14 Temmuz Direnişçiliği PKK’nın Felsefik Bakış Açısının bir Sonucudur. Yarattığı Ruhun Vücut bulmasıdır. İdeolojik kimliğin militanca savunulmasıdır.
Kürt halkının tarihe yolculuğu PKK ile başlar.
Kürt halkı güçlü dinamiklere sahip olmasına rağmen bu öz dinamiklerle devinim gücünü gösteremediği için tarihsel gelişiminin gerisinde seyretmiştir. En köklü kültürel değerlerin yaratımında rol oynamasına rağmen, başka halkların tarihinde dip not olarak kalması, tarihin ironisi olarak karşımız da durmaktadır. Toplumsal gelişmenin belli bir ara aşamasından sonra yaşadığı bir diğer talihsizlik; tanrılarını, peygamberlerini, meleklerini, filozoflarını yaratıp yaşatamamıştır. Yine Tel xalaf kültürünün kendi özüne uygun başka bir toplumsal gerçekliğe büründürülememesi de diğer bir ironidir. Yaşanılan bu gerçeklik felsefik bir derinliği, ideolojik bir doğrultuyu ve ruhsal bir bütünlüğü, süreçlere uygun yakalayamaması ne Tel xalaf kültürünün devamını ve ya bir üst evresini yaşamasına yol açmış ne de uygarlıksal gerçeklikle uyum içerisinde tarihsel gelişimini sürdürebilmiştir. Yakın tarihe kadar katmerleşerek süren bu Kürt dramı, önderliksel bir ideoloji olan PKK’nın gün ışığına çıkmasıyla son bulmuştur. Bu nedenle Kürt halkının tarihe yolculuğu PKK ile başlar.
Tarih bilinci bir halkın kolektif belleğidir.
Demokratik bir ulus olarak şekillenen, Kürt halkının kolektif belleğinin oluşmasında, 14 Temmuz Direnişi bir dönüm noktasıdır. Özünde saklı duran felsefenin, ideolojinin ve ruhun açığa çıkıp yaşamsallaşmasıdır. Bu sadece Kürt halkı açısından değil, Ortadoğu gerçekliği bağlamında da geçerlidir. 14 Temmuz Direnişi başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının bölgede egemen sisteme karşı, özelde ise bunun en önemli bileşkesi Türkiye cumhuriyeti rejimine karşı; felsefik, ideolojik ve eylemsel çizginin ifadesidir.
PKK ve Kürt halkının bu tarihsel –toplumsal uyanışı özünde Ortadoğu halklarını uyanışıdır. Bu tarihi günümüze taşırma anlamına gelir. Sınıflı toplum uygarlığının en zalim, en despot temsilini yapan Türkiye Cumhuriyeti bu görkemli uyanışı, yeniden karanlığın kuytuluklarına gömmek amacıyla, 12 Eylül faşizmini örgütleyerek uygulamıştır. Amed zindanında en acımasız uygulanan bu zulme karşı 14 Temmuz Kürt halkının ve halkların zafer çizgisidir. Kemal pir yoldaşın ‘Bu hareketin çizgisinde zaferi görüyorum.’ Özdeyişi bu bitik topraklara serpilen yeni felsefe, ideoloji ve yaşamın öngörüsüdür. 14 Temmuz Amed zindanında yaşanılan insanlıkla –zulmün kıyasıya mücadelesidir.
ABD Önderlikli egemen sistem içine girdiği derin sistemsel bunalımdan çıkmak için peş peşe faşist rejimler örgütledi. Filipinlerde Markos, Pakistan’da Ziya-ül Hak, Mısır’da Enver Sedat v.b diktatörlükleri iş başına getirmesi, halklara nefes aldırmaz düzeyde olurken, bizzat kendisi Panama v.s.yerleri işgal ederek egemenliğini pekiştirmek istedi. En önemlisi de İsrail’i Filistin halkına saldırtarak ve 12 Eylül faşizmini örgütleyerek büyük bir tehlike olarak gördüğü PKK şahsında Ortadoğu’nun doğuşunu engellemeye çalıştı. Dahası Emperyalizmin jandarmalığını bölgede üstlenen Türkiye Cumhuriyeti kendisini bir zulüm kalesi olarak yeniden örgütledi. PKK’nın halkların özü, ruhu ve görkemli direnişi olarak 14 Temmuz’un yaşamında ve eyleminde açığa çıktığını görüyoruz.
