ERDAL-ENGİN SİNCER- YOLDAŞIN ANISINA
ÇOCUKLUK ARKADAŞIM, GENÇLİK DOSTUM VE MİLİTANLIK YOLDAŞIM
Erdalsız üçüncü yılımızı geride bırakıyoruz. Erdalsız geçen bu üç yılda anlatılacak o kadar çok şey var ki. Birkaç sözle dile gelmeyecek kadar fazla.
Erdal’a ilişkin çok yazıldı, çok çizildi. Ve daha çok yazılacak ve çizilecektir de.
Erdal bir yaşam öyküsün ötesinde bir fenomendir. O yaşatılacak bir olgu değil o ancak yaşanınca anlaşılacak bir gerçekliktir. Bu bakımdan Erdal’ı ele alırken onun yaşam öyküsünden yola çıkarak onun bize verdiği mesajları doğru okumaktır. Hiç şüphesizdir ki Erdal’ı anlatırken onun farklı yaşam duruşunun yanı sıra onun kişisel özellikleri de dile getirmek gerekecektir.
Erdal’ın çocukluk ve gençlikte arkadaşı olarak onu anlatmak birazda bana düşüyor sanırım. Bugüne kadar niçin yazmadın diye sorulabilir. Haklı bir sorudur. Ancak insan olgusu öyle renkli bir yaratıktır ki anlaşılamayacak kadar renkli!
Yazmadım daha doğrusu yazamadım. Her kalemi ele alışımda kalem yürümez oldu ve bende yazmadım. Benim duygularımı kaleme alacak bir kaleme sahip olmayışımın yanı sıra birazda bilinçlice Erdal’la olan anılarımın bana ait olmasını bencilce kendime tuttum. Ve belki şimdi de yazamayacağım. Ancak Yoldaşlarımla paylaştığım Erdal’ca yaşama denemelerim oldu. Onu ne kadar başardım o da ayrı bir gerçekliktir.
Yazıya giriş yapmadan bazı görüşlerimi dile getirerek başlamak sanırım gerekiyor. Birçok arkadaş, dost, akraba Erdal’a yakın olduğunu söylüyor. İlginçtir ama birçok kopan birey ve bugünlerde ayrı duruş sahibi olan aile ve akraba fertleri de aynı iddiayı taşıyorlar. Çok tuhaftır ancak anlaşılması gereken bir gerçekliktir.
Erdal’la küçük yaştan tanışıyoruz. Aynı yörenin çocukları olmanın yanı sıra ailelerimiz yakın dostluk için de yaşıyorlardı ve halen de bu böyle sürüyor. Nereden gelir bilmem ama ilginç olan Erdal arkadaşın aile kökleri ile bizim aile eskiden beri dostlar. Böyle olunca yaşama açılım geliştiğinde doğalında tanışı verdik ve arkadaş olduk.
Bu tanışma salt sivil yaşamla sınırlı kalmadı. Çocukluk yılları, gençlik yılları derken militanlığa adım attığımızda da bu devam etti. Sorun kimin kimin için geldiğinin ötesinde ortakça paylaşılan düşünceler uğruna ve dostluk uğruna militanlıkta buluşmaydı gerçekleşen. Yaşça büyük oluşumdan kaynaklı olmalıdır ki ben erken özgürlük hareketi saflarına geldim. Bir de Erdal geçirdiği ağır trafik kazasında dolayı komalık durumu uzunca yaşadığı için geç gelmesi doğaldır belki de. Bu geç geliş öyle yılları alan bir geç kalış değil elbette. Bu birkaç ayı alan bir gecikmeydi. Mayıs yâda Haziran 90’da Erdal katılı vermişti bile. Ben ise 89 un sonlarında gelmiştim.
