Direnerek Yaşamak

Her gün yeni bir şahadet haberi geliyor. Bir gün içinde belki birçok şahadet yaşanıyor. Öyle ki şahadetin yaşanmadığı yılın hiçbir günü bulunmuyor. 30 yılı aşan Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemizin tarihi böylece bir yönüyle şahadetleriyle bütünleşmeyi anlatmış oluyor. 70 yaşındaki insanından üç yaşına varana, daha anne rahmindeyken yaşama gözlerini açmaya dahi fırsat bulamayana kadar, on binlerce insanını kaybetmiş olan bu halk belki de dünyanın en acılı halkı haline gelmiş bulunuyor.

Kürt halkının tarihi aynı zamanda katledilmeler tarihidir. Tarihinin her döneminde katliamlar yaşanmıştır. Geride bıraktığı iki yüz yıl içinde, katliamın her türlüsü ile karşılaşmıştır. Son 30 yılında ise, çok daha sistemli bir şekilde katledilmeleri yaşamıştır. Denilebilir ki, her yaşta, her cinste insanı kaybetmiş, tüm katledilme biçimlerini muhatabı haline getirilmiştir.  Yaşlısından çocuğuna, gencine, kadınına, erkeğine varana kadar Kürt kurşunla,  işkence tezgâhlarında, ateşlere atılarak boğularak, parçalanılarak, kimyasal silahlarla katledilmişlerdir. Onun içindir ki Kürt halkı dünyanın en acılı halkıdır. Ama en acılı halkı olduğu kadar, aynı zamanda en direngen halkıdır.

Yüz yılları bulan yabancı ege-menlik altında, tüm baskılara ve yok etme girişimlerine rağmen ayakta kalması ve bugün özgürlüğü için mücadele bayrağını yükseklerde dalgalandırması bunu göstermektedir. Bu yönüyledir ki, Kürt halkının yükseltiği mücadele onun acılarına katlanmasına neden olmuştur. Acı ve direniş bu anlamda Kürt halkının bir birinden ayrılmaz iki ayrı yönü haline gelmiştir.

Acılar, insanda her zaman derin izler bırakmıştır. Acıları her zaman Kürt halkı içinde saklı kalmıştır. Ve bu acılarını hiçbir zaman unutmamıştır. Destanlaştırmıştır.  Gelecek kuşaklara acılı bir tarih bırakmışlardır. Bu yönüyle Kürt tarihinin bir adı da acılı tarih olmuştur.

Günümüzde bu acılar daha da derinleşmektedir. Halk özgürlüğü ve demokratik talepleri için her türden bedel ödemeyi göze alarak mücadelesini yürütmekte ve değerlerine sahip çıkmaktadır. Ve bunu için de mücadele etmektedir. Onun içindir ki, Kürt halkının yükseltiği mücadele aynı zamanda onun acılarını hafifletmiştir.

Ölüm ve zulüm her zaman Kürt halkı için bir kader durumuna getirilmek istenmiştir. Bunda bir anlamda başarılı da olunmuştur. Kürtler de ruhsal şekilleniş olarak ölme ya da zulme buyun eğme hakim hale getirilmeye çalışılmıştır. Önlerinde başka bir seçenek bırakılmamıştır. Kürt halkı için ölüm bir nevi kurtuluş olarak kabul ettirilirken, zulme boyun eğmekte ihanet olarak görülmüştür.

Ama bu Kürtler için değişmez bir kader değildir. Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi Kürtlerin bu kaderini değiştirmiştir. Ölmek ya da boyun eğmek dışında kendi seçeneğini yaratmıştır. Bu, DİRENEREK YAŞAMAKTIR.

Ölüm ve ihanet karşısında kendi tercihini belirleyen Kürt halkı buyun eğmeği kabul etmediği gibi, artık ölümün her türlüsünün de kutsamamaktadır. Çaresizliği kabul etmediği gibi, yaşamının son anına kadar direnişi, son nefesini verirken de, bunu bir direniş biçimi hale getirerek düşmana pahalıya ödetir hale gelmiştir. Kürtler, kaderini kendi ellerini alarak değiştirmiştir.

