Göllerin, Dağların, Ovaların, Vadilerin Çocuklarının Öyküsü bu… Yıllar, yollar, dağlar, ovalar, vadiler ve göllerin çocuklarının hikâyesidir bu. Bu halkın en yiğit, en kahraman, en cengâver, en güzel çocuklarının hikâyesidir. Özlemi, sesi, soluğu, nefesidirler halkının. Dedelerinin, atarının isyan günlerinin asi topraklarının nazlı çelikleri olarak doğdular. Kimisi dağların doruklarındaki bir köyde, kimisi ovaların yakıcı sıcaklığında, kimisi gölgelerin düştüğü vadilerin kuytuluk bir yerinde, kimsi göllerle dolu ama hep isyana durmuş bir kentin kıp kızıl ormanlıklarıyla örtülü bir köyünde doğdu. Doğdular atadan, deden kalma toprakları üzerine. Ve kimilerine kendi toprakları üzerinde bile doğmalarına izin verilmedi. Ataları, dedeleri, kendilerine gebe anneleri yürekleri avucunda sürüldüler topraklarından bilinmeyen diyarlara. Daha nazlı birer çelik bile olmadan sürüldüler topraklarından. Ama gittikleri yerde kızgın iklimin nazlı birer çeliği olarak doğdular. Her şeye yabancı olarak doğdular ve oralara yabancı olarak büyüdüler. Hep atadan ve dededen kalma kutsal toprakları düşleyerek büyüdüler. Ve bir gün geri döneceklerine dair ant içerek yaşadılar. Çünkü geleceğe dair söz vermişlerdi. Geleceği düşünerek yaşamaları öğretilmişti. Ülkelerinin, köylerinin, kasabalarının, kentlerinin hikâyelerini dinleyerek büyüdüler. Her masal ve hikâyeden sonra derin bir iç çekerek o an anlatılan topraklarda ve oradaki yoksul, yok sayılan, kimliği inkâr edilen hayatın orta yerinde olmak istediler. Ama o günün geleceği umuduyla yaşadılar. Kimisi henüz çocuk ve emekleme çağındayken, kimisi çocuklukla gençlik arasındayken, kimisi birer filinta gibi gençken özlemini çektikleri dağlardan ilk silah sesi geldi ve ilk isyan ateşleri yakıldı. Sevinç gözyaşlarını döktüler, geceler boyu onlara nasıl ulaşabileceklerini düşündüler. Çünkü özgürlüğün, özgürleşmenin işareti olan o silah sesi ve ateş onları çekiyordu. O sese ve ateşe ulaşmalıydılar. Ulaştılar. Yaşadılar. Yeni bir yaşamı, yeni bir toplumu kurmak için dövüştüler. Kavgaya tutuşlar. Özlemini çektikleri ateşin etrafında halay çektiler. Ve kendilerinden öncekilerin bıraktıkları özgürlük yolundaki kavganın bayrağını dalgalandırdılar kavgaları boyunca. Günün birinde kendilerinden sonrakilerin bıraktıkları yerden taşımaları için vurulup kutsal ana topraklarına düştüler. Uğrunda ölecek kadar çok sevdikleri yaşamı yaratmak için topraklarıyla bir oldular. Kimisi bunlara ateşin ve güneşin çocukları dedi, kimisi tarihin şen çocukları dedi, kimisi geleceğin güzel çocukları dedi. Onlar adlarına söylenenlerin hepsiydiler. Agır’da bu halkın en güzel, en cengâver, en yiğit çocuklarından biriydi. Çünkü kendisinden öncekilerin emanetlerini sahiplerine ulaştırmak için tıpkı onlar gibi yaşadı, onlar gibi dövüştü, onlar gibi yürüdü, onlar gibi özledi, onlar gibi nerede durması gerektiğini bildi.
