ŞEHIT BATTAL EVSAN
“O şehitler ki, gerçekten tarihimizde en soylu direnişi gösterdiler. Onlar ölünmesi gereken yerde öldüler. Bize nasıl savaşacağımızın ve nasıl teslim olamayacağımızın derslerini muazzam öğrettiler. Kendi bedenlerini tarihe ve halka armağan ettiler, Partiye sundular. Biz de onların anılarına, o şahadetleri doğuran yetmezlikleri yerle bir ederek, onları yaşama çevirerek, umutlarını amansız başarı nedeni yaparak karşılık verirsek, bu onlara iyi bağlı olduğumuzu gösterecektir.” (Rêber APO)
Şehitleri yazmak hiç kolay değil. Tam hakkını verememekten kaynaklı sanırım. Şehitlerin amaçlarını, umutlarını, ütopyalarını, acılarını, sevgilerini… doğru anlamak ve anlamlandırmak gerekir.
Aslında bizimkisi bu Hakikat Arayışçılarının “zaman dışına” çıkışlarının serüvenlerinin ne kadar anlam derinliğine vardığımızın, ne kadar gereklerini yerine getirip getirmediğimizin ahlaki ve vicdani sorgulanmasının yürek sancısıdır…
Hele bir de tarih yapıcılığın geleneğini özlerinde ve köklerinde emmeleri; doğanın ve onun parçası olan insanlığın değerlerini, umutlarını gerçekleştirerek sırtlarında taşımaları…
Hele kutsal direniş ve dirilişin ANA bakir topraklara kanlarıyla karışmaları ve özgürlük tohumu olarak ekilmeleri... Sevgiye, güzele, doğruya, iyiliğe ve dostluğa çiçeğe durmaları…
Hele kavgaya durmaları. Hakikat Arayışçılarıdır ya, kavgalarının özü bellidir: ANLAMLI VE ÖZGÜR YAŞAM, HEM DE AŞK TUTKUSUNDAN OLANINDAN…
Bir de ‘İLK’lerin içinde yerlerini almaları. Adeta gül ve çiçek bahçelerindeki renk cümbüşünde ahenge durmuş, tüm renkler içinde nergis edasında selvi boylu durmaları…
‘İLK’ler aslında ilk olanı yaratmanın, zorlukların üstesinden gelmenin, karanlıklara ışık olmanın adıdırlar. Aslında kendimizi bulmanın anlamı, en büyük erdemi, çabası ve özverisidirler…
Ş.Battal arkadaş ‘İLK’lerin içinde yerini alan nergislerdendir.
Battal arkadaş 1977’de Antep’te mücadeleyle tanışır. Emeğin ve yüreğin sesi, yüce insan HAKİ KARER arkadaştan ilk yeni yaşam derslerini almıştı.
Parti literatüründe Güney-Batı Eyaleti olarak geçen yer Kuzey Kürdistan ile Türkiye sınırında yer alır. İklim ve coğrafik olarak önemli özelliklere sahip olup, önemli tarihi bir geçmişe de sahiptir. Önderlik “doğal çevre ve tarihsel gelişmelerin, birey kişiliğinin oluşmasında belirli rol oynadığı, bilimsel bir tespittir” der. Yine bu bölge ve Ş. Battal arkadaşın doğup büyüdüğü mekân (Pazarcık) önemli yollara sahip olup adeta uygarlıkların beşiği ve geçişine tanıklık etmiştir.
Yine Önderlik “Komagene Krallığın da merkezidir. MÖ. 2000’lerde uygarlıkla tanıştığı kesindir. Daha önceki neolitik toplumun muhtemelen doğuşundan, günümüze kadar gelen 15.000 yıllık ömrünü yaşaması da güçlü bir olasılıktır. Asur, Med, Pers, Sasani, Helen, Komagene, Roma, Bizans, Arap- İslam ve Osmanlı-Türk uygarlığına tanık olmuştur. Yine alandaki tarihin diğer önemli bir özelliği, çeşitli etnik topluluklar, kavimlerin adeta geçiş kapısı niteliğinde olmasıdır. Saf bir etnik toplum ve kavim yoktur. Hepsinin karışmasında bir mozaiğin halen süren güçlü izleri hakimdir.” diyor.