Bugün egemenler Kürtlerin yaşadığı bu değişimi görmezden gelerek, eski yaklaşımlarında ısrar etmektedirler. Hala Kürtlere ölüm ya da buyun eğmeyi dayatmaktadırlar. “Kölece, kimliğiniz inkar ederek yaşayacaksınız,  bunu kabul edecek siniz, kabul etmiyorsanız ölümü seçeceksiniz” demektedirler. Kürtleri ölüm ya da köleliğe sürüklemek için her yola, yönteme başvurmaktadırlar. Para ve vaatlerle Kürtlerin onurları satın alınmak istenmektedir. Açıkça “ sorunlarınız ekonomik, biz size kaynak aktaracağız, siz de bizim gibi olacaksınız. Eğer bunu kabul etmiyor, karşı koyarsanız imha olacasınız.”denilmektedir. Kürtlerin önüne başka bir tercih bırakılmak istenmemektedir. Kürtlerin en ufak istemleri şiddetle bastırılırken, demokratik talepleri provokasyonlarla karşılanmaktadır. Bu şekilde her koşul altında Kürtlerin iradesine hükmetmeye çalışılmaktadır.

Bu anlamda Kürtler için, çaresizlik içinde boyun eğme de, ölümde egemenlerin çıkarlarına görülmektedir. Oysa Kürt halkı artık iradesini kendi belirler bir konuma gelmiş, ölüm ve boyun eğme dışında olan tercihini ortaya koymuştur.

Kürtler, her günü şahadetlerle dolu olan mücadele tarihlerinde verdiği kayıpları ve şehitlerin anısına atfettiği Mayıs ayını yaşadığı böyle bir dönüşümle karşılamaktadırlar.

Bu yıl şehitler ayına girerken, Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemize yaşamını katık edenlerin sayısı daha da artmıştır. Halklaşan mücadele gerçeğimiz sadece, dönemlere damgasını vuran öncü kadrolarla değil, yediden yetmişe varana kadar tüm insanlarımızı içine alarak genişlemiştir. O nedenledir ki, şehitler ayımızda, özgürlüğü uğruna yaşamını veren tüm insanlarımızı anmak, mücadelemizin bir gereği olmaktadır.

Halkımız mücadelesine sahip çıkmıştır. “Bu mücadele benimdir” diyerek, nerede ihtiyaç doyuluyorsa orada yerini almıştır. Doldurduğu meydanlarda ölümü, işkenceyi, her türlü hakareti göze alarak, haklı istemlerini gür sesiyle haykırarak herkesi görev başına çığırmıştır. “Her kes rolünü oynamalıdır” demiştir. Newroz’da etkili ve güçlü örgütlüğü ile kendi temsilini ve iradesini ortaya koymuştur. Artık gelinen aşamada geri dönmezliği ilan etmiştir. Üç yaşındaki çocuğundan, yetmiş yaşındaki tüm insanlarına varana kadar, bu gerçeği dosta da, düşmana da göstermiştir.

Halkımız gelinen aşamada mücadelesini sürekli kılmıştır.  Her hangi bir özel günle kendini sınırlandırmayarak, üzerine gelen her türlü saldırıya karşı duracağını ve cevap vereceğini ortaya koymuştur. Bunu da şehitler verme pahasına gerçekleştirmiştir. Bu yıl ki şehitler ayını böyle karşılamıştır. 3 yaşındaki Fatih Tekin’i, 6 yaşındaki Enis Ata’yı, 13 yaşındaki Abdullah Duranı ve 77 yaşındaki Halit Söğüt’ü ve nice halk kahramanlarına kalbine gömerek, yeni bir şehitler ayını her günü şahadetlerle dolu olan mücadelesi ile karşılamıştır.