O erken gelseydi ben peşinden fazla gecikmeden gelecektim. Kaldı ki ben militanlığa adım atma niyetimi ilk ona belirtmiştim. Ve sözleşmiştik. Saflara da buluşacaktık. Tuhaftır ancak bazı olgular vardır ki olup bitenler karşısında etraftaki insanlar olup bitenleri erkenden görürler. Bunun için de henüz dinamik gençler iken birçok dost yâda arkadaş bizim adım adım özgürlük hareketine katılacağımızı seziyorlardı.
Nede olsa Pazarcıklıydık. Oralarda-yani Avrupa da- büyümüştük. Gençlik yıllarımız Avrupa da geçiyordu. Birde o dönemlerde okul okuyanlar da çok azdı. Yâda hiç yoktu. Her ikimizde okul okuduğumuzdan doğalından dikkat çekiyordu. Birde çok aktif cephe çalışması diye tabir edilen siyasal çalışmada yer alışımız yeterince dikkat çekiyordu. Düşünün öyle bir ortam ki herkes ülkeden kaçarak Avrupa ya çıkarken bizim gibi oralarda büyümüş gençlerin özgürlük hareketine gönül vermesi ve bunun da ötesinde özgürlük dağlarına gidebileceğimizin mesajını vermesi yeterince etkiliyordu ve saygı uyandırıyordu. Biraz da çılgınca geliyordu insanlara. Ne de olsa herkes yönünü Avrupa’ya çevirmişti. Biz ise terk edilmiş topraklara, yani yönümüzü ülkeye çoktan çevirmiştik. Önderliğimizin sonra da yapılan kimi tartışmada Pazarcıklılara ‘ülkesini kolay terk eden insan’ tanımlaması dikkate alındığında söylenmek istenen rahatça anlaşılırdır.
Şunu da yazımın başında dile getirmek yanlış olmayacaktır. Ben bazı insanların doğuştan PKK’lı olduğuna giderek inanan bir insanım. Belki eskilerde buna fazla anlam vermezdim. Ancak giderek bende bu kanı gelişiyor. Örneğin bir şehit VİYAN SORAN yoldaşın doğuştan bir militan, şehit ŞİLANLARIN (Kobani ve Urfalı olan) arkadaşların PKK’lı, Konyalı şehit ŞOREŞ’in yine NUCAN NURHAK arkadaşın militan doğduğuna inanıyorum.
Hani, İslamiyet’te derler ya her çocuk dört yaşanı kadar biraz da Müslüman’dır. Ben her insanın doğuş itibariyle biraz PKK’li olduğuna inanan biriyim. Ve birçok insanın-PKK ile buluşmuş olmasalar da-PKK’li olarak yaşadıklarına inanıyorum. PKK’li olmak adalete gönül vermek, baskıya karşı başkaldırış, boyun eğmeye tahammülsüzlük, maddiyata ret, ilişkilerde daha özgürlükçü, halk ve toplum uğruna canını çekinmeden koymak, mütevazılık, sade yaşama ve zirvelerde seyir etmek ise o zaman bazı insanların ruhlarında bunları görmek mümkündür.
İşte PKK’lilik biraz yukarıda dile getirilenler ise Erdal arkadaş doğuştan bir PKK’lidir. O yaşamıyla henüz genç bir delikanlıyken kendisini herkesin gönlüne nakış etmişti. Onu tarif etmek çok zor oluyor. O tarif edilemiyor. O ancak yaşanılır. Yâda onunla ancak yaşanılır. Başkası biraz zordur desem abartı olmaz.
Birde ben onunla bire bir yaşamamış olsam onun dini olgu ve olaylarda tabir edilen meleklerden bir tanesi olduğuna inanacaktım. Ve yer yer öyle olduğuna olan inancımı koruduğumu ve bir gün karşıma tekrardan çıkacağı umudunu hep diri tuttum ve tutuyorum da. Farklı yorumlansa da ben onun bir gün ansızın karşıma dikileceğini bilerek yaşıyorum. Bir yoldaşa ‘ benim İsfahan’ım Erdal’dır’ demiştim, ancak şahadetiyle her şeyim oldu.
