Reber APO
18 Mayıs'ı şehitler günü olarak anıyoruz. İlk büyük şehidimiz Haki Karer, ardından Dörtler ve daha sonra yüzlercesinin bugüne yakıştırdıkları kahramanca direniş, parti tarihimizde anlamlı bir gün olarak yerini almıştır.
Şehitlik, kavranması ve gereklerinin yerine getirilmesi en zor olan olaydır. Şehidi anlamak, şehidin hakkını vermek, şehidin vasiyetine göre yaşamak, bir devrimcinin en temel, başta ele alması gereken görev ve sorumluluktur. Bunu egemen kılmak, onun savaşımını kesin vermek, bağlılığın en vazgeçilmez bir gereğidir. Hala hatırlıyorum; "Haki Karer anısına nasıl karşılık verebiliriz" sorduğumda, Kemal Pir, "bir polise saldıralım, intikamını öyle alırız" demişti. Hiç de gözüm tutmamıştı. Tamam, o katili bir gün yakalarız, provokatörün cezasını veririz. Bu olur fakat, bunun da anıyı kurtaramayacağını çok iyi gördük ve uzun süre düşündükten sonra anıya, bugünkü parti program tasarısını şehit düştüğü mahallede kaleme aldık ve sanıyorum kendimize göre anıya bir karşılık vermenin en uygun biçimi budur dedik. O, bizi basit bir gençlik grubundan partileşmeye karar veren bir grup durumuna taşırdı.
Partileşmede şehidi, ilk şehidi anlamak ve gerekeni yapmak çok önemli bir rol sahibidir. Ve tarih bu partileşme çabamızla da denilebilir ki, bir yoldaşlığa anlam kazandırdı. Ulusal tarihin en temel bir kilometre taşı olarak yerini buldu.
Şehidin anısında ısrar etmek, gerekeni yapmak, daha sonraki bütün şahadetleri bağladığı gibi yaşayanları da kesin yaşam çizgisi haline getirdi. Ve bu da eşittir savaş çizgisi. Halk savaşı çizgisine kadar da taşırıldı. Şehitlere böyle bağlanmasını bilmeyenler, kesinlikle saygısız oldukları gibi, asla saygılı, değer gösterilmesi gereken kişilikler haline de gelemezler.
Şehide/şehidine hakkını vermeyenler, onların anısını esas alıp yaşamını düzenlemeyenler parti gerçeğimizin de sağlıklı bir militanı haline gelemezler. Düşünün ki bizim bir şehit için yaptığımızı, sizlerin yanı başınızda, hatta sorumluluğunuz altında binlercesinin yaşandığını düşünürseniz ve anılarına tek tek sağlam bir karşılık vermediğinizi göz önüne getirirseniz, kendi kişiliksizliğinizin veya partileşemeyen kişiliğinizin bir önemli nedenini daha bilince çıkarmış olursunuz. Şehide hakkını verseydiniz, eminim ki, şu andaki değerlendirmeleri yapmazdınız. Oldukça parti kişiliğine uymayan, saygısını esas almayan bu yaklaşımları sürdürmezdiniz. Bu kadar şehidi yüreğine sığdıranlar, kesinlikle bu kadar yetersizlikleri sergileyemezler.
PKK şehitleri, belki de insanlığın en köklü şehitleri olarak da düşünülmeye değerdir. En temel bir hatanız, şehadetin anlamını PKK gerçeğinde hakkıyla bilince çıkaramama, gururunuza sindirememenizdir. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kendinize göre bir tarz seçmişsiniz. Eğer doğru alacaksak, ciddi olarak kendimizi parti gerçeğinde adeta bıçağa yatırır gibi yatırmak ve sağlığa kavuşturmaktır. Savaş çizgisinde bütün bu yetmezliklere neşter vurup, son vermekle ancak şehide bağlı olmak mümkündür. Ve bu da kişinin kazanım gücüdür.
