PKK Hakikatinde Yürüyen Savaşçı Agırbaz Yoldaş

Yer suskun, gök eli koynunda ya dağlardan ne haber ola? Dağlarda boynunu bükmüş Agîrbaz mı der. Bakarda Agîrbaz’ın yürüyüşüne lal olurlar, sağırlığa vururlar kendilerini. Yer, gök dayanır mı?  Ki dağlar için için kahrolmaz mı?  Ki dövünmez mi delicesine? Zamana verip de vicdanını un gibi elemez mi yokluğunun acısıyla.

Kayıtlara geçer Varto doğumlu Oktay Çelik diye. Ama Agîrbaz Kortepe de doğar. Kortepe Diyarbakır da bir yerdir. O doğdu zaman ortalıkta fısıltı halinde dolaşan bir PKK ruhu vardır. Kemaller, Mazlumlar, Besêylerin özgürlük ruhu usul usul sarıyorken, özgürlüğün vuruşkanlığı ile ölümcül olan her şeye meydan okuyorlarken. Böylesi bir zaman da açar gözlerini dünyaya.  Agîrbaz ölüm ile özgürlüğün artık Kürdistan topraklarında yollarını ayırdığı yıllarda doğar. Her şeyden habersiz ama bu fısıltıyı sezinler gibi. Sanki ömrünün bir yanına PKK’ nin yazgısı bulaşmış gibi.

Heval Agîrbaz doğduğu yerde büyümez. Muş da büyür.  9-10 yaşına kadar anne ve babası ile Muş-Varto da kalır. Çocukluğunun taze günlerini burada geçirir. Çocuk yüreği henüz göç yollarına alışkın değilken düşer Avrupa yollarına. Öyle ya ülkesi parça parça olanın yüreği de parça parça olur, öyküsü de parçalanır, yolları göçe sarar. Bir çocuk ise bir ömre sığmayacak denli şeyler toparlar içine. O da kısacık ömrüne çok şey sığdırdı.

Ailesi serpilen, canlı, kıpır kıpır olan güzel oğullarını okusun diye Almanya’ya gönderirler. Böylelikle bir fidan gibi taze ömründe Agîrbaz ağabeylerinin yanına gider. Heval Agîrbaz ele avuca sığmaz, ülkesinin güzel genci, anasının gözünün nuru, babasının umut demeti lakin Almanya da yaşamın yeni yeni yüzleriyle karşılaşır. Ve Almanya da okul okumaya başlar. Ama bir yandan da bir emek üreticisi olarak da çalışır.  Kan davası meselesi yüzünde bir abisi de burada hapse düşer.  Bu zamana kadar da okul okumaya devam eder. Ama okul içinde de yaşam suları keskin akmaktadır, sakin geçmemektedir.

 11 Eylül saldırılarıyla bambaşka ama bildik bir hava eser okullarda. Üstün, görgülü Avrupa medeniyetini dıştan gelen yabancı, medeniyet dışı kalmışlar saldırmış gibi bir hava esmeye başlar. Yabancı olanlar ya en iyisinden benzeşmek ya da daha bir yabancılaşmak zorundaymış gibi kendilerini çemberin içinde hissederler. Adeta görmeyen kalmasın diye kapitalist modernite içinde yaşayanların ne kadar büyük ve üstün olduklarını. Bunun için yapılan bir saygı duruşuna okul içerisinde riyat etmeyen heval Agîrbaz okuldan atılır. Agîrbaz baş eğmenin, ruhun kalleşleşmesinden geçtiğini bilir gibi çocuk hissiyatıyla karşı durur.  İçine girmediği çembere karşı içten bir direnç biler. Dimdik bakışlarını çevirir, üstüne üstene gelen galebeye.   

O okuldan atıldıktan sonra başka bir okulda yeniden okumaya başlar. Heval Agîrbaz gençliğin basamaklarında çıkmaya henüz yeni yeni başlamışken oldukça keskin virajlarla karşılaşır. Ruhunda ki sesi anlamaya çalışır. Ama diğer bir yandan da durmadan emek verir, ihtiyaçlara göre kendinden istenen şeylere cevap olmaya çalışır. Ama ruhu özgürlüğe hasret, özlem biriktirir. Kendisi olmayı sezinlediği hava oralarda esmemektedir.  

Kan davasından dolayı bir abisi hapse girdikten sonra okulu bırakmak zorunda kalır. Ve ağabeylerinin hesap işleriyle uğraşır. Güneş ülkesinin çocuğu olan Agîrbaz alın terinin ne anlama geldiğini solumuş bir gençtir. Gereklilikleri, zorunlulukları yudum yudum içmiş biridir. Anlar ve üstüne düşeni yapmaya çalışır.  Bu süreç içerisinde market, fırın ve restoran gibi iş yerlerini işletir. Yaptığı bütün işlere o genç yaşına rağmen hakkını vermesini bilir.