O öyle biriydi ki ailenin tereddütsüz üzerinde anlaştığı tek kişiydi. O çevrede yardım severliğiyle bilinen bu anlamda da herkesin yardımına ihtiyaç duyduğu güleç yüzlü güleç yüzlü olduğu kadar bir arkadaşın deyimiyle ‘şeker’ di. Bir melekti. O nerede bir eylem varsa ve o eylem yâda etkinlikte fedakârlık isteniyorsa o orada hazır bulunan birisiydi. Herkes ona saygı ve sevgi besliyordu. Çünkü onun yaklaşımlarında sevgi ve saygı ilkesel yaklaşımlardı.
Çok sonraları öğrendim bir anısını. O son Avrupa ya gidişinde bir çocuğun olan kardeşimle telefon açıyor. Daha küçük olan çocuk benimle Erdal arkadaşın asıl isimlerini taşıyor. Ve küçük enginin ‘dondurmamı yoğurt mu sevdiğini’ soruyor. Verilen cevap; ‘dondurmadır’. İkinci sorusu ise ‘zekimi akıllımı’ oluşudur. Verilen cevap ‘akıllı’ oluşudur. Bunun üzerine Erdal’ın söylediği ‘ Kasım kaybetmiş bu çocuk bana çekmiş’ der. Gerçekten Erdal küçük yaşanı rağmen oldukça aklını kullanan ve zekâsıyla buluşturan bir kişilikti. Özcesi duyguları mantığının sesini duyan bir gençti. Böyle olunca her ortamda en doğru kararı veren bir karaktere sahipti. Sonra da savaş içerisinde, diplomaside, eğitimlerde, gerillacılıkta, insan ilişkilerinde, kadın ilişkilerlinde hep en kabul gören çözümü ortaya sergileyen bir kişiliğe sahip oluşunu hepimiz görecektik.
Daha da ilginç olan ise henüz genç olmasına rağmen ulusal ilişkilere çok erken girmesidir. Yine enternasyonal ilişkilerde başarılı olmasıdır. Hâlbuki öyle bir yörede büyüdük ki çoğu zaman aile çıkarlar, aşiretsel bağlar oldukça etkiliyor. Ailenin konuşmadığı bir ilişkiyle tüm fertler hatta tüm akraba çevresi uyar. Anlayacağınız oldukça dar ve geri ilişkiler bu toplumda ki bireyleri tutsak alır. Ancak Erdal daha genç iken bunları ret eden birisidir. Bir nevi ailenin bu geri yanlarını ret ediştir bu. Birde militanlığa adım biraz da aile içi geriliklere ve toplumda yaşanan geriliklere tavır alma değil midir?
Okul yaşamında sınır tanımadan çalışan ve çalıştıkça başaran bir genç olması elbette biraz da insanların gönlünde taht kurmaya yol açıyordu. Ben bir iki saatlik çalışmayla sınıfın en iyi imtihanını verdiğine şahit bir kişiyim. Bu sonrada göreceğimiz gibi alman hoca ve dostların da dikkatini çeken bir olgu olacaktır. Yine spor yaşamı bir o kadar görkemlidir. Sonra da gerillada futbol oynarken hayranlık uyandıran bir kişi olacaktır. Ama nereden bilinecek ki Erdal aylarca kalça ve kemik ezilmesinden dolayı komadan kalmış ve hatta platinler takılı olarak dağlara çıkmış. Kim ve nasıl bilinecek ki?
Bu Erdal’dır. En büyük zorluklar karşısında şikâyet etmeden yaşamaya alışmış bu militanın acılarını yüreğine basarak yaşadığını nereden bilecekler ki! Sonradan gerillada bazı yoldaşları çok tesadüfen banyo ederken vücudundaki yaraları ve bıçak izlerini görecekler. O zaman biraz anlayacaklar sergilenen iradeyi.
