Esmer Tanrıçanın Oğlu, Zagros Dağlarının Kartalı

Merhaba iki nehrin arasındaki şehirlerin esmer tanrıçasının esmer çocuğu! Mavi gülüşlü, kara gözlü esmer tanrıçanın kahraman çocuğu. Merhaba dağların asi ve cesur gerillası!

Sana merhaba demek ne kadar onurludur, ne denli güzel ve kutsaldır. Tek bir kelime, sana olan bütün hasretimizi, özlemlerimizi dillendiriyor. Şimdi merhaba diyerek sana anlatıyoruz anılarımızı. Yürekte közleşen özlemin, intikam yeminleriyle bütünleşiyor. Ama yürekte yanan yangını anlatıyor ağızdan çıkanlar. Binlerce defa merhaba sana Zagrosların kartalı!

Sen şimdi bütün zarafetinle selamlıyorsun güneşi Zagrosların zirvesinde. Her sabah güneşin doğuşunu selamlarken, yeni güne, yeni umutlara senin kara gözlerinden yelken açıyoruz. Güneşe doğru ve de özleminle yol alıyoruz zamana. Zamanı senle yaşıyoruz. Hani şu limanı olmayan sonsuzluğun zamanını. Hani bütün zamanların limanı olan Zagroslarda seni yaşıyoruz. Esmer teninde, esmer tanrıçanın özlemlerini, kara gözlü çocuğundaki özlemlerini yüreğimizin derinliklerinde hissediyoruz.

Aşkın hakikat yolculuğundaki yolcunun hak ile buluşmasını yaşıyoruz. Anılarımız da dile geliyor sevda yolcusu ile. Kulaklarımızda çınlıyor şen kahkahaların. Bizi alıp evrenin sonsuzluğuna yolcu yapan kara gözlerinde anlaşılıyor o anlar. O anlar ki gözümüzün önüne gelince bir gülümseme olup yayılıyor doğanın en güzel mekânında. Evrene, sonsuzluğa yayılıyor. Sana olan sevgimizin özlemindeki yansımasıdır bu. Yüzümüzde, bu anlarımızda canlanansın. Çünkü sen ki yıkılmayan özün yansıması olan yaşadıklarını, anladıklarını paylaşan, yetiştiren ve her zaman yoldaşlarını yaşamın derinliklerine, sorumluluklarına yoğunlaştıransın. Onları gülümseyerek karşıladığın gibi, onları sevgi dolu bir kalp ile uğurlardın da. Yüreğin yoldaşlık sevgisi ile kocaman oldu, hepimize yetti bu sevgi. Hepimize mücadele oldu, azim, kararlılık oldu. Saygı, fedakârlık ve emek oldu.

Hani Önderliğin bir sözü var ya; “Yıkmayan, beli kırmayan darbe güçlendirir. Eleştiriye büyük anlam yükleyen, özeleştiriye de doğru ve dürüst yaklaşan hiçbir zaman kaybetmez. Daima güçlendirir ve de yüceltir.” Sen değil miydin bu kadar zorluklara göğüs geren, onlara büyük anlamlar veren ve en büyük anlama ulaşan yoldaşımız? Belki de bütün bunları dökemem beyaz sayfalara ama bir gerillanın en büyük yaşam ve mücadele gerçeklerinden biri de yoldaşlık değil midir? Evet, yoldaş, yanımızdaki yoldaşa bağlılığımız, sevgimiz onun uğruna ölüme bile götürür bizi. Hem de hiç gözümüzü kırpmadan. İşte bunun en somut örneklerinden biri oldun sen bize. Yoldaş olmanın ne kadar kutsal olduğunu senin gözlerinden okuduk, o kara gözlerinden. Yoldaşlığın yaşamlaşan güzelliğini yaşadık seninle. Çünkü o gözler hep içtenlikle, yaşam heyecanı ile baktı dünyaya, ülkeye. O gözlerdi karşıdakini mücadeleye sürükleyen, güven ve cesaret veren, sevmeye devam eden, en büyük paylaşmaların kapısını aralayan. Bir bakıştı, bir sözdü yaşamı anlamlı kılan, bu anlamı hafızalarda canlı tutan. Evet, yoldaş, senin bütün anıların, ömür denilen zaman diliminde yaşadıkların şimdi bizim düşüncelerimizde, duygularımızda. Bunları dillendirmek zor, hem de çok zor.