Almanya da oturum hakları ellerinden alınana kadar bu böyle devam eder. Daha sonra İsviçre’ ye gider. O zaman da sonra gençlik faaliyetlerinde yer almaya başlar. PKK ile tanışması Avrupa gittikten sonra yurtsever olan abileri aracılığı olur. Kaldığı ortamlarda sadece Kürtlerle değil, İtalyan, Alman, Arnavut olan insanlarda arkadaşlıkları  olur.

Partiyi tanımasında ve birçok şeyin içine girmesinde en büyük etken Önderliğin esaret altına alınması olayı olur. Yani komplo gerçekliğini öğrendikçe gerçeklikleri daha içten anlamaya başlar. Kabullenemeyeceği kadar ağır bir olay olarak kendi içinde değerlendirmeye başlar.  Kendi deyimiyle de “bu temelde üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme istemiyle 15 Şubat 2007 de partiye katılma kararı” alır.

Yüreği dağlara koşar. Ayakları dağlara yürür. Gözü artık dağda ki yeni doğan Agîrbaz’dadır. Kendini dağlara vurmayı düşlerken isim arayışına girer. Oktay’ın adı ne olacaktı. Ne olmak istiyorsa ona denk bir ismi olmalıydı. Ve ismine göre olmalıydı. Nasıl ki yiğit insan sözüne göre bir insan olmalıysa. Bir gerilla da adına göre olmalıdır. Adını aldığı şehide göre olmalıdır. Adını aldığı anlamı yaşamalı ve yaşatmalıdır.

Agîrbaz için gerilla olmak özgürlüğe doğru kanatlanmak demektir. Artık yüreği ferahlar, tertemiz bir havayı solur gibi dağları çeker içine. Ve gerillacılığın yollarına koyulur.

Dağlara doğru yollanırken en başta düşlerine ve en özelde de kendi kişiliğine göre bir isim arar. Adını Agir koyar. Oktay’ın ismi artık ‘ateş’tir. Kendini yeniden tanımlarken en başta ateş ile tanımlar. Ve soyadı ise Baz. Yani ‘şahin’. Ve yeni savaşçılar kampına ilk geldiğinde, o zaman yönetimlerinden olan bir arkadaş O’nu şöyle tanımlar:

Adı gibiydi dersem en iyi değerlendirmeyi yapmış olurum.  Doğru değerlendirme ancak böyle olur. Genç bir arkadaştı. Jehati idi. Yerinde durmazdı hareketli bir arkadaştı. Hep enerjikti diğer türlü yapamıyordu. Moralli idi. Yerinde durmadan yapamazdı. Yani ateş gibiydi. Yeni katıldığı zaman biz sorduk adın neydi diye dedi adım Agîr. Sonra yaşam içerisinde biz biraz takip ettik. katılımında, alıp-vermesinde, oturup-kalkmasında, arkadaşların arasına gidip gelmesinde, yaptığı herhangi bir çalışmada. Yani yerinde durmuyordu, o kadar enerjik biri idi. Dinamikti, canlıydı. Gerçekten de tam adına göre idi. Gerçekten de özellikleri şehit Agîr’in ki gibi idi. Gerçekten özellikleri ile şehit Agîr Baz gibi idi.

Baz, teyren bazı düşündüğümüzde de hareketimiz de toplumda da aynı zaman da askeri sistem içinde de şahin denildiği zaman başarıya doğru yürümek gelir akla. Savaşta başarıyı esas almak ve elde etmek demektir. Zafere ulaşmak demektir. Savaş meydanında düşmanını yenmek demektir.  Şahin  savaş taktiği sembolüdür. Hedefini iyi tespit eder, her şeyi hesap eder. Uzun süre düşmanın takip eder sonra süzülerek bir vuruşta avını ele geçirir.  Soy adı da bu idi.”

Ama heval Agîrbaz için yoğunlaşma sürmektedir. İlerleyen zaman içerisinde adıyla soyadını birleştirir tek bir isim halin getirir. Artık adı Agîrbaz’dır. Bir süre içerisinde belli bir askeri ve ideolojik eğitim görüp savaş meydanlarına gitme ateşi ile yanıp tutuşmaya başlar. En önlerde yer almalıdır. Bunun için Nurhakları düşünmek; arayışları için bir bade gibidir. Uzun karanlık gecelerin ardından doğan aydınlıkla yavaş yavaş esen badısaba gibi dokunur düşlerine zorlu yerlerde gerillacılık yapmak istemi. Bir gerillanın ancak zorlu yerlerde ve alanlarda kalırsa kendini yapılandırabileceğinin farkındadır. Ruhun da savaşta şahin gibi yücelerde bulunma tutkusu giderek artmaya başlar.