14 Temmuz Direnişiyle bu gün daha iyi bilince çıkarttığımız halkların demokratik komünal değerlerinin eşitlik ve özgürlük temelinde sürdürücülüğünün somutlaştırılmasıdır. Eğer bir vahşet timsali Türkiye cumhuriyeti o günün koşullarında Amed zindan direnişçiliğini teslimiyet ve ihanete uğratma başarısını gösterebilseydi, bu gün Ortadoğu’da yaşanan büyük alt üst oluşlar halklar lehine gerçekleşmeyebilir, tersine halkların ufkundaki zifiri karanlık daha da katmerleşebilirdi. İşte 14 Temmuz bu zifiri karanlığı dağıtan bir meşale olmuştur. Şayet bu gün Ortadoğu halklarının demokratik komin al değerleri ideolojik bir kimliğe kavuşmuşsa demokratik ekolojik cinsiyet özgürlükçü bir toplumsal sistemin dinamikleri açığa çıkarıldıysa ve bunun bilinci felsefesi ve mücadele ruhu bir önderliğe erişmişse bunda 14 Temmuz direnişçiliğinin felsefik bakış açısını ideolojik ve ahlaksal duruşunu, ilkeli yaşam tarzını, amaçlara ve ideolojiye bağlılığın görkemli temsiliyeti vardır.
Yine egemenlikli sistem derin bir kaos sürecini yaşıyorsa, halkların ufkunu karartan diktatörlüklerin vücut bulduğu ulus devletler, derin bir çıkmazı yaşayıp kimileri yıkılıp, kimileri derin bir krizle karşı karşıyaysa, 14 Temmuz direnişçiliğinin halk ve gerilla savaşında, bayraklaşıp halkların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yaşanmasındandır.
14 Temmuz kızıl bir şafaktır Kürdistan’da!
Bu kızıl şafakta beliren PKK’nın direniş ruhunun teslimiyet ve ihanete karşı zafer kazanması yaşamın ve mücadelenin her anında kanıtlanan bu direniş ruhunun bayraklaşarak zindan burçlarında dalgalanmasıdır. .
“Başardık… Başardık… Altı kişiyle başardık..!”
Başarılan neydi?
Mazlum Doğan yoldaşın “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür.” şiarının karartılmak istenen tutsakların beyin ve yüreklerinde yankılanan ve anlam bulan öze dönüş çağrısıdır.
Başarılan neydi?
Ortadoğu’ya büyük hicreti gerçekleştiren Önderlik felsefesinin, ideolojisinin ve yaşam tarzının zindanda sürdürülmesi, yaşamsallaştırılması ve tarihselleştirilmesidir.
Başarılan neydi?
Ülkeye dönüş çağrısıydı.
14 Temmuz ruhunun, 15 Ağustos direnişçiliğiyle özgürlüğün sembolü dağlarımızda, varlığımızın teminatı özgürlük ateşinin yakılması ve bu ateşin kuşak kuşak serhildanlara .dönüşmesidir. Başarılan; Önderliğe, halka, devrime bağlılık, zafere olan inanç ve tarihi sorumluluk bilincidir.
Tarih, içinde yaşanılan andır. Günümüzdür ve gelecektir.
14 Temmuz bilinci ve bu bilincin pratikleşmesi tarihi canlandırıp güncelleştirdiği gibi bu eylemliği halkların yüreğinde ve vicdanında tarihselleştirdi. Bu tarih her zaman yaşayacak bir miras olduğu gibi zaferin de teminatıdır.