Kolay mı evrenin en güzel insanını, onun harikasını dile getirmek? Evrenin can damarına onun oluş ve de varoluş kaynağına bağlanmış, onu anı anına yaşayan bir insanı, o güzel insanı dile getirmek. Evrenin tek can damarı, yani tek güneşine bağlanmış, ona âşık olmuş olan insanı dile getirmek. Kolay mı senin gibi yoldaşların hakkını vermek? Belki de artık mayalanmış, klişeleşmiş bir söz ama gerçekten de kelimeler yetmiyor gerçeğini anlatmaya. Bildiğim bütün sözler, kelimeler boğazımda düğümlenir. Gözlerimden dile gelir. Ve kelimeler şimdi çaresiz kalmış senin gerçekliğinin yanında. Senin o iç dünyanın güzelliklerini anlatmaya yetmiyor. Seni anlatamamanın acısını yaşıyor bu yürek. Cahil kalmışız senin gönül gözlerinin aşk dünyasının karşısında. Seni anlatmaya gücümüz yetmez. Seninle yaşayanlar bilir ne demek istediğimizi.

Zagroslara geldiğim ilk gün geliyor aklıma ve iç dünyamdan gelen bir söz söylemiştim; “Muhammed, bu coğrafyayı ya görmüş ya ona anlatılmış ya da ondan önceki kutsal kitaplardan öğrenmiştir ki ilk Tevrat bu coğrafyada yazılmıştı. Yahudilerin diasporada olduğu dönemde Tevrat’taki cennet tarifi de bu coğrafyayı anlatıyor, bu coğrafyanın cennet olduğunu.” Ve sen bana şunu demiştin, “Bu cennet güzelliğinin tanrıçası da iki nehrin arasındaki şehirlerin esmer tanrıçasıdır. Yani Amed…” Şimdi benim ilk defa bağlandığım bu coğrafyanın özelliklerini ve de güzelliklerini anlatan o tarifler karşısında yaşadığım heyecan, senin ise sanki kırk yıldır tanışıyormuşçasına insana güven veren ve kendini bu cennette rahat hissettirmesini sağlayan tariflerin… Ve de o tariflerle bütünleşen davranışların, o kara gözlerindeki anlam… Bizim bu cennet parçası olan Zagroslara bir aşk ile bağlanacağımızı iddia eden söyleyişin karşısında etkilenmiştik. O zaman bu cennete yeni adım atmış bir insan için iyi bir öğretmendin.

Sonra duydum ki ‘Meleklerin Küllerinden Kendini Yaratan Halk’ adlı kitapta okumuştun dört kutsal kitapta da geçen cennet tarifesinin bu ülke toprakları olduğunu. Bu cennetin, yani dört kutsal kitapta geçen cennetin baş meleği ve bekçisi olan Rıdvan da Kürt’müş. Dinler tarihi adlı kitabın yazarı böyle diyor. Sonra seni tanıdıkça bu cennet ülkenin bekçilerinin de güneşin ve de ateşin çocukları olduğunu gözlerimle gördüm. Bir de aklıma İslamiyet’in bir efsanesi olan mehdi ordusu geldi. Mehdi ordusunun ayakları kırmızıymış. Kürdistan gerillasının ayaklarındaki kırmızı Mekap’ı görünce “Bunların ayakları da kırmızıdır. Acaba bu cenneti işgal eden cellatlara karşı savaşan Mehdi ordusu PKK midir?” diye düşündüm. Beni bu düşünceye sürükleyen senin öğretmenliğin ve komutanlığındı. Sen örgüte olan bağlılığın ve sadeliğinle öğretiyordun PKK’yi ve cennet olan ülkeyi. Davranışların, yaptıkların bir militanın nasıl olması gerektiğini gösteriyordu bizlere.

Ben Zagros dağlarını, onun güzelliğini, asiliğini ve koruyucu melekliğini Kürtlerin nasıl yaptığını hep senden dinleyip öğrenmiştim. Zagroslarda yaşanan savaşı, buralarda şehit düşen birçok değerli yoldaşı hep senden öğrendim. Senden onları tanıdım. Hele sen onları anlatırken hep o yoldaşların yerine koyuyordum kendimi ve sen anlatırken tekrardan yaşıyordum o anları. Aslında o kadar akıcı anlatıyordun ki o anılara kendinle beraber bizi de alıp götürüyordun o yaşanılmış destanlara, zamanlara. Ve biz o mekânlardaydık. Anılar içinde, o tazelenen anılarla yaşıyorduk Zagrosları. O kadar akıcı oluyordu ki o sende yaşanılan, Zagroslarda dile gelen; Zagros'un her bir dağında, her bir kayasında, her bir çiçeğinde, fidanında, ırmağında adeta yeniden canlanıyordu ve bu canlılığın tanığı da biz oluyorduk. Yani, o yaşanılan anların, zamanların mekânına adım atan bizlere o akışı anlatışın –ki insan dinlemeye doyamıyordu- hele anlatılan şehit arkadaşlara bağlılığın… Onları anlatırken sesinin tonundan ve kara gözlerindeki ışıktan anlaşılıyordu onları ne denli yaşadığın ve Güneş’e, ülkeye olan bağlılığını ifade ediyordu yaşam duruşun.

