CİGERXWİN YOLDAŞIN ANISINA

Yasaktan Sonra…
Yarı uykuluyum bugün. Acaba sonrası var mı şu gördüklerimin? Ölümden ve aşktan sakındıkları ben: birbirine benzeyen iki parçadan oluşuyorum, kendimi eksik saymam bundan. Tatlı, loş bircigerxwin zeki_suleyman
 aydınlığın ardına gizlenmiş kıdemli bir serüven avcısı bulanık görüntüsüyle düşlerimi diriltme peşinde. Onu tanıyorum. Ondan kaçıyorum. Uyanmak istemiyorum, dirilmek ölümdür düşlere.Burası düşleri dirilterek öldürmenin yeri değil. Buraya bilinmezlik yakışır. Ben bugün yarım bir aydınlıkta naif, sıkılgan bir yarı düşüm. Geçtiğim yolların altı uçurum, yukarısı yasaklı.Bugün uçurumları merak, yasakları yol bileceğim.
Yasaklardan geçiyorum.Bir çocuğun yıkılan son umutlarını anımsatan… Her yıkım sonrası düşünceye bulanmış içgüdünün teleskobuyla bakılan yeni umut uzaylarında bulunabilecek türden.Annemin yasaklarından. Çekingen ama etkili,çıldırtacak cinsten, ömrüme metal bir işleme tarzında yayılmış, belki yalnızca bir mevsimlik yasaklarından. Geride bıraktığı ve bir daha asla olmayacak diye peşine düşmeyeceği. Ağaç kovuğunda gizlenmek gibi inandırıcılıktan uzak, bez bebek ağlayışı gibi kanını donduran gerçek. Nice yokluğun ardından, geçmişteki yıkıntının adını süpürüp, adına ne demesi gerektiğini kendisinin de bilemeyeceği yeni bir dünya kurduktan sonra hele. Onca uçurum aşmışken ve geride kalmışken baba, anne, bacı, kardeş. Geçmişe dair nice yeli söndüren içindeki duvarlara sığdırdığı yaşamlarla bir arada. Farkında olarak ya da bilmeden o yaşamların gelip geçici, sade bir konuğu, neredeyse ömürlük tutsağı olmuşken. Bir de kendi düzenini yıkmakta çok cömertse.
Benim annem Liceli.  
Kesintisiz bir düş halinin hüküm sürdüğü orman köylerinde geçen öyküler. Hüzün, karabasan, mutluluk, umursamazlık dörtlemesinin birbirine karıştığı tepeliklerin alaca etekleri. Görünen dünya eksiksiz dumanla vakitsiz biçimde ama yine de çakırkeyif. Burada her şey ölümün ardına iteklenmiş. Kimse de başkasının mezardan çıkmasını istemiyor. Bunca gül ve karanfil, korunaklı, erişimi zor muhitler, yazgı bildiren sunaklar, adanmış güzellikler, ateşe uzak ulu ağaçlar. Ayağa kalksa ölüyü bile utandıracak her şey.Adeta dünyada gerçekleştirilmek istenenlerin bir maketi. Yalnızca adı mezarlık.
Dönemsel bir ritüel birazdan tamamlanacak. Çocuklar ellerinde orakları ay ışığını uğurlayarak çıktıklarında hiç telaş götürmez sokaklara, gözlerinde okunan geleceğe dair o bilinmezlik. Uykularının giziyle dalıp orman patikalarına, akşamlarına gizemli bitkilerle dönerler. Anne kokusu az gelir mi rüzgâra?Bilinmez.
Bir günü bir renk buzdan uçurumların kışları ne yalnızca beyaz, ne yalnızca soğuktur. Ayrıca orada toprağın kokusu karşı konulamaz çekicilikte yasaklıdır. Yasaklara karşı durmak metaforunun şifreleri acı deneyimlerden sonra öğrenilir. Derken insanlara yasak konduğunda kendisine karşı olmanın uyuşturan tadına varılır. Bu anlaşılmaz biçimde romantik, bir o kadar da dramatiktir. Bir çocuğun harçlığını suya atması gibi anlaşılmaz, hatta delice. Karşılığı suya itildiğinde atladığını sanıp boğulmamayı ummaktır. Tanımadığın bir elin baş okşayışı gibi. Ayrıca baba şefkatinden çok da uzakta.
Yeterince korkutabilirse her şey baba kadar yakın olur. Ve ölüm yaşam kadar kök salar içimize. Satın alınmış veya satılmış tüm saygınlıklar gibi yokluğunda öksüz çocuk hissi uyandıracak yakınlıkta. Taşıdığı bağımlılığın uyuşturan etkisi dışında hiç denebilecek. Birazdan gözden yiten bir büyücü maharetinde yine de sizi anısız bir var oluşu benimsemeye zorlayan çalıntı yaşamların ipuçları buradadır. Ne yaptığını kendisi de bilmeyen içgüdüsel düşmanlık. Kendi ölümünü geciktirmenin telaşında; ihanet kadar çekişmeyi seven düşmanlıktır bu. Işığın gücüne ihanet kadar düşman. Tıpkı ölüm sessizliği; uğurlamadan geriye kalan solgun kan gülleri gibi kokar.    
