Kışın donduruculuğu, şubatın yalnızlığı, kahrı içimi yakıyor, dolmuşum duygularımı, hissettiklerimi nasıl anlatacağımı bilemiyorum? Kendime öfkeleniyorum, nefret edecek düzeye geliyorum. Neden bu kadar ideallerime, ütopyalarıma ters düşüyorum. Neden yaşamımla, eylemimle bu lanetli günü külleştirmiyorum? Neden ben bir kıvılcım olmuyorum? Benim ve ideallerim arasına giren nedir? Neden ben de hayallerime ruh vermiyorum? Boğuluyorum, boğulma duygusal anlamdaki çaresizlikten doğan boğulma değil, yüreğimin, bilincimin sorgu masasındayım, sorular peş peşe sıralanıyor. Bir türlü görkemlilik katında bir sonuca ulaşamıyorum. Yıllar, günler geçiyor mekân, zaman değişiyor fakat bu anda yaşadığım ruhsal dünyam, duygularım, burukluğum hep aynı canlılığını koruyor. Birçok insan da benim yaşadıklarımı yaşayıp, hissediyor.
Yine kara gün gelip dayandı kalbimize, halkımız ayakta tüm öfkesiyle ve var gücüyle intikam yeminini meydanlarda düşmana kusuyor. Anlamlı bir duruşla Önderliğe olan bağlılıklarını, sevgilerini haykırıyorlar dünyaya. Binlerce yürek aynı heyecanı, aynı öfkeyi birlikte yaşıyor. Yumruklar hep bir anda havaya kalkıyor ve gözler aynı yerde keskinleşiyor. Yürekler bir sel oluyor sokakları, mahalleleri, caddeleri, meydanları alıp götürüyor. Bu görkemliliğe alkış çalan yiğit kızlar, yiğit delikanlılar da var. Bedenlerini külleştirerek öfkesini haykıran Viyanlar da var. Viyan bir çağrıdır bize. Vurdumduymaz, günü birlik yaşam gerçeğimize, tarih karşısındaki duyarsızlığımıza ve Önderlik gerçeği karşısındaki sahte duruşlarımıza, kadro geçinen yanılgılarımıza birer çağrıdır.
Garip insanlarız ya da aslında ben de bir gariplik var. Yani başucumda bu kadar acı çeken bir halk var. Tarihi insanlığa yeniden armağan eden Bilge insan var, bu Bilge insan dört duvar arasında soluk alıyor, günahlarımızın bedelini ödüyor, yaşamıyla günahlarımızın bedellerinin ödeyicisi oluyor. Bunun karşısında ben ne yapıyorum? Gel gör ki süreç karşısında, tarih karşısında pasif bir pozisyondayım. Bu aşamadan sonra yediğim ekmek, içtiğim su haramdır. Çünkü sadece kendimi yaşıyorum. Şehitlerin yarattığı değerlere değer katmıyoruz. Yaşamımız da bir tekrarı yaşıyoruz, yaşamımızda, eylem taktiğinde yaratıcı olamıyoruz, hatta bilinen taktikleri de hayata geçirmiyoruz.
Bu gerçekliğim, gerçekliğimiz karşısında düşman güçleniyor ve Önderliğe baskı yapıyor, halkımızı da katliamdan geçiriyor. Zayıflıklarımızın hepsi birer lokma gibi düşmanın boğazına düşüyor, kendini güçlendiriyor. Aslan gibi bir halkın üzerine kükrüyor ve insanlarımıza kan kusturuyor.
Önderliğin esaretinden sonra gerillaya katıldım, gerillaya gelirken amaçlarımdan biri Reber APO’yu oradan kurtarmaktı, aradan yıllar geçti ve hâlâ Önderlik orada ve yaşam koşulları daha da zorlaştırılmış. Evet, sorular şimşek gibi beynimde çakıyor. Eğer Önderliğe bağlıysam neden bu kadar tahammül ediyorum? Tahammül ediyorsam demek oluyor ki İmralı sistemini kabul ediyorum. Alışmışız, peki alışma ütopyalarına ters düşme değil midir? Dürüstsem, bağlıysam o zaman neden bu kadar yılı ardımda bıraktım, güçlü bir çıkışın sahibi olmadım, bu çıkan sonuçla birlikte demek ki aslında dürüst bir militan değilim ve hep bir kandırmanın içinde oynamışım. Körlüğü, dilsizliği, sağırlığı kendime meslek edinmişim. Eğer gerçekten doğru temelde katılmak istiyorsam o zaman bir kadro olarak duruşumu gözden geçirip tahlil etmem lazım. Artık kendime dokunmam lazım, kendime yüklenmem gerekiyor. Artık böyle gelişi güzel bir yaşamın sahibi olmamalıyım. Böyle devam edersek halk da, tarih de bizi lanetleyecektir, çocuklar da bizden utanacaktır.
Başkanım yine yetersiz yoldaşlığımla bu lanetli güne gübre veriyorum. Bu duruşumu çözdükçe özeleştiri verme cesaretinde bulunamıyorum. Kendime esas aldığım budur. Popüler, güzel söz söylemek değil, anlamlı bir yaşamın sahibi olabilmek! Yaşamın kendisi tüm güzellikleri kapsıyor, önemli olan yaşamın kutsallığına, gereklerine göre yaşayabilmektir. Onurlu bir insan olabilmektir. Başkanım bunun samimiyetini göstererek asla izin vermeyeceğim klasik kadro duruşuma. Özgürlüğün tonunda bir kadın olarak yoldaş olmak istiyorum. Hayallerim, ütopyalarım yoldaş olmak ve kendi şahsımda yaratılmak istenen insan, kadın olabilmektir. Tüm çırpınmam bu düzeye ulaşabilmek içindir. Bu düzeye şu ana kadar ulaşmadığım için de canım, yüreğim yanıyor. Bir daha bu biçimiyle bu lanetli günü yaşamak istemiyorum ve bu bana çok ağır geliyor. Birçok yoldaşıma ağır geldiği gibi bu ağırlık beni durmadan tokatlıyor, kaynar sular dökülüyor üzerime, yanıklarda olan bir yaşamın anlamı yok, bu yanık hücreden İmralı’yı oluşturan zihniyetleri yok ettiğim zaman anlamlı olur bu çektiğim ıstırap.