Yaşananlar, ancak daha da nice şehitler vererek mücadelenin yükseltilerek geliştirileceğini ve zaferle sonuçlaştırılacağına işaret etmektedir. Elbette, halkımız için kan akıtarak şehitler vererek, zafere ulaşma istem ve amaç değildir. Ama özgürlük ve demokrasi uğruna bedeller ödemek gerekiyorsa, bu da göze alınmaz değildir. Egemen karşıt güçler başka bir seçenek bırakmamakta ısrar etmektedirler. Özgürlük ve demokrasi istemini kanla bastırmak istenmektedirler. Barışçıl, demokratik gösterilerde kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmadan, kurşunlar yağdırmakta, gaz bombaları kullanmaktadırlar ve arakalarında onlarca ölü ve yaralı bırakmaktadırlar. Bununla da yetinmemektedirler. Sayısı binleri bulan insan-larımızı zindanlara doldurulmaktadırlar.

Karşıt egemen güçler karakterleri ge-reği böyle davranmak-tadırlar. Çıkarları bunu gerektirmektedir. Kanla beslemekte-dirler. Sistemlerini, ölüler ve aktıkları kanlar üzerine kurmaktadırlar. Onun içindir ki, halkımıza ölümü reva görmektedirler. Mayıs ayının şehitlere adanmasına neden olan, şahadetler de, egemen karşıt güçlerin bu yaklaşımlarının bir sonucu olarak yaşanmıştır. Sadece bir sonuçta değildir. Yaşanan şahadetler, karşısında mücadele ettiğimiz gücün niteliğini ortaya koymakla birlikte verdiğimiz mücadelenin hangi yollardan geçeceğini ve zorluklarla karşılaşacağını da göstermiştir.

Halkların özgürlük ve demokrasi mücadelelerinin düz bir yol izlemediği engellerle dolu olduğu bir gerçekliktir. Halkımız da bu gerçeği kendisi için bir deney olarak kabul edip mücadelesine başlamıştır. Bugün, bu mücadelenin onurla yürütücüsü haline gelmiştir. Bu bilinç, mücadele ve sayısız yiğit evladının yaşamı pahasına kazanılmıştır. Mayıs ayının Şehitlere adanmasının nedeni de bu gerçeklik oluşturmuştur. Ödediği bedellerin çok ağır olması nedeniyle, halkımız Mayıs ayını kahraman şehitlerine adamıştır. Her yıl, şehitlerini bedeller ödeme pahasına anmaktan geri kalmamıştır.

Halkımızın, Mayıs ayını şehitlere adaması mücadelesinin gelişmesiyle beraber başlamıştır. Öncü örgütünün kongrelerinde de, ulusal kararlar haline getirilmiştir. Müca-delenin daha ilk yıllarında, öncü kadro-larının katledilerek, tasfiye ile karşı karşı getirilmek istenmesi, yaşanan şahadetlere böylesine derin bir anlam verilmesini gerekli kılmıştır. Mücadelenin büyüklüğü ile şahadetlerin büyüklüğü arasında doğru kurulması gereken, bağ ile orantılı doğru bir yaklaşımı gerekli hale getirmiştir. Bu aynı zamanda, yürütülen mücadelenin izleyeceği yolu göstermiştir.

Özgürlük ve demokrasi mücadelemizin kendisini aynı zamanda şahadetler hareketi olarak değerlendirmesinin nedeni de budur. Halkımız, mücadeleyi başlattığında bedelleri ödemeyi göze almakla birlikte hiçbir zaman, insanlarını kaybetmek ve kan akmasını istememiştir.  Karşıt egemen güçler bunu dayatmıştır. Yaşama büyük bir tutku ile bağlı olan insanları için en güzel yaşamı arzulayan ve bunun için mücadele eden bir hareketin insanlarını kaybetme ve kan akıtma gibi bir yaklaşımı olamaz. Ancak yaşamı yaşanmaz kılanlara karşı, onurlu bir yaşam için direnerek yaşamayı kendisi için vazgeçilmez olarak görmesinde başka doğal bir şey de yoktur. Onu içindir ki, uğruna ölecek kadar yaşama tutkulu bir yaklaşımın sahibi olunmaktan geri kalınmamış ve böyle onurlu bir yaklaşımın sahibi olunmuştur.

