Onurlu Yaşamın Abidesi MUSTAFA GEZGÖR Yoldaşı Anarken

Senin Ölümsüzler kervanına katılışını duyduğum an, bir sızı kapladı yüreğimi; sıcak su beynime döktüklerini hissettim, gözlerim kamaştı. Ve derinlere dalıp gittim. Anılarımız canlandı gözlerimde. Şimdi hangisini anla­tayım, bilemiyorum. Seni yazmak, anlatmak istiyorum, yazamıyorum. Hangi yönlerini yazayım bilemiyorum. Kah­ramanca direnişçiliğini mi, bir tarihçi oluşunu mu, araş­tırmacı-incelemeci yanlarını mı, romancılığını mı, örgüt­çülüğünü mü, eylemciliğini mi, yoksa ince ruhlu bir şair oluşunu mu, bilemiyorum, özge can bilemiyorum. Yaz­mak istiyorum ama aynı zamanda seni dile getirmekte zorlanacağımı, anlatamayacağımı anlıyorum, dolayısıyla da kaygılanıyorum. Tüm yönlerini anlatamayacağım için kusura bakma.

En fazla nefret ettiğin; şiirlerinde, yazıtlarında yerden yere vurduğun alçaklığın, soysuzluğun ve ihanetin kara hançeri sonucu; kahramanca direnerek, son kurşunu kendine sıkarak, şahadetlik kervanına katıldın. Son kur­şunu kendine sıkarken bir an olsun bile tereddüt et­meyişini okuduğum zaman şaşırmadım. Çünkü senden beklediğim bir tavırdı. Hatta buradaki arkadaşlara da şunu söyledim: 'Tam Gezgör’ce bir eylem!" diye. Bu senin direngenliğinin somut ifadesiydi. Davaya, yoldaş­larına, ölümsüzlere Ölümüne bağlı oluşunun son pra­tiğiydi... 

Mustafa GEZGÖR yoldaş, sevdamıza yeni kavuş­muştun. Yılların özlemiyle içinde besleyip büyüttüğün ülke aşkına doymayışına yanar yüreğim, yiğit insan! Öz­gür vatan yaratma hasretiyle, özlemiyle savaşırken, ya­sak ülkenin güzelliklerine doymazken, aramızdan, bir iha­net sonucu erken ayrılışına tutuşur bedenim. Bu kadar erken gidişine inanamıyorum; hayat dolu, yaşam dolu, sevda dolu, umut dolu, kavga dolu yüreğinle GEZGÖR!

Evet arkadaşım, gözlerimde canlanıyor hatıraların, ufacık masanın başında, yere bağdaş kurmuş, Amed zin­dan vahşetini insanlığa aktarmanın uğraşıyla, gelecek nesillerin dersler çıkarması için, olumlu olumsuz yönle­riyle tanıtmak için, gece-gündüz demeksizin yazışını ha­tırlarım. Öyle ki, bazen kendi yazdıklarını bile okuyama­dığını hatırlarım, anımsarım. Fazla yer kaplamasın, biraz tasarruf olsun diye ufacık harflerle yazardın. Yüzlerce sayfayı getirir "daktilo et" derdin. Ancak yazını okumakta oldukça zorlanırdım. Yazının baş harfleri ve bıraktığın nokta sayısına göre bir anlam vermeye ve kelimeyi çözmeye uğraşırdım. Bazen de getirir birlikte çözmeye çalı­şırdık.

Boş oturmayı, tembel tembel düşünmeyi, yerinde durmayı sevmezdin; okur, araştırır, değerlendirir, sorar soruşturur ve yazardın hep.

Hatırlar mısın GEZGÖR, özgürlüğe uçuş için ipince, uzun mu uzun, havasız, dar bir mekanda metal sallardın; körük yapardın ciğerlerini, aldırmazdın kalp yetersiz­liğine, coşardın deli bir ırmak gibi, kayaları eşerek, bağım­sızlık savaşına...

Zaptedemezdi zebaninin parangalan ufacık bedeni­ni. Esat'ı, Şahin'i ve daha bilmem hangi soysuzu, kinle, öfkeyle karşına alır, sallardın "hançerini". O an intikam kesilirdi bütün bedenin. Solgun, yorgun devrederken hançer nöbetini; "Al, şuna dikkat et. Esat'ı ve yaptıklarını, yaşadıklarımızı düşün. Bütün bedeninle, ruhunla karşına al ve parçala onları" derdin. Ki, öyle de yapardık. Kesik kesik alınan nefes ve özgürlük halayına tutuşacağımız anın sabırsızlığıyla yüklenirdik...

