Ayrı mekânlardan gelmiş olmalarına rağmen aynı zorluklara göğüs germiş ve zulme karşı isyan ederek buluşmuşlardı. Yani yaşamın özgürlüğe akan ırmakları onları buluşturmuştu. Artık inanarak yaşıyorlar ve destek oluyorlardı birbirlerine, her ne kadar ayrı ayrı yerlere gitseler de birbirlerinden kopsalar da onlar birbirlerini unutmuyorlardı. Çünkü onlar yoldaştılar ve yaşamla birlikte kavgaları da büyüyecekti. Tıpkı baharlarda açan çiçekler gibi hep rengârenk ışıl ışıl akacaklardı yaşamda. Özgürlük kokan yaşamın baharı dört mevsimdi ve zamanın kapısını onların yürekleriyle aralıyordu. Kızgın, hırslı rüzgârlar gelip savursa da onlar yeniden goncalaşacak ve toprağa köklerini daha da sıkı bırakacaklardı. Buluşları gibi özgürlüğün bedeli olan ayrılık da her an kapılarındaydı. Bu sefer de bedel olarak Nazlıcan’ı seçmişti. Özgür buluşların bedeli yürekten bir parça alıp götürmekti ki yüreklerin bir parçası alınmıştı. Tabi bu ayrılıklar kavgalarını daha da büyütecek. Çünkü onlar Nazlıcının da hayallerini, umutlarını, sevdalarını kendilerininkine katıp devam edecekler büyük kavgalarına. Umudun, özgürlüğün ve sevginin yağmuruna hasret olan topraklarda açacaklar isyanın çiçeklerini. Ama zamansız bir rüzgâr onların yüreğine işlenen yaşam sevgisinin bir parçasını, yüreklerine işleyen gülüşü istemişti.
Baharın ırmağı
Yüreğin sıcak ateşi,
Unutuşlara isyan
Yaşamın kelebeği
Nazlıcan’dı amansız rüzgârların alıp götürmek istediği. Doğayı ve yaşamı varlığının özüyle, Işıl ışıl rengârenk yapan çiçekti.
Ardından yoldaşları onun yaşama ve yüreklere yazdıklarını, sevgilerini, sevdiklerini, yaşam aşklarını umutlarını, hırslarını ve mücadelesini yazmak istiyorlar ki goncalar onunla büyüsün çiçeğe dursunlar diye. Yaşama selam veren o çiçek bahçesine girdim, onunla yol alan çiçeklere onu sordum.
Onunla yaşayan onunla dağların patikalarını adımlayanlara onu sordum hepsi ilk önce özgürlüğe doludizgin akan gülüşünü anlattı, ‘yaşama ve yüreklere ardından bıraktığı gülüşleri’. Gülüşlerinden bahsederlerken hep sanki o karşılarındaymış gibi ıraklara dalarak, onunla uzun uzadıya buluştukları patikaya gider ve tekrar yarım kalmış sohbetimize devam etmek için bana döndüler ve anlattılar anlatabildikleri kadar.
“Nazlıcan, serin yayla çiçeği
Nazlıcan, deli dolu heyecan
Zulamda bir sevda kelebeği Nazlıcan, Nazlıcan’…
Diyerek başlıyor yoldaşlarından biri;
‘Nazlıcan’la karşılaştığımda bazen sesli bazen sessiz bu türküyü söylerdim. Bazen de çok farkına varmadan dudaklarımdan süzülerek çıkardı.
O da sıcak bir tebessümle bakar ve gülümserdi halime.
Ahmet Kaya’nın güçlü yorumuyla dile getirdiği bu dizeler
Şimdi de Nazlıcan yoldaşımız için tekrardan dile geliyordu.
Yaşam her şeye ve herkese inat devam ediyor.
Yaşanmışlıklar ve yaşanacak olanlarla her şeyi içimizde akıtarak sarılıyoruz isyanımızın bayrağına ve yeniden kavgamızı büyütme sözlerini tekrarlıyoruz.