14 Temmuz direnişçiliği PKK’nın felsefik bakış açısının bir sonucudur. Yarattığı ruhun vücut bulmasıdır. İdeolojik kimliğin militanca savunulmasıdır. Yine 14 Temmuz direnişçiliği tarihin akışı, çağın gereği demokratik kurtuluşun temsilli ve bilimsel sosyalizmin doğrultusudur. 14 Temmuz böyle anlaşılmadan bu gün yaratılan görkemli maddi ve manevi değerlerimizde yaşatılamaz.
Mezar sessizliğine karşı bir ışık, bir ses
12 Eylül faşizmi büyük bir vahşetle Kürdistan halkına yönelerek, devrimcilik yurtseverlik ve insanlık adına ne varsa belleklerden söküp atmayı amaçlıyordu. Bunun için PKK kadro sempatizan ve taraftarlarını işkence tezgahlarından geçirerek zindanlara dolduruyordu. Zindana alınan sadece PKK değil insanlıktı. Ve zulüm insanlığı çiğniyordu.
İlk ışık ben olacağım:
Türkiye Cumhuriyeti zulmü akla hayallere durgunluk verecek düzeydeki uygulamalarının başat nedeni Amed zindanını bir ihanet bataklığı haline getirmekti. Bunun için analitik zekânın iktidarlaşma ürünü olan ve insanlık karşıtı, Kullanılan tekniğin bütün araç ve gereçleri insanlık erdemlerini öğütmek için acımasızca kullanıyordu. Eğer direniş alt edilip zindan zindan bir ihanet bataklığına dönüştürülebilinirse ihanet virüsleri tutsakları hücre hücre saracak ve oradan da Kürdistan’a yayılacaktı. Kürt halkı yeniden mezara gömülecekti. İtiraf edilecek olunursa vahşet umut ışınlarını gölgelemişti teslimiyet ve ihanet furyası estiriliyordu. Kendi gerçekliğinden kopmalar bir trajediye dönüşüyordu.
Konuşmanın, ortaklaşmanın, paylaşmanın hatta bireyin kendisi için düşünmenin dahi yasaklandığı her şeyin emir-komuta zincirine göre şekillendirilmeye çalışıldığı bir atmosfer yaratılmıştı. Kürt gerçekliğinden kopartılmak istenen tutsaklar bilinmezliklere sürükleniyordu. Bilinçler köreltilmiş, yürekler korku kalesi haline getirilmişti adeta
Mazlum Doğan yoldaşın “Bu ülke, bu zindan, bu hücreler neden bir mezar kadar sessiz! ve neden zifiri karanlık gittikçe çoğalıyor. Bu zifiri karanlığa neden hiç kimse bir ışık olamıyor”.
“İlk ışık ben olacağım ve ateşimi elden ele dolaştıracağım. Nerede zulüm, nerede karanlık varsa ateşimi orada yakacağım “demesi kızıllaşan Temmuzun ilk kıvılcımları oluyordu.
El ele halaya tutuşurcasına bedenlerini ateşe veren Dörtlerin “Ateşe su dökmeyin, ateşi gürleştirin, ateşi söndüren ihanetçidir.” Demeleri Temmuzun sıcağında dirhem dirhem erimenin inancı ve çağrısı oluyordu.
