Yaşanılan çoğu yılar geçmişin bağrına saplanmış bir hançer gibiydi ve sanki dönüşü olamayan bir yolculuğa yol almıştı. Zaman ne kadar erken gelirse gelsin, gelecek içinde geçmişimizde o kadar bizden uzak olmamıştı. Ama onlar sadece anıların tazeliği ile bizi içine almış gönüllerimizin üstünden geçmişti bu yüzden izleri, silinmezdi. Geçmişin ve geleceğin bircik köprüsü de bize düşün o yılların anıları olmuştur. İşte onlar bize doğruyu yanlışı ayırt ettiğimiz yaşamımızın birer fotoğrafıdırlar.
Son baharın müjdeleyicisi olan yağmur taneleri düşüyordu. Yazın kavurucu sıcaklığı kendini soğuğa teslim etmişti. Kapıdan dışarıya baktığımda çiğ ve nem Buluzer vadisini örtmüştü. Besta’nın örtüsü sarımsı yapraklarla ayrılıkları anlatıyordu. Bu mevsimde ağaçların dalından düşen her yaprak bu fırtınayla göğü buluyordu. Besta’nın turnalarının saatleri Güneyi gösteriyordu. Bu sabahta turnalar göçmenliğin yazgısını söylüyorlardı. Evet. İşte sonbahar kapıya vurmuştu. Köyün çobanları geceleri dağ ve bayırlarda otlattıkları koyunlarını artık geceleri ahırda barındırıyorlardı. Kışın asi ve sert geçeceği yazdan belliydi. Arılar, karınca ve sincaplar ha bire yuvalarına yemek taşıma telaşındaydılar. Atalarımız bize böyle öğretmişlerdi. Çocuklarına bu kehanetten sayılmazdı. Adettendi ve tecrübe mekânından doğuya ile dönüşüyorlardı
Piro’nun eteklerinin en dibinde bulunan bir vadinin köşesinden Buluzer köyünün çıralarının ışığı bu gecede aydınlık veriyordu. Köy daha devletle tanışmamış onun tüm çirkinliğinden uzak, doğal bir yaşam içerisindeydi. Bu fotoğraf binlerce yıldan beri süregelmiş, tüm gıdalarını bu ortamda elde etmişlerdi. Bu olmadığında ise keçilerin sütünden peynir yaparak diğer komşu köylerde buğday karşılığı takas edip ailelerinin geçimini sağlamışlardı.
Lezgin arkadaş böyle bir ortamda doğup büyümüştü. Bu ortamda hayatla erkenden tanışmış, olgunlaşmış ve köy ahalisinin diğer fertleri gibi evlenmişti. Bazen hayvan otlatarak, bazen bu takas ticaretini yaparak ve bazen de evi için odun taşıyarak ailesine katkı sunuyordu. Böyle mütevazi bir hayattan şikayetçi olmamasına rağmen, kadere de boyun eğmiyordu. Çünkü arayış Lezgin’de bir ilkeydi
Silahlı mücadelemiz bölgede henüz yeni-yeni yankı buluyordu. Apocu direniş geleneği ev-ev fısıltı düzeyinde yankı buluyordu. Her biri farklı bir isim veriyordu. Kimisi talebe diyor, kimisi Apocu veya devrimci diyor ya da bu silahlı gerillaları heval diye isimlendiriyordu. Bu isimlendirmeler fısıltıların çoğalmasına katkı veriyordu. Doğru olan da buydu. Her şey bir fısıltı ile başlar. Buluzer köyü de bu fısıltılarla uyanıyordu. Bu gün arkadaşlar gelmedi acaba yarın gelirler mi? biçiminde kafalarında oluşan sorulara cevaplar bulmak istiyorlardı. Asıl amaç bir biçimiyle gerillalara katkıda bulunmaktı. Ama nasıl?
Günlerden bir gün Lezgin arkadaş eşine “yemeği hazırla yemeğimizi yiyelim” der. “Ama başta bir bardak su versen sevinirim” der. Eşi de su verir ve sofrayı kurar. Lezgin’i davet eder. Sofraya geldiğinde Lezgin çok susadığını belirtip bir bardak su daha ister. Tabi eşi buna şaşırır ve “sana şimdi verdim. Ne yemişsin de böylesine susamışsın” der. Bu söz Lezgin’e ninesini hatırlatır. Ninesi aklına gelir. Çünkü su istediğinde her zaman ninesi ona “sen ne kadar da suyu seviyorsun” der. Lezgin de buna cevaben “su hayattır” der. Ninesi de “doğrudur su hayattır oğlum ama o kadar suyu sevmene rağmen bir kaşık sudan geçemiyorsun, yüzmeyi bilmiyorsun” der. “Bak akrabalarının çoğu bu sularda gittiler ve sadece ardına bakıp yüreğimize kör düşürdüler” der. Buluzer köyünün ninelerinin kehanetleri doğru çıkıyordu. Nasıl ki bülbül gül için ağıt yakar ve nasıl ki insan sevdiğinin tutsağı olursa bu hayatta böyle bir şeye benzerdi. Nineler yaşamlarında gördükleri olayları tecrübe edinmiş ve adeta hayatın sarrafları olmuşlardı. Onlar baba, ağabey kardeş veya akrabalarını ya baharın yada sonbaharın selleri ile büyüyen Besta’nın hırçın sularında kaybetmişlerdi. Besta’nın bu mevsimlerinde suya düşenler onun kucağına kapılıp gidiyorlardı. Bu yüzden ninelerin gözü hep yolları gözlüyordu. Gidenler bir gün gelecek umudu ile gözlerini ufuklarda gezdiriyorlardı. Habersiz, zamansız her anda umutlarına umut katıyorlar, gidenlerin geri dönüşünü bekliyorlardı. Ama onlar artık dönüşü olamayan yolcularla uğraşıyorlardı.
O sofra üzerinde Lezgin ninesini bir anda hatırladı. Dalıp gitmişti. Geçmişini, çocukluğunu, oynadığı oyunları, gezdiği meraları, çocukluk arkadaşlarını ve büyüdüğü mekanın ağır değişen koşullarını anımsadı. Suyu çok sevmesine rağmen yüzme bilmemeyi ve ninelerin bu solmayan umutlarını hatırladı ve eşine “beni uzaklara götürdün” dedi. Bunun üzerine eşine tüm anımsadıklarını ve tabi olayı olduğu gibi anlattı.
Yemeğini afiyetle yedikten sonra eşine “ben yarın oduna gideceğim şimdiden kış hazırlıklarımızı yapalım ki dara düşmeyelim der. Ve sonra yorgun olduğu için uyumaya gider. Eşi de onun heybesine bir ekmek, bir parça Buluzer’in otlu peynirinden bir beze sararak heybesine yerleştirir. “Maksat olurda geç gelebilir aç kalmasın” diye düşünür. Sabah erkenden Lezgin ahıra gidip iki katırının semerini giydirir, balta ve orağını semerlere iyice bağlayıp heybesini omzuna takar. Eline bastonunu alıp Piro’nun ormanlık yamaçlarına doğru gider. Patikalar yağan yağmurdan ötürü çok çamurlu olduğu için katırlar zorla ilerler. Lezgin bu gün iki arkadaşı ile birlikte oduna gidiyorlardı. Saatlerce süren yürüyüşten sonra ulaşmak istedikleri yere ulaştılar. İlk başta hayvanlarını otlayabilecek bir şekilde bağladılar. Uygun ağaçları seçip kesmeye başladılar. Katırlarının taşıya bileceği kadar odunlarını toplayıp tamamladılar. Onlar ağaç kesmekle uğraşırken davetsiz misafirleri de onları görüyor, gözlüyordu. Ama Lezgin ve arkadaşları bundan habersizdi.
Eruh baskını ile bölge için yeni bir milat başlamıştı. Bu defa aşiret savaşlarından ve köy kavgalarında öte bir dava büyüyordu. Mirlik ve beyliklerle değildi. Bu savaş onların bir panzehiri ve o kaleleri yerle bir edecek bir nitelikte bölgede yayılıyordu. Kürdistan’ın her tarafına ulaşıyordu. Yeni bir süreç gelişiyor, tarih yeni bir seyirde akıyordu. Bu dava saflarında gün gelecek Lezgin’in de yerinin olacağını kimseler bilmiyordu ama gelişen olaylar bu sonca doğru kayıyordu.
Bulutlar göğü örtmüştü. Yağmur ha başladı ha başlayacak telaşı ile acele edip ellerini tez tutmaya çalışıyorlardı. Yağmurdan önce yola düşmek daha uygun olacaktı. Yüklerini yüklemeden önce davetsiz misafirlerden biri onların yanına gelir. Bodurluklar arasından çıkıp yanlarına gelen davetsiz misafir ilk başta “merhaba” der. Lezgin ve arkadaşları da bir yandan bu selama karşılık verirken diğer taraftan gözleri silahlı olan bu adam karşısında fal taşı gibi açılır, aniden korku ile dolup şoke olurlar. Lezgin birden kendine gelerek “buyurun” der. Tokalaşırlar. Bu yüzden biraz daha rahat olurlar. Daha sonra davetsiz misafirin diğer arkadaşları da yanlarına gelir ve sohbet büyür. Gerillalar ilk başta “nerelisiniz ne iş yapıyorsunuz” gibi sorularla genel durumları öğrenmeye çalışırlar. Durumları öğrendikten sonra grup sorumlusu olan gerilla “arkadaş siz bizimle geleceksiniz” der. Bunun özerine Lezgin ve arkadaşlarının farklı bir şey demesi mümkün olamazdı. Dolayısıyla bundan sonra gidilecek yolun istikametini Lezgin değil gerillalar belirleyecekti. Köy güzergahı olan yolu artık değişmişti.