Mayıs ayının kahraman şehitlere adanması özgürlük ve demokrasi mücadelemizin vermiş olduğu ilk şahadetlerle başlamıştır. Yaşanan ilk şahadetler mücadelenin kaderini belirleyecek nitelik taşımışlar ve mücadele tarihinde bir döneç rolünü oynamışlardır. Bu dönemeçler mücadeleyi bitirme noktasına getireceği gibi, aynı zamanda yeni başlangıçlar için ateşleyici olma özelliklerini bir arada taşımıştır. Ama tercih edilen yol her zaman yeni başlangıçların yapılması yönünde belirlenmiştir.

Mücadele tarihimizde atılan ilk adımlarla birlikte şehitler de verilmiştir. İlk şehidimiz Ali Doğan Yıldırım olmuştur. Ali Doğan Yıldırım şahadetini ise, Aydın Gül’ün katli izlenmiştir. Yaşanan bu şahadetlerin, ardından mücadele tarihimizde önemli yer tutan ve başlangıçların yapılmasının önünü açan büyük kayıplar yaşanmıştır. Haki Karer, Halil Çavgun Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin’in katledilmesi, Amed zindanlarında Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Öner ve Mahmut Zengin arkadaşların direnerek yaşamlarını kaybetmesi bunlar arasıda yerini almıştır.  Yaşanan bu tüm şahadetlere de mücadele tarihi içerisinde önemli anlamlar atfedilmiştir.

Haki Karer 18 Mayıs 1977’de Antep’te ajan provokatörler tarafından katledilmiştir. Kendisi Karadenizlidir. 1950 yılında Ordu’nun Ulubey ilçesinde dünyaya gelmiştir. Kürt değildir. 12 Mart askeri faşist darbesinin ardında 1970’lerin ilk yıllarında yeniden toparlanma içine giren Devrimci-demokratik Hareketin öncüleri arasında yer almıştır. Yüksek öğrenimine devam ederken özgürlük mücadelemizin ilk oluşum sürecine katılmıştır. Özgürlük mücadelemizin ülke zemininde ilk örgütleyenler arasında bulunmuştur. Enternasyonal özelliğiyle mücadele çizgimizin ana karakterini kendi şahsında temsil etmiştir. Haki Karer’in şahsında mücadele için de Kürt-Türk birlikteliği ifadeye kavuşmuştur.

Bu özellikleri nedeniyledir ki Haki Karer, ajan provokatörler tarafından hedef haline getirilerek katledilmiştir. Ama Haki Karer’in katline Mücadele tarihimiz açısında yeni bir dönemin başlatılarak karşılık verilmiştir.

Halil Çavgun, Haki Karer’in devrimci fedakâr, özverili, kararlı, kişilik özelliklerini yaşamında kendisi için bir kılavuz haline getirmiştir. Bu yönleriyle bulunduğu alanda özgürlük mücadelemizin öncü kadroları arasında yer almıştır. 19 Mayıs 1978 günü Urfa’nın Hilvan ilçesinde polisle işbirliği yapan çeteler tarafında katledilmiştir. Halil Çavgun kendi şahsında mücadelemiz içinde yoksul köylülüğün devrimci çizgisini ve yurtseverliğini temsil etmiştir. Halil Çavgun’un şahadeti nasıl Haki Karer’ın şahadetiyle mücadele tarihimizde yeni bir başlangıca temel haline getirmişse işbirlikçi feodal Komprador yapıya karşı mücadele bayrağını açılmasının gerekçesi haline getirilmiştir. Hilvan’da yükseltilen mücadele ile yerli gericilik teslim alınarak, ülke topraklarımızda ilk defa geçici de olsa yoksul köylülüğe dayalı halk iradesi oluşumu gerçekleştirilmiştir.