Savunma Hakkı kutsaldır, bu hakkı kullanmayan lanetlidir:
Temmuz’un bir sabahında tutsaklar zincire vurulmuş, köle pazarına götürülür gibi mahkeme salonuna götürülmüşlerdi. Her zaman ki gibi tutsaklar olacaklardan habersizdi. Bir kaç aydınlık ufuklu insan dışında Hayri durmuş yoldaş söz hakkını alıp konuştuğunda, bütün tutsaklar nefeslerini tutmuş onu dinliyorlardı. Mahkeme heyeti ve salondaki zebaniler afallamış vaziyetteydiler. “savunma hakkımızı kullanamıyoruz. İşkenceli yaşam yaşanmaz durum da” diyen M. Hayri Durmuş sesi salonda yankılanırken tutsaklar bu sesin derin etkisine girmişti. “Kürdistan’da devrim yapmak isteyen her siyasi hareket, silahlı mücadeleyi esas almak zorundadır. Yine ulusal kurtuluş mücadelesinin başarıya ulaşacağına inanıyorum” tutsakların beyninde ve vicdanın da yankılanıyordu. Heyetin ikna çabaları sonuçsuz kalmıştı. “Bu son mahkemem olacak” diyerek büyük ölüm orucu eylemini başlatan Hayri yoldaş takiben Kemal Pir yoldaş iradesini “Ben yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” felsefesiyle bütünleştiriyordu. Kürdistan ‘ın genç kızıl yoldaşı, yıldızı Ali Çiçek “PKK bana teslimiyeti değil, direnişi öğretti. Buna layık olamadım.” Diyerek ölüm orucu kervanına katılıyordu. Söylenen her söz tutsakları sarıyor, duygu seline çeviriyor ve hıçkırıklar boğazlarda düğümleniyordu. İnaçsızlıktan ve devrime yoldaşlara bağlılığın zayıflığından değil ölüm orucu eylemliliğinden habersiz ve hazırsız olmamalarındandı.
Kemal Pir ölüm orucu kararını açıkladıktan sonra “oh be özgürlük ne güzel! Sizde kendinizi hazırlayın” deyişi karşısında yanında oturan bir arkadaş hıçkırıkları ile yutkunarak “tamam” derken, tüm tutsakların ortak tutkusu olan Kemal yoldaşın çağrısı karşısında “Temmuz sıcağında buz kesildim” demesi tüm tutsakların duygularını yansıtıyordu.
Yeni bir süreç başlıyordu:
Direnişçi tutsaklar sevinç ve üzüntüyü iç içe yaşıyordu. Bir yandan direnişin umut ve inancı yaşanırken bir yandan da zamanın da hazır olmamanın ezikliği ve direniş önderlerini anı anına takip edememenin burukluğu yaşanıyordu. Ama ortak paydalarında “artık bu yaşam kabul edilemez” bilinci vardı.
Her şeye rağmen kendini direnişe hazırlama, örülmek istenen teslimiyet belasından kurtulma, Mazlum’un direniş meşalesi, dörtlerin düşmana bile “Bu nasıl bir iradedir”. Dedirten bağlılığını ve 14 Temmuz direnişi sorumluluk bilinciyle, o kör kuytudan kurtulmanın kararlığı şekilleniyordu. Tutsakların belleğinde.
Bu yaşanan gerçeklikle PKK’nın amaç ideallere olan bağlılığı ideolojinin yaşamsallaşması, ilkelere göre yaşamı ve düşman bilincinin derinliğini görmek çıkarılması gereken yaşamsal derslerden biri oluyordu. Mahkeme dönüşünde büyük bir telaşa kapılan düşman, büyük ölüm orucu eylemcilerini tutsaklardan ayırdı. Ve işkenceci başı Esat Oktay’ın yanına götürüldüğünde Esat’ın ilk sözü “Kemal bu kez ölmelisin” diyordu. (Mart 81 ölüm orucunu kastederek) Kemal’in gururla, inanç dolu cevabı şu olmuştu: “Hiçbir güç beni artık bu yaşama döndüremeyecektir”,sözü ölüm orucunun doğrultusunu belirtiyordu. Kemal Pir yoldaşın bu deyişi PKK‘nin felsefik ve ideolojik kişiliğinin nasıl bir yaşam içinde olması ve ya nasıl bir yaşamı kabul etmesi gerektiğinin özlü ifadesidir. Halende esas alınan, alınması zorunlu olan PKK‘lilik ve PKK yaşam anlayışı bu çerçevededir.