Ş. Battal arkadaş mücadeleyle Antep’te tanışmış, Pazarcık ve Adıyaman’da mücadelesini sürdürmüştür. Bu mekânların ne kadar belirleyici ve stratejik önemde olduğunu, Önderliğin belirlemelerinden de çok iyi anlıyoruz. Adeta bir kavşak rolünü oynamaktadır. Her dört yöne de kapılarını açan bir konumdadır. Halklar mozaiğinin kültürel renk cümbüşünü görmek mümkündür. Verimli iklim ve topraklara sahiptir. Pazarcık ovası ve diğer birçok yerin verimlilikleri dillere destandır. Ş. Battal arkadaş böylesi çok önem arz eden bir bölgenin parçası olan Pazarcık’ın Musolar köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1959’da dünyaya geldi.
Ş. Battal arkadaş çocukluk yıllarını köyde geçirir. Köyün doğa ile içiçeliğinin verdiği huzur, arkadaşta da bir doğallığı yaratmıştı. Çok genç yaşlarda, yaşamın zorlukları ve güzellikleriyle tanışır. Çocuk yaşında bile evin geçimine katkılarını fedakârca sundu. Kendini bu sorumluluktan hiçbir zaman geri çekmedi. Ailede sevilen, arkadaşları içinde ise erkenden özelliklerinden kaynaklı öne çıkan ve sevilip saygı duyulan bir arkadaştı. Olgunluğu, girişkenliği, işleri becermesi, sorumluluktan kaçmadan üslenmesi, arkadaş grubu içerisinde güvenilir bir duruş sergilemesi, belirgin bir şekilde hissedilir ve görülür. İlkokulu köyde okur, köydeki koşullar arkadaşta bir olgunluğu erkenden ortaya çıkartır. Öğreniminin kalanını ise Antep’te yapar. Liseyi burada bittirir. Antep’teki yılları artık olgunluğunun perçinlendiği ve yeni arayışlarının da filizlendiği yıllar olur.
Yaşadığı yıllarda 12 Mart faşist askeri cunta olmuş, Kıbrıs işgal edilmiş, sosyal ve siyasal gelişimler artık Antep ve birçok yerde de kendini hissettirir durumdadır.
Battal arkadaşın arayışlarının ilk anlam bulduğu mekân, Önderliğin tanımını yaptığı bölgedir. Burası birçok uygarlığa, kültüre beşiklik ve ANA’lık yapmıştır. Bu açıdan da zemin, böylesi yeni sosyal ve siyasal oluşumlara açıktır. Devrimci hareketler artık bu yeni oluşan zeminde varlıklarını hissettirmeye başladılar. (Ağırlıklı Türk solu ve kısmi Kürt solu olarak varlık göstermeye başladılar)
Battal arkadaşın kaldığı tarihi Antep şehrinde, halkların kendi emek ve çabalarıyla onursal yaşamı yeniden kurmanın soylu mücadelesini, şafak vaktinde güneşin karanlığı yırtmasıyla yaşamaya başladılar.
İlk tanıştığı Türkiye devrimcileri, yani Türkiye halkları adına mücadele edenlerdi. İlk bunları tanıdı. Yine bu yıllarda, ulusalcı, yani “Kürdistan” adını kullananları da -cılız da olsa- tanıdı. Emeğiyle kendini var eden Battal arkadaş, bu devrimci ve ulusalcı temelde mücadele eden örgütlerle organik bir bağ içinde olmadı. Fakat takip ediyor, tartışmalarına katılıp dinliyordu. Yine bu yıllarda temel bildiği kaynakları alıp okuyor ve anladığı kadarıyla da tartışmalara katılıyordu.
Bir süre sonra Battal arkadaş, yaşama ilk adım attığı köyde anlamlandırmaya çalıştığı yaşama, yeni çağdaş bir işlerlik kazandırır. Yaşam serüveni yolculuğuna ve kervanına APOCULAR diye adlandırılan -başta küçük ve kararlı olan- grupla devam eder. Adeta yeniden dünyaya gelmiş gibi kendini hisseder. İkinci doğuşu gibidir. APOCULAR Antep’te çok kısa bir sürede güçlenir ve taban bulurlar. Adeta Antep APOCULAR’ın kalesi olur.