Toplum gerçeğini kabullenmeyerek sisteme karşı ilk cephede yer aldılar onlar ve ardından taşıdılar kocaman yüreklerini dağlara ve aktılar kızıl güneşin doruklarına. Nice koç yiğitleri gördü bu dağlar, topraklar. Kaç yiğidi apansız bir savaşın ortasında kucakladı, kaç yiğitle sırdaş olup göğsüne bastırdı. Şu dağların dili olsaydı da anlatsaydı, görülüp, duyulmayan, şahidi olmayan efsanevi direnişlerin kahramanlarını…
İşte bunlardan biri de Agır’dı. Agır Bingöl derdi arkadaşları ona. Adı Agır’dı, Agır ateş demekti, ateşin özgürlüğü demekti. Ateşle sınanmak, ateşle dans etmek, ateşle yaşamak, ateşle özlemek, ateşle özgürlüğe koşmaktı...
Gerçek adı Aydın Demir olan Agır arkadaş, 1980 yılında Bingöl’de doğdu. Belli bir yaşa kadar Bingöl’de, ata topraklarında yaşayan Aydın arkadaşın ailesi de diğer Kürt aileler gibi yaşadıkları sıkıntı ve devlet baskılarından ötürü İstanbul’a göç etmişlerdir. Sonbaharda yaşanan yaprak göçü misali devlet tarafından yapılan baskı, zülüm ve işkenceler sonucu Kürtler yine göç yollarına dökülmüştür. Hiç bir zaman devlet ve baskıcı rejimleri kabul etmeyen Kürtler bu sürgün ve göç yollarının her dem müdavimleri olmuşlardır. Ardı sıra yaşanan ise hep bir ekmek kavgası ve özgürlük arayışıdır. Agır arkadaşta göç yollarına takılıp İstanbullara kadar uzanan ailesinin yanına yerleşir. Yaşamın zorluklarını yaban ellerde göğüslemeye çalışan Agır arkadaş da yakınlarıyla birlikte küçük yaşta iş yaşamına atılıp, kendi emeğiyle yaşamı kurmayı öğrenir. Bu durum Agır arkadaşın sistemin yarattığı geriliklerle gençliğe uyguladığı yoğun eritme politikasını erken yaşta öğretir. Bu emek üretim içersinde Agır arkadaş ve yeğenleri kendi öz benliği ve Kürt gerçekliğiyle daha fazla tanışarak legal-illegal alanlarda çalışmalar yürütmeye başlar. Gerçekliğine, Kürtlüğüne, kimliğine olan bağlılığı ve özgürlük hırsı onu kısa zamanda ilçe gençlik kolları başkanlığı gibi görevler de yer almasını sağlar. Yaşamın aynasında gördüğü gerçeklik karşısında bu çalışmalar bir süre sonra ona yeterli gelmez. Bu çalışmalar içersindeyken daha önce hep düşünü kurduğu, özlemini çektiği dağları bu sefer daha fazla düşünmeye başlar. Dağlar… Kürtler için hep bir yaşam alanı olan dağlar. Kürtlerin yaşam ve özgürlüklerinin vazgeçilmez kaleleri dağlar. Kürdün sevdasını anlatır ve onun destansı sevdaları ile direnişlerine tanıklık etmiştir tarih boyunca. Kürdün türküsünü söyleyen dağlar, Agır arkadaş içinde sürekli onu çeken gizemli bir güç olmuştur. Bu düşüncelerle sürdürdüğü çalışmalarda artık onu doyurmaz olur ve isyan ateşlerinin yandığı dağlara kendini ulaştırmaya karar verir. Dağlara ulaşma özlemi ve kararını bir gün yeğenleriyle paylaşır. Ancak onlardan duyduğu sözler karşısında şok olur. Çünkü tıpkı onun gibi diğer üç yeğini de gerillaya katılmayı düşünmüş ama ilişki bulamadıkları için çıkış yapamamışlardır. Dur durak bilmeden, gece gündüz demeden dağlara ulaşmanın yollarını aramakla geçirir günlerini, gecelerini ve aylarını. Sonunda buldukları bir ilişkiyle özgürlük tutkuları uykularını kaçırmaya başlarken sınırları parçalar ve 2004 yılı Nisan ayında Kelareş alanından gerilla saflarına katılırlar. Kendisi Agır adını alırken, yeğenleri de Ciwan, Erdal ve Yılmaz adını alırlar.