Ve böylelikle savaşın içinde pişmiş bir gerçek olmaktan da öte hakikatin yolu ve eri olan Ahmet Rapolara denk bir yaşam heval Agîrbaz’ı kendi benliği ile buluşturmaya başlar. Adını Agîrbaz Rapo yapar. Artık O Ahmet Rapoların yolunda yürüyecektir. Bu yolda yürümek değildir tek hedefi bu yolun hakikatini sevdalanır. Bilir ki Önder Apo’nun dediği gibi “hakikatsiz gerçeklik uyuyan gerçekliktir. Uyuyan gerçekliğin sorunu yoktur. Hakikat uykuda ki gerçekliğin uyandırılmış halidir. ”

Agîrbaz artık bir tek PKK gerçekliğini değil PKK hakikatinin hırkasını giymek ister. Bunun içinde kendisinin de ateşlerde yanması gerektiğini, şahin gibi kanatlanması gerektiğinin farkındadır. Ruhu hakileşmede kendine siperler açar. Bu mevzide kendini savunmaya çekerken yollar büyür önünde. Dağ da olmak her ne kadar gerçek ise O’nun için, hakikatini sırtlamak da O kadar önemlidir O’nun için.

Tüm bunların O’na yüklediği sorumluluk bilinci ile eğitime oldukça önem verir. Kendini eğitme arayışları kadar, güçlü bir askeri eğitimden de geçme yoğunlaşmaları ve önerileri olur. Bunun için katıldığı eylemlerde çıkarttığı bütün sonuçları iğne başı kadar da olsa anlamaya çalışır. . Çünkü gittiği bir diğer eylemde daha iyi olması gerektiğini bilir. Çünkü Rapolara yaraşır, yakışır olmak gerekir. Yanında ki arkadaşlar ile sürekli olarak bunları paylaşmaya çalışır. Ve bu paylaşımları ile etrafında ki yoldaşlarına güç veren birisiydi.

Ahmet Rapo’nun en belirgin özelliği fedakâr, cesur, atik, korkusuz ve yoldaşlığına sınırsız bir bağlılığı olan komutan olmasıdır. Ahmed Rapo bir destandır. Koçer’dir. PKK’ ye tutkundur. PKK değerlerini korumak için yenmeyeceği düşman birliği ve gücü olmayan bir komutandır. Çekincesiz, sakıncasız kendini müthiş adamış bir benlik ve yürektir O. 35 defa yaralanır. Önder Apo O’nun için “sen hiçbir zaman düşmanın güllesi ile şehit düşmeyeceksin” der. Düşmanı ruhunda yenmenin ötesinde tarzda da taktikte de yenmiş fedai bir komutandır. Hakikattir. Yaşanmış gerçekliğin ötesine de geçen mittir, PKK de yiğitliğin imgesidir yaşamıyla.

Ve O Önder Apo’nun dediği gibi bir cephane çekimi sırasında tam netleştirilemeyen bir olay ile şahadete ulaşır. Ve şahadeti ailesine ulaştığında erkek kardeşi “Önder Apo’nun başı sağ olsun ”der. Elbette ki böylesi bir destanın yolunda yürümek kolay değildir. Bu büyüleyici destanı yüreğinin içinde görür ve yaşar heval Agîrbaz. Gayri bundan başkası haramdır Agîrbaz Rapo’ya.

Yeni savaşçılar eğitimi gördükten sonra Xaxurkê ve Goşine taraflarında kalır. Şehit Şerif Taburunda kaldığı süre içerisinde yaşanan geri ve klasik sorunlardan kaynaklı hep bir iç sorgulamayı yaşar. Belli bir bilinç düzeyi olsa da ilk gördüğü yetmezlikler karşısında arayışları daha bir yoğunlaşır. Bir militanın nasıl olması gerektiği noktasında taviz koparmak isteyenlere karşı mücadele etme yöntemlerinde arayışları geliştiği gibi zorlanmaları da olur. Sonrasında üst üste gelişen sorunlar ile tabur da kaçışa varan sorunlar yaşanır. İyi gözlemleyen, gerçek anlamda eleştirebilen bir güce sahip olan Agîrbaz yoldaş tekleştirilmesi karşısında yapacağı örgütsel eleştirileri zamana bırakır. Ve bu sorunları bildirmek için örgüte yazdığı bir raporu olmasına rağmen nasıl olsa yerine ulaştırılmayacağı kaygısı ile göndermez. Ama Agîrbaz yoldaş bu içine düştüğü durumu açık yüreklilikle dile getirmekten ve her zaman özeleştirisini vermekten çekinmeyen bir yoldaştır. “Militanlık görevimi yerine getiremediğimden dolayı Partimize özeleştirimi veriyorum” diyerek nasıl bir yürüyüş sahibi olması gerektiğini bilen bir militandır.

