isimleri aldık. O zaman Erdal arkadaşa Hayri ismi uygun görüldü oda o ismi oldukça beğendi. Bu isim aynı zamanda büyük devrimci ve örgütçü militan Hayri durmuşun ismiydi. 1992 yılında Başkan ismini Erdal diye değiştirecekti. Çünkü O, 1987 ağustosunda şehit düşmüş olan Mustafa Yöndem arkadaşın koduydu. Büyük şehit Erdal parti tarihimizde Eruh baskını diye bilinen Agit arkadaşın komutasında gerçekleştirilmiş olan eylemin kol komutanıydı da. Ve aynı zaman da 86 yılında PKK Merkez Komite üyesi olmuştu. Büyük Erdal, küçük Erdal’ın teyzesinin oğluydu. Bundandır ki önderlik Hayri arkadaşın canlılığını önceden Erdal arkadaştan görmüş olmalıdır ki ismini Erdal diye değiştirmişti.

Yine alanda bilindiği gibi 87 yılının Ekim’inde Gençlik Örgütü olan YXK kuruldu. Sonra da ismi 1991 de YCK olarak değiştirilecekti. Hayri arkadaş henüz çok genç olmasına karşın gençlik konferansında gençlik yönetimine alınacaktı. Hem de en çok oy alan biri olarak!

Erdal’ın bir özelliği girdiği her ortamla çok hızlı bir şekilde buluşmasıydı. O bir nevi herkesle en iyi uyumu yakalamasını bilen birisi olarak hep el üstünde tutulan kişiydi. Burada uzlaşma yoktu. Yani bizim kendi gençlik halimizle ilkelerimiz vardı ve bu ilkeleri biraz da özgürlük hareketinde almıştık. İlişkilenmemiz bu ilkeler temelinde eleştirisel oluyordu. Bizde eleştiriyorduk ancak bizim kiler yer yer tepkilerle karşılaşırken Erdal arkadaşın eleştirileri kabul görüyordu. Üslup ta uyum vardı. Üslupta çekicilik vardı. Bir de anlatım tarzında kavratma vardı. Bugünlerde birçok arkadaş eleştirirken, yâda radikal tavır takınırken bakıyoruz kabul görmüyor. Çünkü kavratma yoktur yâda üslupta o çekicilik ve mütevazılık yoktur da ondan.

Yine Erdal derken aklıma hep deli dolu yaşam geliyor. Yaşamın güzelleştirmesi geliyor. Yaşamın espriyle donatılarak renklendirilmesi geliyor. Öyle zaman zaman olup ta zaman zaman turşu küpüne dönüşmüş yüz hatları yok. Hep ve her ortamda güler yüzlülükle beraber tatlı ve neşelendiren ince espri vardır. Bu Erdal’ı daha güzel kıldığı gibi onu vazgeçilmez kılıyordu. Şunu açıkça belirteyim. Erdal bir ortama girmiş ise ve o ortam da kalmışsa ona insanların saygı duyması ve bağlanmamasını düşünemiyorum ben. Bu gittiği her yerde böyledir. Gerilla, diplomasi ve halk çalışmalarında bu böyledir.

Erdal birazda yukarıda dile getirdiğim gibi şekerdi. Birde minyon tipliydi. Yaşı dolgun olmasına karşın herkes onu biraz küçük bilirdi. Çok sevecen olduğu için herkes ona sarılırdı. Bir keresinde kendi grubumuzla geziyorduk -düşünün Avrupa da büyümüş bir grup ne sigarası var ne içkisi tersine siyasal ilişkinin en kutsalı ve sertine adım atmış gençler olarak-. Bir şehit arkadaşın kız kardeşi bize yakınlık ve de akraba olduğu için bizimle geliyordu. Durup durduğu yerde Erdal’a sarılarak ‘benimle evlenir misin’ diyerek öpmeye başladı. Kendince genç ve çocuk yaşta olan birisiyle şakalaşıyordu. Şehit Erdal hiç istifini bozmadan gülerek yürümeye devam ediyordu. O Erdal ı çocuk bilsin. Ancak ben Erdal’ın genç bayandan yaşça büyük olduğunu biliyordum tabi. Bir müddet sonra ‘C.sen Hayri’nin kaç yaşında olduğunu biliyor musun’ dedikten sonra, Hayri’nin ondan büyük olduğunu söyler söylemez elini Erdal’dan çekmeye başlasa da karşı da duran Erdal’dır. Bırakır mı? ‘dur evleneceğiz’ diyerek bayan arkadaşa sarıldı. İşte Erdal budur. Hiç kimseyi bozmadan ve incitmeden kendi diliyle eleştirisini yaparken dahi şeker olmasını bilen bir PKK’li.