Teslimiyet ve ihanet ağının örülmeye çalışıldığı, insanın kendi özüyle karşı karşıya getirilmek istendiği ve özünün kirletildiği, doğal ve insani olan her şeyin irade kırma yönünde kullanıldığı adeta can ve onur pazarı haline getirilen Amed zindanın da büyük ölüm orucunun tek talebi vardı. Mahkemelerde siyasi savunma hakkının tanınması
Tarih boyunca tarihsiz ve talihsiz bırakılan Kürt halkının geldiği bu kavşakta PKK militanları önemli bir tarihsel sınavla karşı karşıyadırlar. Ve tek bir görevleri vardı. Kürt halkını çağdaş anlamda bir direniş tarihine kavuşturmak ve bunu yaratmaktı. Bu da ancak düşman mahkemelerinde düşmanı Kürdistan’daki uygulamaları nedeniyle yargılamaktı. Bu da ancak Kürt halkının şahsında somutlaşan Ortadoğu halklarının demokratik kurtuluş bilinciyle sağlanabilirdi. Nitekim büyük ölüm orucu direnişçilerinin başarısı da buydu. Onlar yüzünü ufuklara çevirip sonsuzluğa eriştiğinde ardlarında çağlayan yürekli ve işleyen bellekleriyle yüzlerce militan bıraktılar.
Birbirinden kopartılıp birer kişi olarak ve aralıklarla hücrelere konulan direnişçilerin iradesini kırmak için bütün yol yöntemler kullanıldı. Öyle ki, insanı insan yapan temel değer yargılarıyla oynandı. Vahşet derecesinde uygulanan işkencelere karşı umut ve inançlarıyla direnen büyük ölüm orucu eylemcileri yeni yaşamı hücre hücre dokuyorlardı. Ve “Direnmek yaşamaktır.”şiarıyla yükselttikleri mücadele geleneğini yeni nesillere armağan ediyorlardı.
Temmuzun kavurucu sıcağında dördüncü katta tek başına daracık bir hücreye konulmuştu. Sadece bir battaniye parçası verilmişti. Bilinçli olarak su verilmiyordu. Çıplak ve kuru beton üzerinde dirhem dirhem erimesine rağmen, durumunu arkadaşlarına hissettirmiyordu. Düşman sevinmesin, yoldaşlar üzülmesin diye, büyük bir sabırla direniyordu. Hayri yoldaşın bu insanüstü sabrı ve metaneti peygambersel bir duruşu yansıtıyordu. Kürtler şayet peygambersel çıkışların yaşandığı bir süreci yaşıyor olsalardı. Hz. Eyüp örmeği olan duruşu ile yeni bir felsefe ve yeni bir yaşam etrafında beklide çok ileri bir çıkış gerçekleştirebileceklerdi.
Ölüm orucu direnişi tutsakların kabesi haline gelmişti:
“Bu insan çığlıklarını unutmayın… Kürdistan Vietnamlaşıyor.”özdeyişi tutsak vicdanlarında yer edinmiş eyleme çağrı niteliğindeydi ölüm orucuna katılacakların listesi uzadıkça uzamış, direniş safları kabarmıştı. Kaldığı hücrede bir deri bir kemik kalan Hayri yoldaş battaniye içinde hastaneye kaldırıldığında bile metanet dolu tebessümünü koruyordu.
Ölüm gelip onu bulmamıştı:
O onurlu yaşamın ölümsüzlüğündeydi her zaman.
Son nefesini vermeden önce ölüm orucu eylemcisi Mustafa Karasu arkadaşı yanına çağırarak ”Benim artık yaşama ihtimalim kalmadı, sorumluluğu sana devrediyorum” derken partiye, halka, devrime ve önderliğe bağlılığını bir kez daha sergiliyordu ve daha önce dile getirdiği “ölürsem mezar taşıma borçlu yazın” özeleştirisel yaklaşımıyla nasıl bir sorumluluk bilinciyle yaşama ve mücadeleye baktığını ideolojik ve ahlaki duruşuyla göstermiştir.
