BOTAN EFSANESİ KOMUTAN ADİL YOLDAŞ
Seni yazamadım bugüne kadar gözlerim ne kadar seni arasa da, yüreğim ne kadar özleminle tutuşsa da…
Evet, Adil yoldaş, ismini anımsayınca siman anılarıma düşünce, inceden bir sızı kuşatır ruhumu… Halkımın cesur yüreği, Botan dağlarının yiğit komutanı… Seni olduğun gibi yazmaya cesaretim yetmese de ölene dek bu çabamdan asla vazgeçmeyeceğim. Biliyorum, Önder APO’ya bağlılığını, acılarını, fedakârlığını, yoldaşlığını ve ülkene olan aşkını hiçbir söz anlatama. Bu yüzdendir şahadetinin ardından yıllar geçmiş olsa da yüreğim acınla, simanla ve Gabar’daki eşsiz ruhunla çarpmakta. Bir film şeridi gibi izdüşümünün peşinde, anıların, savaşın ve yoldaşlığın gözlerimde öylesine canlı ki… Bu görüntü karelerinden hiç kopmadım.
Ölüm tacirleri, cennet ülkenin işgalcilerine ve çağdaş şeytanlara karşı, kinin, öfken ve intikam duygularınla gerçek bir APOCU komutandın.
Olmazın yoktu, gerekçelere sığınmazdın, bu yüzden seni anımsarken, başarı ve zafer ruhunu, daha da derinden hissediyorum. Dağların doğasından almıştın rengini, doğal ve sade kişiliğinle, Gabar zirvelerinde, savaş meydanında bir dağ gibi dururdun. Dağlı yüreğin özgürlük aşkını nakşetmişti yaşamına. Cudi’de, Mirada’nın eteklerindeki “Bilika” köyünden başlayan ve Gabar’daki son nefesine kadar, Kürdistan dağlarındaki özgürlük mücadelesiyle çarpan bir kalbin yaşam öyküsü… Bu yaşam öyküsünün her anı savaş gerçekliğiyle, özgürlük tutkusuyla, yiğitlik destanlarıyla dolu… Yani bir an bile Botan dağlarından kopmayan bir ömür…
Özünü Botan topraklarından alan PKK’nin efsanevi komutanı Adil yoldaşın, sarsılmaz iradesi, saldırı ruhu, görkemli kişiliği, Kürdün dağlarıyla bağı gerçekliğinin anlamıdır. Küçük kalbine bir halkın özgürlük ve direniş savaşını sığdıran, dünyalar kadar büyük Kürdün mücadelesini veren, askeri komutan gerçekliğini ateş çemberlerinde yaratan Adil yoldaşın hakikatini anlamak, PKK tarihi karşısındaki sorumluluğun gereğidir.
Zaman damlacıkların okyanusa dönüşümüdür. Kim demiş ki akıp geçer diye, unutulmadıktan sonra… Her bir nefes, her bir adım, her bir söz her bir yüz, yemin demektir. Sevgiye, bağlılığa, özgürlüğe, umuda, acıya dair verilen yemindir şehitlerin huzurunda durmak.
Yaşamın bir anlamı varsa o da ölümde gizlidir. Neden ölüm? İnsanoğlunun gerçekliğinden en çok ürktüğü, ürperdiği ve çoğu zaman yaşamın özünü anlamayanların karşısında diz çöktüğü ölüm… Nesin sen? Devrimcilerin deyimiyle kalleş, vakitsiz, sonsuz bir karanlık mı? Ama şu da bir gerçek, hakikatin sır… Bana göre ise kaçınılmaz, karşılaşıldığında, yaşama gerçek anlamı katık eden maya… O yüzden bazen ekşitir ruhu, bazen de yanaklardan damıtır gözyaşını ve ansızın bir acı gibi çöker gözlerin ışıltısına. Bir de hayatta ölümden bile beter duygular vardır. Özlem gibi… Gün geçtikçe alevleri büyür ve kor bir ateş gibi yakar yüreği. Özlemek, gidişlerine asla alışılmayan yoldaşları; hani gerillanın savaş içinde uzun kış gecelerinin soğukluğunda, Adil yoldaşın, “Heval üşüyorum, sırt sırta verip de ısınalım, yoldaşın sırtı kadar sıcak hiçbir şey yoktur” demesindeki içtenliğin, paylaşımın birbirinde var olmanın gerçekliğini özetleyen anların özlemini duyumsayıp, hissetmek. Ve dilsiz bir tanrı heybetindeki Gabar’ı dinlemek…
Acı; çölde bile olsan suların girdabında sürükler. Dört ‘bir yön hüzün’dür artık. Gabar’ın her bir patikasında giden yoldaşların ayak izleri, kokuları, renkleri, yarımlıkları ve bize bıraktıkları… Amaçlar, düşler, sevgiler… An mahşeri bir zaman… Mahşeri bir zaman diliminde güzelliklerin tohumlarını ektiler, kutsal belledikleri Kürdistan toprağına.
