"İnsan, ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir.
Gerçeğin mayasını gözler göremez." EXUPERY
Ölülerimize bile tahammül edilemeyen bir zamanda, uçurumlarda yeşermeyi gerçekleştiren bu kadının yaşama sevincini yok etmek içinse her şey, o zaman daha çok sevinçle yaşamalı ve yaşamı uğruna yanacak, yakılacak kadar sevmeli…
Bakmalı... Yeniden bakmalı bu resimlere… Bu karanlığın kör ediciliğinden aydınlığa çıkabilmek, insan olduğumuzu bir kez daha hatırlamak için bakmalı. Yakılmış bu güzel yüzü görebilmek, bakarkenkendi yüzümüze dokunabilmek için… Bir akşamüstü, dağların zirvelerinde çıldırasıya esen rüzgâra yönümü vermiş yürürken, sadece bu sözler dökülüyor ağzımdan. Haber bültenleri günlerdir bir vahşetin resimlerini geçiyor. Bu resimlere bakarken kaç kez insan olduğumuzu hatırladık acaba? Resimlere bakarken kendi yüzümüze dokunabildik mi? Milyonlar televizyonlarının başında bu resimlere bakarken, ben, aylı gecelerde dağ nehirlerinin başında oturup yüzünü seyretmeyi seven, Ayin edercesine nehre yüzünü düşüren o kadının sudaki resmini düşünüyorum. Ah bu yüz, bu bakış nasıl da karanlık tanrılarını çılgına çevirdi. Bültenler, başak sarısı saçlarını kömür karası olarak geçse de, ben, bu akşamüzeri esen dağ rüzgârlarının saçlarını taradığını ve kokusunu nehirlere, dağlara taşıdığını biliyorum. Milyonlar yüzünü kapatıp bu karanlık resme bakamazken; ben, insanın ruhunu okşayan bir kadının yüzünü nasıl anlatacağımın sancısını yaşıyorum. Altı yıl önce onu Zap vadisinde ilk kez gördüğümde yine böyle bir Temmuz sıcağıydı. Zagrosların yüksek tepelerini, derin vadilerini aşıp Zap’a geliyordum. Onlarca gerillayla karşılaşıp tekrar yollarımızın ayrıldığı Zap vadisine ulaştığımda, ceviz ağaçlarının arasına kurulmuş basın mangasında beni ilk karşılayan o olmuştu. Hiçbir deneyimimin olmadığı basın çalışmalarına katılmak için gelmiştim. O ise yıllardır bu dağlarda basın çalışmaları yürütüyordu. Ve günler öncesinden gittiği Haftanin’den yüzlerce gerillanın yüzünü, anısını, yaşamını sırtlayıp gelmişti. Birlikte sıcak bir çay içip artık yorgunluğumun geçtiğini anladıktan sonra yanıma yaklaşıp “Zağros’tan geliyorsun, kim bilir ne anılar biriktirmişsin…“ dediğinde, bu çalışkan basıncının tuzağına düştüğümü anlamıştım. Ve bana o zaman, o ceviz ağacının altındaki mangada, dağlardaki basıncılık çalışmalarının ilk dersini de vermişti. Hiçbir gerillayı, hiçbir yüzü, hiçbir anı kaçırmamalıydım… Üç yıl boyunca onunla aynı zeminde basın çalışmalarını yürüttük. Beni kıskıvrak yakaladığı ve ilk dersimi verdiği o ilk günden sonra, kendisinden o kadar çok şey öğrendim ki… Ben panikle ilk yaptığım hataları düzeltmeye çalışırken o, sakin yüzüne yerleştirdiği gülüşüyle, bana sabırla ama inatla işimi yapmanın sorumluluğunu öğretiyordu. Bir gerillanın peşinden günlerce koşup, her seferinde yollarına pusu atıp dağ anılarını onlardan almayı, bütün bunları biriktirdikten sonra sabırla başına oturup onları düzenlemeyi ve Kürt halkına ulaştırmayı nasıl büyük bir özenle ve ciddiyetle yaptığını gördüm. Gerillanın sözlerini, hep gizli tuttuğu emeği ve mütevaziliği