Ardıç, Kato ve Şehitlerimiz

Ardıç yaprakları yemyeşil, kayalıklarda boy atmış, boy dediysem, insan boyunu geçmez. Etrafı beyaz kar bürümüş ardıç, yalnız yapayalnız ama yaprakları yeşil. Yemyeşil yapraklı. Kim bilir kökleri kaç koldan ve kaç kaya yarığından toprağı, belki de dünyayı sarmış, biliyorum, güzel ardıç. Biliyorum. En az asırlıktır ömrün. Kaç kere kesildi sürgünlerini biliyorum. Ama sen bilirsin, hafızan zayıf değil benimkisi gibi, kaç kuş yuva kurdu dallarına. Kaç yalnız kış geçirdin, kaç pezkuwi yanında geçti, kaç keklik gölgene sığındı. Bilemem. Kaç çoban karşında durup bılur çaldı, kaç Berivan sana baktı, kaç gerilla yumuşak dallarına dokundu. Kaç gözde hangi sevince, kaç beyinde hangi düşünceye yol açtın.

Kim bilir! Kim bilir belki de Nerwehli o küçük gerillayı da tanıdın. Hani 89 yılında, daha on iki yaşlarında, kendini dağlara vurup gerilla olan, 92’de Haftanin’de elinde silah mevziden mevziiye koşan Kato’yu. Boyu daha uzamamış, fazla kilosu olmayan, sarışın yeşil mi, mavi mi gözlü Kato’yu hatırladın mı (?) diyeceğim diyemem çünkü unutan biz insanlarız. Bir ağaç hele hele senin gibi bir ardıç için unutmak var mı ki! Biliyorum yaşadığın duyduğun tanık olduğun her şeyi varlığına şifreliyorsun. Ama ben bir insanım, dilini anlamakta zorlanıyorum. Anlama kabiliyetim çok zayıflamış. Bazen kendimi belleksiz hissediyorum, koca bir boşluk gelip içime kuruluyor, bomboş gözlerle bakmış gibi yapıyorum. Bunu da isteyerek yapmıyorum. Böyle oluyor işte ve senin yanında küçüldükçe küçülüyorum. Bunu kabul etmiyorsun biliyorum. Nasıl kabul edersin ki!

Bana, Kato der gibisin. Hatırlatırcasına 92 yılında manga komutanı olmuş. Daha bir çocukmuş, çocukluğunu yaşamak istermiş ama ne yaparsın düşman acımasız, düşman vahşiymiş. Dünyayı arkasına alan düşman aç kurtlar gibi daha sivil elbiseli, yaralı çocuk demeden herkesi katlediyormuş, silah kuşanmak son ve tek çareymiş.

Yaşını unutmuş Kato, on yedisinde yüzündeki sarı tüyler daha sakala bıyığa dönmemişken tığ gibi, filinta gibi, fişeng gibi bir delikanlıymış. Düşman canavarı bir yoldaşımı vurduğunda uyumaz, duramaz, durdurulamaz olurmuş! Yoldaşının ne silahını ne de kanını yerde bırakmazmış. Daha çocuk yaşta bile, şehit düşmüş yoldaşım kurşun yağmuru altında ulaşıp BKC’sini de getirmemiş ve birkaç düşmanı vurmamış mıydı? Hem de kendi inisiyatifi ile tek başına.

Seni duymuyorum ardıç ağacım. Ama tuhaf bir şey oluyor bana, içim sesle doluyor. Belki de Kato bu savaşçılığın mayasını bölük komutanı olan Rojhatê Bluzerî’den aldı, demek istiyorsun. Yiğit komutanın yiğit savaşçısı, kim bilir nasıl da yoldaştılar!

Hacı Musa’yı da gördü tanıdı o biliyorum, Batı Kürdistanlı o ufak tefek, o civa gibi, o kabına sığmaz, inatçı, atılgan Hacı Musa! O da komutanlığı en iyi özümseyenlerden biriydi. Tıpkı Rojhat gibi. Eylemden eyleme koşardı. En önde hep saldırıda ilk bombayı ilk onun kurşunuyla devrilirdi düşman, panik yok, yılgınlık yok, yenilgi yok, geri durmak yok, hedeften sekmek yok, bombaların ard arda patlayışları, roket sesleri gülüşlerini bastıramazdı. Tıpkı senin gibi, tıpı Kato gibi.

Kato, Şehit Rojhat Bluzeri yoldaşın bölüğünde manga komutanı iken gittiği bir eylemde kol komutanıdır. Alnının soluna denk gelen bir kurşun kulağının üstünden deriyi parçalayarak ağır şekilde yaralanmasına yol açar. Damarları kopar, kan zapt edilemez, damarlarında zor duran kan bu yara nedeniyle tüm müdahalelere rağmen zapt edilemez. Kato yoldaşın sol eli ve ayağı hareketsiz kalır. Konuşamaz.

Senin yaprakların farklı bir tonunu andıran gözleri ıslansa da hayat doludur. Gecenin onunda parlıyor gözleri. Botan’ın yiğit Kürt kızı, Botan’ın aranan komutanı, Botan’ın ceylanı Şehit Zelal’de oradadır. Zelal yoldaş bu yaşı küçük yüreği büyük yoldaş bu yaşı küçük yüreği büyük komutanı kurtarmak için çırpınmaktadır. Yoldaşlarıyla birlikte Beruke'den taa Herekol’un zirvelerine kadar getirirler sırtlarında, Kato hala yaşıyor. Sarı yüzü daha bir sararmış solmuş.

Şafak çoktan sökmüş, yeni günün ışıkları bir kez daha doyasıya Kato’nun derya gözlerine dalmış. Ve öğlene doğru ayrılık vakti gelip çatmış. Vakit 13’ün bir yaz vaktiymiş, belki Temmuz belki Ağustos, Zelal yoldaşın gözleri ıslak ve gökten birkaç damla yeşil ardıç’ın üstüne düşmüş, ardıç’ın yaprakları zaten yaşmış! Yaşı büyük küçük ardıç, yaşı küçük büyük savaşçı zaten arkadaşmış, Zelal de onların Güzellik Kraliçesi imiş!

Ardıç güzel ardıcım. Seninkisi yeşil yapraklı bir yalnızlık çoğul sevdalar sığdırırsın, sevinçler, coşkular sığdırsın, umut sığdırırsın, yalnızlığına, yüceliğin, bilgeliğin bundan mı yoksa? Boydan boya yeşil ardıçlarla süslü o eski Herekol’u bodur boyuna ve yeşil yapraklarına şifrelenmişsin yoksa geleceği de mi görüyorsun? Ne! Geleceği içinde mi taşıyorsun?

Üzülme, doğa kendini yenileyecek, gün gelecek doğa kendini yenileyecek. O gün gelecek mi diyorsun? O halde o günler için, bu günlerin hatırına benden de bir hatıra kat koynuna, unutmalar, diyarına uğramasa da!

Ardıç'ım, güzel ardıç'ım. Nasıl oluyor anlamadım. Hiçbir yere gitmiyorsun. Ama tüm dünyayı gezen, gören, bilen gibisin. Konuşmuyorsun, suskunsun ama herkesi konuşturuyorsun. Beni konuşturuyorsun sanki içimde yeşermişsin gibi hissediyorum. Damarlarım damarların. Hiç gitmediğim, görmediğim halde beni Heşet köyüne götürüyorsun. Hani o Feqiye Teyran’ın gördüğü dolaştığı yerleri.

Şehit Zerdeşt Dersimi