Lezgin’in, gerillaların askeri yasalarla savaşçı aldıklarından haberi vardı. Ama bir gün bu şekilde ona da denk geleceğini asla tahmin etmezdi. 1988’ler dönemiydi. Lezgin ve arkadaşları da bu ağa tutulmuşlardı. Dönem artık savaşçı militanlarını istiyordu. Tabi bu kalp Lezgin için atıyordu. Bu dava onun da davasıydı. İlk başta her ne kadar ona anlamsız gelse de zaman dilimleri dakika, saat, gün, ay ve yıl olarak geçtikçe Lezgin mücadelenin gerekliliğini ve ciddiyetini daha iyi kavrıyordu. Daha sonra “tamamdır” der.
Ancak daha öncesinden ilk olarak gerillalar tarafından alıkonulduğu o anda Lezgin’in kafasında binlerce soru peş peşe sıralanır. Ne yapacaklar, bizi bırakırlarımı, evi bir daha görecek miyiz? Ama o an bu soruların hepsi cevapsız ve sonuçsuz kalıyordu. Birden Lezgin gerillalara “bizi nereye götüreceksiniz” der. Bir gerilla “Nuh ile buluşmaya gideceğiz” der. Tabi ilk başta bu söze anlam vermez. Nuh nerde biz nerdeyiz diye düşünür. Bunun üzerine sadece gerillaları takip edip ilerliyorlar.
Lezgin insanlığın ilk can bulduğu diyarlara doğru ilerliyordu. Her gittiği adımda evinden, ailesinden ve köyden gittikçe uzaklaşıyordu. Nuh’un sekizlerle insanlığın tohumu attığı meskende artık Lezgin de ilerleyecekti. Lawıkê Xerib’in ulaşamadığı amacına Lezgin ulaşacak o yolda devam edecekti. Oradan halkının sesi olacaktı. Cudi bölge sorumlusu o zaman Aziz arkadaştı. Aziz arkadaş Lezgin’e “senin ismin nedir” diye sorar. Lezgin de “Lezgin’dir” der. Aziz ona “Bundan böyle Rojhat senin kodun olacak” der. “Bundan böyle bizimle hareket edeceksin” der. Her ne kadar oda “evet” yanıtını verse de, bir türlü evden kopma niyeti yoktur. Ama bunun nafile olduğunu da bilir.
Dağlarda olmak pratiğe katılmak Rojhat için çok zor değildi. Çobanlık yaptığı, dağlarda büyüdüğü için kişiliği gerilla olması için elverişliydi. Sorun bu zorlukların üstünden gelebilir mi gelmez mi değildir. Ben geldim peki ailem bundan sonra geçimini nasıl sağlarlar diye düşünür. Özlemi onu bir karara ulaştırma yönünde ikircikliğe düşürüyor. Bu ikirciklik eve mi gideyim yoksa mücadeleye mi katılayım şeklinde devam eder. Her gün kendi içinde bunu sorgular. Gideyim mi kalayımı şeklinde süren bu içteki savaş aylarca ve yıllara kendini var eder.
Nuh’un meskeni olan Cudi de kimler yoktu ki. Savaşçıların meskeni ve savaşçı komutanlarının mayasını verdiği bir diyardı Cudi. Bu savaşçıların her biri mücadelemizin değişik dönemlerinde pratiğe ve eylemlere damgalarını vurmuş birer abideydiler. Aziz, Mustafa, Afarof Mahmut, Gazi, Ahmet Rapo, Adil, Fazıl ve Rojhat arkadaş da bu kervana dahil oldular. Bu arkadaşlar onlardan bir kaçıydı.
Yemek sofrası henüz yeni kurulmuştu. Rojhat o kadar yorgundu ki yiyesi gelmiyordu. Uzun yolardan sonra noktaya gelmişlerdi. Onlarca arkadaş noktada onları bekliyordu. Cudi’nin yabani keçilerinin etini pişirmişlerdi. Rojhat’ın yorgunluğunu giderecek bir yemekti. Bu şartlarda buna yok denemezdi. Aziz arkadaş yeni getirilen savaşçıları ilk başta sofraya davet edip bölükçe öğlen yemeklerini Gırê Hırmo’da afiyetle yediler. Her yemekten sonra buralarda bir de çay içmek adettendi. Aziz arkadaş Rojhat ve arkadaşlarını çağırıp mücadele üzerine saatlerce konuşur. Sonra eğitime tabi tutulurlar. Silahlar ve asker olma üzerine ders verilir, bir nevi ortamın kültürünü onlara aktarırlar. Botan’da mücadelemiz daha şafak vaktindedir. Gerillaların sayısı az olduğu için mücadelenin yükü daha ağır olur. Bu şartlar Rojhat arkadaşı erken karar vermeye itiyordu.
Birlikler kışın hazırlıklarını tamamlamıştı. Kış basmıştı ve artık guruplar üstlenmeye geçecekti. Kış olması Rojhat arkadaş için bir avantajdı. Güçler eğitim sürecine girecekti ve bu eğitim bireyi mücadeleyle tanıştırma için önemliydi. Bölge yapısının çoğu Şırnaklı ve çoğu Rojhat gibi askeri yasa ile saflara alınmıştı. O arkadaşların bağlılığını kendisi ile kıyaslıyordu. “Onlarda benim gibidir” diyordu. Bu oluşum içinde Rojhat da çalışmalara daha aktif katılmak istiyordu. Kısa bir dönem zarfında ortama adapte olup uyum sağlamsı, coşkulu ve moralli olması arkadaşları kuşkuya düşürüyordu. Bu kuşku onu tanımamaktan kaynaklanıyordu. Ama yine arkadaşlar ona bu gerçeği fark ettirmemişti. Adaletli bir kişiliği vardı. Her kese karşı adildi bu yüzden yapı onu birliğin lojistikçisi yapar. Evde aile sahibi olduktan sonra adaletli olmayı öğrenmişti. Rojhat arkadaşın adaletinde kesinlikle ayırımcılık yoktu. Lojistik görevlisi olması onu daha sorumlu olmaya itiyordu. Emeğe karşı sorumluk, yaşama ve yoldaşa karşı sorululuktur. Bu sorumluk anlayışı onun yaşamı boyunca adaletini yanındaki yoldaşına da göstermiştir. 1988-89 kış şartları ağır basmıştı. Rojhat arkadaş baltayı iyi kullanır, mangası için hep odun keserdi. Mangası da bundan keyif almıştı. Kendini yormadan titizlikler işini yapardı. Kaldığı manga diğer mangalara oranla daha derli ve topluydu. Bu titizliğini manga ortamına hep yansıtıyordu. Kış boyu arkadaşlarının görmüş olduğu eğitim de pratik değerlendirmeleri yapılmış böylece bahara daha hazırlıklı başlamanın avantajını elde etmişlerdi.
Bir gün Afarof Mahmut arkadaş, Rojhat ve bir arkadaşla beraber göreve giderler. Görev Cudi bölgesinde arkadaşlardan altı saat uzakta bir alana gideceklerdi. Yol uzundu ve gece boyunca yürümeleri lazımdı. Yolda arkadaşları yorulunca Afarof Mahmut “bir saat mola verelim daha sonra yolumuza devam ederiz” der. Bu esnada arkadaşa uyumak ister. Rojhat arkadaş ise “benim uykum gelmiyor nöbeti ben tutabilirim” der. Arkadaşları da “o zaman uykun geldiğinde bizi kaldır” derler. O da “tamam, olur” der. Kış boyunca arkadaşları Rojhat’ı tanımış, güvenmiş ve canlarını ona teslim etmişlerdi. O bir inanma merkeziydi, sırtını yoldaşına dönecek bir kişiliği yoktu ama Rojhat bir karar aşamasındaydı. Kalayım mı kalmayayım ikileminde gidip geliyordu. Bu gece dönüm noktası olacaktı. Üstündeki parkesini uyuyan arkadaşların üstüne atar ve kendini gecenin sessizliğinde yolların uzaklığına bırakır. İlk birkaç adımı atar atmaz kaçmayı sorgular ve “onları nasıl yalnız bırakabilirim? Canlarını bana teslim ettiler, ben ise onları bıraktım. Bu bana yakışır mı?” der. Çalkantılı gel-gitler içinde yaşar, bir yandan kaçıyor diğer yandan yoğunlaşıyor. Ben onlardan daha mı iyiyim diye söyleyip gider ve bir saat yol boyu gider. Tabi bu Rojhat için o kadar kolay olmaz. Kaçmayı kendine yedirmez ve sonra durur. Kendi kendine “Ancak kalırsam aileme layık biri olabilirim. Onurlu bir kişiliğim olur. Kaçsam lanetli biri olarak yaşayacağım ve ben bunu kabul etmem” der ve arkadaşlarını bıraktığı yere geri döner. Almış olduğu karardan döner onlara ulaştığında hemen arkadaşlarını çağırır “kalkın gidelim iki saattir uyuyorsunuz” der. Afarof Mahmut ona “sen niye uyumadın” diye sorar. “en azından birimizi kaldırsaydın iyi olurdu” der. Ama Rojhat “benim uykum gelmedi onun için sizi kaldırmadım” der. Sonra yollarına devam ederler fakat Rojhat arkadaş rahat değildir. Aziz arkadaş bunu fark eder. Böyle bir olaydan hiç kimsenin haberi yoktur. Aziz arkadaş Rojhat arkadaşı çağırır ve ona neyin var diye sorar. “Dalgınsın bir şey mi oldu?” der. Rojhat arkadaş olayı olduğu gibi Aziz arkadaşa anlatır. Bunun özerine Aziz arkadaş Rojhat arkadaşla konuşur. “Bundan böyle aramıza hoş geldin yoldaşım. Doğrudur altı aya yakındır buradasın ama evden daha ayrılamamıştın fakat bu olaydan sonra yeni katıldın ve içindeki ikircikçiliğimi kırdın. Bu bizim için önemlidir” der. Daha sonra saatlerce Aziz arkadaş Rojhat arkadaşla konuşur. Bu olaydan sonra Rojhat arkadaş doğrudan katılmayı sağlar. 1988 den 90 yıllarına kadar Rojhat arkadaş Cudi de aktif pratik yürütür. O dönemde çıkan operasyonlar ve eylemler de en ön mevzilerde yer alır ve savaşçılıkta kapsamlı bir düzey yakalar. 90 yılı baharı ile düzenlemesi Besta’ya olur. Besta’nın arazisini iyi bilir. Buraları en iyi tanıyan odur. Çünkü orada hayata gözlerini açmış ve büyümüştü. Yoları, dağları, kırı iyi bilirdi. Gerillanın barınacağı yerleri iyi keşfeden, nerede durulması gerektiğini söyleyen bir öncü konumunda rol oynar. Besta’da Rojhat arkadaşın bu konumu ve pratik tecrübesi pratiğe ve arkadaşlarına çok katkı sunar.