Şehitlerimize saygıyı böyle anlamlaştırmayanlar, ağızlarıyla kuş da yakalasalar, bu davada fazla anlam, değer ifade edemezler. Sayılarını hatırlamada güçlük çekiyorum ve hatta öyle değerli şehitler var ki, çoğunun adını bile bilmiyoruz. Ve belki de bazılarını bilemeyeceğiz. En önemlisi, her birisi için neredeyse bir kitap yazılması gereken şehitler, neredeyse hafızalardan silinmiş, buna bir çare bulmak gerekir. Bu çarenin de başta gelen, yenilmez bir parti ve devrimci savaş çizgisi olduğu kadar, onun sağlam militan güvencesini kişiliğimizde gerçekleştirmektir.
Şehitlerin huzurunda başka türlü eğilmenin ifadesi olamaz. Mutlaka şehitleri doğru anlayıp bilmemiz gerekir. Benim en büyük endişem, bu yaşadığınız yüzeysellik, yine saygıdan uzak, oldukça hafif yaşam, mücadele yaklaşımlarınız şehidin anısına en büyük kötülüktür. PKK'nin şehitler bilançosuna baktığımızda, hele onların çok yüce olan niteliklerini göz önüne getirdiğimizde, mevcut kişiliklerle anlaşmak, sizi bu temelde layık bir şehit vasiyetçisi olarak değerlendirmek çok zordur. En temel bir sorunumuz, bu kadar kapsam kazanan şehitlerimize layık olmayı güvence altına almaktır. Hatta ben kendi eylemimi çoğunlukla geliştirirken, en temel birincil amacımı şehit vasiyetini güvenceye almak olduğunu çok iyi biliyorum. Hareketimin en önemli nedeni, şehidin anlamının onun vasiyetinin boşa gitmemesi için, örgüt sürekliliğini, savaş çizgisinin gelişimini, yenilmeyen partisini gerçekleştirmektir. Niçin? Çünkü şehit anısı dayatıcı ve gereklerinin mutlak yerine getirilmeyi emreder. Bu şuur bende birincildir. Bütün şuurların önündedir. Bunu temel hareket ettiren etken olarak düşünemeyenlerin diğer değerlere saygıyla yaklaşacağını, sağlıklı ve gerçekçi anlam vereceğini fazla olasılıklı görmüyorum. Çünkü şehitler en temel değerdir. Acaba bu gücünüz var mı? Şehitler için yaşama, şehit için çalışma, şehit için başarma, gücünüz var mı? Şehit için ucuz ölmek, kesinlikle doğru olmadığı gibi belki de büyük saygısızlıktır. Şehidin anısında ölmek değil, yaşamaktan, savaşmaktan ve mutlak başarmaktan bahsetmek daha doğru olur. Her şahadetin içinde bir eksiklik vardır. Anıya bağlı olan, şehidin vasiyetini esas alan, aslında birincil planda o eksikliği gidermekle görevlidir. Benzer bütün şehitlere baktığımızda, şehide böyle bağlılık daha sonraki kahramanca yürüyüşlerin ve zaferlerin bu nedene dayandığını görebiliyorum. PKK'nin şehitleri bu anlamda hem sayısal hem de özelliksel olarak o kadar kapsamlıdırlar ki, belki de yaşayan militanlardan daha fazladırlar, güçlüdürler, komutandırlar ve hatta kalanlar belki de onların silik bir gölgesi durumundadırlar. O halde silik bir gölge olmaktan çıkılmak isteniyorsa, şehidi şahadete götüren eksiklik neydi onu görmeli. Ben Haki Karer'in şahadetinde eksikliği hemen şöyle tespit ettim. Ki, bu Haki'nin az çalışmasından, amaca bağlılığından, onun eksikliğinden ileri gelmiyordu. O koşullarda amaca ve çabaya hepimizden daha fazla bağlı ve katılan birisiydi. Ama objektif olarak eksiklik, örgüt yoktu. Eksiklik, örgütün sürekliliğiydi. Demek ki, benim bu şahadete yapabileceğim en büyük iyilik; hem örgütü yaratmak ve hem de onun sürekliliğini sağlamaktı. Haki eylem yapmıştı. İlk dönemlerde bazı faşist yönelimleri ve düşman hedeflerini bombalamayı aklına koymuştu ve bu da örgütün taktiğini sağlama almayı beraberinde getiriyordu. Dönem için bu yerine getirilmesi gereken görevleri biz esas aldık. Şehidin anısına biz karşılık verdik. Sonuç; çok önemli tarihi bir gelişme oldu.
