Üç Fedai Kadın Kahramanımızın Direniş Öyküsü

Zamanın yaşanılır kılınması, ona bahşedilen başarılar ve oluşturulan moral-ahlaki değer katkılarıyla anlam bulur. Zamanı ve yaşamı anlamlandırmak, anlam gücüne ulaşmak eğer hakikatin kendisi ise, zamanı, An’ı anlamlı yaşamak ve hakkını vermek de hakikate ulaştırır ki, bu da özgürlük zamanıdır. Hakikat savaşçıları ancak büyük bedel, fedakârlık ve yoğun emek, çabalarla bunu gerçekleştirmekteler. Öyle bir gerçekleşme An’ıdır ki bu, ne ilk nede son olur ki kendi ardıllarını sürekli oluşturur. Sözün pek değer ifade etmediği, anlamsızlaştığı böylesi bir zamanda, anlam gücü olan hakikat, eylemle kendi ifadesini bulmaktadır. Haziran zamanını da anlamlı ve yaşanılır kılan, eylemsel ifade gücü ile kendini anlamlandıran üç kadın kahramanın direniş öyküsünü sözlerle anlatmak çok kolay olmayacak. Yaşanılanı kendi zamanına göre anlatmak ve zamanın sırlı olan oluşturma özelliği ile anlamlandırmaya çalışırsak, belki hakkını verebiliriz ve geleceğe ne bıraktığını anlayabiliriz. Üç kadın kahramanımızın yaşadıkları aşk, özgürlük, yaşam ve değerlere bağlılık tutkuları, onları büyük bir aşkla mücadeleye ve eyleme sürükledi. İnsanlığın makûs tarihinin, Kürdün tarihinin yeniden yazılması ve geleceğin inşasıydı bu. Bu tarih; kalemle defterlere yazılmadı. Her An’ında dökülen kanlar, yanan bedenler ve patlayan canlarla insanlığın yüreklerine nakşedildi. Kürdün ve PKK’nin gerçek tarihi de bu fedaileşen gerçeklikle doğup büyüdü ve büyümekte.

Tarih 1996 Haziran’ın 30’unu gösterirken, Dersim’in kendi geçmiş direniş geleneğine yaraşır biçimde geleneğin canlanması, tarihe yeni bir sayfa açmıştır. Tarihe damgasını vuran kahramanlıklar öyle kolay yaratılmıyor. Buna neden olan, atom bombasından daha etkili yaşanan büyük bir patlamadır. Öyle bir patlama ki insanın kanını dondurur. Tüm gerici zihniyet ve ruhların beyninde, yüreğinde patlayan bir bomba olmak kadar, kendi halkının çocuklarında da yeni bir umut ışığı ve cesaret kaynağı oluşturmaktadır. Bu patlamaya yol açan herhangi bir maddi güç kaynağı değil, kendini olağanüstü manevi değerlerin bileşkesi olarak donatmış bir insan ve de kadın. Hangi güç bir insanı kendini patlatacak bir bomba haline getirir ki. Tabi bu ve benzeri olayların yabancısı olmadığımız bir coğrafyada yaşıyoruz. Kimisine tanıklık ediyoruz, kimisine ise yaşadığımız toplum realitemizin hafızası olarak geçmişimizden öğreniyoruz. Genelde Ortadoğu özelde de Kürdistan, uygarlığa kaynaklık eden bu coğrafya, gerici iktidar odaklarını beslediği kadar direniş kültürünü de bir realite ve gelenek olarak sürdürdü, sürdürüyor. Daha dün gibi hafızalarımızdadır, Filistin’in puşili fedaileri, Kürdistan’ın isyan öncüleri olarak teslim olmayıp saç örüklerini birbirine bağlayıp kendilerini uçurumlardan atan fedai kadınların öyküsü ve daha niceleri. Bugün Kürdistan’da kendini bu direniş odağına dayandıran PKK gerçeği ile ise, gerillalaşan Kürt kadını ve fedaileşen Zilan, Sema ve Gulan’lar. Önder APO ve PKK gerçeği yaratmıştı Zilan’ları. Öyle bir gerçeklik ki, bir taraftan kendi tarihsel mirasına sahip çıkma ve tarihi mirasına sahip çıkarken geçmişi canlandırdığı kadar, bu mirası geliştirerek dönemin gerekliliklerine göre katkılarını da ekleyerek geleceğe yeni miras bırakmanın yanı sıra, An’a başarılar sığdırarak hakikatin peşinde hakikatin gerçekleşmesi oluyor.

