DENİZ’E

Soğuğun okşayıcı dokunuşlarına maruz kaldığımız, ıslak ve çamurlu bir günün ardından, bir ayrılık haberi daha yankılandı dağlarda. Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Bilmem ki bu mevsime ayrılığı reva gören kim? Neden hep payına düşen ağlamak olur bu ayın? Soranı çok bu sorunun. Cevabına ulaşan ise hala belirsiz. Bir belirsizliğin soğuk ve ıslak bakışlarıyla döşenmiş gibi…

Günlerdir yağıyor yağmur. Yorulmadan, bir an olsun duraksamadan, yüreğinde nice biriktirdiği öfkesini, belki de özlemlerini dökercesine… Ya çakan şimşekleri neye yormalı? Bir isyanın açı çığlığı mı yoksa… Başka bir ihtimal yoktu. Böylesine korkutucu ve öfke dolu olması bundandı. Bundandı, dolunaylı bir zaman diliminden geçmemize rağmen, yer yüzünün zifiri karanlıklara mahkum olması boşuna değil.  Bir de hırçın, deli taylar gibi koşturan rüzgar var. Dalında kalmış, yağan yağmurun tüm şiddetine rağmen düşmeyip, direniş içinde olan her bir yaprağı döken rüzgar. Çoğu henüz sararmamış, düşecek zamanı gelmemiş yaprağın katili rüzgar. Bu gece düşmanımdır rüzgar. Kim ne derse desin, yağmura karıştı göz yaşı…

Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Islak, çamurlu ve şimşek çakmalarıyla dolu. Günler öyle yorgundu ki, gece ile gündüz bir birine karışmış gibi. Bugün bir başka karanlık. Bu gece bir başka ıslak. Akşamdı, akşam gece vaktine eviriliyordu. Zamanın bu kaos aralığında, yakaladı gülüşlerimizi şiddetli bir fırtına. Sarsıntısıyla irkildi bedenlerimiz. Yüreklerimizse, şimşek çarpmışçasına yangın yeri.

Henüz dün açmıştım albümü, bir bir dokunmuştum bakışlarına her bir resmin. Bir süredir yüzüne bakamadığım, çantamın bir yerinde saklı tuttuğum, nice anımın saklı olduğu albümün. Nedendir bilmem, şiddetle yağan yağmur ve çakan şimşek sesleri yöneltmişti beni. Dokunurken hafiften titreyen ellerime hakim olamamış, bir eylemin saldırı grubundaymış gibi, tüm cesaretimi toparlayarak dalmıştım anı denizine. Neleri göreceğimi bilsem de, bir korkunun soğuk ürpertisiydi bedenimde dolanan. Bilirim; sevginin, özlemin ve umudun bakışlarıdır karşıma çıkacak olan. Ama yağan yağmurun toprağı ıslatması gibi, her bir resminle yüzleştiğimde ıslandı gözlerim, ürperdi tenim, diken diken oldu tüylerim. Bir özlemin ağır baskısıydı belki de. Ya da… Bilmiyorum işte! Hüzünlenmiş, hüznüm dışa akmıştı.

Şimdi mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Günlerdense ıslak, çamurlu, rüzgarlı ve şimşek çakmalarıyla dolu bir gün… Takvimler dolunaylı bir zaman dilimi diyor ama zifiridir yer ve gök. Zamanın kaos aralığında geldi haberin. Ağır yaralı kurtulduğun eylemden, günler sonrasında ölümsüzler kervanına karışmışsın. Tutamadım gözyaşlarımı. Gözlerim engel olamadı yüreğime dayanmış duygu seline. Bilirsin, gözlerim asidir, söz geçiremedim. Usul usul indi, gözlerimden süzüldükçe gözyaşı taneleri, yüreğimin derinliklerine sessizce aktı gülüşün. Dayanılmaz bir acıyla, dışarda, yağan yağmurun altında buldum kendimi. Gözyaşıyla ıslandı bakışlarım. Yağmurla ıslandı bedenim. Yağmura karıştı gözyaşı, gözyaşımla ıslandı yağan yağmur.

Ne olur affet! Bilirim, istemezsin hiçbir yoldaşının gözlerinden yaşlar akmasını. Hep yürekten gülmelerle karşılanmak istersin. Bilge İnsan çok önceleri demişti; ‘Ağlamak kölelikten, gülmek ise özgürlükten gelir’ diye. Çaresizliğimin somut belirtisidir. Ne olur affet! Bu mevsim daha en başında ayrıksı durdu. Dolunaylı bir zaman dilimi ama gece karanlık, her yer zifiri. Buna rağmen yağan yağmurun altında, ayaklarım altında inleyen çamura bata çıka, çakan şimşeklerin aydınlattığı yolda yürüyorum. Yangın yeri olmuş yüreğimi serinletirim diye. Ya da…

Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Yakın bir zaman diliminde beyaza bürünecek buralar. Soğuk ve beyaz, ıslak ve beyaz, fırtına ve beyaz... Belki de güneş ve beyaz. Yüreğim yangın yeri olsa da şimdiden üşüyor bedenim. Soğuk ürpertiler sarmış tenimi. Nöbete tutulmuş bir hasta gibi, tir tir titremekte ellerim. Ama mevsimlerden sonbahar ve kasımın henüz başıydı. Bu anın gizemine ulaşmalıydım, yoksa sonrası bir lanetin yakın takibi olacaktı. Anda kendimi bulmalıydım. Islanan saçlarım, elbiselerim, tenim, gözlerim… Bir şeylerin benliğime yansıyan soğuk anımsamaları olarak iz bırakmamalıydı. Bundan belki de; ıslak, çamurlu, rüzgarlı ve şimşek çakmalarıyla dolu bu zaman dilimine inat, dolunaya dönüyorum yüzümü. Yineliyorum sözümü, tazeliyorum gülüşümü. Islak olan bakışlarımı, yağan yağmurun dokunuşuyla kutsuyorum.

Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Gecede şimşek çakmaları, yağmur, rüzgar ve çamur. Islak kalmasın diye bakışlarım, bu günümü not ediyorum anı defterime. Senli gülüşlerimi, özlemlerimi ve hayallerimi kutsuyor ve amaçlarımı büyütüyorum. Oluşturulacak özgür gülüşlü yarınlar için, gülüşünü baş ucuma alıp, yürümeye devam diyorum. Yolda yolcu olmanın hafif gururuyla biraz daha sıkı sarılıyorum çıkarsız ve yürekten gülüşüne. Ne de olsa, bin yıllardır ezilmiş bir halkı özgür yarınlara ulaştırma sözümüz var. Bu mücadelede bir an olsun tereddüt etmeden, gözlerini kırpmadan toprağa baş koyanlara sözümüz var. Özgür yaşam mücadelesinde her an kendisini yenileyen, kendisini yeniledikçe kendi beninin farkına varan ve kendisiyle yeni benler oluşturan dağlı çocuklara sözümüz var. Sözümüz var Önder Apo’ya, bu mücadelenin yaratıcısı ve bir halkın dirilticisi Bilge İnsana.

Sözüm var sana. Umutlarına, hayallerine, özlemlerine, sevdana… İşte bunun için, gülüşünü işliyorum bakışlarıma. Ki unutulmasın ve zamanın bu kaos aralığında kaybolmasın diye…

Şehit Demhat PEYAS(Deniz GEM) arkadaşın anısına…

Zerdeşt TOLHILDAN