Tekrardan geçmişe dönecek olursam. Okul yıllarında iken bir folklor grubumuz vardı. Bir de bu folklor grubu öncesi bir arkadaş grubumuz vardı. On arkadaş civarında. Sonraları bu grubun bazı üyeleri bizi takip edip geldiler. Bazıları ise bireysel yaşam arayışlarına girdiler. Söyleyecek bir şey bulamıyor insan. Sonuçta her insan kendi eylemlerine karşı sorumludur derler ya. Birazda böyledir herkes kendi eyleminde sorumludur ancak insan sonuçta duygusal bir yaratık. Paylaştığı insanları yanında görmek ister.
Bu grubun hiç rakipsiz tek ortak paydası Erdal’dı. O grubu gülüydü desem yanlış olmaz. O güleçli ve mütevazı duruşuyla herkesin kalbindeki sesti. Şimdi de böyle olduğuna inanıyorum. Çünkü onunla paylaşan bir insanın böyle olmaması düşünülemez.
Hatırlıyorum birçok etkinliğe grup olarak gidiyorduk. Yıl 86 yâda 87 yıllarıydı Almanların düzenledikleri etkinliklere Kürt gençleri olarak katılıyorduk. Demokratik Ulusal Mücadeleyi tanıtıyorduk. Bunu yaparken ulusal değerleri tanıtmamız da elbette kaçınılmaz oluyordu. Grubumuzun diğer bir özelliği ise hepsinin orada büyümüş ve okul okumasıydı. Öyle olunca her etkinlik bir gövde gösterisine dönüşüyordu. Tabi bu etkinliklerin ağırlıkta ki konuşmacımız Erdal’dı. O zamanlar ismi Hayri idi. Biz henüz çalışmaya başlar başlamaz bize bir nevi iradelerimiz dışında ailelerce bize takılan isimleri ret ettik. Ve her birimiz kendimizin beğendi isimleri aldık. O zaman Erdal arkadaşa Hayri ismi uygun görüldü oda o ismi oldukça beğendi. Bu isim aynı zamanda büyük devrimci ve örgütçü militan Hayri durmuşun ismiydi. 1992 yılında Başkan ismini Erdal diye değiştirecekti. Çünkü O, 1987 ağustosunda şehit düşmüş olan Mustafa Yöndem arkadaşın koduydu. Büyük şehit Erdal parti tarihimizde Eruh baskını diye bilinen Agit arkadaşın komutasında gerçekleştirilmiş olan eylemin kol komutanıydı da. Ve aynı zaman da 86 yılında PKK Merkez Komite üyesi olmuştu. Büyük Erdal, küçük Erdal’ın teyzesinin oğluydu. Bundandır ki önderlik Hayri arkadaşın canlılığını önceden Erdal arkadaştan görmüş olmalıdır ki ismini Erdal diye değiştirmişti.
Yine alanda bilindiği gibi 87 yılının Ekim’inde Gençlik Örgütü olan YXK kuruldu. Sonra da ismi 1991 de YCK olarak değiştirilecekti. Hayri arkadaş henüz çok genç olmasına karşın gençlik konferansında gençlik yönetimine alınacaktı. Hem de en çok oy alan biri olarak!
Erdal’ın bir özelliği girdiği her ortamla çok hızlı bir şekilde buluşmasıydı. O bir nevi herkesle en iyi uyumu yakalamasını bilen birisi olarak hep el üstünde tutulan kişiydi. Burada uzlaşma yoktu. Yani bizim kendi gençlik halimizle ilkelerimiz vardı ve bu ilkeleri biraz da özgürlük hareketinde almıştık. İlişkilenmemiz bu ilkeler temelinde eleştirisel oluyordu. Bizde eleştiriyorduk ancak bizim kiler yer yer tepkilerle karşılaşırken Erdal arkadaşın eleştirileri kabul görüyordu. Üslup ta uyum vardı. Üslupta çekicilik vardı. Bir de anlatım tarzında kavratma vardı. Bugünlerde birçok arkadaş eleştirirken, yâda radikal tavır takınırken bakıyoruz kabul görmüyor. Çünkü kavratma yoktur yâda üslupta o çekicilik ve mütevazılık yoktur da ondan.
