Gökkuşağının Yedi Rengine

2000 yılının baharını Haftanin’in yüksek dağ yamaçlarında karşılamıştık o yıl. Toprak ana uzunca ve zorlu bir sancı yaşamıştı. Bağrında taşıdığı tohumlar nihayetinde güneşle buluşmuştu. Baharın ilk müjdecileri kardelenler olmuştu her zaman olduğu gibi. Zorlu geçen bir kışın ardından bahara duyulan özlem de büyüktü hepimizde. Yeniden doğuşun adıydı bahar. Ve her bir yürekte umuttu. Güneşin sıcaklığıyla buluşma, tanrısal yalnızlığı bir parça paylaşmanın özlemi, Hezil’in kabaran sularına karışıp büyük okyanusa akmanın dayanılmaz özlemiydi.

Gerillada bulunuşumun ilk yılıydı. Daha küçük yaşta tanımıştım gerillayı. Yaşamlarıyla bu insanlar çocuk düşlerimi süsleyen bir efsaneydi. Her an keşfedilmeyi bekleyen bin bir güzelliğin adıydı. Ve kendimle yeniden buluşmamın adı olan dağlar, “özgürlük” denen sevdanın yoluydu. Yüreğimin en gizli yerinde saklar, gökkuşağının yedi rengiyle süslerdim gerillayı ve dağları. Kimi zaman onlardan biri olamayacağım düşüncesi en büyük korkum olurdu. Metropollerin soğuk duvarları içinde yüreğimi ısıtan çocuk oyunlarına ortak olan onlardı. Köyümüzün yakılışını, gökyüzüne uzanan sisli dumanları, köyden ayrılırken orada bıraktığım çocukluğumu anlatırdım onlara. Sadece onlar beni anlıyor, dinliyorlardı. Benden mekân olarak çok uzaktılar. Köydeki gibi görüp sarılmıyordum onlara ama yine de bana en yakın onlardı. Rüyalarımı süslerdi her biri. Kucağında bir dünyayla bana doğru koşuyorlardı. Ama rüyalarımı hep fabrikaların düdüğü bölerdi. Şimdi artık rüyalarımı gerçekleştirmenin yerindeydim. Bazen yüzümü karşıda görünen Cudi’ye çevirip bunları düşünüyordum. Sıcak bir el omzuma dokundu, dönüp baktığımda yoldaşlığın sıcaklığını, özgürlüğün tutkusunu taşıyan Yekbun yoldaşın gözleriyle karşılaştım. “Ne yapıyorsun heval” dedi. “Cudi ne kadar heybetli görünüyor değil mi” dedim. Yekbun Heval bir ırmak gibi akan bakışlarını Cudi’nin zirvesine çevirmişti bile. “Öyle” dedi ve yanıma oturdu. Anlatmaya başladı Cudi’nin efsanesini, mezra Botan’ı, Zin’in kutsal aşkını. Kelimeler yüreğinden akıp gidiyordu sanki. “Zin özgürlük tutkusu, Mem ülke sevdasıdır. Kutsal aşkın tohumları bin yıllar önce atılmıştı bu topraklarda. O kutsal aşka, özgürlüğe duyulan özlem, tutkudur bizi buraya getiren. Ağıtları, zafer türküleri yapmaya geldik. Zinlerin aşkları bir kez daha karartılmaya çalışıldı. Ama bak güneş her sabah tüm görkemliliğiyle doğuyor karanlığa inat” dedi. O an benimle değil, sanki başka birileriyle daha konuşuyordu. “Bir gün heval şu gördüğün Cudi’ye duyulan kırk yılın özlemi bitecek, Bilge İnsan burada olacak ve Zinler ona selama duracaklar” dedi. O zaman anlamıştım özgürlük denen sevdayı.

Baharla birlikte düşmanın operasyonlarının yoğunlaşacağını tahmin edebiliyorduk. Erzak ihtiyacımız çıkmıştı. En yakın köye erzak almak için görevlendirmeler yapılıyordu. İlk kez uzun bir yürüyüşe çıkacaktım bir grup arkadaşla. Ben ortada yürüyordum. Arada bir öndeki arkadaş durumumu sorup tekrar yürümeye devam ediyordu. Gece karanlıktı. Gözlerim, gökyüzünde kocaman dolunayı arıyordu ama sanki ay da o gece başka bir yolculuğa çıkmıştı. Arkadaşların dolunayın olmayışına sevinmelerine anlam verememiştim ilkin. Ama daha sonra anlayacaktım dolunayın gerillanın dostu olmadığını. Gece saat 03.00’te noktamıza ulaştık. Görevi yerine getirmenin doyumsuz mutluluğu vardı hepimizde. İki saatlik uyku yorgunluğumuzu gidermeye yetmişti. Çünkü gözlerini ilk açtığında rengârenk çiçeklerin sana “rojbaş” der gibi gülümsemeleri kelebek gibi yapıyordu adeta insanı. Uyandığımızda ateş yakılmış, çay demlenmişti bile. Hep birlikte kahvaltıya oturduk. Kısa bir süre sonra koordine arkadaş gelip düşmanın operasyon yaptığı haberini verdi. Yekbun arkadaş hemen tepeye çıkıp durumu öğrenmeye çalıştı. Gerçekten düşman kapsamlı bir operasyon başlatmıştı. Hemen toparlandık ve üç tim halinde bölündük. İki tim tepeyi tutmaya gitti. Üçüncü tim de geri cephede hasta arkadaşların yanında kaldı. Yekbun arkadaş da üçüncü timde kalmıştı. Operasyon yaklaşık bir hafta sürdü. Düşman hepimize doğru ilerliyordu. Arkadaşlar yeni bir eylem planı için toplandı. Düşmanın bulunduğu tepeye sızma yapılacaktı. Sızma grubunun içinde Yekbun arkadaş da vardı. Özlemin coşkusunu ve başarıyı Yekbun arkadaşın cihazdaki tilili sesi müjdelemişti.

Eylem sonrası bütün güç M. Vadisinde toplandı. Sabaha doğru kobra saldırısı başlamıştı. Tüm güç iki koldan geri çekilmeye başlamıştı. Yekbun arkadaşın bulunduğu grup sık ormana ulaşmadan ateş çemberinin içinde kalmıştı. Vadiden gökyüzüne gökkuşağının yedi rengi yükseldi. Koşmak istedim bir an. Ama ayaklarım beni taşımakta güçlük çekiyordu. Doğa bizimle aynı duyguları paylaşmıyordu o an. Toprak ana içine alıp ısıtmak istiyordu sanki yedi soğuk bedeni. Şafak vakti toprağa düşen taze yürekleri ve onların geride bıraktıkları bakışlar, umudun zafer türküsü oldu.

Ruken ARJİN