Örgüt ortamı geri kişilikle, karakterle; Apocu kişiliğin ve karakterin karşı karşıya geldiği bir ortamdı aynı zamanda. Kişiliklerimiz de ya geri kişiliğe prim vereceğiz ya da sonuna kadar sorumlu davranıp mücadele ederek, kendimizi eğiterek Apocu kişiliğe ulaşacağızdır. Birçok zaman yaşamımızda gelişen partileşme sorunlarıyla aslında bu noktada kişiliklerimiz de bir sınavdan geçiyordur. Saç üzerine serilen hamurun ateşte pişmeyince kadar yenilmeyeceğini iyi biliyordu. Ekmeğin pişmesi için ateş lazımdı. Ve O’nun idrakinde, gayretinde, çabasında hiçbir zaman bu ateş eksilmedi. Ve özenle açılıp sel üzerine atılan hamur yanmadan pişemezdi. Yanmadan yenilemezdi. Pişmeden ekmek olamazdı.

Bundan dolayı da “coşkulu yaşam ilkesini esas alacağım” diyerek hiçbir zaman ruhunun efsunundan taviz vermemeyi bilmiştir. “Yaşam üzerine daha iyi yoğunlaşarak bunu aşacağım” diyerek kendini bir köşeye vermeye, kendi içinde kalmaya karşı meydan okumuştur.  O’nun için özeleştirinin en iyi verileceği yer pratiğin kendisidir. Başarılı pratiğin kendisidir. En zorlu olan en fazla emek, çaba, fedakârlık gerektiren yerde yeşermeyi bilmenin kendisidir. Pratik gerçekleşmektir, kendini gerçekleştirene en çok saygının duyulduğu bir mekândaydı. Bunu bilincine iyi kazımış ve fark etmişti.  Zaten kendine saygılı olmakta bundan geçiyordu.

Avrupa’dan dağlara uzanan bu yürüyüş en son gittiği alan olan Zağroslara kadar sürdü. Zağrosların en önemli taburun da yerini alır. Geliye Zap alanında üstlenen bir taburdu. Nitelik olarak farklı bir tabur olmanın ötesinde düşmana nefes aldırtmayan bir taburdur aynı zamanda.

Agîrbaz hayallerinin ateşinde ısınırdı bu taburda. Ondandı yerinde duramazlığı, gece demeden gündüz demeden yük taşıdığımız zamanlarda gayretinden, şen kahkahasından, esprilerinden, yük altında bile yürek dolusu gülüşünden hiç taviz vermedi. Hiç eksik etmedi alevini de heyecanını da. Yıl boyu oldukça zorlu görevleri üstlenmişlerdi. Birçok arkadaş gibi kendisi de gerillacılığın sinesine yaslamıştı başını. Uçarı bir mutluluğu vardı, konuşkandı. İnsana çabuk yaklaşan  tabiatı belirgindi.  

Ş. Çiçek Devrimci Operasyonu gibi bir eylemde en sıcak yerler de rol üstlenmiş ve bu rolün gerekliliklerine göre bir kişilikte olmayı başarmış bir militandı.

Ama o gece yer demir gök bakırdı. Her şey susmuştu. Bir tek direniş ve her şeye rağmen teslim olmamanın ruhu konuşmuştu. Ama yer demir gök bakırdı. Taşlar inliyor toprak serzenişte idi. Ama o gece yer demir gök bakırdı. Aydınlık yutulmuş karanlık kükremişti. Lanet zapt edilmezmiş gibi yorar durur kendini. Yine de nafile nasıl yaşadılarsa o ruha denk bedenleri düştü toprağa.

Yer sussa da gök çaresizliği ile dağlansa da dağlar koynunu açar yine bizlere;  yüreğimdedir der benliğimdedir der Agîrbaz. Agîrbaz’ın gülüşü, teri, şen kahkahası ve ve de dökülen kanı eteğimdedir der. Agîrbaz ülkesinin özgürleşmesi için feda olan bir yangın yelidir der. Isınmak için ateşinde almak isterseniz ben buradayım der.

Nupelda Engin