Bizim için her ayrılık erkendir. Onun şahadeti de bizim için çok erkendi. Bizim yüreğimize yalın ve sade kişiliğinin arayışlarını bıraktı. Yoldaşlarıyla olduğu kadar doğayla da güçlü yaşam bağları kurardı. Doğanın içinde birlikte yürüdüğümüz patikalarda heyecanlanır türküler söylerdi. Gözlerinde ise sürekli bir umut ışığı parlardı. Şimdi adımladığımız patikalarda yürüdüğümüz dağ yamaçlarında onun şarkıları, türküleri kulaklarımızda çınlıyor. Bazen sabahları bir kayanın üstünde, güneşin doğuşuyla birlikte onun söylediği şarkılarla uyanırdık. Bu şekilde uyanmak hemen hepimize bir huzur verirdi. Gözlerimizi açtığımızda ise onun yeni doğan güneş kadar sıcak gülüşleriyle karşılaşırdık.”
Evde tanışıp da onunla gerillada yoldaşlık yapan bir arkadaşının sözleri ise onu anlatmaya bu şekilde devam ediyor.
“Evde yaşam koşullarından kaynaklı onunla kısa bir süre kaldım. Ama ondan o kısa zaman diliminde beynimde ve yüreğimde kalan izler var. Hemen kendisini insana sevdiren alçak gönüllü, sıcakkanlı, mütevazı özellikleri tanıştığın ilk anda kendisini sana hissettirirdi. Okul yıllarındaki başarısı gerilla yaşamında da devam etti. Yoldaşlığına sahip çıkan Nazlıcan yoldaşın hiçbir zaman unutulmayacak olan yanlarından bir tanesi de insanın içine işleyen gülüşüdür. Gülüşünde inanarak yaşadığı ve buna sonsuza kadar bağlı kalacağının tüm içtenliğini anlatan bir akış vardı. Duruşu ve gülüşüyle etrafına güven veriyordu. İlk tanışmamızın üzerinden uzun ama oldukça uzun bir zaman geçtikten sonra onunla tekrar özgür dağlarda karşılaştım. İlk karşılaşmamız gerillada 2003 yılında priz de olmuştu. İlkin o benim dağdaki ismimi bilmediğinden beni evdeki ismimle çağırmıştı. Doğal olarak ben de buna refleks gösterememiştim. Yürüdüğümüz patikada yanımdaki arkadaşın bana haber vermesiyle beni çağırdığını fark ettim. Ben onunla karşılaşmayı hiç beklemiyordum, bunun için de ilk başta bende bir şaşkınlık oluştu. Dağlarda, inançla kavgamızı selamladığımız yerde onu görmek beni hem çok şaşırtmış hem de sevindirmişti. Ama o gün uzun bir görevden geldiğimiz için kısa bir zamanda ayrılmamız gerekiyordu. Ama o kısa zaman diliminde de bizimle çok ilgilenmiş ve gülüşleriyle bizi uğurlamıştı. Biz tekrar dağ patikalarından yolumuza devam ederken herkes onun sıcaklığı ve umut dolu gülüşlerinden söz ediyordu. O ayrılığın ardından onu bir daha subay okulunda görme fırsatını yakaladım. Ardından tekrar Botan’a gitmeden önce onu gördüm. Ben onunla aynı alanda uzun süre birlikte kalma fırsatını yakalayamadım. Buna rağmen sürekli sanki benim yanımdaymış gibi bir ilişkimiz oldu. Sıcak yoldaşlığıyla yaşanan tüm zorlanmaları insanın aşabileceği küçük bir şeymiş gibi başarı hissi uyandırıyor ve bu konuda hep destek oluyordu. Verilecek her görevi yerine getirmiş, her çalışma ve ilişkisinde samimiyeti aramış ve bu şekilde arkadaşlarının gönlünde yer etmişti.