Okul yaşamında sınır tanımadan çalışan ve çalıştıkça başaran bir genç olması elbette biraz da insanların gönlünde taht kurmaya yol açıyordu. Ben bir iki saatlik çalışmayla sınıfın en iyi imtihanını verdiğine şahit bir kişiyim. Bu sonrada göreceğimiz gibi alman hoca ve dostların da dikkatini çeken bir olgu olacaktır. Yine spor yaşamı bir o kadar görkemlidir. Sonra da gerillada futbol oynarken hayranlık uyandıran bir kişi olacaktır. Ama nereden bilinecek ki Erdal aylarca kalça ve kemik ezilmesinden dolayı komadan kalmış ve hatta platinler takılı olarak dağlara çıkmış. Kim ve nasıl bilinecek ki?

Bu Erdal’dır. En büyük zorluklar karşısında şikâyet etmeden yaşamaya alışmış bu militanın acılarını yüreğine basarak yaşadığını nereden bilecekler ki! Sonradan gerillada bazı yoldaşları çok tesadüfen banyo ederken vücudundaki yaraları ve bıçak izlerini görecekler. O zaman biraz anlayacaklar sergilenen iradeyi.

2-PKK saflarına katıldıktan sonra ilk karşılaşmanız nerede oldu ve nasılı bir duygu yaşadınız, ilk karşılaştığınızda ne tür değişimleri fark ettiniz kişiliğinde?

Yıllar sonra Çırav’da karşılaştık

1994 yılının sonlarında Erdal arkadaşla Çırav’da karşılaştıklarını söyleyen Kasım arkadaş şunları anlattı, “94’ün sonlarında Erdal Çırav’daydı. Orada olduğunu biliyordum. O da geldiğimi yeni duymuştu. Oturmuş Jiyan arkadaşa onu anlatıyordum. O sırada Çırav’ın o çukurlu yerlerinin birinden çıktı. O anda kalbim duracak gibi oldu, kendisinin de rengi değişti. O kadar heyecanlandı ki gelip sadece benimle tokalaştı. Sarılmadık. Sanırsam ikimizde şok olmuştuk. On dakika kadar hiç konuşmadan bir birimizin yüzüne baktık. Sonra Jiyan arkadaş bizi uyandırdı. ‘Hani yakın arkadaştınız’ diye.  Ben daha sonra o anı yazdım. Erdal arkadaş da o anıyı okumuştu. Ben o anı da şöyle bir şey yazmıştım. ‘Öyle bir sarılmak istemiştim ki... Öyle tarif edilmez bir sarılma’  Okuyup gülmüştü. Daha sonra aynı duyguları yaşadığını itiraf etti.  Çünkü yıllarca görüşmemiştik ve görüştüğümüzde de yalnızca bir tokalaşma olmuştu.  Erdal’la dağda böyle buluştuk. O yüzden ‘94 bu açıdan iyi bir yıl oldu benim için. Bir yıl sonra kongre de birlikteydik, sonra tesadüfen taburlarımız yan yana geldi. 94-95 yıllarında birlikte kaldık.  O yıl birlikte kaldık. 97-98 kışında birlikte eğitimdeydik. O kış epey tartıştık, ondan sonra da fazla karşılaşmadık. Kaç yıl sonra Şehit Ayhan’da karşılaştık. ‘Erdal yukarı çıkıyorum, benim mekânım ayrı’ dedim ve gittim.  Oturalım dedi ama ben gittim. Hâlbuki söyleyeceği o kadar şey vardı ki... Ben yukarı çıktım. Cihazla çağırdı. ‘Arabalar gelmiş ben gidiyorum’ dedi. Öyle hiç vedalaşmadan ayrıldık. Ondan sonra hiç görüşmedik.”

