GÜNEŞİN GÜLEN GÖZLERİNDE ISINANA DEK…

Uzak iklimlerin kalabalık sokaklarında karşılaşmıştık. Utangaç bir çocuk edasıyla, kaçamak bakışlar fırlatıyordu. Saklamak istese de, yüreğinin derinliklerindeki isyan ateşinuda sumeyye_polat
 bakışlarında dışa vuruyordu. Yalancı ve zalim tanrıların cennet ülkemi cehenneme döndürmek için yaktıkları ateşin alevlerinden arınarak çıkmıştı hesapsızca. Kahreden bakışlar sarmalarken geceyi, o dönüp dönüp güneşle kutsal birlikteliğini sağlama çabasındaydı. Bundandı belki de yüzünde bir an olsun eksilmeyen tebessümü, gözbebeklerinden fışkıran umut ışığı… Fanilerin feryadı yankılanırken gökyüzüne doğru, yıldızlara sarıldı, ayla yüzleşti. Ve her seferinde tazeledi hasretliklerini, firari yağmurlarla ıslattı gülüşünü.

Hikâyesinin en başında tüm solmuş resimleri söküp atmıştı albümünden. Bir yolun henüz başında netliğin zarafetiyle yüceltiyordu yaşam anlarını. Anın sırrına erişip, sürgün yaşayışların enkazından sıyırarak gülüşler çoğaltıyordu. Gülüşünde geceler şafaklara eviriliyor ve gelinliğini giyiyordu ay. Ayın aydınlık suretinde göğüne yerleştiriyordu özgür soluklu nefesleri.
Bahar mevsimi gibi açıyordu bakışlarında gülmeleri. Gülüşü yapışırken yakasına cellatların, sevdasının içine güneş doğmuştu bir kere. Sonu gelmeyecekti bu sevdanın ve çok önceden yüreğinin semalarını kapatmıştı yeni güneşlere. Bir romanın en bilinmez yanından sıyrılarak, kendinden öte ‘biz’ olmanın güzelliğine erişmişti. Her türden sessizliğe çığlık oldu bir vakit. Not defterine işlerken yoldaşa olan özlemini, ayrılıklarını sorguluyordu, ayrılıksız yarınlara ulaşma umuduyla.
Hep vakitsiz gelmişti ayrılıklar. Yağmurlara yakalanmadan ıslanmıştı özlemler çoğu zaman. Sırrını çözenler uzanırken özgür soluklu yoldaşlıklara doğu, anlamına erişemeyenler ise bir bir düşüyordu uzadıkça uzayan yol boyunca. Özlemleri küçük olanın, bir nefeste sönerdi yanan mum gibi. Ama büyük özlemler besleyenlere rüzgârlar ne fayda, yanan alevleri daha da büyütmekten başka.
Vakitsiz bir ayrılık sıksa da şimdi gülüşlerimizi, özlemlerinle uzanıyoruz yarınlara. Yaşamaktır seni, senli bir yaşamın farkındalığına erişmektir çabamız. Yanı başımızda uçurumlar belirirken, aldırış etmeden, gülüşünle suladığın özgür yaşam ağacına, kurduğun hayallerin sadeliğinde tutunuyoruz. Sancısı ayrılığının merhemi olur yaralarımıza. Aklından ne geçtiğini anlamadan toprağın, hayallerinle kutsadığın senli sabahlara bağlanıyoruz. Gölgesini alt edip yalandan sevmelerin, derin iç çekişler eşliğinde sevinçlerimize sarılarak, kısa bir cümleyle sunuyoruz sana sevdamızı. Dile gelse sihri bozulur diye, sakınıyoruz gecelerin en karanlık yanından. Keşkelerimizi terleyen ellerimize alıyor, bize kader diye dayatılan her şeye bir başkaldırı hareketini başlatıyoruz.
Maskesi düşürülmüş tüm tanrılara inat yürüyoruz. Dolunayın en ihtişamlı halini yaşadığı bir vakitte soluklanmadan tepeler aşıyoruz. Patikaları terleten bir hareketlilik var, toz toprak havaya karışmış. Dillerde bir türkünün melodisi yankılanır uzadıkça uzayan vadi boyunca. Beden kendini türkünün akışına bırakırken, ruh arındırmıştı kendini soluk benizli kış gecelerinden. Silahına sarılmış bir çift el uzanır göğü delmiş yıldızlara doğru. Ve gülüşünü tazeliyor bir gerilla esen rüzgârın serinliğinde.