Kısacası Nazlıcan denilince beynimde ve yüreğimde yoldaşlığıyla birlikte onun gülüşleri canlanır. O gülüşleriyle bizi çok farklı anlara coşkulara taşıyordu.”
Uzun yıllarını birlikte geçirdiği bir diğer yoldaşı ise şöyle devam ediyor sözlerine…
“Nazlıcan arkadaşla yaklaşık üç yıl birlikte kaldık. HPG Ana karargâh muhaberesini yürütüyordu. İşini çok güzel yürüten, çok disiplinli, çalışkan özellikleriyle insanların arasında çabucak yer edinen biri idi. Cana yakın hoş sohbeti ile arkadaşları incitmeyen yaklaşımları kendisine ait bir duruş yaratıyordu. Arayışları o kadar çok fazlaydı ki birçok şeyi birden yapmak istiyordu. Neden hep çok şeyi bir anda öğrenmek istiyor diye düşünürdüm. Zamanın ne getirdiğini önceden hisseden birçok arkadaşta bu yaşam telaşı görülür. Her şeye koşmak ister ve hepsini bir arada yürütmek isterler. Nazlıcan da öyle idi. Mutlak insanların eksiği hataları vardır ama Nazlıcan kendisine dönük böyle bir iz kalmasını istemiyordu. Yüreklere işlenecekse yaşamın güzel yüzü işlenmeli diyordu. Onun için de sen o yanındayken kendini huzur içinde hissediyorsun. Bir ara kamera eğitimi almaya geldi o kadar hızlı öğreniyordu ki hep daha iyi öğrenmem gerekiyor diyordu. Kuzeydeki, özellikle Botan’daki arkadaşları çekmek için daha iyi öğrenmesi gerekiyor düşüncesi hâkimdi onda. Ve en son istediği, kendisinin ifadesi olan Botan’a gitmişti. Aradaki mesafeye rağmen bizimle ilişkisini hiçbir zaman kesmedi. Botan’ın asi dağlarını anlatan notlarıyla sürekli bizimle birlikte olmayı ihmal etmedi. Yaşadıklarını asla unutmak istemiyordu. Hele de dağlarda yaşadığı yoldaşlıklarını asla unutmak istemiyordu. Onun için de unutmalara karşı isyan bayrağını kaldırırdı. Rüzgârlarla, notlarla, gelen gidenle selam söylerdi bize. Belli bir süre sonra yine Botan’da da muhaberecilik yapıyor ki muhabere de çok başarılıydı. Hem bir savaşçı hem de bir basıncı olmayı kusursuz yürütebiliyordu, hem de başarıyla. Uzun yıllar Botan sahasında kaldıktan sonra eğitim almak için tekrar güney sahasına gelmişti. Ama yüreği hala bıraktığı yerdeydi, aklı tekrar Botan’daydı. Oraya da tekrar dönebilmek için var gücüyle çalışıyordu. Onun için Botan sahası varılması gereken yerdi ve o her zorluğa katlanmayı tercih etmişti Botan alanı için. Gelişinin ardından Şehit Beritan Akademisinde başarıyla devresini bitirmişti. Ardından güney sahasında birlikte kaldığımız bir dönem amansız bir zaman kapımıza dayandı. Olağanüstü bir zamandan geçtiğimiz koşulların kısa olması umuduyla alanlara dağıldık. O Şekif’e çıkarak cephede yerini aldı. Daha sonra Xakurke alanına bölük komutanı olarak gitti. En son Xınere’de yapılan hava saldırısında şehit düştü. Onun şahadeti de diğer yoldaşları gibi bizim için ağır bir şahadetti.