Yaşamın ve mücadelenin her alanında PKK, direnişinin sembolü, umudun, yiğitliğin ve cesaretin timsali, sadeliğin ve yoldaşlığa bağlılığın abidesi,halklar arası kardeşliğe yüreğini bilincini köprü yapan güzel insan, Kemal Pir yoldaş zindan direnişinin ve ölüm orucunun dinamosuydu.
Onun adı kavgaydı, direnişti; dağda, zindanda ve en umutsuz yüreklerde…
Hücresinde geleceği kazanmanın kavgasıydı Kemal Pir. Teslimiyet ve ihanet zebanisi Esat Oktay hücrenin önüne gelip “Kemal ben artık küçük balıklarla uğraşmıyorum, sıra büyük balıklardadır” sözünü hiç duraksamadan filozofça” büyük balığın kılçığı da büyük olur, dikkat et boğazında kalır” şeklinde cevaplamıştı.
Bir keresinde, de bir Türk gazetesiyle kemal pir arkadaşın hücresinin önün seyreden Esat Oktay ”Kemal, Abdullah Öcalan’ı da yakaladık bak gazete yazıyor onu da buraya getiriyoruz” deyince Kemal arkadaş gür sesiyle “hikaye hikaye onu yakalayamazsınız yakalasanız da onu çözemezsiniz” demişti Önderliği en iyi anlayan ve pratikleştiren kemal pir yoldaş önderliğe bağlılığın en güzel temsilini yaşamıştır. Düşmana karşı öyle büyük bir öfkeyle doluydu ki tıpkı Hayri arkadaş gibi “düşman sevinmesin, yoldaşlar üzülmesin” anlayışıyla ölüm orucunun ellili günlerinde gözlerini yitirmesine rağmen günlerce bunu kimseye söylemediği gibi sezdirmemek için çaba göstermiştir.
Yine başka bir gün Esat Oktay Kemal yoldaşa yönelik “Kemal sen öleceksin” deyince Kemal yoldaşta Kemalce cevap vermiştir, her zamanki gibi “Evet ben öleceğim. Ben öldüğümde sen de burada olmayacak ve sen de mutlaka bir gün PKK kurşunuyla öleceksin” cevabını vermiştir.
Kemal arkadaş nasıl bir PKK yaratıldığını iyi biliyordu. Ölümsüzlüğe giderken bile halkların kardeşliğine ve özgürlüğüne olan inancını hep korumuştur.
Ölüm orucu direnişinin PKK mücadelesi içerisindeki yeri ve önemi güncel olduğu gibi dönemsel, dönemsel olduğu kadar tarihsel, tarihsel olduğu kadar yaşamsaldır. Ve PKK mücadelesini süreklileştiren ve zaferden zafere taçlandıran büyük bir irade ve bilinç bileşkesidir.
Yenilmeyen zafer kişiliğidir. 14 Temmuzun direnişçiliği Önderliğin büyük tarihsel hicretini gerçekleştirdiği bir dönemde önderlik çizgisini sadece mücadele sürdürücülüğü biçiminde değil, kadroların mücadeleye bağlanmasında da bir köprü rolü oynamıştır.
Yine yurtseverliğin bir daha ülke topraklarında sökülüp atılmamacasına kök salmasında önemli bir rol oynamıştır.
Gerilla savaşımının ilk kurşun felsefesinin gerçek tetikleyicisi Önderlik öğretisiyle dopdolu olan 14 Temmuz direnişçileri olmuştur.
Tarihi yargılama gücüne erişenler ancak tarihi yargılayabilirler. Onlar tarihi yargılama gücü ve bilinci oldular.
Onlar demokratik kurtuluş ve insanlık mücadelesinde ılık bir ırmak gibi akmasını bildiler. Ve kanlarıyla eşitlik ve özgürlük ideallerini yeşerttiler.
Yaşasın 14 Temmuz Direniş Ruhu!
Hayri Amed-Cuma Tak