Yine Erdal derken aklıma hep deli dolu yaşam geliyor. Yaşamın güzelleştirmesi geliyor. Yaşamın espriyle donatılarak renklendirilmesi geliyor. Öyle zaman zaman olup ta zaman zaman turşu küpüne dönüşmüş yüz hatları yok. Hep ve her ortamda güler yüzlülükle beraber tatlı ve neşelendiren ince espri vardır. Bu Erdal’ı daha güzel kıldığı gibi onu vazgeçilmez kılıyordu. Şunu açıkça belirteyim. Erdal bir ortama girmiş ise ve o ortam da kalmışsa ona insanların saygı duyması ve bağlanmamasını düşünemiyorum ben. Bu gittiği her yerde böyledir. Gerilla, diplomasi ve halk çalışmalarında bu böyledir.
Erdal birazda yukarıda dile getirdiğim gibi şekerdi. Birde minyon tipliydi. Yaşı dolgun olmasına karşın herkes onu biraz küçük bilirdi. Çok sevecen olduğu için herkes ona sarılırdı. Bir keresinde kendi grubumuzla geziyorduk -düşünün Avrupa da büyümüş bir grup ne sigarası var ne içkisi tersine siyasal ilişkinin en kutsalı ve sertine adım atmış gençler olarak-. Bir şehit arkadaşın kız kardeşi bize yakınlık ve de akraba olduğu için bizimle geliyordu. Durup durduğu yerde Erdal’a sarılarak ‘benimle evlenir misin’ diyerek öpmeye başladı. Kendince genç ve çocuk yaşta olan birisiyle şakalaşıyordu. Şehit Erdal hiç istifini bozmadan gülerek yürümeye devam ediyordu. O Erdal ı çocuk bilsin. Ancak ben Erdal’ın genç bayandan yaşça büyük olduğunu biliyordum tabi. Bir müddet sonra ‘C.sen Hayri’nin kaç yaşında olduğunu biliyor musun’ dedikten sonra, Hayri’nin ondan büyük olduğunu söyler söylemez elini Erdal’dan çekmeye başlasa da karşı da duran Erdal’dır. Bırakır mı? ‘dur evleneceğiz’ diyerek bayan arkadaşa sarıldı. İşte Erdal budur. Hiç kimseyi bozmadan ve incitmeden kendi diliyle eleştirisini yaparken dahi şeker olmasını bilen bir PKK’li.
Yıl 1988, aylarda Kasım, günlerde on dokuzu, bir Cumartesi. Biz folklor ekibi olarak Stuttgart’a parti yıldönümünün ön hazırlıkları için gideceğiz. O dönemlerde bir merkezi gece olacak. Yine bir iki kez provalara gidip gelmişiz. Ve bu son prova olacak. Folklor grubumuzun adı ‘Koma Serkeftin’ idi. Biz Frankfurt’ta arkadaşların yanında çıkarken bize bir şeyler almamız için para verilmişti. Ben grubun sorumlusu olduğum için doğalında bana verilmişti. Araba da ön koltukta oturuyordum. Pizza almaya gidip döndüğümde Erdal yerimi kapmıştı bile. Ve söylediği sözler şunlardı ’bana payını da verirsen arkaya geçerim’. Nerede vereceğim. Arkaya oturdum. Ve ona payını vermeyeceğini söyleyerek birbirimize takıldık. Arabayla hızlı bir suratla otoyolunda ilerlerken arabamızın tekerleği patladı. Düşünün bir, dört gidişli bir otobanda tekerlek patlıyor ve siz son suratla takla atıyorsunuz. Olan oldu. Biz yuvarlını verdik. Erdal bu olay sonrası aylarca komada kaldı. Olayın şokunu yaşarken Erdal arabada mahzur kalmıştı. Sadece iniltilerini duyuyordum. Üzerine kapanarak kendiliğinden ağlamışım. Benim haberim yok. Sonraları ben hastaneden çıktıktan sonra Erdal’ı ziyaret ettiğimde bana alay ederek ve birazda gülerek ‘ neden ağlıyordun’ diyerek komada dahi gülmesini bilen bir militandı. Ve bu karakteri devrim sürecinde daha pekişerek gelişecekti.