91 yılı ile düzenlenmesi takım komutanı düzeyinde Çırav’a olur. Oradaki tüm eylemselliklere aktif katılır, örgütleyici düzeyde rol alır. Reşine karakol baskınında yaralanır. Bu baskında düşman ağır kayıplar verdi. Çırav’da kapsamlı eylemler olur. Bunların başında Memira, Reşine karakol basınları var. Bu eylemlerde Rojhat arkadaşın aktif rol oynaması belirleyicidir. 92 kışında düşman Çirav’a kapsamlı bir operasyon yapar. Operasyonda şiddetli çatışmalar yaşanır, çatışmalar sabahtan akşama kadar sürer. Birçok arkadaşın karda ayakları yanar, hatta bazılarının ki kesilme düzeyine gelir. Rojhat arkadaş doğal yöntemleri ile bunları kurtarır, onun da ayağı yanmış olmasına rağmen hep diğer arkadaşları merak eder ve ilgilenir.
Bizde savaşın en sıcak ateşli günlerinin içinde bir yandan savaşın gerçek yüzü ile bir yandan da savaş ustası bir komutanla tanışacaktık. Beyaz bir ata binmiş elinde asası omuzun da M-16 silahı duruyordu. 1.88 santim boyunda zarif ince bıyıklı olan esmer ve yakışıklı bir arkadaştı. Atını dörtnalla koşturuyordu. Adeta bu dağ senin bu dağ benim küçük sırtlarlı aşıp bize doğru yol alıyordu. Merak etiğim bir an ve bir komutana tanık olacaktım. O ise dakikalar sonra bize ulaşacaktı, ha geldi ha gelecek derken birden sesi ile bize ulaşmıştı. Atından indi merhaba verdi. Esprisi bir hayli erken başlamıştı. Güler yüzlüydü. 93 yılında Garisa gücünün tümü Herekol’da düzenleme için toplanmıştı. Bazı bölüklerin düzenlemesi Garzan eyaletine olmuştu. Bu vesile ile bizde Rojhat arkadaşla tanışacaktık. Arkadaşlar moral etkinliği düzenlemişlerdi. Moralden sonra komisyon “halay serbesttir” der demez Rojhat arkadaşı sahnede bulduk. Ardından Abdullah Omyanusi “erbê mın” şarkısın söyledi, bu ortamda 500’e yakın bir gerilla gücü toplanmıştı. Hepsi el ele verip bu şarkıya eşlik ederek aynı uyumla Botan halayını çektiler. Rojhat arkadaşın halaydaki duruşu izleyenleri büyülüyordu.
Bu düzenlemeden sonra bütün güçler kendi bölgelerine gittiler. 1993 yılı Kürt özgürlük mücadelesi açısından önemli bir yıldı. Daha baharın başlangıcında hareket ateşkes ilan etmiş ancak bu süreç ilerleyemediğinden inkarcı sömürgeci zihniyetin Kürdistan’daki hedeflerine yönelik her taraftan yoğun gerilla yönelimleri gerçekleşmişti. Bu süreçte yaşanan eylemsellik düzeyi Kürt halkının diriliş devrimini gerçekleştirmişti.
Rojhat arkadaş 93 yılı baharında bölük komutanı düzeyinde Garisa alanına gelmişti. Rojhat arkadaşın kendinden eksik etmediği, asası, atı ve keçe de yanındaydı. Kürtvari bir duruşa sahipti. Misafirlerine karşı tutumu ise misafirperverceydi. 1993’ten 1995 yılına kadar bölük komutanı düzeyinde görev aldı. 93 yılında Garisa bölgesinde birçok eyleme damgasını vurur. 94 yılı operasyonunda Garisa gücünün tümü bölgeyi bırakmak zorunda kalır. Fakat Rojhat arkadaşın bölüğü tüm zorluklara rağmen alanda kalır ve yapısını bu ortamda savaştırıp korumayı bilmiştir. Rojhat arkadaş teorik eğitimlere önem vermiyordu. Genelde pratik çalışmaları esas almıştı. Eleştirilere kapalı ve dar yaklaşıyordu. Ve bu durum kabullenmeme doğruyordu. Bu yaklaşımları ta ki Önderlik sahasına gidene kadar devam etti. 93 yılı pratiği tüm ülkede olduğu gibi Garisa alanında da sürece damgasını vuracak eylemlikler gelişir. Bu eylemlerin birçoğu karakollara saldırı düzeyindeydi. 94 yılında düşmanın gerçekleştirmiş olduğu operasyonun sloganı “ya bitireceğiz ya bitireceğiz” dir. Buna karşı Özgürlük mücadelemizin tutumu ise “ya kazanacağız ya kazanacağız” temelindeydi. Bu tutum tüm gerilla güçlerinde düşmana karşı direniş sergileme şeklinde pratikleşmişti. Düşmanın “gölü kurutma” politikası gerillaya karşı kırılmıştı. Örgüt böyle bir dönemde 5. kongre sürecine girmiş bu kongre PKK’lileşme hamlesi olmuştu. Bu hamle hem yaşamsal düzeyde hem de savaş stratejimiz ve taktiklerimiz düzeyinde bir değişimi ifade ediyordu. İlk başta yeni düzenlemelerle alaylar düzeyinde hareketli birlikler oluşturmaya gidilir. Bu düzenlemelerle Rojhat arkadaş hareketli Taburun başına getirilir. Başta güçler ulaşmadığı için yüz kişilik bir bölük oluşturulur bu bölük nitelikli yapıdan oluşan her yerde rolünü oynayabilen bir düzeydeydi. Nasıl ki biz baharla birlikte büyük bir hazırlık temelinde bir hamle yapmak istediysek düşmanda Güneye Çelik operasyonla yönelip bu hamleyi boşa çıkarma peşindeydi. Rojhat arkadaş yapısının düzenlemesini buna karşı durma şeklinde yapmıştı. Haftanin gücü ve Rojhat arkadaşın bölüğü bir eylem hazırlığı içindeydi. Haftanin sınırı boylarında karakol baskını ön görülmüştü. Ağır silahla tüm teknik donanım bunun için hazırlanmıştı. Düşman Güneye operasyon yapmak için harekete geçmişti. Bu yüzden Rojhat arkadaş hemen eylemi iptal eder. Mevzilenme için talimat verir. Rojhat arkadaş bir manga arkadaş ile Sipan tepsinde mevzilenirler. Keşan tarafında ilk çatışma yaşanır. Düşmanda Sipan tepesi stratejik bir tepe olduğu için bin kişiye yakın bir asker kolu ile orayı tutmak isterler. Arkadaşların tahmin etmediği bir yerde düşman kolları sabah erkenden tepeye girer. Burada çatışma öğlene kadar sürer. Rojhat arkadaş hem savaşıyor hem de diğer gurupları koordine ediyordu. Beklenmeyen bir talimat doğrultusunda Haftanin gücünün guruplar halinde hareketli bir şekilde düşmana vurması ve Rojhat arkadaşın taburunun hemen Metina’ya geçmesi gerektiği belirtilir. Bu doğrultuda genel yapıya bir nokta belirtip toparlamaları gerektiğini söyler ve orada buluşurlar.
Gelen talimat doğrultusunda durumu genel yapısına izah eder ve kavratır. Metina’ya geçmemiz gerektiğini, orada arkadaşların sayısının az olduğunu, düşmanın kapsamlı bir operasyonla geldiğini ama bunun karşısında bizimde direnecek gücümüzün var olduğunu belirtir. Yola çıkma saati belirler. Metina alanı karşıda gözüküyordu ama aramızda o alanı tanıyan kimse yoktu. Rojhat arkadaş dürbünü eline alıp öncü benim der ve yola koyulur. Batufa’nın alt tarafında bir köprüden geçmemiz gerekiyordu. Ancak o köprüden Metina’ya geçilebilirdi. Oraya ulaştığımızda Rojhat arkadaş köprüde duran KDP’lilerle saatlerce konuşur ama onlar geçişimize izin vermezler. Ancak para verdikten sonra geçebildik.
Xabur suyu deliye dönmüştü. Kışınki suskunluğunu adeta baharla birlikte kusuyordu. Bu suya vurmak için deli olmak gerekirdi. Bu yüzden mecburen köprüden geçtik. Köprüden geçtikten sonra yaklaşık bir saate boyunca araba yolundan yürüdük ve sonra Metina yamaçlarına doğru ilerledik. Rojhat arkadaşta aceleyle önde yürüyordu. Yapısı ona yetişmeye çalışıyordu. Önümüz tamamen köylülerin ektiği buğday tarlalarıyla doluydu. Tarlaların hepsi yeni kazılmıştı, yağmurda hiç durman devam ediyordu. Bu yüzden her yer bataklığa dönüşmüştü. Sayımız çok olduğu için bazı yerlerde avcı kolu ile hareket etmemiz gerektiği talimatı geldi. Ama mecburen bazı yerlerde sıra şeklinde dizilip geçmemiz gerekiyordu. Bu çamura birçok arkadaşın ayakkabısı takılı kalıyordu. Üstü başı çamur içinde olanlar, ha bire düşünler çok olduğu için çamurdan bir hal olmuştuk. Metina’nın güney tarafından ilerliyorduk. Ama bu tarlaların çamurları üstümüzde sıvanmış ilginç bir biçimde gerilla elbiselerimizin üstünde duruyordu. Metina yamacına nihayet ulaşmıştık. Rojhat arkadaş talimat verip “sabaha kadar buradayız, Mangalar ateş yakabilir. Kendinizi kurutun sabah olunca gideriz” dedi. Bu kadar yürüyüşe ve bunca yola rağmen Rojhat arkadaşın sadece ayakkabısı çamur olmuştu, bunun dışında üzerinde hiç çamur lekesi yoktu. İnsan hayret içinde kalıyordu. Doğrusu mangalar ateş yakıp naylonlarını açtılar. Tüm güç kendini kurutup gelen talimatlar doğrultusunda hareket etti. Sabah hepimiz uykudan uyandık. Ama bir mangamız uykudan kalkmıyordu. Onlar gece naylonu közlerin üstüne örtmüş öylece altına girip yatmışlardı. Bundan dolayı o manganın hepsi baygın düşmüştü. Hepsi adeta serseme dönüşmüşlerdi. Ama Rojhat arkadaş tecrübelerinden dolayı bu olayın sırrını biliyordu. Hemen süt tozundan süt yapıp bu mangaya verir, böylece arkadaşlar süt içtikten sonra kendilerine geldiler.