Anlamak; en karmaşık labirentlerin soğuk duvarları içinde saf, sade, katıksız güzelliklerden damıtılmış duyguların yüceliğiyle. Gabar’da yaşanılanların büyüsüne kapılır insan, geçen günlerin, ayların ve yılların biriktirdikleri dile gelir. Ölümün soğuk yüzünün ürkütemediği kadar dağ patikalarında kalmış, derin ve kalıcı izlerin anlattıkları karşısında bir çığlığın hıçkırığına tutulur yürek. Arsız çocuklar gibi bağırmak istesen de sessiz bir isyan çöker bakışlara.
Kuytu vadinin yemyeşil örtüsünün, bozuk plakları andıran gel-gitlerinin yorduğu adımlarım daracık patikada hareketleniyor. Adımlıyorum kahpe belirsizliğin karanlık göğsünü yararcasına. Hiçbir yeri senin kadar sevmedim Gabar. Çünkü hiçbir yerde seninle yaşadığım gibi yaşayamadım yaşamın çıplak gerçeklerini. Bazen damarlarımda kandan çok acılar gezindi. Kimi vakit en beklenmedik anda fırtınalara tutuldum, kâh efkâr bastı hüznün ezgisi eşliğinde ama hiçbir zaman umudu eksiltmedin yüreğimden. Zaman sana anlam kazandıran yegâne gerçeklikti. Aşktın tutkunun şövalyelerine, özgürlüğü arıyorduk koylarında. Gönüllü birlikteliğin derin hazzı vardı Botan’ın görkeminde, coğrafyan ölü ruhlarımızı diriltiyordu. Bağrına düştükçe yoldaşlarım, toprağım yemindi, onların kanlarıyla onura, boyun eğmemeye, mevzilerinde asi durmaya yemindi seninle yaşadığımız her bir anı. Hiçbir komutanın karşılaşmadığı çarpışmaların adaletsizliğinde, düşmanın kleşlerimiz ve irademiz karşısında kullandığı bombardıman uçakları, kobralar, obüsler, havanlar vb. şeyin sesini müziğe benzetip “bunlar olmazsa uykumuz gelmez” demendeki ironide olduğu gibi düşmanın saldırılarına gülümseyen Adil yoldaşın direngen ruhunu nasıl tasvir etmeli. Anıların tasavvurun algılamaya yanaşmadığı bir gerçekliğin yaşandığı andır.
Yaşamın her duygusunun en rafine haliyle yaşandığı kutsal mabedin her bir zorluğu irademize daha da bir güç katıyordu. Bir gün biliyorum etrafındaki düşman tugayları birer birer yıkılacak ve kırılacak işgal edilmişliğinin zincirleri. Özgürce yâd edeceğiz bu günlerin acısını. Acı mı? O bize sadece sevinç sunacak.
Kürt gerillasının büyük komutanı Adil yoldaşın, kadim dağların savaşçısının savaşını anlatmak o kadar imkânsız ki, sanki sözlüklerin kelimesi solgunlaşıyor, kalemime tutunduğumda adeta alfabelerin tüm harfleri dilsizleşip sessizliğe gömülüyor. Çünkü anıları bitimsiz, anıları zaman kadar eski bir kavmin diliyle “Oy hawar” dedirtiyor.