Battal arkadaş ilk çağdaş yaşam derslerini çok değerli ve yüce yoldaşlarından alır. Haki, Kemal, Ş. Erdal (Mustafa Yöndem) arkadaşlardan… Önderliğin yaptığı Antep toplantısının sonucunu da canlı canlı yaşadı. Kısaca bu Hakikat Arayışçısı ilk derslerini kaynağından, Özgürlük Hareketinin yaratıcısı mimarlarından almıştı. Bu yüzden de çok şanslıdır. Tabii şanslılığının yanında, yükünün ve sorumluluğunun ne kadar ağırlaştığının da farkındadır. Hemen gençlik faaliyetlerinde yerini alır. Gençliğin vermiş olduğu tez canlılık, coşkulu ve emekçi yanlarıyla bütünleşince, erkenden ortama bir güven verir.
Battal arkadaş artık Kürt halkının tarihinin, kültürünün, toplumsal gerçekliğinin farkındadır. Bu halkın, insanlığın beşikliğini yapan MEZOPOTAMYA’NIN nelere maruz kaldığının farkına vardıkça, daha fazla çalışmalara katılır, kendini her şeyiyle adar. Kendisine verileni özlü bir şekilde anlamaya ve özümsemeye çalışır. Battal arkadaş, yitik ve avukatsız kalan bu halkın, bir an önce dili ve avukatı olmanın anlam derinliğini yaşamaya çalışır. Bunun yoğun çabası içerisine girer.
Tabii ki insanlık değerlerinin ilk maya bulması ve toplumsallaşmaya evirilmesi öyle kolay olmadı. APOCU Hareketin çıkışı ve gelişimi de öyle kolay bir seyir izlemedi, önünde bir sürü kara çalılar vardı. İşte o karaçalılardan biri de Haki Yoldaşın komployla şehit düşürülmesiydi. 1977’nin 18 Mayıs gününde işbirlikçi-ajan ve komplocu örgüt Beş parçacılar tarafından Haki KARER Yoldaş şehit düşürüldü.
İlk emek ve yaşamı, sevgi güzelliğini duygu ve düşüncesinde yeşerten, Emeğin ve Yücelliğin sarsılmaz abidesi yoldaşını, Haki KARER yoldaşını kaybeder. Telafisi çok zor olan kaybın yaratığı etki, tüm yoldaşları gibi Battal arkadaşı da sarar ve mücadele kararlılığını daha da perçinler. Artık bu şahadetten sonra tüm varlığıyla kendisini mücadeleye adar.
APOCU Hareket Kürdistan’ın sınır bölgesi dediğimiz (Türkiye-Kürdistan) mekânda örgütlenmeye başlamış ve daha sonra da tüm Kürdistan’a yayılmıştı. Bu yayılmada yine en büyük fedakârlılığı, özveriyi ve öngörüyü Önder APO yaptı. Önder APO ülke genelinde yaptığı gezilerle, özgürlük tohumunu halkın yüreğine ekmeye başlamıştı. Bu gezilerinin duraklarından birisi de Antep’ti.
Battal arkadaş artık doğup büyüdüğü mekândadır. Artık Pazarcık’ın birinci derecede sorumlusudur. Ta ki 6 Şubat 1981’de Türk sömürgeci güçlerle girdiği çatışmada ve şehit düştüğü ana kadar. Şehit düştüğünde daha yirmi iki yaşındadır.
Şehitleri yazmak, anmak, yaşamsallaştırmak elbette öyle kolay olmuyor. Denizler daha yirmi beşindeydi. Erdal Eren 17’sindeydi. Ve emek kervanında adlarını tarihe altın harflerle yazan nice genç bedenler, yüreklerini yumruk yaparak, tüm dünyaya bu kokuşmuş sistemin pisliklerini bir bir hakikattin duvarına vurdular…
Kolay olmadı, bu köhnemiş ve genç yüreklerin beyinleriyle beslenen bu çağdaş deccatların kurmuş olduğu sisteme karşı, çağdaş İbrahim’i Hareketini başlatmak. Ve çağdaş Kawa Mazlum Doğanı yaratmak. Tüm yaratımları Ana-Kadında somutlaşan çağdaş Ninhursakların özünde Zilan’ları yaratmak.