Bir süre yeni savaşçı eğitimi gören Agır arkadaş ve diğer yeğenleri kısa sürede yabancı oldukları gerilla yaşamına adapte olurlar. Kısa bir süreden sonra gerilla yaşamının en aktif katılımcıları olarak dikkat çekerler. Eğitimden sonra hedefleri de büyümüştür artık. Eğitimden sonra düşündükleri tek şey Kuzey Kürdistan’ın efsanevi dağlarında gerillacılık yapmak olmuştur. Dersim dağları doğup ama büyüyemediği Bingöl dağları, Erzurum… Botan’ın dağlarını düşünmeye başlar ve kendini orada hayal etmeye başlarlar. Yürekleri İmralı’da yüzleri Kuzey Kürdistan’a dönük yaşamaya başlarlar. İki yıla yakın bir süre Xakurke’de kalan dört yeğenden Agır ve Ciwan dağlarda ikinci bahar mevsimini yaşarken kuzey guruplarına girerler. Herkesin yüreği ağzında gideceği patikaları merakla beklerken Agır arkadaş Erzurum, Ciwan arkadaşta Dersim eyaletine doğru yol alır.
Gerillada kaldığı birkaç yıllık bir süre içersinde Agır arkadaş içten, alçak gönüllü, yoldaşlarına karşı sıcak davranışı, ince esprileri, zekâsı ve soğukkanlılığıyla göze çarpan biri olur. Bulunduğu ortamda eksikliklere tahammül etmeyip, radikal tavırlarla eleştirir ve bulunduğu ortamın gerçekliğini, savaş sıcaklığını hep hissederek yaşardı. Zorlanan arkadaşlara hep destek olup, esprileriyle onlara moral verirdi. Gerilla yaşamının bir tutkunu ve sevdalısı olarak dolu dolu yaşardı. Kendisinden önce toprakla buluşan güzel yoldaşları ile 68’in isyan ruhunu tüm canlılığıyla adeta yeniden diriltiyordu bu dağlarda. Agır arkadaş elinin ulaştığı her yere “1000göl” ve daha adını sayamadığım nice dağları her gün yeni bir tutkuyla şifreleyerek mühürlüyordu yüreğine. Toplumun gericiliğine duyduğu öfkeyi her dağın başında yaktığı ateşle kül etmek istiyordu. Dağa ilk geldiğinden itibaren özgür yaşama kendini adamışlığı en çok dikkat çeken yanıydı. Bedeni Güney sahasında ruhu ise Kuzeyde en zor koşullarda savaşan yoldaşlarının yanındaydı. Ruhuna bedenini taşımak için kendi ısrarı ve iradesiyle Erzurum’un sonu olmayan patikalarını adımladı. Bingöl dağlarında kısa ve öz bir yaşamın sahibi olsa da birlikte kaldığı diğer yoldaşları üzerinde derin bir etki ve iz bıraktı. Gerillanın yolu uzundu ama ömrü... Belki şimdi belki de… Bir muamma olarak hep kalacaktı...
Agır adımlıyordu dağları, dağ yollarını. Geçit vermez boğazları, yol vermez suları aşıyordu. Adımladığı her dağa asiliğin bayrağını diker, ateşe verirdi tüm karanlıkları. Hangi dağa baksam gözlerim onun diktiği isyan bayraklarını arayıp durur her zaman.