Zilan (Zeynep Kınacı) da bir Kürt kızı olarak böyle bir geleneğe sahip çıkmanın tutkusu ve yüreğindeki Önder APO gerçeğine bağlılık gibi yüce duygularıyla bu yola baş koymuştu. Hakikat olarak inandığı bu davaya olan inancını büyük bir eylemle taçlandırması gerekiyordu. Çünkü yaşadığı zaman bazı sözlerle anlam bulacak kadar sıradan bir zaman değildi. Dışarıdan gerici sistemin komplo vb. her tür yönelimle tasfiye çabalarının yanı sıra içerde de gericiliğin teslimiyetçi-işbirlikçi anlayışlarla kendisini çizgi olarak mücadeleye dayattığı bir dönemde ancak büyük bir eylem gerçekleştirme bu saldırıları durdurabilirdi. Zilan’da bu zamanın gereklerine göre hareket etmesini bilerek eylemini gerçekleştirdi. Ölümü yaşamın sonlanması olarak değerlendirenlere de ölümle yaşamın nasıl yeniden yaratılabileceğini göstermiştir. Bunun için “Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum” dedi. Yine “Keşke canımızdan başka verecek şeylerimiz olsaydı Başkan APO için” diyerek Önder APO gerçeğine ve değerlere bağlılığın nasıl olması gerektiğini ortaya koydu. Zilan eyleminin nasıl anlamlandırılması ve böylesi bir şahadete nasıl cevap olunması gerektiğini en iyi biçimde Önder APO’dan öğreniyoruz. “Zilan bir manifestodur. Özgürlük çağrısıdır.”diyerek Kadın özgürlük mücadelesini kadın kurtuluş ideolojisine kavuşturarak, kadının mücadelesinde ileri sıçramayı gerçekleştirmiştir. Her büyük eylem ve şahadetin kendi ardıllarını oluşturma özelliğinde görüldüğü gibi Zilan’da kendi ardıllarını oluşturmuştur.