Sessizliğin içinde birçok sesi dinlemek, nasıl olur demeyin. Bazen sessizliğin anlattığı o kadar çok şeyler vardır ki derin bir yolculuğa çıkarsın, binlerce hatıra, yüzlerce sima, sevgiler, dostluklar ve yaşanılanlar dile gelir. Hafıza coşkunca çağlayan bir nehre dönüşür. Doğu’nun güneş nehrinin yatağından Batı’nın ufkundaki uzaklıklaradır bu yolculuk. Güney’in sıcaklığı, Kuzey’in rüzgârı okşar ruhu. Dört bir yönün yaşam sevinci taşar yürekten.
Mevziden mevziiye coşan, keskin vuruş tarzıyla olay ve olguları yerinde ve zamanında değerlendirmesiyle, üstün meziyetlere sahip esnek zihniyle özgür ülke savunmasının ustasıydı. Bitmek bilmez enerjisiyle yerinde durmaksızın zaman keskinliğinde düşmana öldürücü darbeler vuran komutanın heybetli duruşu, azameti, mertliği ve yiğitliği…
Onlar’dı bir halkın özgürlüğü uğruna bedenlerini ateş topuna dönüştürenler. Kiminin bakışlarından biriktirmek, yaşamın kendisini, kiminin yüreğinden avuçlamak sevginin kutsallığını ve onların ateşten aşkıyla yanmak, ruhlarını hissetmek hücrelerin tüm gözeneklerinden, direnişin her zorluğu yerle bir edişinin, her engeli aşmanın tılsımıyla karanlıkları aydınlattığını öğrenmek… Tereddütsüz adımlarıyla, ölümlere yürürken, asil izleriyle, dağları özgürlük tapınağına dönüştürdüklerini anlamak… Lime lime olmuş bedenleriyle, dirhem dirhem umudun ölümsüzleştiğini hissetmek. Yani cesur yürekleriyle sarsılmaz kararlılıklarıyla sonsuz inançlarıyla, özgür yaşam hakikatini inşa eden aşkın coşkusuna kapılmak.
Onlar ki fırtına gibi esmenin gerçekliğini bıraktılar artlarında, büyük sevgilerin zirveleştiği dağlarına destansı, efsanevi yiğitler bahşedenlerin anılarıyla aydınlandı tarih.
Onlara dair binlerce an gelir gözlere, söze sığar mı ki öyküleri. Canlılıkları, sevinçleri, özlemleri kaynağına kavuşur. Kaynağınızdan taşıyor özgürlük. Hayatı anlam yüklü bulutların gezginliğiyle suladınız. Toprağımız canlandı, tohum filizlendi ve dalından düştü olgunlaşmış güzellikleriniz. Güzelliklerinizle sürüyor kavganız. Derin bir zamandan tebessümleriniz zaferi taşıyor yarınlara. Savaş meydanlarından bir adım bile geri çekilmeyen cesaretinizin duruşuyla beklenecek özgür şafaklar. Tıpkı şafağın sınırsızlığı gibi engin düşlerin mirasını serptiniz yeryüzüne. Soylu isimlerinizle aydınlandı zaman ve buzlar eridi güneşimizin ışınlarıyla.
Belki anıtlar dikemedik abidesel gerçekliğinize ama paramparça bedenlerinizin bütün erdemlerini taşıyor yürekler. Duruşunuzla yeşerdi çorak topraklar, yaprak kıpırdamaz denilen coğrafyanızda özelliklerinizin büyüklüğüyle ormanlar oluştu. Boyun eğmezliğin, isyanın resmini çizdiniz evrene, simanız sorumluluk kimliğinin yaratımıydı. Tarih sayfaları bir bir utandı varlığınız karşısında, bir bir kan emici vampirlerden hesabını sordunuz bükülmez bileğinizin adaletiyle, ölümlerinizle yaşamı yarattınız. Ana nehirden ayrı ayrı kollara zafer çığlıklarıyla aktınız. Kök oldu direniş gerçeğiniz, paylaşımların diyarına… Tekrardan farklı yerlere ulaşmanın cesur kalp atışlarının heyecanıyla dirilttiniz yaşam ağacını. Volkanik bir dağ gibi, kinlerinin, nefretlerinin, öfkelerinin ateşiyle düşmanı yaktılar.