Nazlıcan gibi arkadaşların emekleriyle bu güne geliniyor ki bunu unutmamak lazım. Onun gibi savaşçı, başlangıçlarını sağlam temellerde yapan insanlardır. Hayatı nasıl yaşayacaklarını çok iyi bilmiş ve tercihlerini çok doğru yapan insanlardır. Onun içinde onlar kelebek hızında yaşarken bile rastgele yaşamazlar, ilişkilerinde konuşmalarında yaptıkları her işte ne olursa olsun bunun ağırlığını büyük ölçüde hisseder ve hissettirirler. O yüzdendir ki onları yitirdiğimizde büyük öfkeler yaşar ve intikam duygumuz kat be kat büyütürüz, büyür…
Yine söylüyorum Nazlıcan’ın yoldaşlığını anlatmadan onu anlatmak eksik bir şey olur. Kendi arkadaşlarını yitirmemek için elinden gelen her şeyi yapar. Yine arkadaşını yoldaşını nasıl yücelteceğini çok iyi bilirdi. Birçok fedakârlığa katlanır ve bu özelliğini bir zenginlik olarak görürdü her şeyi karşılıksız yapardı. Hiç unutmam ona olan sevgimizi anlatmak için ona bir paket hazırladığımızda bize çok kızmıştı. Biz ise sadece ona onu sevdiğimizin bir göstergesi olarak onu paket hazırlamıştık. Onun için hissetmek tarif edilemez bir mutluluktu. Ona göre en büyük karşılık hissetmekti. Nazlıcan gibi yoldaşlara sahip olduğumuz için de kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
Nazlıcan gibi yoldaşlar; yaratığı yaşam tarzıyla, yoldaşlıklarıyla kahramanlıklarını ortaya koymuş insanlardır. Yaşamın akışında herhangi bir aksaklığın olmaması için büyük çaba harcardı ve sen bu çabayı gözlerinle görebiliyordun. Bu da insana güven ve huzur veriyordu. Sağlam bir duruşa sahipti. Mutlaka her bireyin zayıf yönleri vardır ama Nazlıcan bu yanlar yaşamı etkileyen yanlar olmasın diye mücadelesinde engel olmasın ve etraf incinmesin diye hep farklı bir şekilde telafi eder ve bunun için büyük bir emek verirdi. Ben Nazlıcan arkadaşın durduğu bir an hatırlamıyorum. Mutlaka bir şeyle uğraşır, bir şeyler üretir, bir şeylere merak salar araştırırdı. Hep yeni bir şeyler yaratmanın peşinde olurdu. Onun gülümsemesi enerjisi seni hayata bağlardı. En zor anda bile gülmesini başarmak çok zor bir şey. Ve bunu başarabilen insanlar büyük insanlardır ki o bunu başarabiliyordu.
Onun yanında iken hayat daha çekici, güzel ve renkli olurdu. Anlar huzur dolu geçerdi. Onun bakışında hep huzuru bulurdum. Bakışlarında güç verici, seni hep daha iyiye taşıyan bir anlam vardı. Nazlıcan’ın kızdığını gördüğün zaman -ki bu anlar çok azdı- onun ardından olumlu bir şeyin gelişeceğini bilirdin. Çünkü bir şey başaramadığı için kızar ve başarmak için de kendisiyle büyük bir mücadele yürütürdü. Kadın iradesi noktasında da çok güçlü bir duruşu vardı. İradesi sağlam olduğu için hem kendisine hem de kadın yapısına da çok güveniyordu. Acayip sarsılmaz bir özgüven, öz bilince sahipti. Tartışmalarında bunu fark edebiliyordu insan. Tartışma yürütürken ses tonundaki kararlılık her şeyi anlatıyordu. Kendisi tartışmalarında bir yerden duyduğu konuları değil, kendisinin yaşayarak, deneyimiyle edindiği temeli sağlam tartışmalar yürütüyordu. Yapıcı bir yaklaşımı vardı. Bu erkek arkadaşlara yaklaşımda da görülüyordu, örneğin asla kaba retçi veya dar yaklaşımlara girmezdi.