Uzun bir yolculuktan sonra Metina’ya gelmiştik. Metina bu operasyon içersinde çatışmalardan dolayı adeta kaynıyordu. Düşman her taraftan yöneliyor sonuç almak istiyordu. Tabi Metina’da tıpkı Amerikan askerlerinin Vietnam bataklığına saplanmaları gibi Türk ordusunun batağı oluyor ve Metina Vietnamlaşıyordu. Rojhat arkadaş hemen eylem planlaması yaptı. Yekmale yakınlarında düşmanın bir kolu vardı ve bu düşman gücü orada helikopterlerin gelip onları almasını bekliyorlardı. Burada henüz düşman askerleri harekete geçmeden saldırı gurubu düşmana yetişti. Saldırı gurubunun hedefi düşmanın bu kolunu darbelemektir. Eylem başarıyla sonuçlanır ve burada yaklaşık on düşman askeri öldürülür. Silahları ve çantaları üzerlerinden alınır. Rojhat arkadaş eylemi koordine ederken saldırıya giden arkadaşların soğukkanlı olmalarını esas alır. Bu yüzden sürekli uyarılarda bulunur. “Bakın yapabilirseniz hepsini öldürün hatta cenazelerini de alın ama kendinize de dikkat edin” der. Çatışma esnasında sıkışan düşman askerlerini kurtarmak için kobra tipi helikopterlerini devreye koyar. Yoğun teknik kullanır. Bu yüzden arkadaşlara mecburen geri çekilme talimatı verilir. Bu eylemde iki arkadaş kahramanca şehit düşerler. Rojhat arkadaş saldırı grubundan şehitlerin naaşlarını getirmelerini ister. “onları yanıma getirin” der. Şehit arkadaşlar getirilir ve tören düzenlenip toprağa verilirler.
Metina’da düşman güçleriyle iç içe girmiştik. Her gün eylem oluyor her gün saldırılar düzenleniyordu. Adeta gerilla birlikleri bir biri ile rekabete düşmüşlerdi. Düşmana nefes aldırtmıyorlardı. Tepe Orta’da arkadaşlar düşmanı kuşatma altına alıp her taraftan vururlar. Yaklaşık yirmi asker ölür, arkadaşlar ölen askerlerin üzerine gidip silah ve çantalarını alırlar. Hatta burada ele düşen üç asker cenazesi Rojhat arkadaşın talimatı ile getirilir. Cenazeleri almaya ben ve iki milis arkadaş gittik. Onları getirip Metina’nın eteklerinde sakaldık. Bu eylemlerden sonra düşman ağır darbe almıştı ve mecburen geri çekilme zorunda kalmışlardı.
Düşman geri çekilme yaptıktan sonra bölüğümüzün kuzeye geçme hazırlığı yapması gerektiği talimatı gelir. Bu doğrultuda bölüğümüz sınıra yakın olan Keste ve Zendura alanlarına gider. Rojhat arkadaşın hedefinde durmak yoktur. Böylesi dönemlerde durmak ihanettir. Bunu her zaman bir düşünce şeklinde yapısına da anlatıyordu. Kahramanlık ve inisiyatif her kesin nasibi olmazdı boş durmak yoktu savaşmak ve iş yapmak vardı. Onun felsefesinde esas belirleme şuydu; savaşmakla başarıyı sağlayabilirdik. Rojhat arkadaş bunun bilincindeydi. Süreç kahramanlık gerektiriyordu. Çünkü düşmanın politikası her yönü ile gerilla ve halkı bitirme temelindeydi. Bu plan Kürdistan’ın her tarafında günlük yürütülüyordu. Bir yandan gerilla güçlerine yönelik kapsamlı operasyonlar düzenleniyor diğer yandan da köyler boşaltılıp yurtsever Kürt insanları faili meçhul cinayetlerle vuruluyordu. Böyle bir dönemde inisiyatifli olmak lazımdı. İnisiyatifli olan yaratıcı olurdu. Yaratıcı bir komutan olmak demek eylemsiz kalmamak demektir. Aslanın ağzındaki lokma bu yaratıcılıkla alınabilirdi. Rojhat arkadaşta komutası altındaki yapısını askeri bir bölüğe dönüştürüp her yerde savaşabilecek bir düzeye getirmişti. Bölük hareketliydi her yerde her şart altında mücadeleye hazırdı. Yıların getirdiği birikim onun düşüncesini ateşle örtmüştü, bu ateşi yapısına da aktarmaya çalışıyordu. O savaşçı bir kişiliğe sahipti. Rojhat arkadaş kendisine çok güveniyordu. Yapacağı düzenlemelerde artık korkmadan her manga saldırı, pusu ve savunmada, kısaca her yerde rollerini sağlıklı bir şekilde oynayabilirlerdi. O komutası altındaki gücü bu düzeye getirmişti. İnisiyatifli ve kahraman olmayı kendisinde bir ilkeye dönüştürmüştü. Çünkü o büyük bir pratik geleneği içinde büyümüştü. Afarof Mahmutların, Ahmet Rapoların mevzi arkadaşıydı.
Hakkâri’ye geçmenden önce sınır hattına çıkan düşman güçlerine yönelik bir eylem düzenlenir. Bir saldırı gurubu ve iki savunma şeklinde düzenleme yapılır. Gündüz gerçekleşen bu saldırı istenildiği bir gibi sonuç almasa da altı asker öldürülür, hatta askerlerin silahları ve bir askerin cenazesi de getirilir. Rojhat arkadaş yapısını darbe yemesin diye tüm detayları gözden geçirirdi. Ayrıntılar Rojhat arkadaş için önemliydi çünkü ayrıntısı kaybolan komutan savaşçılarını savaş ortamlarında yönetemez, koordine edemez ve çıkaramazlardı. Birçok çatışmada onun denetimi altında olmayan güçleri bile tanımadığı arazilerde koordine edip sanki o alandaymış gibi arazi yapısını çözüyor ve yönlendiriyordu. Her kes yön veremezdi, Rojhat arkadaş için yön vermek savaşmaktı. Rojhat arkadaş gerillaya gelirken bir aileyi arkasına bırakmıştı. Fakat şimdi onun denetimi altında bir ailenin sorumluluğundan daha büyük bir sorumluluk vardı. Genç arkadaşlarını sürekli koruyup onları geleceğe hazırlıyordu. Bildiğini yapısına da esirgemiyordu. Onlarla paylaşıp her yiğidin hakkını layığı ile ona veriyordu. Bu yüzden Rojhat arkadaşın denetimi altındaki gerilla yapısı ona bağlıydı. Onun şahsında örgütün kahramanca savaşan komutanı görüyor ve yaptığı planlamalarına güveniyordu. Yarattığı ortam Rojhat arkadaşın bir resmiydi. Bu titizlikle örgütsel yaşamı koruyordu. Aynı zamanda pratik politik kişiliğe sahipti ve tüm olay ve olgulara cevap olabiliyordu.
Hareketli birliğimiz talimatlar doğrultusunda sınırda beklemişti. En sonun da talimat gelmiş ve geçebilirsiniz denmişti. Fakat aramızda ne bir kurye ne de yolu tanıyan biri vardı. Sadece Hakkâri’nin yönünü biliyorduk. Bunun üzerine Rojhat arkadaş bir manga gerilla gücünü yanına alıp sınırdan gideceğimiz yolu keşif ederek uygun yolu bulurlar. Gideceğimiz yolun üzerinde karakol askerlerin tuttuğu tepeler ve köy vardı. Biz bunların yakınından geçeceğiz şeklinde planlamasını yaptı. Bölük olarak iki parçaya ayrılıp Kaşura hattından geçiş yaptık. Bu geçiş esnasında Rojhat ve Mehmet arkadaş sürekli öncümüz olarak önümüzde yürüyorlardı. Altı gün boyunca yol gitmeliydik, altı günden sonra ancak gideceğimiz alanda arkadaşlara ulaşabildik. Bu kadar yol gitmek yapıyı takatten düşürmüştü. Arkadaşları zinde tutmak için Rojhat arkadaş gerilla ayranını yanından hiç eksik etmiyordu. Limon tuzu ve şekeri bir birine karıştırıp gerilla ayranı yapıyordu, hatta bazı arkadaşlar bu ayrana ilaveten biberde katıyorlardı. Böylece takatten düşenler bir nebze de olsa kendine geliyor ve ilerliyorduk. Kaybolduğumuz yolu bulmakla sonunda Hakkâri ye ulaştık.
Fakat tahmin etmediğimiz bir misafirimiz bizden önce noktamıza gitmişti. Bu kadar tez davranıp noktamıza varan misafir bir ayıydı. Bu kadar yol geldikten sonra önümüze gelen ayı karşısında arkadaşlarımız çaresizdiler. Ayı erzakımızı bitirmiş erzak namına bir şey kalmamıştı. Ne yapalım ne edelim derken Rojhat arkadaş kırda dolaşan bir atı görüp hemen bir kaç arkadaş gönderir. Onlara “gidin atı öldürün etini getirin arkadaşlar yesinler, sonra yolumuza devam ederiz” der. Yol boyunca olurda belki bazı arkadaşlar halsiz düşer diye Rojhat arkadaşın çantasında her zaman hazır malzemeler bulunurdu. Yolda bir arkadaş düştüğünde hemen çıkarıp onlara veriyordu.