Başkanım, sen İmralı’da soluk aldığın sürece yaşantımın bir tadı olmayacaktır. Ta ki özgürlüğüne ulaşıncaya dek. 15 Şubatlar yaşantımda, ömrüm içinde hep bir kırbaçtır. Kırbaç durmadan iniyor bedenime ve vicdanım, yüreğim hiçbir zaman kabuk tutmadı ve tutmayacaktır. 15 Şubat acısı hep taze, canlıdır içimde. Alışmadım bu dört duvara, asla alışmayacağım da! Yüreğimle, bedenimle bir şeyi başarma yeteneğinde olamasam da, yüreğimde asla kabul etmeyeceğim bu lanetli İmralı sistemini, lanetli 15 Şubatı.
Bu 15 Şubatın hesabını soracağım. Halkımın çektiği acılara son vereceğim ve Başkanım Amed’de, Cudi’de, Munzurlar’da halkımla buluşacak, yılların özlemini, hasretini külleştireceğim. Bunun için nefes alıyorum, bunun için tüm zorlanmalara rağmen ayakta durma direncini gösterebiliyorum.
Güzel insanlardan tek istediğim ülkemin çocukları yüreğimdeki baharı temsilen bir demet kır çiçeğini Başkanıma versinler ve ona sarılsınlar, o narin sesleriyle Başkanıma “sizi görmek isteyen bir kadın vardı. O kadın çok uzaklarda, selamını ve yüreğindeki hasreti getirdik.” desinler
Özgürlüğe tutkulu kadınlar, insanlar olduğu sürece Ejderhalar yok olmaya mahkûmdur.
Şehit Marya Umut
Karlar tutsak almış doğayı
Kışın soğuk tebessümüne hüzünle bakıyoruz
Hasretle bekliyoruz ilkbaharı
Her ardımızda bıraktığımız bir gün için bir off çekiyoruz
Mevsimlere düşman değiliz
Kışın kendi özündeki dinamiğe karşı değiliz
Şubatlar karabasan misali çökerken üzerimize
Ellerimiz kelepçelenirken
Bundandır kışa küskünlüğümüz
Bilirim elbet
Kış yağmuru, karı yağdırmasa
Topraklar susuz kalır
Otlar yeşermez
Nehirler, dereler, ırmaklar akmaz!
Avaşinler, Xaburlar, Dicleler, Fıratlar olmaz
İlkbaharlar gülümsemeyecek dünyaya
Bilirim elbet kışa borçlu olduğumuzu
Her 15 Şubat gelip çattığında
Yiğit kadınlar bedenlerini külleştirerek
Kışı temmuzla taçlandırıyorlar
Çocuklara güneşi armağan ediyorlar
Özlemle bekliyoruz ilkbaharı
Kış gerillanın düşmanıdır adeta
Az insanı yitirmedik bu mevsimde
Bu mevsim doğası gibi
Bir halkı da ağlatıyor
Şubatlarda yaşam duruyor
Nehirler akmaz olur
Zaman akmaz olur
Bir sessizlik çöker
Ölüm çığlığı kopar yüreklerde
Her bir yürek ateş topudur
Analar doğum yapar
Utanırlar bu lanetli günden
Bebekler haykırırlar
Ben bu lanetli günün çocuğu olmak istemiyorum
Çığlıklar inletir yeryüzünü
Şölenler, sevinçler, düğünler Şubatlarda sessizliğe gömülür
Şubat birer karabasandır
Kara bulutlar çembere almış bizi
Kırılganız dünyaya
Kürt dostluğuna kara bir gün olarak
Şubat nakşetti kendisini tarihe
Yaralıyız, yüreğimiz kan ağlıyor
Bilge İnsan
Yaşam seninle güzel
Seninle varız
Seninle yaşarız
Sensizliğin sözcüğü bile ürpertiyor insanı
Sensizliğe asla!
Hayat seninle yaşanılır
Dağlar seninle yaşanılır
Kuşlar seninle şarkı söyler
Ceylanlar felsefende yaşar
Bilge İnsan
Mevsimler birbirinin gebesi olurken evrende
Kış tutsak alırken bizi
Yeniden seninle yaşamaktır hayalimiz
Bilge İnsan
Kadınlar yıldızların kümesinde çembere durmuş
Yürekler birer ateş
Yürekler birer bomba
Patlıyor düşmanın kalbinde,
Cellâtlar korkaklığın gizeminde saklanıyor toprağa
Cellâtlar yeryüzünün mahlûklarıdır
Yol ver dağlar
Yüreğim gitmek ister İmralı’ya
Yoldaş olmak istiyorum Bilge İnsana
Yol ver dağlar yol ver
Bir tomurcuk gibi patlayayım Şubatta
Şubatlar yeniden doğsun benim için
Şubatlar kendi çılgınlığından döne dursun
Şubatı karartan kalpleri
Bedenimizle aydınlatacağız
Lanetli günü külleştireceğiz
Özgürlüğümüzü çalanın
Biz de hayatlarını alırız
Yeniden özgürlüğe doğmak için
Bu topraklarda
15 Şubat 2009