İnsanlar çok ilginçtir. Hani bugünlerde söyleyeceklerim belki unutulmuştur. Ancak söylemekten yarar vardır. Yukarıda dile getirmiştim. Biraz mücadeleyle tanışmış insanlar bizim dağlara doğru gideceğimizin hesabını yapıyorlardı. Tabi ailelerimizde bunu yapmış olmalıdırlar ki bizim ilişkimizi sınırlandırmak için çeşitli yollara başvurdular. Benim ailem bir nevi Erdal’ın ağır durumunda beni sorumlu tutuklarını ima ederek Erdal’dan uzaklaştırmaya çalışırken, Erdal arkadaşın ailesi de ona daha komadayken araba alarak uzaklaştırmanın yoluna gitmişlerdi. Ama ne yazar ki ve hangi bağ güçlü yoldaşlık ve dostlukların önünde kendisini tutabilmiş ki! İlişkimiz çok daha fazla güçlenerek gelişti. Bunun üzerine ailelere bu gerçekliği kabul etmek zorunda kaldılar.
Söylemek istediğim Erdal’ı kimsenin kendi güdümüne alamayacağıdır. Erdal hiçbir zaman doğru görmediğine tabi olmayan bir kişilikti. Örneğin PKK’nin 7.Kongresi’nde Oso diye tabir ettiğimiz Osman’ın kadın arkadaşlara karşı hakarete varan yaklaşımları Erdal arkadaşı rahatsız ettiğinden Osman’ın toplantı divanından ayrılması gerektiğini söyler ve divandan çıkarılması için öneride bulunur. Bunun üzerine Erdal’ın üzerine başta ton ton olmak üzere kimi diğer arkadaşlar da gider. Ancak şu bilinmez. Erdal kendisine zorla dayatılan herhangi bir şey kabul etmeyen bir kişilik olarak, arkadaşların söylediklerine katılmayıp Erdal yoldaşın sözünü geri alması gerektiğini belirten bir yoldaşı da platformda inmesi gerektiğini de ekleyerek söylediklerini savunur.
Özcesi Erdal boyun eğmeye asla tahammül göstermeyen bir kişilik olarak hep onurlu kalmasını bilmiştir. Bu PKK saflarında daha belirginleşerek öne çıkmıştır. Çünkü PKK’lilik bir nevi her türden geri ve hükmetmeye yaklaşımına karşı bir başkaldırı hareketidir aynı zamanda.
Erdal’ı yukarıda dile getirdiğim gibi anımsamak ancak ve ancak onu yaşamakla mümkündür. Onu anmak olsa olsa onun çizdiği yolun bir yolcusu olarak olabilir. Gerillada ki yaşamına fazla girmek istemiyorum. Yaşamının bu kısmı işlenmiştir. Kaldı ki daha güzel anlatacak o kadar arkadaş var ki! Daha o fırsatı yakalamamış çok sayıda değerli halk evladı bu fırsatı yakalar yakalamaz genişçe yazacaklardır. Ona inanıyorum.
ERDAL ARKADAŞIN KİMİ ÖZELİĞİNİ SIRALAMAK MÜMKÜNDÜR;
Erdal birey kimliğini en bariz yaşayan ve bireyleştikçe etrafına da bunu hissettiren bir insandı. O her zaman nerede ve nasıl bir fedakârlık gerekli görülmüş ise ona var olan bir militan olarak hep önde yer almasını bilmiştir.