Agit için hatırlıyorum, şahadetindeki temel eksiklik, olası gerçekleşebilecek noksanlık neydi: Gerillalaşmama tehlikesiydi. Benim anı değerlendirmesinde yaptığım tespit, en az ellişer kişilik gruplar halinde gerillayı Kürdistan dağlarında gezdirebilirsek, bu şehidin anısına en uygun karşılığı vermiş oluruz, dedik. Ve bir yıl geçmeden bu civarda gerillayı Kürdistan'da harekete geçirdik.
Dikkat edin 1986 baharındaki şahadete 1987 baharında bu kapsamda bir yürüyüşle karşılık verildi. Bunu kendim için en büyük bir vicdan borcu olarak bellemiştim, gerçekleştirdiğimde de en önemli bir aşamayı sağladığımıza inanmıştım.
Ondan sonraki gerilla gelişmeleri kesinlikle Agit'in anısına amansız bağlılığın bir gereği olarak geliştiğini düşünmelisiniz. O çok önemli bir görevdi, çünkü gerilla erimek üzereydi. Var olan gruplar her an dağılmakla karşı karşıyaydılar. Tüm gücümüzü ortaya koymasaydık, Agit'in anısı da hızla hafızalardan silinebilirdi. Ama yüklendik yıl yıl yenilendik. Sonuç, gerillanın bugünkü düzeye gelmesidir. Şehidin anısına böyle sağlam bir karşılık vermenin ne kadar tarihi bir adıma yol açtığını bir kez daha gördük. Mazlum, Kemal ve Hayrilerin, yine andığımız Ferhat Kurtay'ların anısına vereceğimiz karşılık, hareketimizin ülkeden kopukluğunun önüne geçmek, hareketimizi Kürdistan'la birleştirmekti. Ve yurt dışı çalışmalarını bu anlamda olağanüstü bir çabayla ele aldık, yoğunlaştırdık ve aynı yıl 1982'nin sonlarından itibaren partiyi taşırdık. Şunu söylemiştim, bu şahadetlerin anısı, ölümle yaşam arasındaki köprüdür. Üzerinden geçiyoruz, yaşama yöneliyoruz. Dedik ve bunun da ne kadar tarihi bir dönüş olduğunu ve çok kalıcı bir iz bıraktığına herkes şahittir.
Dikkat edilirse önderlik gerçeğinde şehitlerin çok önemli bir yeri olduğu gibi, başarıyı belirleyen en temel bir neden de, bu konuda anıya bağlılığın gerekleri olarak yapılan çalışmalardır.
Sizler bu temelde kendinize yönelirseniz, en temel bir eksikliğiniz mutlak sorumlu tutulmanız gereken şehitlere karşı, üzerinize düşen somut görevleri yeterince idrak edememeyi ve gereklerini yerine getirmemeyi esas aldınız. Hatta düşünün, bir çırpıda yürekten attığınız insanlar var, yanınızda gencecik şehit düşmüşlerdir. Gücünüz yok onların anısına karşılık vermeye ve bu da sizin yenilginizdir. Muazzam bir aşınma var şahadet çizgisinde, düşünün ölüme gönderiyorsunuz, hiç vicdanınız bile sızlamıyor. En önemlisi de onların kutsal bir amacı var. Ne yapılması gerektiğini sorun bile yapmıyorsunuz kendinize. Sonuç, savaş içinde değerlerin muazzam aşınmasıdır. Amaçtan uzaklaşma, çok çirkin kişiliklerin saflarımızda boy vermesidir. En önemli neden demek ki, şahadet çizgisine hakkıyla bağlı olmamaktan kaynaklanıyor.