Fernat Kurtay, Necimi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık 17 Mayıs 1982 günü Amed zindanlarında bedenlerini çıra ahaline getirerek özgürlük mücadelemiz de direnişin yolu aydınlatmışlardır. 12 Eylül Askeri Faşist Darbesinin, Özgürlük Mücadelemizin üzerini betonlayarak son darbeyi vurmak istemi karşısında Amed zindanlarında direnişi temsil etmişlerdir. Son derece eşit olmayan koşullarda düşmanın her türlü silahı ve insanlık dışı zulmü karşısında canlı bedenlerini gerektiğinde ortaya koymaktan çekinmemişlerdir. Yaşam üzerine kurulmak istenen teslimiyeti, direnerek yaşamak şiarıyla tersine çevirmişlerdir. Ve onurlu bir yaşamı her şeyinin üzerine tutarak yaşamları üzerine yapılan hesapları boşa çıkarmışlardır. Amed zindanlarında yakmış oldukları ışık, sadece Amed zindanlarında direniş yolunu aydınlatmakla kalmamış, geri çekilme sürecini yaşayan mücadelemiz açısından da, ülkeye dönüş sürecini önünü açmış, dağlarımıza giden yolu aydınlatmıştır.

Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin, 2 Mayıs 1983 günü Güney Kürdistan’da Kandil Dağlarında şehit düşmüşlerdir. Mücadele tarihimize “yaman yıllar” olarak geçen geri çekilme sürecinde tamamlandığı ve yeniden sıcak mücadele sahalarına dönüleceği bir süreçte omuzlarına tarihsel bir sorumluluğun yüklendiği bir süreçte katledilmişlerdir. M. Karasungur İbrahim Bilgin dört parçaya bölünmüş, halk gerçekliğimiz içinde ulusal birliği temsil eden şehitlerimiz olarak kabul edilmişlerdir. Kürtler, yabancı egemenlerin oluşturduğu yapay ayrılıkları bir yana bırakarak yarattığı demokratik-ulus değerleri etrafında daha sıkı bir kenetlenme sürecine girmişlerdir. M. Karasungur ve İbrahim Bilgin şahsıda temsilini bulan mücadelemizin ulusal birlik karakteri bu gün çok daha somut bir ifadeye kavuşturulmuştur.

Şanlı Mayıslar Ayı; Kahramanlıkların yaşandığı başka şahadetlere de tanıklık etmiştir. 13 Mayıs 1999 Metina’da Murat Demirhan (Sinan), Sadegül Ökmen (Rojbin Serhat) arkadaşlarda işbirlikçi ihanetçiler tarafında katledilerek Mayıs Şehitlerimiz arasında yerlerini almışlardır.

Kürt halkının tarihinde bir direniş sembolü olarak geçen yiğit Kürt kızı Leyla Kasım 13 Mayıs 1974’te Irak’ta ırkçı Baas Rejimi tarafında idam sehpasında katledilmiştir.

Elbette yaşanan bu şahadetler özgünlükleri içinde tüm şahadetleri de, temsil etmişlerdir. O nedenledir ki, Mayıs ayı sadece o zaman kesiti için de şehit düşünlerin değil, mücadele tarihimizin tüm zamanları içinde şehit düşünlerimizin anısına Şanlı Kahraman Şehitler Ayı olarak kabul edilmiştir. Sadece bu da değil, bölge halklarının ve dünya özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde yaşamlarını verenlerinin de anısına atfedilmiştir. Çünkü Mayıs ayı, halkımız için olduğu gibi, bölge ve dünya halkları için de önemli şahadetlerin yaşanmasına tanıklık etmiştir.

Tüm dünya emekçileri tarafında ortak gün olarak kabul edilen 1 Mayıs, işçi ve emekçilerin dökülen kanlarını ve mücadelelerini sembolize etmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde 1 Mayıs yıl dönemleri kana bulanmıştır. Emekçilerin, bayram haline getirdikleri ve buna göre anlam yükledikleri gün böylece dünyanın her tarafında aynı zamanda mücadele şehitlerini anma günü haline gelmiştir.