Adil yoldaş; savaş sanatının tüm inceliklerini bilen, yetkin, iradeli, bir tarzın sahibiydi. Savaş sanatının ruhunu, simasında taşıyan, keskin vuruş ve hedefe yönelişindeki sağlam kararlılıkla amaca kilitlenen, yerinde ve zamanında inisiyatifli davranan, düşmanın hareket tarzını önceden çözen yüksek bir öngörüye sahip, nerede, nasıl hangi taktikleri uygulayacağını bilen bir dâhiydi. Agitlerin yolundaki yürüyüşünde engel tanımazdı, bir günde dört sefer saldırıdan, saldırıya koşup eylem gerçekleştiren, en zor anlarda her şeyini adayan anıtsal bir duruştu. Emek, güven, inanç, irade rüzgârını savaş meydanında estiren, yoldaşlarına güven ve moral veren, imkânsızlıklara aldırmadan başarıyı yakalama bilincidir.
Adil yoldaşta bu ruhu yaratan Önderliğine, partisine, mazlum halkına ve şehit yoldaşlarına olan derin bağlılıktır. Şehit yoldaşlarına olan bağlılığına dair bir anlatımında gözleri dolu bir hüzünle, “Heval bir hareketli birliğim vardı, 86 arkadaştık bu arkadaşlardan 83 arkadaş şehit düştü” demişti. Birden boğazı düğüm düğüm oldu. Kim bilir belki de yitirdiği savaşçılarının bir bir siması geçiyordu gözlerinin önünden. Ve artık konuşamadı sustu, sustu… Uzun bir süreden sonra “heval bu hayatta hiç kimse benim kadar acı çekmedi” demişti.
İleride bunları daha kapsamlı anlatma çabası içinde olacağım için, şimdilik bu yüce şehidimizin yaşamına dair bu kısa yazımı sonlandırırken bu yazının amacının Kürtçe ve Türkçe şiirlerimi adadığım komutanımın anısına olan borcumu bir nebze de olsa anlatıma kavuşturmak olduğunu belirtmek istiyorum.
Son olarak birkaç sözü de duygularıma ayırmak istiyorum. Komutan Adil yoldaşın o yüksek sesiyle bana bağırmasını özledim. Özledim özünü dağların doğasından alan yiğit komutanımı. Ya senin gibi yaşamı Adil’ce yaşayacağız ya da hiç… Gittiğin 4 Aralık 2007 sabahını hiç unutmadım. Yerde kar vardı, ağaçlar soyunmuştu ve her şey soğuktu…
Mücadele arkadaşı
İskan Amed
....
Dönülmez adımlarının yolunu
bekliyor gözlerim…
Bilmem ki; hangi kitapta yazılmıştır
yitikliğe dair sabır
Özlemin yorgun tayı diz kırar koşumuna
Solumaz burun deliğinden sıcaklığını…
rahvani, durmuş bir yürektir…
Olmazın duvarı gibi durur ayrılık…
Kesin hükmün infazında
Unutuş nehri, sularından utanır
Hatırladıkça acı çekilse de
Geçmiş; simanı düşer yazgıma…
Bilmem ki; mistik bir tarikatın ayininde mi
dilesem seni; umut çığlığımla…
Her bir yön duvarlara düşmüşken
Gözyaşlarımda süzülüyor suretinin gülüşü…
Gülüşün; yüreğimin düşüdür
Botan’ın meçhul askerlerinin komutanı
Kızıl ufukların; uzak komutanı
Uzak ihtimallerin girdabında
Soluğun kesiliyor
Ve hiçbir ihtimalde
Varlığını estirmiyor rüzgarlar…
Yani kızıl ufukların komutanı
Ağustos ayı değil ki böceği
Gecemin yalnızlığını yıksın
Ve birazdan yine sensiz, sessiz çökecek gece
Yine notalar aynı devinecek değişmez şarkısıyla
Çünkü bu şiirin imgesi hep aynı mısralar kalacak
Yüreğimin derin koylarında
Botan dağlarının Asi Komutanı Adil Yoldaş
İnat olsun maviye
Pürüzsüz, kusursuz sevdanla
Doğa’na yoldaş kalacağım.
...