Zaman 1998’in Newrozunu gösterirken, adı gibi Yüce olan Sema Yüce yoldaşımız da zindanlardan Zilan’ın özgürlük çağrısına eylemiyle somut cevap oluşturmuş ve 17 Haziran’da şahadete ulaşmıştır. Önder APO’nun Zilan’ı bir manifesto olarak kadın kurtuluş ideolojisi ile somutlaştırdığı 8 Mart 98 konuşmalarını dinlerken, kadın özgürlük mücadelesinin Kürt ulusal mücadelesine ve insanlığa kazandıracağı, öncülük rolü oynayacağı gerçeğinden yola çıkarak “beynimi, yüreğimi ve bedenimi 8 Mart'tan 21 Mart'a ulaşan ateşten bir köprü yapmak istiyorum” diyerek eylemini gerçekleştirdi. Kadın özgürlük mücadelesinin yaratacağı ulusal etkiyi fark ederken, Fikri Baygeldi yoldaşımızın bir erkek militan olarak Sema arkadaşın emir eri olduğunu belirtip eylem gerçekleştirmesinden habersizdi. Fikri arkadaşın eylemi bir bakıma Sema arkadaşın söylediklerinin pratik olarak da doğrulanması anlamına gelmektedir. Sema arkadaşın bedenini ateşe vererek kendini yakma biçimindeki eylemi, Anka kuşu gibi küllerinden yeniden yaratılmanın bir efsane olmadığını, esasta yaşanıldığını ve hakikat olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü bu eylemi kendi küllerinden yeniden yaratılma anlamını içermektedir. Sema Yüce yoldaşın eylemini gerçekleştirirken bıraktığı mektupları ve raporlarında ulaştığı iç yoğunlaşma ve kendini sorgulama düzeyi, özgürleşen ve partileşen militan kadın ölçüsüdür. Ulaştığı iç yoğunlaşma düzeyi kendini aştığı An’dır, bu da partililik, özgürlük düzeyidir. Bunun için Önder APO, Sema Yüce yoldaş için zindanda değilde en ufak bir yaşam imkânı bulsaydı özgürlüğün sadece şahadetle değil yaşanabileceği ve yaşamda somutlaşmasının ifadesi olacaktı biçiminde değerlendirdi. Kendisini bu eyleme götüren temel gerekçelerden birisi de Önder APO’ya olan bağlılığıdır. Aynı zamanda bağlılığın sözle değil pratikte eylemsel gerçekleşmesi kadar, kendini aşarak Önder APO ile arasındaki mesafeyi kapatmaktadır. Mektubundaki “Nasıl ki gökyüzünde iki güneş yoksa ve olmayacaksa, bir insan için, özgürleşmek isteyen bir kadın için, iki yaşam seçeneği, iki moral merkez olamaz. Bu satırları yazdığım AN, kendimde düşünsel, moral ve yaşamsal açıdan Başkan APO'yu tek merkez haline getirdiğim, kendimdeki tüm iç engelleri aştığım AN'dır.” sözleri bunu açıkça ifade etmektedir. Sema Yüce yoldaşın şahadetine en anlamlı cevabı Önder APO, kadın özgürlük mücadelesini yükselterek, “Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi” oluşumuyla vermiştir.

Zilan ve Sema’ların ardılları olarak, tarih 7 Haziran 2002’yi gösterirken, mücadelemizde hiç tanık olmadığımız ve hiçbir biçimiyle düşünemeyeceğimiz akıl ve yürekleri donduracak biçimde katledilerek şahadete ulaşan Gulan yoldaşımızın mücadelesine tanıklık ediyoruz. Gulan (Filiz Yerlikaya) yoldaşımız da Zilan ve Sema’ların izinde yürümeye and içmiş, bu fedai kadın şehitlerimizi bir çizgi olarak ele alarak, fedai çizgisinin kendisini kurumlaştırması ve örgütlemesi gereğine inanarak bunun mücadelesini geliştirerek pratik çabalar içerisinde olmuştur. Gulan arkadaş öncülüğünde fedailik, “Fedailik APO’culuğun yaşayan özüdür” şiarıyla bir sistem olarak örgütlenip kurumlaşmıştır. Gulan yoldaş, Önder APO’nun birebir eğitimini görmüş ve ondan öğrendikleriyle mücadelenin en zor pratik sahalarında pratik yürütmüş ve savaşta öncü komutan rolünü oynamıştır. Önder APO’dan öğrendiklerini kendisine rehber edinmek kadar büyük bir bağlılık düzeyine kendisini ulaştırmıştır. Önder APO’ya dönük gelişen uluslar arası komplo sonucunda gelişen esaret sürecini hiçbir biçimiyle kabul etmemiştir. Esaretin nedenleri üzerine yoğunlaşırken içteki geriliklerimizin ve yetersiz yoldaşlığımızın farkında olarak, kendisinde var olan üstün sorumluluk duygusu onu esarete cevap oluşturma arayışlarına itmiştir. Bu süreçlerde Önder APO’nun esaretine cevap oluşturmak için fedai eylem yapma kararlılığını yaşamış ve eylemini gerçekleştirmek için harekete de geçmiştir. Ancak sürecin farklı yönde evrilmesiyle örgüt kararı ile geri çekilmiştir. Eylemini gerçekleştiremeyince, Önder APO’nun esaretinin APO’cu fedailerde yol açtığı sarsılmaz intikam duygularının yakıcı patlama gücünü, dönem görevlerine yüklenerek, çalışma tarz-temposuna ve iç gericilikle mücadele gücüne dönüştürerek pratikleşmeyi esas almıştır. Gulan yoldaşta öne çıkan sorumluluk duygusu ve iç-dış gericiliğe karşı tereddütsüzce mücadele etme azmi, kararlılığı ile yürüttüğü mücadeleyi zafere ulaştırma inancı ve coşkusu temel belirgin yanları olmuştur. Zafere olan inancını gözlerinin keskinliği ve parlaklığından anlamak hiç de zor değildi. Kürt özgürlük hareketimize karşı iç ve dış saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde içte güvensizlik, inanç sarsılması, kadrolarda tereddüt, ikirciklik yaratarak özgürlük hareketimizi tasfiye etmek isteyen komplocu güçler bilinçli olarak Gulan arkadaşı hedeflemişlerdi. Çünkü Gulan arkadaş, mücadelesindeki keskinliği ve duruşuyla bu komplocu güçlerin planlarını engelleme rolünü oynamaktaydı. Bunu gören bu güçler 7 Haziran 2002’de çok vahşi yöntemlerle Gulan arkadaşımızı katlederek, Gulan arkadaşımız şahadete ulaştı. Kuşkusuz bekledikleri sonucu göremediler. Gulan arkadaş çevresinde oluşturduğu güven ve öğreticiliğiyle kendi ardıllarını oluşturmuştu. Onun çabaları ve öncülüğünde yürütülen fedai kurumlaşmamızda onlarca arkadaşımızın pratikleşmesi ve Erdal, Dengtav, Harun’ların dönem gerekliliklerine göre geliştirdikleri fedai eylemlerinin bir yanı da Gulan arkadaş’ın şahadetine cevap oluşturma istemleridir aynı zamanda.