Dünya halkları Mayıs ayına başlangıcı bu şekilde mücadele ile yapmışlar ve mücadelede en sıcak ay olarak kabul etmişlerdir. Türkiye halkı için de Mayıs ayı, aynı anlama gelmiştir. Daha öncede sıcak mücadele anları yaşamış ve büyük kayıplar vermiştir. 19 Şubat 1972’de Ulaş Bardakçı’yı, 1 Haziran 1971’de Hüseyin Cevahir’i, 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ile birlikte on yiğit evladını kaybetmiştir. Tarihinde büyük kayıplar yaşayan Türkiye Halkı, Mayıs ayı nada mücadele tarihine damgasını vuran, yiğit evlatlarını kaybederek ve yine katliamlar yaşayarak girmiştir.

6 Mayıs 1972’de darağacında üç yiğit evladını, öcüsünü; Deniz Gezmiş’i Yusuf Aslan’ı Hüseyin İnan’ı kaybetmiştir. Kürt ve Türk halklarının sembolü olan, bu üç yiğit devrimci yaşamlarını feda ederken aynı zamanda yeni yaşamın tohumlarını atarak yeni kuşaklar için birer sembol haline gelmişlerdir.

18 Mayıs 1973’te Türkiye Halkı bir yiğit öncüsünü daha kaybetmiştir. İbrahim Kaypakkaya Amed işkence hanelerinde katledilmiştir. Boyun eğmemenin direnişin simgesi olarak Kürt ve Türk halkaları için bir onur, olarak kabul edilen İbrahim Kaypakkaya tarihe “ser verip sır vermeyen yiğit” olarak geçmiştir. “Yaşanacaksa onurlu bir yaşam” şiarını yaşamını verme pahasına yaşamsallaştırmıştır. Ve sonra ki devrimci nesillere, direnerek yaşam yolunu göstermiştir.

31 Mayıs 1972’de Nurhaklarda Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özüdoğan’ı sıcak çatışmalar içinde kaybetmiştir.

1 Mayıs 1977’de yapılan provokasyon soncunda İstanbul Taksim meydanında 37 emekçi katledilmiştir.

Yine faşist saldırılar sonucu katledilen devrimciler de olmuştur. 18 Mayıs 1976’da Ankara’da Fevzi Aslansoy katledilmiştir.

Dünya ve bölge halkları ve de halkımız için her günü şehit kanlarıyla kızlaşmış olan ama her şahadetiyle her anına birer abidelerin dikildiği Mayıs ayı bu özelliğini bu güne kadar koruduğu gibi bundan sonra da kurumaya devam edecektir. Bu süreklilik, anlamına yeni anlamlar katarak onu tarihe hak ettiği onuruyla geçmesini sağlayacaktır.

Bu yönleriyle dünya-bölge halkları ve halkımız için şehitleriyle anılan Mayıs ayı, şehitlere bağlılığın en yüksek mertebede gösterildiği bir ay olmakla birlikte; onurlu bir yaşamın yolunu göstermiştir. Bu, yaşamını mücadeleye adayanların anılarına bağlılık olduğu gibi, onların mücadelesini sahiplenerek, daha ileri götürmek anlamına gelmektedir.

Direnerek yaşamak ve yaşamın her anını tüm değerlere bağlı kalarak, onu gerekleri çerçevesinde dolu kılarak yaşamak Mayıs ayında kahraman şehitlerimizin anısına verilecek en anlamlı karşılık olacaktır.

Yaşanacaksa onurlu bir yaşam şiarı yol göstermeye devam edecektir. Sadece yaşamak değil, direnerek yaşamak, gerektiğinde kahraman şehitlerimizle aynı onuru paylaşmayı göze almak, şehitler ayında kahraman şehitlerimize bağlılığımızı en somut bir göstergesi olacaktır.

Cemal Şerik