Rojava'dan Dersim’e Uzanan Bir Soluk Heval Sadık

sadik kobani_dersimSarıya, kırmızıya, yeşile hasret hayallerin,bu hayallerini not ettiğin yüreğin kadar sıcak defterin ve bir de gülüşün kaldı bizde. Şimdi yüreğimiz öyle ağır,şimdi düşmana olan öfkemiz öylesine bilenmişken ne demeli ki ardından. Ne demeli de anlatmalı seni yoldaşlara. Seni Dersim’in çilekeş köylülerine, seni Trakya’nın, seni Karadeniz’in, seni Çukurova’nın, Ege’nin analarına, oğullarına, kızlarına…

Hani zulüm olmaya görsün dünyada bir de serde isyan… Nasıl kuşanılır silahlar, yüzler çevrilir ya dağlara, aşarsın ya sınırları, ırkları, dinleri, dilleri…Hiç tanımadığın-bilmediğin insanlarla dağları paylaşırsın ekmeğini paylaştığın gibi, düşlerini paylaşırsın tütünü paylaştığın gibi, çünkü dağlar yarın, çünkü dağlar özgürlük, çünkü dağlar insanlık.

Yoldaş olursun, siper dostu olursun, pusu atar, pusular atlatırsın, yara alır, kimi esmer, kimi ak, ama kardeş tenlerimiz. Yaralarımız aynı acıda kanar. Yüreklerimize aynı ateş düşer. Merhem olur dost yoldaş ellerimiz.

İşte böyle heval Sadık. İşte böyle, işte vesilemiz heval, işte vesilemiz. Biz heval dedik, siz yoldaş, yüreklerimizi birbirimize akıtarak.

Sömürüsüz-zulümsüz bir toplumu yaratmak için silah kuşandığımız bu onurlu mücadeleyi büyütmek insanlığa karşı en büyük borcumuz heval. Bu borcu öderken sınırlı ömrünü, sınırsız bir davaya adayan şehitlerimizi anmak, anlatmak bize düşen önemli görevlerdendir, çünkü onları anlatmak mücadelemizi, düşlerimizi, özlemlerimizi, geleceği anlatmaktır. İşte bu vesile ile heval Sadık, bu kez seni anlatmak düştü payımıza. Bilsen bu acı, ama ne gurur verici aynı zamanda. Seni kaybetmenin acısı, ama seni tanımış olmanın gururu. Seni anlatırken kavgasını verdiğin güzel değerleri, kurduğun düşleri anlatacağız.

Sana dair her ayrıntı yarının insanını anlatıyor bize. Sen insana duyulan sevgi, savaşta ısrar, mütevazılık, fedakârlık, gelişmeye açıklıksın.

Suriyeli yoksul Kürt emekçi bir ailenin çocuğu olarak soluduğun hava, içtiğin su, yediğin ekmek helal gelmedi sana, çünkü zulüm vardı halkına. Bir arayış içinde girdiğini söylemiştin. Ulusal bilincinin henüz gelişmediği o süreçte BAAS partisine üye olmuştun. Ezilen bir ulusun çığlıklarıyla yükselen öfken dinmek bilmiyordu. “Akmak gerekiyor” demiştin, ama nereye? 2001 yılında PKK saflarında örgütlenmiştin. Gerillaya katılacağın günün gecesi gözüne uyku girmemişti. Ne de bir lokma yiyebilmiştin. Randevun için hazırlanıp çıkmış ve seni alacak kurye ile buluşmuştun. Kuryen seni akşama kadar dolaştırmıştı. Yola çıkmadan önce yurtsever bir aile seni iki gün saklayacaktı. Kalacağın yeri yoldaşların ayarlamıştı. Heyecanlıydın. O gün akşama kadar dolaştıktan, güvenlik önlemleri aldıktan, ihtiyaçları karşıladıktan sonra kalacağın PKK’li ailenin evine doğru yol almaya başlamıştınız. Yanındaki yoldaşının adımları çocukluğunun geçtiği, düşlerinin, umutlarının mayalandığı mahalleye yönelince şaşırmıştın. Neler oluyordu? Soramıyordun da. “Sorsam kuralsızlık mı yapmış olurum?” diye içinde tartışırken, “Yoksa beni götürmekten vazgeçip aileme mi bırakacaklar? Yok canım. PKK savaşmak isteyene kapısını kapamaz.” dedin içinden. Sen bunları düşünürken ailenin oturduğu evi geçip, yan sokaktaki bir komşunun bahçesine girmiştiniz bile. Evet. Yaşın kadar ailene komşuluğu olan bu ev, PKK’li yurtsever bir aileydi. Ve senin bundan yıllardır haberin yoktu. İllegalite gereği gizli çalışan yurtsever komşu, seni tanıdığını belli etmeden iki kez kucaklayıp bastı bağrına. Şaşkın ve mutluydun. Bu ne basit bir tesadüftü, ne de kaderin cilvesiydi. Halklaşan bir örgütün militanlarının yaşadığı tatlı karşılaşmalardı.

Güney dediğiniz Kuzey Irak’taki kampınızdaki eğitimini tamamladıktan sonra DERSİM demiştin. İlle de DERSİM ve Suriye’den DERSİM’e uzanan o yolculuk başlamıştı. Günler, haftalar değil, aylar almıştı uzun ve zorlu bu DERSİM yolculuğu.

DERSİM’e uzanan yol; özgürlük sevdasıyla yüklü, Dersim’e hasret nice gerillanın şehadetine mekân olmuştu. Bu seni çok etkilemiş, öyle anlatmıştın.