Özgürlük sevdamız, ak güvercinimiz bir ihanet sonucu kana bulanmıştı. Eli kanlı, ağzı salyalılar saldırdı dire­niş kalemiz 35'e. Bedenler gerilmiş son kertesine ka­dar. Yakalandı, yakalanacak tedirginliğiyle, pür dikkat kesilmişti iradeler, bütün uzuvlar.

Yanaştı cellatlar, indirdi balyozu kapağına ve onca emek, kan, ter bir çırpıda heba ofdu. Uçtu özgürlüğümüz bilinmez diyarlara. Yeni esaret zincirleri geçirildi boyun­larımıza. Ve havalandırmanın loş karanlığında, duvarın dip köşesine oturmuş, başını avuçlamış, gözyaşlarını gizleme gereği duymamıştın, "ihanet iki elim yakanda olacak" diye hıçkırıklarla haykırmıştın.

O an, ak gibi beyazlaşmıştı tenin, tenimiz. Kan bede­ninde çekilmişti, asi yürekli emektar!

Asi yürekli diyorum. Doğrudan şaşmazlığından, düşma­na duyduğun müthiş kinden, öfkenden, davaya, yol­daşlarına, ülkeye ve halka duyduğun ölümüne bağlılığın­dan dolayı söylüyorum, sakın yanlış anlama can yol­daşım. Doğru bildiğin herhangi bir şeyi inatla savunan ve gereklerini pratiğe aktarmada sakınmayışımdan do­layı söylüyorum. Kimileri bu davranışını "amatörlük döneminin alışkanlığı" olarak değerlendirirdi. Hiç de öyle olmadığını biliyorum. Çünkü böylesi ilk adımlar fedakar­lık ister, cesaret ister; Ölümüne davaya sahip çıkmanın bir gereğiydi ve somut gerçekliği göstermek için gerek­liydi de.

Hatırlar mısın Gezgör, daha dört duvar arasındayken bile tek düşüncen ve hedefin vardı. Yılların intikamını almak için savaşmak ve tüm tutsakları Özgürlüğe kavuş­turmak istiyordun. Şöyle; "partiye, tutsakların özgürlüğü­ne kavuşturulması için bir birim oluşturmak isteyeceğini ve bu konuda dayatıcı olacağını" söylerdin. Ve, "sırayla bir köstebek gibi dağları deleceğim" diyordun. Dışarı çıkar çıkmaz dayatıcı olduğunu ve Zindan Direniş Konferansı'nın karar çıkartmasında katkıda bulunduğunu biliyo­ruz, Bizlere özgürlük ortamında nasıl sahip çıktığını da...

Az daha unutacaktım. Duydun mu candaşım, Nevşe­hir'de ve Adana'da şeytanın bacağını nihayet kırdık. Tam on tutsak özgürlüğe uçtu. Üstelik devrime katkı sunabi­lecek arkadaşları da beraberlerinde götürdüler. Hiç kuş­kusuz bunda senin de payın vardı, bir mimar olarak. Bu haberi duyduğuna çok sevindiğini biliyorum. Hayallerin­de düşlediğin gerçekleşti.

Demin hançer dedim de hatırladım, aklıma geldi. Sahi nedendir bilmem ama, en çok kullandığın "han­çer", "zılgıtlar", "savaş naralarımız", "gerillanın göğsün­deki nişandım" kelimeleriydi. Bu terimlerle karşılaştığım an hep sen canlanırsın gözlerimde, cefakarım.

Ekim 88'de Amed sürgününde, cümle iblisler çullan­dılar üzerimize, vurdular, kan deryası ortamında. Üçüncü katın merdivenlerinden sürükleye sürükleye, vura vura koridora çıkardılar. Basamaklara çarptırılarak sürüklenirken bile, zafer naraları atarak, zorbanın zorbalığına gür sesinle şamar indirdin. "Akibetiniz Esat olacak" di­yerek. Koridorda daha da artırıldı vahşet, sağanağa dö­nüştürüldü darbeler, gözler balon, dudaklar patlak, kafa­lar yarık, bedenler mosmor. "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek", "Kahrolsun işkence", "Akibetiniz Esat olacak" haykırışlarını gizlemek, Ölüm fermanlarını işitmemek için, ağızlar beyaz bezle bağlandı. Gür sesinde, seslerde zangır zangır titrediler. İradeler bilenmiş, isyana durmuş yürekler naraları, zılgıtları patlattı, Amed'in şanına yakı­şırcasına.