Akıl ve zekânın seçkin bir kullanıcısı olarak gerilla da ortaya koyduğu planlamalarla ve en az kayıpla bunu sürekli göstermiştir. Örneğin Gabar’da ortaya koyduğu gerilla pratiği bunu iyi bir örnektir. Avrupa da diplomasi deki yeni açılım ve ilişkilen biçimi de aynı yaratıcılığın eseridir.
Erdal şartlar ne olursa olsun sorunları çözen bir karakteri vardı. Gabar gibi zorlu bir alanda, Cudi gibi kuşatılmış bir sahada ve Mardin gibi adeta silinmiş bir alanı canlandırılmasını bilen ve bunu yaparken de hiçte tereddüde girmeden yapan bir kişilik kendi içindeki dinginlik ve ruhsal olarak yaşadığı üstünlük yatıyor. O kendine son derece güvenen bir birey olarak adeta zorluklara karşı göğüs açarak iradesini gösteriyordu. O gerçekten özgüvenin bir nevi sembolü gibi bir militan duruşa sahipti.
Ulusal kimliğe hiç zorlanmadan adeta tüm parçalanmışlığı kendi içinde yaşayarak buna karşı duruşun bir simgesi olarak güney batılı olmasına rağmen mükemmel bir Botan Kürtçesi ile bunu çok fazla göstermiştir.
Yoldaşların arasında yetkiye dayanmadan ancak yetkinliği ve etkili militanlığı esas alan bir kişi olarak bugünlerde yeni değerler dizisi diye tabir ettiğimiz hiyerarşi ve tahakküme karşı bir duruşu hep yaşamış ve yaşatmıştır.
En belirgin yaklaşımı kadına olan eşitlikçi ve özgürlükçü yaklaşımıdır. 7 Kongre de yaşanan, kadını inciten ve rencide eden yaklaşımlar-çok sonraları ortaya çıkan Osman çeteciliği bu pratiklerini kadın ve önderlik karşıtı olarak değerlendirerek tüm kadın arkadaşlardan özür dilemesi- özünde bu gerçekliği dile getirilmesidir. Erdal arkadaş henüz kongrede tavrını çok net kadın arkadaşların lehine koyarak sergilenen erkeksi ve feodal yaklaşımları önderlik karşıtı olarak değerlendirmiş ve karşı durmuştur. Bu tutumunu sonradan birçok kişi- Erdal’a olan özel ilişkimden dolayı- ‘senin arkadaşın örgüte karşı çıkıyor’ diyerek sözde benim Erdal’ı eleştirmemi beklemişlerdi. Tabi nafile ben Erdal’ı tanıyan bir birey olarak ‘onun hiçbir zaman önderlik karşıtı bir tutuma girmeyeceğini ve aksine her şart altında savunacağını’ söylediğimde aynı güvensiz yaklaşımlar bize de yöneltilmişti. Ancak PKK tarihi aynı zamanda adalete ulaşmanın tarihi olduğu için gerçekler fazla sürmeden tüm çıplaklığıyla açığa çıkmıştır. Hani önderlik ‘ gerçekler çıplak olmayı sever’ diyor ya. Aynen öyle gerçekler kendi yolunu bularak er yâda geç açığa çıkar.
Kişilik özelliği olarak mutlaka çözümleyici bir kişiliğe sahip olan Erdal mütevazı yaklaşımlarıyla bu sorunları çözen tarzından dolayı da daha başarılı olmasını hep bilmiştir. O hiçbir zaman kişisel sorunları örgütsel sorunların önüne almadığı için tartışma platformu hep siyasal tutmuştur. Böyle olunca da sorunların çözüm dili siyasal olmuştur. Siyasal dilde her sorunun çözüme er yâda geç bulunur yâda bulunmuştur.