Dediğim gibi bir daha yüz yüze gelmedik. Sonraları o Avrupa da iken telefonla konuşmalarımız birkaç kez olmuştur. Ancak doyasıya sohbet etme imkânı bir daha bulamadım. Doyasıya yoldaşça ve dostane sarılamadım. O bu arada bir iki kez ülkeye gelmişti. Ancak bulunduğum sahalar birbirine uzaktı. Gelip gitme olmadı. Birde bizim devrimde tüm ilişkiler devrime hizmet temelinde, halkla buluşma temelinde ele alındığında çok fazla da bireysel ilişkiler ön plana çıkartılmaz. Ve bundandır ki onunla görüşemedik. Yazışmalar ve selamlaşmalar kısa da olsa yüz yüze gelemedik. Şahadet haberini bulunduğum çalışmanın bir toplantısında öğrenmiştim.

Yer yarılır gibi oldu. Gözlerim doldu. Toplantı da çıktıktan sonra saatlerce ağlamıştım. Ve haftalarca üzerimde şok etkisini de atamamıştım. O aralar gerilmelerim hat safhaya çıkmıştı. Çalışmalarda alınmamı resmi söylesem de dikkate alınmadı. Ve bana kalan var olan acıyı birazda olsa dindirmek için gece yarılarına kadar çalışmak ve çalışmaktı. Çünkü çalışmak insana üzüntülerini giderici ya da unutturucu bir rol oynuyordu. Ancak bu gece yarılarına kadar geçerliydi. Gece yarısı odama girdiğimde ve karşımda güleç yüzlü genç melek militanı gördüğümde gizliden sessizce ağlamalarım haftalarca sürdü. Doğrusunu söylersem halen resimlerine bakamıyorum. Gizliden gizliye ağlayışlarım halen oluyor.

Erdal arkadaşın annesi ve babasıyla bu durumumdan dolayı sanırım iki yıldan fazla bir süre konuşma gücü kendimden görmemiştim. Nasıl konuşacağımı bilmiyordum. Birde kendimi tanıdığımı için zorlanacağımı biliyordum. Muhtemelen ağlayacaktım. Ve bu durumdan dolayı hep geciktirmiştim.

Keşke böyle olmasaydı. Erdal gerçekten yaşamına bin yaşam sığdıran bir insandı. Tebessümlü, güleç yüzlü, hoşgörü dolu bir insandı. Kimseyi kırmayan, zeki, olay ve olguları birbirine iyi bağlayan, müthiş pratikçi ve sosyalist bir insandı. Botan’da kaldığı yıllarda yaralanmıştı. Arkadaşlar ona sen yaralısın dediğinde, ‘zaten ben bunun için geldim’ diye cevap vermişti.

3- 4 bu konuda. Şahadet yıldönümünü karşılarken, güney batı gençliği buna nasıl sahip çıkabilir, bu konuda mesajınız nedir?

Burada güney batı gençliğine, halkına ve akraba dost çevresine bir şeyler söylemek elbette hakkımız ve görevimiz vardır.

‘ERDAL ANILMAZ O ANCAK YAŞANILIR’ . Gerçekten Erdal’ı anmak değil onu yaşamak hem de doludizgin yaşamak ancak ona yakışır. O ancak onun gibi yaşandıkça kabul eder insanı. Tersini asla kabul etmezdi ve etmezde. Bu günlerde duyuyoruz kimisi Erdal’a çok bağlı olduğunu söylüyor ancak duruşuyla oldukça ona terste durabiliyor.

Bu olmaz!

Erdal’la arkadaşlık onun gibi Golgatha tepesine çarmıhını Kudüs’ten sırtlayarak yukarıya tırmanmakla olur. Çarmıha gerdirilirken dahi gülümsemesinden bir şey yitirmeden ‘tanrım çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar, af et onları’ demesini söyleye bilmekle ancak Erdal’la arkadaş olunur. Aksisi ona tersliği ifade eder.

Şartlarımızda Golgatha’ya çıkmak devrimin tüm yüklerini –tüm sorunlara rağmen-taşımakla olur. Devrimle sonuna kadar yürümekle olur. Tüm zorluklara, inançsızlıklara, saldırılara, bireysel rahatsızlık ve hastalıklara, ayrı görüş ve duruşlara rağmen önderlik çizgisinde daha fazla kenetlenerek yürümekle Erdal’ın arkadaşı, dostu, akrabası ve yoldaşı olunabilir.