Giderken ölüm değildi ayıran bizi. Bir pepuk kuşunun feryadı yankılandı bir vakit. Oysaki dağ doruklarında esen rüzgârın resmi olmamıştı. Bir çığlık yankılanırken dağlara doğru, kırlangıçlar dizilir, yeni bir mevsimin henüz başında uzanır yeni ve kendi beninde yarattığı özgür bir geleceğe. Her mevsim kendi renginde güzeldi. Zozanların suyu ise bir başka güzel…
Zozanları severdi, zozanlarda akan pınarların suyunu kana kana içmek ve her seferinde “offff çok içtim” demeyi ihmal etmezdi. Bir tutkuydu, aşk tadında bağlanmanın kod adı belki de. Bir gerçek varsa eğer o da uzayan gecelerde yıldızlarla yaptığı dostluktu.
Her yıldız kaymasında O da kayar giderdi koynunda beslediği nice hasretliğe doğru. Dilekleri bir noktada toplanmıştı, ötesi ise uzayan bir yol hattı. Duraksız, yolcuları bol bir yol. Umutlarını emzirmişti güneşin gülen gözlerinde. Daralan gecelerden şafaklara ulaşmak için, yaktığı ateşlerin alevinde sınıyordu sevdasını. Her seferinde ter akıtan, yer yer usulca yanaklarından gözyaşı döktüren, bazen karabasanlar yaşatan, daha çok da yarına dair umutlarını büyüten… Amaçlarını sınırların çemberinden arındırmıştı bir kere. Zulasında bir ömür beslediği hayallerine bir adım daha yaklaşmanın mağrur coşkunluğuyla koşuyordu, yatağına sığmayan sevinçleriyle bir adanın kalbinin tam ortasına yerleşik bir sevda kuruyordu. Buydu isteği, ‘Güneşin gülen gözlerinde ısınmak’ ve ısıtmak hep bir anda atan milyon yüreği. 
Biliyordu, bildiği için her seferinde coşkun nehirler gibi akıyordu dağların koynuna doğru. Her türden unutulmuşluğa inat, yalnızlıklarını sorguya çekip, bir an olsun tereddüt etmeden ‘unutmak’ kelimesini seyir defterinden çıkarıyordu. Omuzlarına dayanıp dağlı çocukların, dağların renginde nice umutlar çoğaltıyordu.
Neydi bizi bu kadar birbirine yakınlaştıran, bir tek noktada doğmamıza vesile olan… Yazamadıklarımız var, yüreğimize sığmayan nice söylem vardı dilde somutunu bulmamış. Yalpalanırken havada kelimeler, en utangaç halini yaşar defterler. Nicesine umutlar yüklemiştik. Sonu gelmez sevdamızı şiirlerle donatıp, henüz vakit varken, gözlerde takılı kalmış hayallerimize koşarız. Sanma sensiz yürüdüğümüzü. Bu yol seninle güzel. Bundan kaynaklı, biz olmanın kutsallığıyla yan yana, omuz omuza, can cana adımlar çoğaltıyoruz.
Omuzlarımıza bir ağırlık çökse de, onurlu olmanın serin yakarışlarıyla çoğalırız yıldızlı gecelerde. Nerde, nasıl, ne yapmakta? Sıra sıra sorular, çok da önemli olmasa da, satırlarımızı uzakların gizemiyle süslüyoruz. Asidir damarlarımızdan akan kan, adım adım benliğimizde çoğaltıyoruz kar beyazı sevdanızı. Bir de mavi var tabi. Mavice kalmanın en güzel resmiydi bize miras olarak kalan. Uygulayıcısı olmak için amaçlarınızın, korkularımızın gölgesinden arınarak tüm meçhul bakışlardan arındırıyoruz rüyalarımızı. Bir hoşça kal demeden, usul usul çekip gitseniz de, kalan bizlerin özlem dolu bakışlarıdır yol hattı boyunca takılı kalan. Düne takılı kalmadan, bu günün yumuşak dokunuşlarıyla yarınların tatlı tebessümüne uzanacağız. Zamana yayılacak bu anın kutsallığıyla, dağlı çocuklar olarak, güneşin gülen gözlerinde ısınıncaya dek koşacağız yorulmak bilmeden. Ve söz veriyoruz, gökyüzümüz bağımsız olana dek, arayışçısı olacağız özgür yaşamın…

MAHABAT GABAR