Her üç yoldaşımızı da Haziran ayı şahadet yıldönümleri vesilesi ile anarken, bizlere verdikleri mesajı anlamak buna göre mücadele maratonunda başlattıkları yarışı zaferle sonuca götürmek anılarına bağlılığın gereğidir. Zaman olarak da mücadelemizin çok keskin sınırlarda seyrettiği böylesi bir dönemde, dönemin gerekliliklerine göre bu şehitlerimizin emir erleri olarak mücadele görevlerimizi yerine getirmekle yükümlüyüz. Mücadele şehitlerimiz bunu emretmektedir. Yaşadığımız coğrafyada halkların devrim ateşi ile ayaklandığı, özgürlüklerini olmazsa olmaz kabilinde gerçekleştirme istemiyle mücadele ettikleri bir süreçte özgürlük militanları olarak yakılan bu devrim ateşini başarıya götürmekten başka şansımızın olmadığı açıktır. Kürdistan’da yüzü puşili Kürt çocuklarımızın ellerindeki taşlarla panzerlere karşı kendilerini savunmaları, gençlerimizin nehirlerin önünde kendini suya atmayacak kadar büyük bir iradeyle kendini yakmaktan çekinmeyen duruşları ve kadın, yaşlı, çocuk demeden sokaklarda günlerce ayakta olan halkımızın özgürlüğü hak ettiğini ve mücadelesini zaferle taçlandırılmasından başka yolun olmadığı kesindir. Halkımızın bu direnişi ilham ve güç kaynağı olmak kadar öncü militanların da kendi rolünü oynamasını gerektirmektedir. Öncü militanlar olarak, ancak her üç kadın kahraman şehidimizin fedai duruş ve eylemselleşmesi ile bu döneme cevap oluşturabiliriz. Bu kadın kahraman şehitlerimizin anılarına bağlılığın da bir gereği ve yaraşır olanıdır. Bu temelde fedai ruhla dönem görevlerine yükleneceğimizin sözünü verebiliriz.

Delal Amed