Başka da asla!

Bu gerçekler ışığında herkesin kendisini gözden geçirmesi herhalde gerekiyor. Erdal’a yakınsan Erdal gibi olacaksın. Belki onun gibi dağların zirvelerine çıkmaya bilirsin kaldı ki birçok genç bunu da yapmalıdır. Bu bir bağlılık ve namus borcudur da.

Ama şunu herkesin yapması kesindir; Erdalca yaşam ve Erdal'ca yaklaşım. O toprakların yüzlerce şehidi var. Battal Evsanlardan Besey Anuşlara, Mustafa Yöndemlerden Mustafa Ömürcanlara, Şıho Dirliklerden Cennet Dirliklere, Kurdolar, Nasırlar, Fidanlar, Hogirlar, Şirinler, Aliler, Zınarlar. Ve niceleri…

Böylesine halk kahramanlara sahip bir yöre, bir halk devrimin coşkusunu yaşanamazlık edebilir mi? Başka toplumlarda böylesine durumlara lanetlenme derler herhalde. Alevi geleneğinden örnek verecek olursam. Böyle bir durumu yaşayan bir insanı, aileyi ya da çevreyi alevi toplumu öncelikle samimi özeleştiriye ve itirafa davet eder. Tüm iyi niyet çabalarına karşın eğer bir vicdan uyanması yaşanmamışsa toplum dışına itilir. Ve bunu yaparken de bu durumu yaşayanın evinin önüne birkaç taş üst üste koyarak lanetlendiğini yani toplumun dışına itildiğini göstermek için yaparlardı.

Şimdi bu kadar değerli halk evladı yetiştirmiş toplum eğer bu evlatlarına sahip çıkmıyorsa ya da onların aydınlatıcı yolunda yürümüyorsa yapılacak olan evlerinin önüne taş koymadır.

Bilemiyorum bu belki ağır bir değerlendirmedir, ancak Erdallarla arkadaşlık, dostluk, akrabalık ve tabii ki yakınlık ve hem şehircilik ancak böyle olabilir. Başka da olacağına inanmadığım gibi Erdal da kabul etmezdi.

Birde bugünlerde bu çevrelerin bir kısmının başka şeylerin peşine takıldığını duyuyoruz ve öğreniyoruz. Ve çok zorlanıyoruz. Elbette her bireyin arayışlarına saygı gösterme tahammülü gösterebiliriz. Ancak bu kadar kan dökmüş bir çevre yöre böyle olmaması gerektiğini düşünmeden de edemiyor insan.

İşte bunun için güney batı halkının ve onun gençliğinin tekrardan daha güçlü bir şekilde mücadeleye ile buluşmasına çağrı yapıyorum. Etrafta kendi öz değerlerinde kopmuş kimi kof insanın yaklaşımları esas alma yerine birazda Erdal'a yakın duran onu ve onları ölümüne takip eden yoldaşlarını dinlemelerini belirteceğim. Ben şehit Nucan arkadaşın ailesine yazdığım bir mektupta “Nucan'ı ancak onunla arkadaşlık yapan o yolu takip eden ve birazda Nucan tarzında yaşayanlardan dinleyin Bugünlerde bireysel yaşam peşinde koşan karı-kocalık yapanlardan dinlemeyin” demiştim sanırım. Aynı bu gerçekliği tekrarlıyorum Erdalları, Erdalların tüm zorluklara rağmen ölümüne takip eden yoldaşlarından dinlemenizi isteyeceğim.

Ve son olarak ta herkesi ama herkesi Erdal'ca mücadele etmeye davet ediyorum. Ve doğaldır ki gençlerinde Erdal'ca dağların zirvelerine çıkmaya çağırıyorum.

Değerli Yoldaşım

YAŞAMAK SENİ

Rüzgârların esintisinde

Nehirlerin çağlayışında

Güneşin ışınlarının tenime sıcak dokunuşunda

Çiseleyen yağmur taneciklerinin yüzümü sıyırışında

Çocukların saf gülüşlerinde

Anaların dokunaklı çığlıklarında

Sevdam diye bildiğim kadınların gözyaşlarında

Ay’ın şavkını toprağa vurduğu

Her anda hep yaşayacağım seni.