Ben annemden duydum.
Benim annem Liceli.
Birkaç süzgün bakış, yüz görümlüğü beşi birlik, ucuzundan bir düğün alayıdır bana tüm anlattığı. Bir de küçük erkek kardeşinin anlamdan yana belirsiz bakışları. Eskisinden daha suçlu ama tepkisiz, neredeyse rahatlamış. Annemin, “Onlar benim sorumlusu olduğum bakışlardır. Hiç değişmeden öyle kalmasını istediğim biricik şey” dediği, durmadan düşündüren ve bugüne sürülmüş halen canlı geçmişin kanıtları. Annemin tavırlarını, odayı ve kırı dolduruyorlar. Bulunacaklarını bile bile oyun oynayan çocuklar gibi saklanarak; gizlenmenin diyalektiği bu: Kalabalıklar arasında sıralı tanışma fasıllarından arta kalan geniş zaman gizlenmeleri:önce kendimizin inandığı “Görüşmek üzere…” kandırmacası ve umut gözlükleri.
Yasak topraklarda anneler ansızın ortadan kaybolan inanılmaz güzellikte kız çocukları doğururlar. Dertlere deva okunmuş sular, dağdan inme kışların macerasını andıran upuzun yol yorgunlukları, kutsal bilinen duraklar. Serin yaz esintilerinin kucağındakiler gibi uyarılmasa tadından söz açılmayacak sabah uykuları. Yasak toprakların kokusu vardır, nasıl yaparsa yapar, hedefine ulaşır. Erken gelen güzellik ile güzel olduğu için gecikmiş her şeyin çelişkisi gibi yoğun.Çünkü yasaklar anımsatılarak zapt edilir. Oysa ülke gizli kalmalıdır, görünmeyecek kadar gerilerde.
Büyür gibi yapıp azalan çocuklar, annelerini ne çok kandırırlar. “Fırtınanın geçmesine izin ver. Dalmasan burgacına, geçip gidecek kadar işini bilir tüm esintiler. Bırak, hiç değilse ruhundaki anaforlar sana kalsın. Yine de başka iklimlerin tenidir sendeki renk karmaşasını var eden, fırtınayla gelip seni bulan yüzünden asalet olup damlar. Bir yüz kadar gerçek, bir maske kadar yanılgılarla doludur.” Buna benzer nice anne öğüdü uçurum duvarlarının arasında donuktur. Orada kimse anneleri yuhalamaz, anlamaya çalışır.
… Üşümek ve bu kadar yükselmek, sonra sonsuzca iniş, ikimizdeki tek ortak rengi ortaya çıkardı duyarsız buzları kırarak. Birbirimize benziyoruz şimdi. Sırasını bilen şarkılar gibiyiz. Bir farkla; sen uzayıp giden listenin başı, ben durmadan çalınmayı uman liste dışı sokak şarkısı. Sen de bir sessin artık, seni sana hiç bilmediğin hayatlardan bir izdüşümü sunan çığlığımla susturacağım. Uzun, dik, fırtınalı mor uçurum!
İçine çektiği kadar karnından konuşur tüm dağlar, yükseldikçe incelir, inceldikçe yutar, sonra çığ olup kusar sesleri. Sırtını dayadığın başın karla kaplı olsa da kulakların ıslığıma ardına kadar açık. Geliyorum. Dikkatle çarpacağım. Var gücümle moruna. Dikine. Tüm dikkatimi atmak için senden. Ömrümce biriktirdiğim duyarlılıkları. Sözcüklerim bugün dilime dolanacak. Sürçü lisan olacağım tependen tırnağına. Her adımda bildiklerim bir bir dökülecek. Çığlık çığlığa. Bu kez sesim seninkini bastıracak.
Bir gün fazladan kış yaşayacaksın. Geciktikçe daha bir güzel olacak bahar. Ama o zaman da sen göremeyeceksin baharı. Biraz sonra soğuğuna cemre gibi düşeceğim, kan ve asit yağmurlarıyla tanıştıracağım seni. Başından aşağıya dökülen coşkun suların duldasında uyuklayacaksın her baharda yaptığın gibi. Hasetle ve umarsızca bakmaya çalışacak su damlaları arasında kırpışan gözlerin. Sen göremeyeceksin, çamur atacak kuşlar gövdene. Sana fark ettirmeden yuvalarını bozacağım belki sen sevdiklerinin düşünü kurarken. Sana göstereceğim, ağaç her yaşta eğilir. Sevdiğin tüm genç insanlarda eskilere dair izler bulacaksın, gezgin uykularla tanışacaksın. Sevdikçe onlara daha çok benzeyecek, sen de yaşlanacaksın. Benden kopacaksın gürültüyle, bir daha kendine dönemeyeceksin. Beni kendinden, kendini benden düşüren uçurum!Yasaktan sonra senden kopacak, kendime döneceğim, sessizce.

Mücadele Yoldaşları