Yaşama bakışı çok farklı olan Erdal arkadaş, bir taraftan boş geçirilmesine izin vermezdi. Hani denilmişti ya ‘ HAKI VERİLMİŞ BİR YAŞAM’,aynen öyle. Anlaşılması gereken muazzam bir disipline sahip oluşuydu. Yine tarzı ve temposu yüksek olan Erdal yoldaş, yaşama daha ince bakan bu bağlamda da en incelikli yaklaşımları sergilemekten geri durmayan birisiydi. Yaşamda oldukça esprisel duruşu ve adeta her şart altında gülmesini ve güldürmesini bilen, bunu yaptıkça yüzlerine yansıyan gülüşüyle herkese gülücük saçan ve bu gülücükleriyle adeta tüm insanlığı yüzüne takan bir militan olarak, haklı olarak sonrada kimi insan onun herkese yetecek kadar gülücük sahibi olduğunu söylemişlerdir.
Bu gülücüklerine, tebessümüne, mütevazılığine, yaratıcılığına, akıl ve zekâsına birde cıvıl cıvıl olan adeta cıva gibi akan kişiliğini eklerseniz ortaya çıkan tablo; ulaşılması ve yaşanılması gereken bir kişilik çıkar. O yerinde durmayan, çağlayan gibi akan, aktif olmanın ötesinde hyper olan bir insan olarak hep yükseklerde seyir etmiştir. Ve hep böyle de kalacaktır.
Yazımı sonlarken söylenecek çok şeyin kaldığını da eklemek istiyorum.
‘ERDAL ANILMAZ O ANCAK YAŞANILIR’ derken kastım yukarıda dile getirilenlerdir. Gerçekten Erdal’ı anmak değil onu yaşamak hem de doludizgin yaşamak ancak ona yakışır. O ancak onun gibi yaşandıkça kabul eder insanı. Tersini asla kabul etmezdi ve etmezde. Bu günlerde duyuyoruz kimisi Erdal’a çok bağlı olduğunu söylüyor ancak duruşuyla oldukça ona terste durabiliyor.
Bu olmaz!
Erdal’la arkadaşlık onun gibi Golgatha tepesine çarmıhını Kudüs’ten sırtlayarak yukarıya tırmanmakla olur. Çarmıha gerdirilirken dahi gülümsemesinden bir şey yitirmeden ‘tanrım çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar, af et onları’ demesini söyleye bilmekle ancak Erdal’la arkadaş olunur. Aksisi ona tersliği ifade eder.
Şartlarımızda Golgatha’ya çıkmak devrimin tüm yüklerini –tüm sorunlara rağmen-taşımakla olur. Devrimle sonuna kadar yürümekle olur. Tüm zorluklara, inançsızlıklara, saldırılara, bireysel rahatsızlık ve hastalıklara, ayrı görüş ve duruşlara rağmen önderlik çizgisinde daha fazla kenetlenerek yürümekle Erdal’ın arkadaşı, dostu, akrabası ve yoldaşı olunabilir.
Başka da asla!
Erdal’ın çocukluk arkadaşı, gençlik dostu ve militanlık yoldaşı olarak hep bunları kendime esas alacağım. Hangi şart altında olursam olayım onun gibi hep coşkulu kalacağıma ve bu coşkumu önderliğimizin bize aşıladığı karar ve inançla örerek mutlaka ama mutlaka onun iyi bir yoldaşı olacağıma söz verirken onun gibi ve onunla yaşayacağıma dair olan bağlılık sözümü tekrarlıyorum.
Değerli Yoldaşım
YAŞAMAK SENİ
Rüzgârların esintisinde
Nehirlerin çağlayışında
Güneşin ışınlarının tenime sıcak dokunuşunda
Çiseleyen yağmur taneciklerinin yüzümü sıyırışında
Çocukların saf gülüşlerinde
Anaların dokunaklı çığlıklarında
Sevdam diye bildiğim kadınların gözyaşlarında
Ay’ın şavkını toprağa vurduğu
Her anda hep yaşayacağım seni.
17 AĞUSTOS 2006
Kasım ENGİN