Pazarcık, Özgürlük Hareketiyle 1975-76 yılarında tanıştı. Pazarcık’taki halkımızın ağırlığı Alevi inancındadır. Geçmişte Suni ve Alevi mezhepleri arasında çatışmalar çok çıkmıştı. Yine her ne kadar ulusal bilinç zayıf da olsa, Kürt-Türk çatışması da çıkmıştı. Burada devrimcilik yapan çeşitli örgütler daha önce de vardı. Ağırlıklı olarak Alevi halkımızın içinde örgütlendiler. Geçmişleri öyle uzun değildi. Fakat halk arasında bir etkileri olmuştu.
Pazarcık’ta daha önce CHP’ye dayalı sosyal demokrat bir kimlik dayatılmak istendi. Bunun yanında da devrimci ve demokrat Alevi halkımızın devrimci oluşumlardan uzaklaştırmak için TBP’yi kurdular. Bu parti işlevini gördükten sonra kapatıldı. Tabii daha sonraları anlaşıldı ki bunlar ve bunların uzantıları bizzat devletten, sistemden besleniyorlar.
Özgürlük Hareketinin düşünceleri bu mekânda hemen taban buldu. Tabi öyle kolay da olmadı. Önceleri çok gizli sabırlı oldu. Örgütlenmesini ilçeye bağlı köylerde de aynı anda başlattı. Halkımızın büyük bir kesimi içinde örgütlülüğünü sağladı. APOCULAR’IN birçok özelliği diğer devrimci örgütlerden farklıydı. Adeta fırtına gibi esiyorlardı. Yılların yaratmış olduğu susuzlukla yarılmış toprağa adeta yağmur oldular. Düşünceleri bu zeminde, halkının yüreğinde ve beyninde, toprakla hemen buluştu. Mücadeleleri hep KAVGAYLA geçti. Nasıl da tartışırlardı! Bu tartışmaların başını birçok arkadaş çekerdi. Fakat Ş.BATTAL, Ş.MEHMET İNAN (Bürokrat ), Ş.BESEY ANUŞ, Ş. İSMET ÖMÜRCAN… Arkadaşlar çok farklı çekerdi.
APOCULAR alanda belirdiği andan itibaren, daha önce aralarında hep çatışma olan sol örgütler, APOCULAR karşısında bir olmaya başladılar. O dönemlere tanıklık edenler şunu çok iyi görürler: Önceleri sağ ve sol birbirleriyle amansız mücadele ederlerdi. Yine mezhep ve inançların çatışmaları vardı. İnsan bir taraftan bunları doğal görürdü. Çünkü orta yerde yeni-eski, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen vardı… Fakat daha sonra açığa çıktı ki hiç de böyle değildi. Haklı bir temelde Kürt-Kürdistan denilince hepsi bir oldular. Aralarında ayrı-gayrı kalmadı. Günümüzle karşılaştırıldığında insan geçmişte yaşanılanlara daha iyi anlam verebiliyor. APOCULAR kısa bir zaman sonra, karşısında başta Kürt işbirlikçileri olmak üzere devletin dışında sol ve sağı da gördü. Tarifi çok zor bir KAVGANIN içinde kendini buldu. Aslında APOCU GERÇEKLİKTE budur. Kavga ede ede kendini kökleştirmesini bildi.