Bilmeniz gerekir ki, şehitlerin bütün yönlerine anlam vermelidir. En önemlisi de gereken anı çalışması ve savaşımını vermeden siz kurtulamazsınız, asla vicdan muhasebesini yapamazsınız, vicdanınızı aklayamazsınız. Tabii değerli bir parti militanı da olamayacağınız için, etkili bir başarınız da olmayacaktır. O halde bir kez daha sizleri, bütün partilileri, savaşçıları, önde gelen militanları oldukça kabarık bir liste kadar çok insanı, ulusal sınıflar özellikleri olan bu şehitleri iliklerinize kadar tanımaya, anlamaya ve çalışma gereklerini, savaş gereklerini, başarı gereklerini mutlaka yerine getirmeye çağırıyorum. Bu şehitler gününde, bir kez daha mücadeleci yaşamınıza, şehitlere mutlaka hakkını verme sözünü, gerektiğinde kendini yeniden yaşama ve savaşa katarak gereklerini pratikleştirmeye çağırıyorum.
Biz şehitlerin ölümle yaşamın arasındaki farkı silen bir çizgide aslında yaşıyor muyuz, ölüyor muyuz hiç belli olmadan gidiyoruz. Yani kısaca bizde şehitlik çizgisinde yaşamla ölüm birleşmiştir veya ayırım silinmiştir. Önderlik çalışma tarzı ölümle yaşam arasındaki farkı kaldıran bir çalışma tarzıdır.
PKK şehitliği kesinlikle bunu dayatır. Ölümden çok uzak bir yaşam olmadığı gibi, ölümde de yaşamın tükendiğini, yaşamın bittiğini düşünmeyen bir özelliği vardır. Bu çok önemlidir. Siyasette, askerlikte, örgütte her türlü çalışmada ölümle yaşam arasındaki farkı ortadan kaldırmak, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşandığını ve her an ölümle burun burunaymışız gibi yaşamayı esas aldın mı, şahadet çizgisinde yaşıyorsun demektir. Bu çalışmalar böyle yürüyor. Başka türlü komutanlık çizgisinde seyretmek mümkün olmuyor. Burada hala PKK'nin bazı vazgeçilmez yaşam ölüm biçimleri vardır. Onda seyretmedikçe iflah olunamaz. Düzenden aldığınız kişilik nedir, düzenden aldığınız yaşam nedir? Bir hiçtir. Dolayısıyla kendinize bir sıçratma yapmak istiyorsanız, PKK olayındaki yaşam ölüm çizgisinin böyle birleştirilmesi ve aslında bir yerde ölümü mahkum eden bir yaşam çizgisine sahip olunmasıdır. Bunun bazı gerekleri vardır. Eski geri uyduruk yaşam dürtülerini aşmak kadar öyle basit korkularını da esas almamayı bunları da yıkmayı emreder.
Bu da doğru cesaret ve onun yaşam ve savaşa yansımasına yol açar ki, en büyük kuvvet de bundan çıkar. Bu tabii, dediğim gibi, ölümle burun buruna her an yaşamayı da gerektirdiği için son derece dikkatli, duyarlılığı da beraberinde getirir. Sizin gösterdiğiniz kör bir cesaretle ölüme yaklaşmayı asla kabul etmez. Aslında her an ölümle burun burunadır ama ölüm belki de herkese değmiştir. Şu ana kadar, burun buruna olmamıza rağmen burnumdan bir damla kanı bile akıtamamıştır. Neden? Dikkat gücü, tedbir gücü çok yüksek olduğu için.
Bu dünyanın en tehlikeli yaşayan bireyiyim.
Tehlikeler yakalayamadığı bireyim. İşte bunun da PKK'nin başaran tarzıyla çok sıkı sıkıya bağlılığı var. Şimdi bu çok basit, küçücük yaşam veya ölüm korku güdülerinizle bizim böyle gerçekleştirdiğimiz yaşam tarzını karıştırmayın. Kötüye de kullanmayın. Mümkünse mutlaka anlayın diyorum bunu.
Şehitler günü bunun için çok büyük bir fırsat. Size içtiğiniz sudan, teneffüs ettiğiniz havadan daha fazla böyle bir yaşam çizgisinde yürümeye ihtiyacınız vardır. Umarım anlıyorsunuz. Anlasanız, bu bile sizin için çok sağlam bir yürüyüş, yaşam, savaş, başarı perspektifidir.
18 Mayıs 1996
---