Onların bu yaşama bu mücadeleye dair duydukları kaygı, bu kaygı için yarattıkları emek hiçbir zaman unutulmayacak. Onlar bize yaşam kavgamızı devam ettirmemiz için zemin yarattılar. Belki denizin yanında bir damla olabilir ama hayata bir şey veriyor bunu tamamlıyor, ekliyor, onarıyor ve o temelin daha güçlü olmasını sağlıyor. Onlar gibileri bizim mücadelenin çekirdek taşlarıdır. Bunun içinde o unutulmayacak onun tebessümü güler yüzü içimizde hep kalacak karşımızda duracak ve gözlerimizin önünde hiçbir zaman silinmeyecektir. Nazlıcan bizim için sürekli Şekife tırmanan heyecanlı ve güler yüzlü biri olarak kalacak…”
Son zamanlarını geçirdiği eğitim arkadaşlarından biri ise onu şöyle anlatmaya devam ediyor:
“Nazlıcan arkadaşla PAJK eğitimini görmek için beklediğim PAJK Merkezde tanıştım. İlk karşılaşmamızda arkadaşın gerçekten ismi gibi güzel ve nazlı bir arkadaş olduğunu gördüm. Oldukça genç bir arkadaştı. Ama genç olduğu kadar, yaşam içerisinde aldığı tecrübelerle yaşama anlam verebilen, yaşamın dilini çözen bir gerçeğe sahipti. Son Türkiye, İran vb. güçlerin geliştirdikleri karadan ve havadan operasyonlar sonucunda bir süre aynı mevzilerde kaldıktan sonra ayrıldık. Ama ilkin biz bir grup arkadaşla birlikte tepeye çıktık. Komutanımız Nazlıcan arkadaştı. Yine her zaman olduğu gibi öncü özellikleriyle yaşamı örgütlüyor ve görevlerde en önde yer alıyordu. O dönem iki kadın arkadaşın düşman uçaklarına karşı savunma gücünün geliştirilmesi için doçka kullanması gerekiyordu. Nazlıcan arkadaş daha önce doçka eğitimi gördüğünü, kendisinin bunu yapmak istediğini dile getirince Nazlıcan ve diğer bir arkadaş doçka kullanmaya başladı. Biz daha tepeye ulaşalı iki gün olmuştu ki hava saldırıları, havan atışları başladı. Doçka kullanmasına rağmen yaşamın her bir ihtiyacına canla katılıyordu. Örneğin savaş uçakları kazanlar yağdırırken her bir ihtiyacı gözlüyor ve yerine getiriyordu. Yine yaşamın ince ayrıntılarıyla birlikte ihtiyacını da karşılamaktan geri kalmıyordu. Her uçak geldiğinde Nazlıcan arkadaş ‘mutlaka bir uçak düşürmeliyim’ diyerek bir çocuk sevinciyle doçka kullanmak için büyük bir hızla yerine ulaşmaya çalışırdı. Yattığımızda battaniyelerimizi kontrol eder yerimizin sağlam olup olmadığına bakardı mutlaka. Düşmana olan öfkesi çok büyüktü. Bu öfkesini de hep düşmanda patlatmak istiyordu. En son ayrıldığımızda da yine gülüşleri ve dik duruşuyla bizi uğurlamıştı.”
Ve onu anlatmaya devam ettiler… Tek tek geçmişe dalarak unutulmaya ve unutmaya inat anlattılar yoldaşları. Yüreklerine nakşettiği gülüşleri ve umut dolu bakışlarıyla onu anlattılar. Yaşam sevdasını başka baharlara, başka nehirlere oradan da başka denizlere aksın ve hayat versin diye diğer çiçeklere anlattılar. Bu davadaki mücadelesini özgür yarınlara taşıma sözünü vererek anlattılar onu.
Mücadele Arkadaşları