Uğruna ölüp ölüp dirildiğimiz ülkeden uzak diyarlara sürülmenin verdiği ızdıraplar işin cefasıydı. Ne söylediğini hatırlar mısın Gezgör; "Buralara iyi bakın, bu gü­zellikleri doyasıya seyredin. Kim bilebilir, belki bir daha hiç göremeyeceğiz" dediğini. İlerleyen konvoyda, üstü başı kan içinde, eller kelepçeli, kollar zincirli, kölelik zincirlerine vurulmuş umudu beklerken! Doyasıya sey­redemedik, soluyamadık havasını... dört bir yanı kuşatılmışlığıyla...

Hangi yönlerini anlatayım can yoldaşım, bilemi­yorum, düşüncelerim dağılıyor, boğazım düğümleniyor, gözlerim buğulanıyor, yüreğim daralıyorken...

Temmuz sıcaklığında, açlığın 28. gününde, eriyen bedenlerle Kerbela yolculuğuna çıkartılışımızı mı? Vah­şet sonrası doldurulduğumuz hücrelerdeki anıları mı, bilemiyorum. Aldılar ikişer ikişer, ayırdılar birer birer bir deri, bir kemik kalmışlığımızla, vahşet kol gezdi en ücra hücrelerimizde! İnsanlıktan çıkmış zebaniler, gelişi gü­zel ölümüne indirdiler darbelerini. Bu vahşet "sefaları"nı mı anlatsam, yoksa coşku dolu, yaşam dolu yüreğin taşmazlığını mı?

Kırkıncı günlerindeydi, yine bir kalp krizi kapını çaldı. Soluk alamaz olmuştun. Attılar bir battaniyenin içine, ufa­cık bedenini. Açlığın yolculuğunda ufaldıkça ufalmışlığınla hastaneye götürdüler.

Doktorlar koşuşturdu, sardılar dört bir yanını, "Bıra­kın beni, tedavi kabul etmiyorum, arkadaşlarım Ölümle pençeleşirken..." diye tane tane, kesik kesik sözlerinde­ki ölümüne yoldaşlarına bağlılığı mı?

Yoksa bir sanatçı oluşunu.mu? Hatırlar mısın Newroz'u canlandırdık Aydın zindanında. Piyesteki rolünü ne kadar çok severdin, özenmişliğinle, Kawa'yı, ak mintanıyla. Kawa rolüne tüm iraden, ruhun ve benliğinle kendini kaptırmıştın. Hele bir de sakalının ak gözükmesi için tebeşir tozuyla beyazlaştırman ve yüreğinin derinlik­lerinden kopup gelen, heyecanla, coşkuyla dünümüzü, bugünümüzü dile getirişini hatırladın mı? Ne kadar çok yakışırdı sana o kıyafet. Bütünleşmişti iradenle. Coştukça coşturdun tüm izleyenleriyle birlikte. Bir anlık canlı­lığının donduruluşu; bağdaş kurmuş vaziyetini halen gözlüyorum fotoğraf üzerinde, dün gibi canlı ve diri...

Ateşin başında şiir okurken, o mimiklerin; oturup kal­kışın, alçalıp yükselen ses tonun, el-kol hareketlerin, göğsünü yumruklayışın... Ve ardından patlayan zılgıtlar. Diken diken olurdu saçiarın. Bilir misin zılgıtlar hep seni isyana kaldırırdı. Bazen buğulaştırırdı gözlerini, bazen de gayri ihtiyari olarak hızlandırırdı adımlarını.

Adımların deyince anımsadım. Volta atarken, yol yü­rürken sendelemezdin. Ama beton zeminde top koştu­rurken ayağının sendelediğini fark ettim. Yoruldukça sekmen daha da belirginleşiyordu. Gezgör, niye sende­leyerek yürüyorsun, koşuyorsun diye sorduğumda, kur­şun yarasını gösterdin. Kaç yıl geçmişti aradan, ama, halen kemik kaynaşmamış, kurşunun geçtiği kaval ke­miği öylece kalmıştı. Evet Gezgör, 30 Temmuz'da Kır­bası baskınında Salih Kandal'la birlikte yaralanmıştın. Salih yoldaş, kan kaybından şehitler kervanına katıl­mıştı. Sen ise yaralı kurtulmuş ve şehit düştüğün güne kadar da Kırbası olayının canlı izlerini hep kendinle birlikte taşıdın...