Battal arkadaş bu ilçede ve ilçeye bağlı köylerde mücadeleye başladı. İlk derslerini ana kaynaktan almıştı ya. Burada önce halk ve halklar adına mücadele edenler gibi yapmıyordu. Önce örgüt nasıl kurulur ve nasıl yaratılırı belletiyordu. Yoldaşlığın kutsallığına büyük önem veriyordu ve halkın değerlerine (maddi ve manevi) bağlılığını hep yaşamsallaştırmanın çabası ve uğraşı içerisindeydi. İlk komün yaşamını kurdu ve ilk toplulukça işlerde çalışıp örgüte yardım etmenin adımlarını da attı. Sosyalizm ve ulusal gerçeklik temelinde gerçeklerin anlatılmasının amansız bir öğreticisi oldu. Sosyal-şoven ve faşistlere karşı mücadeleyi hem şiddet yoluyla ve hem de ideolojik yolla yürütmenin ilk öğretmenliğini yaptı. İlk kır–köy-şehir örgütlemesini geliştirmenin öğreticisiydi. Bu gencecik fidan boylu insan, bunları ve daha sayamayacağım ‘İlk’leri bu ANA topraklara, gelecek yarınlara tohum olarak ekti. Tıpkı alın terini topraklara akıtan ve mevsimi geldiğinde hasadın tadını bayram coşkusunda yaşayan çiftçinin edası gibi…
Battal arkadaş Pazarcık’ın ilk şehididir. Pazarcık’ın, kanını toprağa ilk akıtan PKKlisidir. Genç, dinamikti ve emeğiyle kendisini var etmişti. Dürüst, sade, olgundu ve sorumluluklarının bilincindeydi. Çok genç olmasına rağmen, dünyayı ve evreni o küçük yüreğinde tutmasını bilendi. Bundan kaynaklı da bu ağır yükün üstesinden geleceğinin bilincindeydi. Düşman, arkadaşın şahadetine bayram etmişti. Fakat bu sevinci uzun sürmedi. Kursağında kaldı. Düşman tarihi hep tekerrürden ibaret sanırdı. Hâlbuki biraz ders alsaydı tekerrür sanır mıydı? Ş.Battal ve ardıllarının yaratmış olduğu bu yeni halk gerçekliği, hiç de düşmanın sandığı gibi değildi. PKK tarihi ve kahramanlığı bunu açık olarak kanıtlamıştır.
12 Eylül faşist askeri cuntaya öyle sıradan yaklaşılmamalıdır. Türkiye halkları adına özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesi büyük bir sekteye uğratıldı. 12 Eylül karabasanı genelde Türkiye’yi, özelde Kürdistan’ı bir kara bulut gibi kaplamıştı. O dönemleri yaşayanlar anımsarlar. Düşman ve işbirlikçileri adeta devrimci avına çıkmış ve dost, demokrat, yurtsever halkın üzerinde terör estiriyorlardı. Bunlar eksikmiş gibi bir de yozlaşmayı, maddi ve manevi değerlerden uzaklaşmayı geliştirmek için bin bir çeşit hile ve oyuna başvuruyordu.
Önce Maraş katliamı ve daha sonra 12 Eylül faşist askeri cuntanın amansız baskı, işkence, katliamları, halkı yerlerinden-yurtlarından sürgüne zorladı. Tabii bazı hile ve dolaplarla gönüllü boşaltmanın zeminini de yarattı.
Bu baskılarla adeta halka şu söylendi, “eğer siz özgürlük hareketine yanaşırsanız, sizleri katliamlardan geçiririz”. Ve tabii halkı katliamdan geçirdiler. Katliam koordinatörlüğünü de sosyal demokrat ve Alevi halkın dostu olarak geçinen CHP yaptı. Battal arkadaş böylesi bir sürecin devrimci sorumluluğunu yaptı.
Peki, bu şehidin ve şehitlerin vasiyetlerini nasıl anlamamız gerekiyor?
Şehidin ve şehitlerin vasiyetlerini yerine getirmenin en önemli yanı, insani gerçekliğimizi ve bu gerçekliğimizin nasıl ters yüz edildiğinin anlaşılmasıdır. Başta böyle bir anlam derinliğimizin olması gerekir. Güney Batı şeridi, Türkiye ile Kürdistan arasında sınırdır, tampon bir özelliği vardır. Bu şeritte asimilasyon yoğun yaşatılmıştır, Kürtlük gerçeğinden, hata insanlık gerçekliğinden uzaklaştırılmıştır. Yürütülen özel savaş rejimi bu sınır şeridini Kürdistan’dan saymama ve oradaki halkı yutma gibi çok tehlikeli, haince bir özel savaş politikasını yürütüyor. Bu yörelerimiz çok erkenden boşaltıldı. Tüm bunlar kadermiş gibi algılanamaz. Tam tersine kapitalist sömürgeciliğin ve bunların işbirlikçi uzantılarının tahribatlarıdır. İşte bunun için bu köklerinden ve özlerinden uzaklaştırmanın panzehiri, insanlık için, onurlu bir yaşamın yaşanması için, genç bedenlerini toprağa veren bu Hakikat Arayışçılarının umutlarını ve yarım kalmışlıklarını doğru anlamak ve gereklerini yerine getirmektir.