Zozan pratiği Rojhat arkadaş ve yapısı açısından yeniydi. Bir nevi dağdan ovaya inmeye benziyordu. Ormanlık alandan yaylaya çıkmakta aynıydı. Günlerce senden uzak bir insanı çıplak gözle görebiliyordun, tanımadığımızdan dolayı iki saatlik bir yol bazen bir geceyi buluyordu. Yaylaya alışık olmadığımız için elbiselerimiz yazın kavurucu sıcaklığına göreydi. Ama zozanlar henüz yenibaharla içli dışlı olmuştu. Bazı yerleri hala kar parçaları ile örtülüydü. Zozanlar o kadar soğuktu ki bazı arkadaşlarımız katırların semerlerinin içinde yatıyorlardı. Tabi ki Hakkâri’nin üç mevsimini bilmiyorduk. Bizdeki bu amatörlüğü ancak Rojhat arkadaşın öncülüğü ve mütevazı duruşu ile aşacaktık. Savaşçı ile savaşçı, yönetimi ile yönetimdi. Kendini hep yapı düzeyinde gören yapısı ile Hakkâri ye giden hatta yeri gelmişken çuvaldızı elinde alıp katır semerlerini diken son derece mütevazı bir kişiliğe sahipti. Klasik bir köy ortamından gelmiş olmasına rağmen denetiminde bulunan arkadaşların hepsi ile rahat alıp verirdi. Aydınla aydın, köylü ile köylüydü. Hiçbir zaman bu aydındır onunla tartışamam ya da ondan bir şey alamam mantığı yoktu. Herkesten öğreneceği bazı şeylerin olacağının bilinci ile yaklaşıyordu.
Rojhat arkadaş zozan pratiklerini iyi bilmediğe için Botan’da edinmiş olduğu tarzı sürdürüyor ve gerilla gizliliğine çok dikkat edilmiyordu. Bununda sebebi, düşman bölgemize girerse öyle elini kolunu sallayarak değil de darbe yiyerek girmeliydi mantığıydı. Rojhat arkadaş yine de taktiklerini gözden geçiriyordu. Örneğin gideceği her noktada ilk başta savaşmak için mevzi ve tepeleri ayarlıyordu. Mangaları olası bir savaş durumuna göre alana yerleştirip daha sonra noktaya oturuyordu. Taktik açıdan yeniyi oluşturma, eski savaş alışkanlıklarını sorgulama ve yeni alana geçişle beraber bunu değiştirmesi gerektiğini his ederdi. Taktikte yaratıcılığı sürece cevap olmayla birlikte ele alıyordu.
Bir müddet sonra artık Hakkâri taburu zozanların zeminine alışmıştı. Yeni bir pratiğin temelleri yeniden atılıyordu. 1994’teki Çiyayê Reşke olayı ile Hakkâri’den bir ürkme yaşanmıştı. Böyle bir dönemde halkı canlandıracak eylemler lazımdı. Rojhat arkadaş en başta Hakkâri-Van kara yolunu gündüz kesilmesini uygun görür. Günde binlerce araba bu yoldan geçiyor ve buna askeri arabalarda dâhildir. Eyleme gitmeden önce Rojhat arkadaş komutasındaki gerilla gücü ile toplantı yapar. Onlara “bakın halkın arasına gidiyorsunuz. Propaganda için Mahir arkadaş, halkla ilişkiler için sorumlu Azat arkadaş olacak, diğer arkadaşlarda destek verecekler. Halkın malını izinsiz almayacaksınız” der. Tabi bu hususların dışında pusu guruplarının yerini belli eder ve düşman gelirse önce kim vuracak kim nasıl hareket edecek gibi tüm eylem ayrıntılarını netleştirir. Verilen talimatlar doğrultusunda eylem harfiyen uygulanır. Guruplar akşam ile birlikte yerlerini alır. Öğlene kadar hiçbir gurup görüntü vermez, öğleden sonra yol kesilecekti, karar bu temeldeydi. Guruplar da bu temelde hareket ettiler. Rojhat arkadaşta yerini almıştı. Onun talimatı ile öğleden sonra eylem başladı. İki yüze yakın sivil araba toplandı. Yaklaşık beş yüz insan toplanmıştı. Pusu gurupları da hazır tetikte düşmanı bekliyorlardı. İki saat boyunca yol kapatıldı. Bu eylemde beş devlet arabası imha edildi. Halkın içinde üç ajan tutuklanmıştı. Bunlardan bir tanesi de meşhur Yusuf Çolaktı. Düşman bu esnada harekete geçmişti. Eylem planlamasına göre işlerimiz zaten bitmişti. Halkla toplantı yapılmış, destek alınmıştı. Eylem başarıyla sonuçlanmıştı. Panzer hemen olay yerine müdahale ettiğinde pusu gurupları vurup panzeri imha ettiler. Sonra düşman kobra helikopterleri ile müdahale etti. Fakat arkadaşların tedbirleri vardı. Koordineden gelen talimat doğrultusunda üç ajan vuruldu. Fakat bizim amatörlüğümüzden dolayı Yusuf yaralı olarak kurtulur. Diğer iki ajan öldürülürler. Bu eylem halk içinde büyük bir moral kaynağı olur. Düşmanın tüm özel savaşı boşa çıkarılmış olur. Guruplar sağlam bir temelde geri çekilme yapmıştı. Rojhat arkadaş iki de “bir halkımızın içine gittiniz bize bir hediye bile getirmediniz” şeklinde şaka yapar ama eylem başarısından dolayı memnuniyetini de hep ima ederdi.
Rojhat arkadaşın öncülüğünde Hakkâri alanı bir açılım sahasına dönüşmüştü. Bu dönemde Pagane ve Bibane karakol eylemleri de oldu. Hakkâri de gerillanın alt yapı hazırlıkları tamamlandı. Rojhat arkadaş planlamalarını uzun vadede ele alıyordu. Hakkâri de eylemler yapılıp düşmanın yoğunlaşmasını Hakkâri’ye çekmemeyi başarmıştı. O dönem daha çok düşmanın yoğunlaşması Zagros ve Botan eyaletleri üzerindeydi ve o alanlara operasyonla yöneliyordu. Hakkâri bu eyaletlerin yükünü hafifletmeliydi. Hangi alana asker çıkarsa düşmanı vurmak ve darbelemek esastı
Hakkâri de lojistik bakımdan sorun yoktu ama Botan’daki arkadaşların erzak temin etme sorunları vardı. Botan’a lojistik destek sağlamak gerekirdi. Bunun için Rojhat arkadaş beş torba erzak gelse bölüştürülüp güce göre Botan’ın payına düşeni onlara gönderiyordu. Diğer taraftan köy korucularının koyunlarını alıp hemen Botan’a gönderiyordu. Tüm çabası Hakkâri’yi Botan’a bağlamaktı. Hakkâri ortadaydı. Bir nevi iki eyaletten bağımsızdı ve gereken desteği sunamıyordu. Hakkâri Botan’ın bir bölgesi olmalı ve bu eyaleti tamamlamalıydı. Hakikaten Hakkârisiz Botan’ı düşünmek bir odanın kapısız bırakılması gibiydi.
Düşmanın 1994’te Çiyayê Reşke de aldığı sonuç ona büyük bir moral kaynağı olmuştu. 95 yılında da bu biçimde sonuç alıp moral motivasyonunu güçlendirmek istiyordu. Bunun için de 95’te Hakkâri’deki gerilla taburuna darbe vurmak istiyordu. Nebirnav alanında kaldığımızı noktaya yönelik büyük bir güçle operasyon yapıldı. Bu operasyona katılan askerler Bolu komandolarıydı. Düşmanın bu amacını erken fark eden Rojhat arkadaş büyük bir kıvraklıkla atik bir şekilde tüm mangaların mevzilerini yaptı. Düşman bizi gafil avlamak istemişti, fakat Hakkâri gerillalarının tabur komutanı buna hazır ve uyanıktı. Arazi tamamıyla yaylaydı. Arkasında saklanacak, siper alınacak bir kaya parçası bulmak ne alaydı. Düşmanla ilk temas yaşandığında hem seslenerek hem de telsizlerden anonslar yaparak Rojhat arkadaşa “Kara dağı unutmayın, sizi de aynı öyle geberteceğiz, gelin bize teslim olun” şeklinde bas-bas bağırıyorlardı. Hata bu arada suikastçılarımızı da yokluyorlardı. Hani iyi mi kötümü nişan alıyorlar diye bazen bir şapka kaldırıp yokluyorlardı. Çatışma sabahtan akşama kadar sürdü. Düşman tüm teknik gücünü devreye koydu. Ama ne ettilerse mevzi aldığımız yere ulaşamıyorlardı. Rojhat arkadaşa bize “hiç kimse yerini bırakmayacak biz Nebirnav’ı Mehmetçiğe mezar yapacağız, hele bakalım kim teslim olacak” diyor o ilginç telaffuzu ile namussuzlar anlamında ‘benamisan’ demeyi de ihmal etmiyordu. Rojhat arkadaş har dakika başı yerinde durmadan tüm gücünü koordine ediyor moral verip onları yönlendiriyordu. Düşman güçlerinin hareketini sürekli takip ederek “şu grup saldırı içindir, onlara vurun, bu kol şunu yapacak, şöyle ilerleyip böyle hareket edeceğiz” şeklinde sürekli genel mangaları haberdar ediyordu. Düşman yoğun saldırıyordu. Önde olan mangalara hemen talimat verip “sizde saldırın saldırıya karşı saldırı biçiminde cevap verin” diyordu. Bu yöntemi kullandıktan sonra düşmanın hiçbir kolu ilerlemedi. Biz bu çatışmada Azad, Cudi ve Şiyar arkadaşları şehit vermiştik. Düşmanın yirmi beş ölüsü ve bir o kadar da yaralısı vardı. Akşam saatlerinde geri çekilme kararı verildi. İki gurup şeklinde düşmanın pusularını aşıp sağlam yerlere ulaştık.