Hep şöyle derdin, "APO'cu ruh, coşku, inanç, feda­karlık, kararlılık, bağlılık, cesaret İnsanı direngen/eştirir; coşturur, ayakta tutar. Coştukça coşturan, el attığın işi kökünden söküp almanın temel anahtarıdır"'diye. İnsan­lığın, devrimciliğin, hele hele Kürdistan gibi bir ülkede yaşayan militanın vazgeçemeyeceği olmazsa olmaz öğe­leriydi bunlar ve sen bunlar uğruna yaşamını adamıştın.

Sen rahat uyu, gözlerin arkada kalmasın. Özgürlük halayına tutuşacağımız an zılgıtlar çekeceğiz, tilililerle. Hissedecek ve sesimize sesinle yanıt vereceksin... Be­denen aramızdan erken ayrıldığına sen de yanıp tutu­şursun, ama başka çarenin kalmadığını biliyorsun, bi­liyoruz, onurun abidesi!

İnsanlığı ayaklar altından kurtarmak için daha nice can, kan, gözyaşı gerekir. Bedeli ne ise vereceğiz, ver­meye hazırız. Yaşatacağız özgürlük sevdamız! sonsuza dek. Çocuklar Özgürce yaşayacak, yasak ülkede. Çocuk­ları çok sevdiğini de yazmak gerekirdi. Dedim ya, tüm yönlerini anlatamayacağım, oysa sen, şehitler albümünü hazırlarken, Kürdistan tarihini yazarken, zindan gerçek­liğimizi belgeleştirirken ne kadar da derinliğine yazar­dın, yiğit İnsan GEZGÖR

Gezgör, yarın Newroz, halaya duracağız zılgıtlarla. Patlatacağız savaş naralarımızı, zindan burçlarında...

Cevdet İNAK

BİR YİĞİT DEVRİLMİŞ DEDİLER

Korkuları yanıbaşında bir Diyarbakır sokağı 

ve elveda niyetine ölüm 

ipekli bulutlarda bir kayıp akşam 

avuçlarında hasret serinliği var 

şafak vurur beynime sonra 

ve bedenim bölünür.

Nasıl anlatsam yüreğimdeki hasreti

zamana hükmüm geçmez ne etsem

ölüme inat düşlerimde sabah yıkanır

bir Diyarbakır sokağı ömrüme tanık

zaptedilmiş 

artık rüzgar dilinden bir öyküdür bütün geçmiş

ve itip korkulu dehşetini bir yana on yılların

bir de bütün bilinmeyenleri çözülürken ülkemin

yaman acılar içinde bırakıp beni

bir yiğit devrilmiş dediler.

Tarih yorgunu gözlerimi yağmurlara serdim

çünkü işkencenin sabahı olmaz

umut hançerlenir şaka değil

çünkü şakası yok ölümün

Kürdistan'da zaman asidir

gün doğar

çöker karanlık

geçer ömür

ve işkencenin çığlığı eksilmez. 

Ömrüm mısra özleminde şimdi

gök mavisi hasret

ve hapsedilmiş sabahlar içinde

yağmurlara serdim yüreğimi.

Vakitler hangi paraleldedir 

ay ışığı takılır parmaklıklara 

avuçlarıma yıldız kümelenir 

işkencenin sabahı olmaz, 

sen hüznü şarkılara bırak 

yorgun gecelerin ardından, kavgaya sür her şeyini 

senin dağların var.

Guvernika bir zaman kesitidir

Diyarbakır süzülür düşlerime

Çünkü kavlimiz bütün geçmişin hesabını

bütün bir gökyüzü Mazlum olur

ve işkencenin çığlığı eksilmez.

Göz bebeklerimde bahar

çünkü oğullarım kavga dölüdür

ve gül rengi bir kavga gecenin yeleli sırtında

incecik bir bahar dalı umut

ve usta bir ressam düşlerim her nedense

bir Diyarbakır sokağı kan içinde

gülmelerim öksüz

ve alıp beni yıllar ötesine götüren

bir yiğit devrilmiş dediler.