Yine yöreye dayatılan katliamlarla (Antep, Maraş, Adıyaman ve Malatya) bir boşaltma hareketi başlattılar. Özellikle genç erkek nüfusu bırakmamacasına ya metropollere ya da Avrupa’ya yollandı. Boşalan bu en verimli topraklara, insanlığa beşiklik yapmış bu ana coğrafyaya ne idüğü belirsiz kendi ajanlarını yerleştirdiler ve ajan örgütlerini kurdular. Sümercede bir kelime vardır “AMARGİ”, yani “ANAYA, DOĞAYA dönüş” anlamındadır. Bu yerlerinden ve yurtlarından çıkartılan diasporaya tabi tutulan halkımız, şehit ve şehitlerimize ancak kendi öz topraklarına dönmeyle ve bu topraklar üzerinde özlerine yakışır bir yaşamı yaratmayla sahiplik etmiş olur. Yoksa bu cennet topraklar hep kan ağlayacaktır. Çünkü bu ANA TOPRAKLAR Önderliğimiz‘in de belirttiği gibi nice uygarlıklara beşiklik etmiş ve özlerinde doğayla dost ve iç içe bir yaşam kurmuşlardır. Komagene uygarlığı sadece bunlardan bir tanesidir.
Yine mücadelemizin geldiği aşamada şehide ve şehitlere verilecek en anlamlı sahip çıkma sözü, bugüne kadar süre gelmiş geleneksel insani değerlerin bileşkesi olan EMEK ve SEVGİ İŞÇİSİNİN insanlığa sunduğu ‘eserleri’ özümseyip kendi öz örgütlemelerini kurmaktır. Nerede olursak olalım yönümüzü ‘kıble’ diye tanımladığımız ülkemize çevirip insanca ve onurlu bir yaşamanın mücadelesini vermemiz gerekiyor.
Halkların farklılıklarıyla bir arada kardeşçe yaşayacağı ve insanlığın özgürce boy vereceği günler uzak değildir. Bunu, Özgürlük Hareketi kendi yaşam, mücadele ve ideolojisiyle büyük bir oranda başarmış durumdadır. Adeta bir halklar ve inançlar mozaiğini bağrında taşıyor. Kurucuları ve şu ana kadar verdiği şehitler (Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Laz, Alman…) bunun en iyi örneğidir.
Ülkenin dört bir yanında şehit kanıyla sulanmayan bir karış toprağı kalmamıştır. Hele sürgünde yaşayan halkımızın yanı başında da ESERLER, MURATLAR, RONAHİLER VE BERİVANLAR VE TAYLANLAR… Kahramanca eylemleriyle tarih sahnesine çıkmıştır. Bedenlerini kelebek dansında ateşe verdiler. Ve yaşamı bu genç bedenlerinde yakılan küllerinde yarattılar. Halkımız nerede, şehidimiz de oradadır. Nedeni halkımızın, Önderliğimizin ve mücadelemizin üzerinde çok yönlü, sinsi bir saldırı, tasfiye ve yok etme girişimlerinin hiçbir zaman durmamasıdır. Bunun için kapitalist-sömürgeci güçler kendilerine engel gördükleri her şeye saldırıyorlar ve engel istemiyorlar.
Tarihin başından günümüze kadar yaratmış olduğu insani değerleri kendinde somutlaştıran ve ezilen, sömürülen, horlanan halklara ve insanlığa ışık, umut olan bu hareketin Önderliğine, halkına ve kadrolarına karşı amansız bir saldırı gerçekleştiriliyor.
Şehit ve şehitlerin vasiyetleri, bu gerçekleri bir bütün olarak (tarihsel-toplumsal) anlamlandırmak ve bilince çıkarmaktır.
Artık tüm enerji ve gücümüz vicdanlarımızın yürek derinliklerinde sızlanmayacağı, ahlaki ve politik bir toplum inşasının çabası içinde olmalıdır.
Bu temelde görev ve sorumluluklarımıza sahip çıkarsak, ancak şehit ve şehitlere karşı borcumuzu ödemiş oluruz.
Piro Can Pak