Rojhat arkadaşın savaş mantığında her zaman geri çekilme için bir gizli alan bulma vardır. Bu yeri kimseye söylemeden içinde saklar. Ne zaman ki bir olay, bir eylem olduğunda gurupları oraya göndermek ya da yaralı düşen arkadaşların tedavilerini orada yapmayı planlardı. Bu operasyonda da öyle olmuştu. Geri çekilme de Rojhat arkadaşın önceden tespit ettiği ve kimseye söylemediği bir noktaya gittik. Rojhat arkadaşın hareketli taburu Hakkâri taburuna dönüşmüştü. Hakkâri’nin üç mevsimi bir arada erken gelmişti. Kendimizi iklime göre ayarlamalıydık. Rojhat arkadaş gitmeden önce kendimizle Botan’a bir sürü koyun götürelim oradan da Kato Marinos'a gidelim şeklinde bir düşüncemiz vardı. O temelde harekete geçtik. Bir nevi Koçerler gibi göçmen kuşlar gibiydik ve nihayet bize de güneyin yolları göründü.
Bir gün Rojhat arkadaşla beraber keşif amacıyla göreve gitmiştik. Görevden dönerken suyu geçmeliydik ama üzerinden geçecek ne köprü nede kayalık bir yer yoktu. Rojhat arkadaş direk suya vurup diğer tarafa geçti ama biz şalvarlarımız ıslanmasın diye çıkartma niyetindeydik. O bunu gördü ve bize “buradan, benim geldiğim yerden gelin bu su derin değil” dedi. Akşamdı, bu yüzden biz onun sesine bakıp bir şey yok sandık. Onun boyu uzundu biz ise kısaydık. Bu yüzden vurduğumuz suda başımız tek dışarıda kalmıştı. Sonra baktık ki Rojhat arkadaş kendini en derin yere vurmuş ve bize “sizde gelin” demişti. Biz ilk başta arkadaşın niyetini çözmemiştik. Suyu geçtik ama sırılsıklam olmuştuk. Havalarda sonbaharın sonu olduğu için çok soğuktu. Tir-tir titriyorduk. Sonra “ağaç toplayalım ateş yakalım” dedik. Acele ile ateş yakıp kendimizi kuruttuk. Sonra Rojhat arkadaş bize gerçeği söyledi. “Kendime arkadaş yaratmak istedim” dedi. Rojhat arkadaşın adaletinde anca beraber kanca beraberlik vardı. Rojhat arkadaş bir eylem yapmak istediğinde kendisi keşif yapmasa ne durur ne de kabul ederdi, bundan dolayı her zaman keşif amaçlı giderdi.
Örgüt talimat göndermişti. Taburumuzun Metina’ya geçmesi gerektiği belirtiliyordu. Talimat Rojhat arkadaşa gelir ve bu temelde sınır geçme hazırlıkları yapılır. Sayımız yüz arkadaşın üzerindeydi. Üç at, üç yüze yakın koyunu da kendimizle birlikte güneye götürüp oradaki arkadaşlara verecektik. Güneydeki arkadaşlar KDP ile çatışma içindeydi. Onlara hem maddi hem de manevi destek sunmalıydık. Koyunları onlar için götürüyorduk. Yola düşmüştük ve üç gecede sınırı aşmalıydık. Hedefimiz baharla birlikte geçtiğimiz yoldan yine geri gitmekti. Elemun'e köyü yakınlarında haberimiz olmadan iki köylü bizi fark edip kaçarlar. Bu bilgi Rojhat arkadaşa ulaşır. Rojhat arkadaşa şöyle der; “Bundan sonra biz geri gidemeyiz. Gitsek de bir yere varamayız. Yarın düşmanla çatışmaya girebiliriz ve bu yaylalarda büyük kayıplar da verebiliriz. Sınırı geçmek şarttır. Bu köylüler ajandır tedbirimizi almalıyız.” Hemen geçiş için Rojhat arkadaş düzenleme yaptı. “Mangalar şeklinde Elemun vadisini geçeceğiz koyunları bırakın atları da bırakın. Her komutan denetimi altındaki yapısına sahip çıksın. Düşman bizi vurabilir” dedi. Bu düzenleme olmadan vadiye vurmak cinayetti. Giderken gördük ki düşman hazırlıklıydı. Kaçan köylüler bilgi vermişti. Değişik yerlerde vadiye inip mangalar şeklinde sınıra bakıp aşağı doğru inerek kaçıyorduk. Düşman hemen bizi pusuya düşürdü. Havan topu, tank ve dokça ile bizim bulunduğumuz yerleri vuruyordu. Ama geçmek dışında yapacağımız bir şey yoktu. Gruplar küçültüldüğü için bu durum darbe alma riskini de ez aza indiriyordu. Bu pusuda Ramazan ve Şiyar arkadaş şehit oldular. Rojhat arkadaş bütün grup geldikten sonra sondakileri önüne alıp vadiye vurdu.
Kaşura’ya geçtik. O zaman KDP ile savaşımız vardı. Rojhat arkadaş bizimle konuşup “burada ihanetçiler TC ordusu ile birlikte bize karşı savaşıyorlar. Bu ihanetçilerin eli tüm Kürt halkının kanında vardır. Kan emicidirler. Onlara hak etiği dersi verelim” dedi. Birkaç eylem yaptıktan sonra Rojhat arkadaşın alandan gitmesinin de zamanı gelmişti. Rojhat arkadaş gerillaya katıldığından beri akademik eğitim görmemişti. Önderliği de görmemişti. Bunun için Önderlik sahasına gitmesi gerektiği talimatı gelir. Bir yandan yapısından kopmasının verdiği duygusallık ve pratikten kopma acısı, diğer yandan ÖNDERLİK sahasına gidip Önderlikle buluşmanın sevinci en üst düzeyde bir arada yaşanıyordu. Rojhat arkadaş gitmek üzere harekete geçerken tüm tabur yapısı toplanır ve tören düzenlenir. Tören sırasında Rojhat arkadaş yapısına “siz kendinizi bahara göre hazırlayın, eğitimde derinleşin ve pratik zayıflıklarınızı iyi sorgulayın” der. Bu konuşmadan sonra hatır ister ve oradan gider.
Kış boyu Önderlik sahsında kalır. Bu eğitim Rojhat arkadaş için tüm pratiklerini sorgulama şansı verir. O hiç okul okumadığı halde algılama düzeyi yüksekti. Merak eder ve bilmediğini sorarak öğrenirdi. Her zaman anlamaya çalışırdı. Önderlik sahası eğitimi Rojhat arkadaşta var olan bu özelikleri daha törpülemişti. Önderliğin yakın güvenliğinde kalması, pratik kişiliğini sorgulama ve özeliklerini gözden geçirmesine vesile olur.
1996 yılı baharında Hakkâri’ye gitmek için hazırlıklarımızı yaparken Rojhat arkadaş geri gelip taburuna ulaştı. Önerlik sahasında yaşadıklarını, Önderlikten gördüğü eğitimi Önderliğin özelliklerini, yaşamını ve yaklaşımlarını yapısına da anlatıyor onlarla paylaşıyordu. Hatta her zaman “ben değiştim, eskisi gibi değilim, sizde değişin” diyordu. Rojhat arkadaş örgüt ciddiyeti ile yetişmişti. Yapısını hep bu çizgiye çekme eğilimindeydi. Örgütsel çalışmalara sonuna kadar önem veriyordu. Var olan sorunları resmiyet çerçevesinde hal ediyordu. Diğer yandan pratik ortamda çıkan soruları hemen sorun yaşayan arkadaşın yüzüne söyleyip o arkadaşla hal etmeye çalışıyordu. 1996 yılında Rojhat arkadaş örgütün atfettiği biçimde Hakkâri’de başarılı bir pratik yaratmak için yoğunlaşmaktaydı. Doğrusu 96 pratiğinde Hakkâri’de gerçekleşen eylemlerde diğer yıllara oranla artış ve sonuç alıncılık vardı. Bu eylemlerden biri olan Karnesa dağında pusu atıldı ve pusuda yaklaşık on asker öldürüldü ve altı silah kaldırıldı. Yine bir başka pusuda Kotranus köyü yakınlarında kırka yakın asker öldürüldü. Başkale’ye bağlı Xokane karakol baskını yapıldı. Bu karakolun ikinci tepesi de kaldırıldı ve burada bir adet A-6, bomba atar, G-3.’ker toplam 12 silah kaldırılmıştı 1996 yılında Hakkâri pratiği verilen misyona denk dönemin ruhuna yaraşır bir temelde Botan ve Zagros’a destek sunacak nitelikte gelişti. Bu başarılı pratik Rojhat arkadaşın öncülüğünde gelişmiştir.
Rojhat arkadaş örgüt çizgisinde daha da hassalaşmıştı. 1996’da Zeki’nin tasfiyeciliği durumu yaşanıyordu. Bir gün Rojhat arkadaş Zeki’nin bir toplantısına katılır. Bu toplantıda tanık olduğu bazı yaklaşımlarını görür. Arkadaşların yanına noktaya gelirken bunun içinde bir toplantı yapar ve yönetimini uyarır. “Bu Zeki’nin yaşamı örgütün yaşamı değildir” şeklinde bir yaklaşımı vardı.
Yaşam savaşında kazanma meziyetini iyi biliyordu. Onun anlayışında keyfiyetçilik, ahbap çavuşluk, disiplinsizliğe ve liberalizme yer yoktu. Kişiliğinde öz disiplini, öz benliğini yaşarmış gibi yaşatıyordu. O bu kişilik özelliklerini ve bakış açısını yanındaki yapıya da kavratıyordu. Askeri biçime önem veriyordu. Askerlik sanatına yaraşır bir şekilde davranmak lazımdı. Bir arkadaşın silahını taşımasından tutalım raxtına kadar tüm kullandığı malzemenin düzen ve bakımını bizzat kendisi gözden geçiriyordu. Yürümesinden tutalım gerilla oturuşuna kadar ki kültürünü hassasiyetle gözden geçiriyordu.