2007 baharı Kuzey’de direnen gerillalar için diğer yıllara oranla hayli zor bir süreç olmuştu. Her an bir operasyona takılma, ani bir nokta baskını ve çembere alınmak anlık bir sürpriz olmaktan çıkmıştı. Bir gurup arkadaş eylem hazırlıklarını yapmış geride bıraktıkları arkadaşlarıyla vedalaşmışlardı. Yoldaşları eyleme gideceklere Serkeftin diyerek, zılgıtlarla uğurlamışlardı. Gurup, arkadaşlarından aldığı morali yüzlerinde taşıyarak eylem yapılacak alanı adımlamaya başladı. Zaman, öyle bir şey ki en zor anda kilitlenirken, en güzel anlarda asi bir şahin gibi süzülüp gidiyordu. Bu tılsım eylem gurubunun etrafını onlar farkında olmaksızın sarmıştı. Eylem tüm gizliliğiyle başlamıştı.
Cenk anın kapısındayken dört gerillanın direnişinde buluyorum düşlerimi. Geçmişten günümüze yüzlerce, binlerce gerillayı kucaklamıştı Bingöl dağları. Sakin gibi görünen günün gizemine sığınmış fırtınanın sessizliğini ılık rüzgâr her şeye rağmen fısıldamaya başlamıştı. Dilsiz kalmıştı olacakların çılgınlığına yenik düşen doğa.
Sislerin ardındaki gerçekliğin ne getirdiği ise anın ucunda gizliydi. Düşmana ağır bir darbe vuran gerillalar üç gün boyunca eşsiz bir direniş sergilemiştir. Direnişin görkemi nefesiz bırakmıştır karşısındaki güçleri. Savaşın tüm sıcaklığı Agırı ateş; silahtan çıkan mermileri Agır yapmıştı. Göze giriyordu saniyelere bölünmüş zamanın avcısı. Teknik, kurşunlar işlemiyordu ateşe, napalm çocuğuydu cengin orta yerinde. Ve yedi iklimi yüreğinde, baharın yeşilini gözlerinde taşıyordu. Agır’ın asi ruhuyla dağların yücelerine dalarak benliğinden taşan sessiz isyanın görkemi anlatıyordu içten düşlerini. O, dur durak bilmeden düşmüştü sınırsız düşlerinin peşine. Şimdi ise hiçbir düşman sınır çizemiyordu alevlerinin parlaklığına. Buna güç getiremeyen düşman dört yoldaşımızı kimyasal kullanarak yaşamlarına adaletsizce son vermişti…
2005 yılının son aylarında Ş. Beritan alanındaki Ş.Sabri Taburunda yapılan bir ankette Agır arkadaşın “Umut nedir?” sorusuna verdiği yanıt: “Umut, ölüme ramak kala yoldaşının bir bakışıdır” olmuştu. Evet, şahidi olmayan o eşsiz anda esen rüzgâra sormak isterdim umudu gerçekleşti mi diye? Sonsuzluğa yürürken bir çift göz buluştu mu bahar yeşili gözleriyle?
PKK’de en zor koşullarda savaşmaktan daha zor bir şey varsa oda kahramanca toprağa düşenleri anlatmaktır diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Dağların, ovaların, vadilerin, göllerin çocuklarının kahramanlık hikâyesidir bu. Yiğitçe tutuştukları cengin hikâyesidir bu. Yaşanan gerçeğin ta kendisidir bu.
Dil tutulur
Yürek konuşur duyulmayan sesiyle
O an dağların türküsü başlar
Nehirler zılgıt çalar
Rüzgârlar ağıt yakar
Toprak tüm doğurganlığıyla kucaklar yiğitleri
Filizlenmeye başlar
Savaşanların sevdaları
Ve
İmralı’da Güneşe bin selam daha gider
Anlatamadığım ve ifadelendiremediğim her satır için tüm yoldaşların affına sığınıyorum. Agır arkadaşla birlikte şehit düşen üç arkadaşı ve 30 Haziran 2007’de Dersim’de Şehit düşen Ciwan Agır yoldaşı saygıyla anarken anıları karşısında silah arkadaşları olarak bayrağı bıraktıkları yerden taşıyacağımızın sözünü veriyorum.
Mücadele Arkadaşları