Göğüs kafesinde iki nehrin arasındaki dağlık ülkenin yarattığı dağlı bir yürek atıyordu. Ve dağların asiliğine olan bağlılığın, hayranlığın… Bütün vücuduna, o esmer tenli derine, onun altındaki damarlardan güneş ile ışınlanan kan pompalanıyordu. Tabii senin için dağlara duyulan hasret önderliğe, yoldaşlara, özgürlüğe olan bağlılığın demekti. Gerilla ülkeye can veren bir nehirdi. Gerilla için de dağlar mücadelemizin can bulduğu mekânlardı, ülkenin, halkın can bulduğu. Canlarını vermiş on binlerce yoldaştı. Sen bunun anlamını en iyi bilenlerdendin ve bunun bizde yaşanmasına, oturtulmasına öncülük edenlerden oldun. Birçok yoldaşta olduğu gibi sen de bir sel olup aktın dağlara, Zagroslara, Garzan'a…

Yıllardan sonra tekrar kavuştun Zagroslara. Bu sefer daha da zirveleşti bu mücadele, daha da güçlüydü adımların. Önünde uzun bir yol vardı. Sen koşar adımlarla ilerledin bu yollarda, bütün zorluklara rağmen dolaştın Kürdistan dağlarını. Cennet ülkenin görkemliliğini yaşadın. Âdem’i, Havva’yı bu topraklara atan tanrıyı, Nuh’un başına tufan koparan tanrıyı kıskandırarak Âdem’e ve Havva’ya cennet bahçesi, Nuh’a liman oldun. Tanrıları kıskandıran ülkemin ocağından, onun külünden kendini yaratan halkın özgürlük savaşçısı oldun. Çağdaş Zeuslara, firavunlara ve Ehrimenlere karşı Zerdüşt’ün mekânı olan dağlar, senin de mekânın oldu. Yani Kürdistan dağları, Kürt gerillası ile daha görkemli yaşayan cennet ülke: Daha görkemli buluşlara, buluşmalara şahit olacaksın.
Tekrardan dönüp gittin eski mekâna. Doyasıya içine çektin oranın havasını ciğerlerine. O zaman Zagros'un patikalarını arşınlarken tanıdığın yoldaşları andın tek tek; Ruken’i, Rojhat’i, Şaho’yu, Zilan’ı, Fırat’ı, Serhıldan’ı, Jin’i, Botan’ı, Agit’i ve onlarcasını. Şimdi seni düşünüyorum orada, onlarla o kutsal mekânda. Birbirimizden kilometrelerce uzakta olsak da bunu çok iyi hissediyorduk. Irağı yakın eden birbirini düşünmek, hissetmektir. Yoldaş hasretini dayanılır kılan da tekrar görüşme umududur. Biz hep bu umudu taşıdık yüreğimizde. Yüreğimize nakşettik güneşin aşkını.

Onun hakikatinde güneşe âşık, ülkeye bağlı olan Delil Çınar arkadaşı anlatmaya yetmiyor kelimeler; onun heybetini, onun duruşunu. Onun göğüs gerdiği zorluklara rağmen sergilediği yoldaşlık ve de bağlılık bize yetti. Bize mücadele, azim ve her şeye rağmen sarsılmayan bir kararlılık ve irade oldu Kürdistan dağlarında. Ondan dolayı onu en iyi anlatacak Kürdistan dağları olacak gene, Zagros coğrafyası anlatacak onu. Ve onunla kalmış onu tanıyan arkadaşların eksik bıraktığım yanlarını daha iyi anlatacaklarına inanıyorum. Onun gibiler anlatılmalıdır. Delil arkadaşın yoldaşlığı ve komutanlığı benim için öğretmen olacaktır bütün yaşamım boyunca…

Tayhan Rozerin