1997 yılında düşman Zap operasyonunu gerçekleştirir. Operasyonda Hakkâri taburu düşmanla temasa girer. Yapılan saldırılarda düşmana büyük darbeler vurulur. Burada da iki arkadaş şehit olur. On beş asker öldürülür. Silahları ve cephaneleri kaldırılır. Örgüt Hakkâri yapısının geç kalmaması için hemen gitmeleri için talimat verir. Hakkâri gücü Zap operasyonundan sonra kendi alanına geçer.
Rojhat arkadaşın yoğunlaşmasının tümü Hakkâri pratiğine dönük olmuştur. “Doğru bir pratik nasıl olur, final yılı ne anlama geliyor ve finali nasıl yaşatabiliriz” diye sürekli yoğunlaşıyor oraya buraya koşuşturup duruyordu. Adeta bu yoğunlaşma ile düşmandan bazı parçalar koparmak istiyordu.
1997 yılında Hakkâri resmen Botan’a bağlandı. Orta da bir yerde olması, Botan’ın doğu bölgesi olması nedeniyle Botan’a bağlanmıştı. Bu durum Rojhat arkadaş için sevindiriciydi. Hakkâri için uzun vadeli bir plan yapılmıştı ama 97 yılına kadar kimse ile paylaşmamıştı. 1997 yılında Hakkâri’nin kuşatılması hedeflenmişti. Bu yüzden baharla birlikte ilk guruplar gönderiliyordu. Giden guruba şöyle söylenmişti: “siz gideceksiniz, Hakkâri’nin tugay komutanı her gün şehre iniyor, onu vurabilirsiniz ve sonra Hakkâri ortasında polis kulübesi var, onu da imha edeceksiniz. En önemlisi de Hakkâri’nin kaba krokisini yapacaksınız”. Bu şekilde örgütlenme yapılmıştı. Temel çalışmalardan biride ağır silahların getirilmesi, kanal ve mevzilerin Hakkâri çevresinde yapılması ve erzak cephane taşınmasına önem veriliyordu. Genel güç bu eylem için seferber edilir. Daha sonra istediği kroki Rojhat arkadaşın eline ulaşır. Kroki temelinde yaptığı keşifle Hakkâri kuşatma planlamasını yapar. İlk başta üç taburluk güç ister. Güçler geldikten sonra planlama yapılır. Planlama tugaya taciz, alay tepesi ve radyolinke saldırı, emniyete ve askeri hastaneye taciz, bazı yol güzergahlarına mayın ve çevresine kuşatma biçimindedir. Rojhat arkadaş eylem çerçevesinde toplantı yapar. Planlamada eylem genel olarak yapıya kavratır ve düzenlemeyi kendisi okur.
Rojhat arkadaş hayatında hiç okul okumamıştı. Sadece parti saflarına katılırken Alfabeyi harf olarak öğrenmişti. Ama kıvrak zekası sayesinde sadece isimlerin baş harfine bakıp birbirinden çıkarabiliyordu. A adında on kişi varsa hepsini ayrıştırıyordu. B adında aynen yine öyle ve ta ki Z ye kadar bu yöntemle isimleri karıştırmadan okuyordu. Yani A, Ahmet, Akif, Aras vs. hatta bir gün düzenleme okurken o esnada adı K ile başlayan bir isme rastlar. K harfi ile ismi olan arkadaş kimdir unutur. Bunun üzerine “bu kes, kes, k kimdir” diye sorar. Bunun üzerine Kerim arkadaş kalkar ve esprili şekilde “heval o Ker benim” der. Gerçekten de toplam üç tabur ve bir bölükten oluşan beş yüze yakın arkadaşın ismini hiçbir yanlışlık yapmadan okumuş ve düzenlemeleri bu okuma metoduyla yapmıştı.
Bu kadar gücü eyleme gönderme, hepsini koordine etme büyük bir güç ister. Tüm gruplar planlama doğrultusunda hareket ederler. İlk talimatı Rojhat arkadaş verir. Gruplar yerine ulaştıktan sonra bilgi verirler ve Rojhat arkadaş başlayın der. Eylem bu temelde başlar. Belirlenen hedefler sonuç alıcı bir biçimde vurulur. Fakat alay tepesinde Demhat ve Welat arkadaşlar şehit olurlar. Bunun dışında arkadaşların durumu iyidir. Eylemin genelinde otuza yakın asker öldürülmüştür. Ama bir kişinin kaçması ile kuşatma bilgisi düşmana ulaşır. Mecburen geri çekilmenin uygun olacağı görülür. Fakat Rojhat arkadaş küçük guruplar şeklinde güçleri Hakkâri çevresinde bırakır. Bu temelde düşman hala kuşatma olduğunu sanır
Hakkâri zozan bir alan olduğundan dolayı bu alanda daha önce hiç üstlenme yapılmamıştı. Rojhat arkadaşın düşüncesinde Hakkâri’de kışın üstlenme yapma vardı. 1997 yılında kış üslenmesi için tüm çalışmalar yapılır. Bölge gücünün bölgede kalması coğrafik ve pratik şartlarla bütünleşmesi gerekiyordu. Bu bir ilk olsa da gücün bahara hazır bir şekilde bulunması gerekiyordu. Rojhat arkadaş gitmekten ziyade kalmayı uygun görüyordu.
Sonbaharda üstlenmeye geçmeden önce kapsamlı bir eylemle sezonu kapatmayı uygun görür. Bu temelde genel bölge yapısını Bervari’de toplarlar. Daha önce yapılan bazı eylem hazırlıklarında bazı kişilerin kaçması sonucu eylemler sabote olmuştu. Bu yüzden hangi manga tepeye giderse Rojhat arkadaş özel olarak onlarla konuşup uyanık olmaları gerektiğini söylerdi. Rojhat arkadaş için uyanık olmak şartları yaratmaktı. Bu şartları yaratıp eyleme geçerdi. Sefkan eylemi bunlardan bir tanesiydi. Tüm gün yapılacak eylem için harekete geçilir. Son dakikaya kadar hazırlıklar yapılır. Rojhat arkadaş verdiği bir karardan asla ikircikliğe girmezdi. Sonuna kadar arkasında giderdi. Bu eylem kapsamlıydı. Düşman da bazı şeyleri sezdiğinden dolayı uyanıktı. Fakat buna rağmen gruplar yerlerini alır. Ve eylem başlar. Yaklaşık 35 asker ölür, arkadaşlar iki tepeyi kaldırır ve bu tepelerde 5 adet silah, cephane vs kaldırılır. Ancak eylemde altı arkadaşta şehit olur. Bu şahadetler Rojhat arkadaşı duygusal bir atmosfere götürür. Her boyutu ile bu eylemi sorgular, nasıl oldu da altı arkadaşı böyle bir eylemde şehit verebilirim. “Bunun intikamını almak gerekiyor” der ve kapsamlı bir eylem için gruplar ayarlanır. İntikam duygusu Rojhat arkadaşın savaşta en önemli özeliklerindeydi.
Kısa bir dönemden sonra Bervari yapısı Kotranus köyü mezrasında toplanır. Daha önce arkadaşlar eylem yapmışlardır. Düşman araziye çıkmıştır. Şehit Eşref bu düşman üstüne eylem yapılmasını ister, o sıcak bakmasa da onaylar. Arkadaşlar düşmanı vurduktan sonra düşman uzakta gücü keşfeder. Bunun üzerine kobra helikopterleri büyük bir gurubun bulunduğu yere gönderilir. Arkadaşların bulunduğu noktaya hava saldırısı yapılır. Saldırıda Rojhat arkadaş ağır bir şekilde yaralanır. Hava saldırısı bittiğinde Rojhat arkadaş arkadaşlarına “beni bırakın gidin başka arkadaşlar yaralı mı ve ya şehit var mı?”der. Rojhat arkadaşın yarası ağır olduğu için at’a binemezdi ancak arkadaşlar onu sedye ile beş günlük yoldan götürdüler. Arkadaşlarından ayrılırken gözlerinde yaşlar toplanmıştı. Ağlayacak vaziyette idi. Bütün istediği hazırlıklarını bitirdiği kış kampında yapısı ile kalmaktı. Kendini buna göre ayarlamıştı ama elinde olmayan bu sebepten dolayı kalamamıştı.
Tedavisini Tahran’da yaptıktan sonra Kelareş’e gelir. Oradaki çalışmaları yürütür. Geçmek için baharı bekler. Kelareş yaşamı Rojhat arkadaşı boğuyordu. Bu alan imkanları çok olduğundan maddiyatçı gruplaşmaya zemin oluyordu. Yine ahbap çavuşluk, uzlaşmacılık üst seviyedeydi. Bolluğun olduğu bir ortam değerleri çarçur etmeye de açıktı. Rojhat arkadaş hayatında böyle ortamlara tanık olmamıştı. En başta bu özeliklere karşı savaşmayı esas alır. Partileşmeye gelmeyen geri tutumlara karşı tutum alır, yoldaşlık değerlerini yüceltir. Değer olgusu manevi bir ortamın olmasının olmazsa olmazıydı. Rojhat arkadaş hatta toplantılarında görülmeyen bir sertlikle bu tür yaklaşımlara karşı durur.
Karlar eridikten ve yollar açıldıktan sonra Rojhat arkadaş tekrar yerine geri döner. Rojhat arkadaşın talimatı doğrultusunda Hakkâri gücü yeni bir düzenleme için Faraşin’de toplanır. Güç Rojhat arkadaşın yokluğuna alışamamıştı. Tüm yapı onu özlemişti. Kapsamlı bir törenle Hakkâri savaşçıları komutanlarını selamladılar. Şimdi artık genel yapı onun konuşmasını ve planlamasını bilmek için can atıyordu. Gücü çok bekletmemek için, herkesin çabucak kendi alanına gitmesi için iki gün içinde sürece ilişkin toplantı ve düzenleme yapar. Düşmanın tahmin etmediği alanları esas alıp bir nevi doluluk boşluk ilkesini hemen uygulamayı esas alır.