ile Kürt halkına ulaştırdı. “Koruyamayacak ve sahip çıkamayacaksan hiçbir sözü almayacaksın, onlarda bırakacaksın” derken, söze ve yaşanmış olana saygının, bu topraklardaki kadim bilgeliğini her seferinde dile getirdiğini biliyor muydu acaba? Bir gerilladan anısını almanın zorluğu kadar, aldıklarını da bu halka ulaştırmanın hangi koşullarda yürüdüğünü, her seferinde çöken bozuk bilgisayarının başında bıkmadan, usanmadan yeniden bütün gerilla anılarını, sözlerini kendi elleri ile yazdığı zamanlarda tanık oldum. Onu hep elindeki sürekli bozulup çöken eski bilgisayarıyla kavga ederken gördüm. “İşte bu kez de kurtardım gerillanın sözlerini bu tekniğin tuzağından” dediği zamanlarda yüzüne yayılan, yine o güzel gülüşü olurdu… Şimdi haber bültenleri bu karanlık resimleri geçerken ben, bu kadının güzel gülüşünü düşünüyorum. Her şey bu gülüşü yok etmek içinse, günün akşam vaktinde daha çok gülmeli. Öyle çok gülmeli ki, karanlık fotoğrafların ardındaki güzel yüzleri görebilelim…. İlk görünüşte çok sakin, huzur dolu görünen ve yıllarca birlikte kalmış gibi sizi hemen dünyasına çeken bu kadın gerillanın, yüreğinde ne büyük fırtınalar sakladığını, o gözlerine ne büyük bir bakış yerleştirdiğini, onu tanıdıkça öğrenecektim. Yaşamın bütün sancıları karşısında kişinin asıl gücü de hayata ve insanlara o büyük bakışla bakabilmekten, yanıp yakılma pahasına da olsa ondan vazgeçmemekten gelmiyor muydu? İnsanın bundan daha büyük, daha değerli neyi olabilirdi ki?.. Dersim’de doğup büyümüş, Ankara Üniversitesinde üçüncü sınıftayken okulunu ve şehir yaşamının bütün şaşaalı yaşamını terk edip dağa gelmiş bu kadının bütün arayışları, iddiaları ve tutkulu yürüyüşü de, bu büyük bakışın sahibi olabilmek içindi… Ve o gece, on arkadaşı ile Botan dağlarında, on binlerce ordusu, son model tekniği ile onları yok etmek için her şeyini seferber eden karanlık tanrılarının bütün çaresizliklerine inat, o büyük bakışlarından vazgeçmediler… Şu an haber bültenleri karanlık resimleri geçerken, ben Botan dağlarını, uçurumlarını, patikalarını sevinçle geçen, geçtiği her nehirde yüzünü seyretmekten vazgeçmeyen, soluk soluğa kalmış, terlemiş bu kadın gerillanın yüzünü düşünüyorum. Yüzlere kıyılan bir zamanda Hebûn isimli bu kadın gerillanın o güzel yüzü, temiz gülüşü, o zeytin karası gözleri kalıyor bende… Ve bütün bunlar bu güzelliği yok etmek içinse, o zaman daha çok özgürleşerek güzelleşmeli… Ölülerimize bile tahammül edilemeyen bir zamanda, uçurumlarda yeşermeyi gerçekleştiren bu kadının yaşama sevincini yok etmek içinse her şey, o zaman daha çok sevinçle yaşamalı ve yaşamı uğruna yanacak, yakılacak kadar sevmeli…Bu güzel kızın yüzünü görebilmek için bir kez daha bakmalı bu resimlere… Yeniden bakmalı…
1979 yılında Dêrsîm’in Mazgirt ilçesine bağlı Kîrzî (Yazeli) Köyü’nde dünyaya gelen HPG (Halk Savunma Güçleri) gerillası Hebûn Azad kod adlı Eylem Demirpençe, 1 Temmuz’da Sêrt’in Perwarî ilçesinde Türk ordu birlikleri ile girilen çatışmada 10 arkadaşı ile birlikte yaşamını yitirdi. Cenazesi yakıldığı ve aşırı tahrip edildiği için ailesi tarafından teşhis edilemedi.
Zozan Agırî