Düzenlemeden sonra geri kalan güçle Paganê karakol baskını kararlaştırılır. Eylem planlandığı gibi düzenlenir ve sonuç alıcı olur. Daha değişik yerlere yönelmek gerektiğini biliyordu. Zamanı iyi kullanmak önemliydi Hakkâri üç mevsimdi. Rojhat arkadaş bu şartları iyi biliyordu. Zamanın değerini aktif bir şekilde çalışarak titizlikler kullanıyordu.
Düşman operasyonel taktiğini yenilemişti. Eylem yapan gerilla guruplarına büyük bir güçle, teknik kullanarak darbe vurmak ve kuşatmak yeni taktik hareket tarzı olmuştu. Rojhat arkadaş ilk eylemi yapmak için başta düşmanın hareket tarzını çözmek istiyordu. Tedavi sürecinde savaş ortamından kısa bir dönem uzaklaşmıştı. Onun eylem anlayışı sadece eylemlerle baskın yapmak değil ekonomik olarak da düşmana darbe vurmaktı. Devlete ait çiftliği yakmayı planlıyordu. Bu taktikle düşmanı araziye çekip darbelemek istiyordu. Genel güç buna göre düzenlendi. Stratejik tepelere guruplar yerleştirildi. Füzelerde düşmanın tahmin etmeyeceği tepe yamaçlarında mevzilendirilir. Arkadaş yapısı ağır silahlara güvenerek eyleme yönelirler. Eylem başarıyla biter. Tüm gruplar geri çekilme esnasında hem ağır hareket eder hem de çatışma için beklerler. Gola Gewro alanına düşmanın kobraları hava saldırısı düzenlemek için gelir. Füze gurubu füzeatar ama helikopter ıskalar, ikincisinin de aküsü çalışmaz. Bu yüzden skorskiler arkadaşların bu duyarsızlığımızdan yararlanarak yerlerine ulaşmayan grupların önüne indirme yapar ve kobra helikopterleri de gruplara ateş eder. Sonuçta 12 arkadaş şehit olur ve şiddetli çatışmalar akşama kadar sürer.
Rojhat arkadaş hayatı boyunca böyle bir yetersizliği ve taktik yetmezliğini kabul etmiyordu. Bu teknik yüzünden 12 arkadaşını yitirmenin hiçbir gerekçesi olmazdı. Nerede hata yaptım nasıl davranmalıydım? Şeklinde kendini sorguluyor ve kendini sorumlu tutuyordu.
Yanına gittiğimizde bitkindi ve morali düşmüştü. Bir babanın kendi çocuğunu kendi eliyle toprağa vermesi ve bir komutanın bir savaşçısını yitirmesi aynı duyguları yaşatıyordu. Rojhat arkadaş bu esnada bu duyguları iliklerine kadar yaşıyordu. Çok cesaretliydi. Çok dikkatliydi. Gözü kara işlerin içine asla girmezdi. Bu onda bir özellikti. Bunun içindir ki asla erken kayıp vermezdi. Ancak bu yaşanan durum onu çok zorlamıştı.
1998 yılında Botan eyalet yönetim toplantısına katılması için ona talimat gelir. Hakkâri alanı Botan eyaletine bağlandığından beri ilk defa Hakkâri yönetimi bir Botan eyalet yönetimi toplantısına katılacaktı. Zamanında toplantı için belirlenen alana yetişmek için acele davranır. Yanına güvenliğini de alarak yola çıkar. Yine arkadaşların yanına eli boş gitmesin diye üç katır yükü erzak alır. Gitmeden önce tüm arkadaş yapısı Rojhat arkadaşın etrafında meraklı bir biçimde toplanmıştı. Adeta son vedası olacakmış gibi, gidip de bir daha dönmeyecekmiş gibi bir hava esmişti. Sanki bu defa başka alanlara düzenlemesi olacaktı. Bir daha bu arkadaşlarla görüşmeyecek endişesini yaşıyordu. Çevresindeki arkadaşlarda aynı endişeli duyguyu paylaşıyordu. Bu yapı Rojhat arkadaşa alışmıştı. Yapısı onun kişiliğinde örgüt yoldaşlığını görmüştü. Ona bu temelde bağlanmıştı.
Gitme zamanı gelmişti. Arkadaşlar tören yaparak sıraya dizilmişti. Hakkâri yapısı komutanını yolcu ediyordu. Ama nereye? Rojhat arkadaş tek-tek arkadaşlarıyla vedalaşıp onlara sarıldı. Sanki 15 gün değil de daha uzun bir süre arkadaşlarından kopacakmış gibi yaklaşıyordu. “kendinize iyi bakın yoldaşlar, tekrar görüşeceğiz” der. Gitmeden önce hazırladığı planlamasını yönetimine bildirir.
Arkadaşlar atını getirip eyerini yerleştirdiler. Atın gemini ağzına taktıktan sonra ipini de tutması için Rojhat arkadaşa verdiler. Rojhat arkadaş ağır-ağır arkadaşların bulunduğu alandan ayrıldı. Gidişini seyreden arkadaşları yavaş-yavaş gözden yittiğini son kez gördüler. Çiyareşkê’yi geçip Faraşin'e, oradan da Soxırpaşa’ya ve Masiro’ya gider. Gidecekleri yer Tahtereş alanınıydı. Masiro vadisine ulaştıklarında yolda iki bayan arkadaşla karşılaşırlar. Rojhat arkadaş onlardan Cemal arkadaşın kaldığı noktayı sorar. Onlarda Cemal arkadaşın toplantı düzenlediğini Kato Jirkan’da eylem olacağını ve onu beklediklerini belirtirler. Bu yüzden Rojhat arkadaş yanındaki arkadaşlara “siz arkamdan gelin ben hızla gideceğim. Arkadaşlar eyleme gitmeden önce onlara ulaşmam gerekiyor” der. Böylece atını koşturup eyleme gidecek olan arkadaşlara doğru yol alır. Kim bilir belki de eyleme yetişip aktif destek sunmak için bu kadar acele ediyordu. Boz atı rüzgarda savrulup helezonlaşıyordu. Atta bu durumu his etmişti. Süvarisini gitmesi gereken yere çabucak götürmeliydi. Masiro suyuna ulaşmışlardı. O yıl yazın ortasında tam 4 gün boyunca yoğun yağmur yağmıştı. Kelareş’te 8 aracı sular götürmüştü. Onlarca ev yıkılmıştı. Alışılmışın dışında bir yağmur yağmış, bunun sonucunda ise büyük seller oluşmuştu. Bunun için su coşmuş yağan yağmur taneciklerinin biriktiği hırçın bir mecra olmuştu. Yaz yağmuru olmasına rağmen epey çoğalmıştı. Ama ne olursa olsun bu defa suyu geçmeliydi. Gözünün kestiği bir yerden atını suya vurur. Ancak su bulanık olduğundan geçtiği yerin kayalık olduğunu göremiyordu. Suyun orta yerinde atın ayakları taşların arasına sıkışır. At çıkmak için kendini zorlar. Ancak bu durumda sudan kurtulamayıp derin bir gölcüğe düşerler. Su Rojhat arkadaşı yutarcasına derinliklere doğru sürükler. Söylendiği kadarıyla Rojhat arkadaş düşüş esnasında kafasını bir taşa çarpar ve dengesini kaybeder. At sahipsiz karşıya geçer. Güvenlik grubu olay yerine ulaştığında atı sahipsiz görürler ve Rojhat arkadaşın suya düştüğünü tahmin ederler. Hemen aramaya başlarlar. Alanda bulunan diğer arkadaşlara haber verilir. İlk koşan Adil arkadaştır. Adil arkadaş hem koşuyor, hem de elbiselerini çıkarıyor. Rojhat arkadaşın içine düştüğü girdaba atılıp Rojhat arkadaşı çıkardığında Rojhat yoldaş çoktan şehitler kervanına katılmıştı bile.
Buluzer köyünün ninelerinin kehaneti yine gerçekleşiyordu. Rojhat suyu seviyordu. Sevdiği su da onu alıp yutuyordu. Ve tüm benliği ile su oluyordu.
Atı Ona çok bağlıdır. Rojhat arkadaşın yokluğunda yem yemez, gezmez ve durgun görünür. İki gün boyunca böylece durur ve iki gün sonra ölür.
Hakkâri savaşçıları komutanlarını bekliyorlardı. Günler geçiyor hafta doluyor ama gelen olmuyordu. Herkes merak içersindeydi. Acaba Rojhat arkadaş bir daha geri gelecek miydi? Beraber başka eylemlere katılabilecekler miydi? Hakkâri onunla başka olmuştu. Tam on beş gün sonra yönetim arkadaşlara toplantı olacağını herkesin toplanması gerektiğini bildirir. Herkes toplandıktan sonra toplantıyı yöneten Mehmet arkadaş örgüt talimatı geldiğini bunun okunacağını bildirir. Talimat Cemal arkadaş tarafından Hakkari yapısına bilgilendirme temelinde yazılmıştı. Talimat okunuyordu. Kelimeler kelimeleri kovalarken ortada tuhaf bir şeylerin olduğu anlaşılıyordu. “Rojhat” ismi telaffuz edildiğinde bükülen dudaklar, yaşaran gözler ne olduğuna dair soruların cevabının gerisini getiriyordu.
O artık olmayacaktı. Hakkari’yi kendi savaşçılarına emanet etmişti. Rojhat Masiro olmuştu.
Geçmişin zorlukları içersinde bıraktığımız ve hep onla bir daha ulaşmak istediğimiz özlemlerimiz, anılarımız çoktan ölümsüzlüğe doğru yol almışlardı. Ölümsüzler kervanında önder gidenler oradan bize bakıyor ve nice yiğitler, savaş prensleri bizi oradan zafer tutkusu ile selamlıyorlar. Rojhat bunu her zaman yanındaki arkadaşlarına da anlatmıştı. DOĞRU YAŞAMAYI BİLMEK ONURLU OLMAYI GEREKTİRİR!
Mücadele Arkadaşları