Yolculuk boyunca sırtını dayadığın her bir taş, suyunu içtiğin her bir dere, gölgesinde dinlendiğin her bir ağaç çıkınına Dersim’e hasret şehitlerin umutlarını, inançlarını yükledi sana. Suriye’li Yaser, Dersim’de SADIK olmuştu; halkına, davasına sadakatini simgeleyen bir isim alarak.

DERSİM, heval… Gerilla mücadelesinin ülkemiz topraklarında doğup büyüdüğü çilekeş toprak. Bu topraklarda filizlendi heval bizim gerilla mücadelemiz. Partimiz bundan tam 36 yıl önce boşuna geçmedi bu toprakları. İsyanları tarihe umutla nakşettiler. Bu halka yurt olan DERSİM; bozkırın en kuru olduğu, çelişkilerin en keskin olduğu yerde,bir bütün ülkeyi kuşatacak yangın Dersim’de çakılacaktı. Bilirsin heval, Dersim halkının çok emeği geçmiştir gerillaya, gerillanın da Dersim halkına. Partimizinde en yoğun emek verdiği yerdir DERSİM. Bundandır hevalbizim de ille de DERSİM deyişimiz. Bundandır sizinle birlikte düşmanın korkularını büyütme ısrarımız. Bizi birbirimize yakınlaştıran, geleceğe dair özlemlerimiz Dersim’in yoksul, çilekeş halkının üzerimizdeki emekleridir. İşte bu vesileyle heval seninle DERSİM’de kucaklaştık. İki dost örgütün savaşçıları-militanları olarak.

Seninde havasını soluduğun süreç örgütlerimizin ilişkileri açısından geçmiş hataların bir özeleştirisi aynı zamanda. Devrimci örgütler arasındaki sorunlar doğru yöntemlerle çözümlenmediğinde, bunda en çok zarar gören uğruna savaştığımız halkımız olmuştur, oysa ezilen emekçi yığınlara doğru bakan küçük burjuva, dar grupçu anlayışlardan arınmış örgütler, dostlarıyla sorun yaşamaz, yaşasa da doğru yöntemle çözer.

İşte böyle heval. Böyle bir ortamda filizlendi dostluğumuz. Suriye’de doğup büyümüş olmandan kaynaklı Türkiyeli örgütleri pek fazla tanımıyordun. Partimiz TKP/ML’yi ve ordusu TİKKO’yu tanıma fırsatını DERSİM’de bulmuştun. Önyargıların yoktu. Türk örgütü diyenlerde vardı, ancak sen yoldaşlarımız şahsında partimizi, ordumuzu tanıdıkça, örgütün ele alışına paralel aktın yüreğimize.

Dersim topraklarına ayak basar basmaz Türkçe öğrenmeyi hedeflemiş ve yoldaşlarımızın mütevazı katkılarının olduğunu söylemiştin. Kısa zamanda öğrendiğin Türkçeyi kendine has üslubunla hızla konuşmanla ara ara seni anlamakta zorlanmıştık. “Türkçe mi, Kürtçe mi?Yoksa Arapça mı konuştun?” diye takılsak da mütevazılığınla alınmaz, gülüşünü katardın gülüşümüze.

Gerilla yaşamı hareketlidir. Bazen fiziki olarak da yorulur insan, ama sen en yorgun anlarında bile uyumayı değil çevrendeki insanlarla sohbet etmeyi tercih ederdin. Oysa anımsıyoruz, yorgunluktan halsiz düştüğün zaman uyumaz ve soranlara şöyle derdin; “Uyku vücudun zorunlu ihtiyacı, ama heval bana bazen çok gereksiz geliyor. Boşa harcanan bir zaman gibi geliyor. Uykuda geçen zaman beni ürkütüyor. İnsanlar içleri sırlarla dolu okyanus gibiler. Onlarla sohbet etme daha anlamlı. Her birimizin acıları, sevinçleri aynı ama ayrıntıda hepimiz tüm renklerin bir tonuyuz ve bu tonları keşfetmek beni mutlu ediyor.” Bu sözlerin sendeki duygu yoğunluğunun, insan sevgisinin, duyarlılığın göstergesiydi.

Keşfettiklerini resmettiğin, not ettiğin o defterin… Şöyle anlatmıştın defterinde, “Hani özgürlüğü uğruna savaştığın, ezilen Kürt ulusunun Önderi. Başkanımız. Konuk ettim defterimin başına. Ve devamında derinliğine daldığım dostlarım, yoldaşlarım. Bir gün yani ileride bu savaş sona erdiğinde bu defterde ağırladıklarım eğer hayatta olurlarsa, hayatta olursam hepsini bir araya toplayacak, ağız dolusu sohbet edecek, güleceğim. En büyük hayallerimden biri bu.”

Ve yüreğin kadar ak o deftere konuk ettiklerinin kimi tutsak şimdi. Kimi de ölümsüzlüğün katında senin gibi. Şimdiden bizim yüreğimize işlendin unutma.

Hani her ölüm erken ölüm ya heval Sadık, sana da yakıştırmadık adı kalleş olan ölümü. Bizim için kutsal olan 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece bir kaza sonucu şehit düşüşünle şimdi Mayıs daha da kızıllaştı. Bunu da unutma.

İyi bir sabotaj eğitimi almış, örgütünün başarılı mayıncılarındandın. “İlk hata, son hataydı” demiştin. Nasıl oldu bilemiyoruz ama düşmanın beyninde patlayacak olan mayın seni bir kazayla aramızdan aldı ama unutma senden sonra mayınlar artık daha güçlü patlayacak, çünkü artık senin kanında karıştı toprağa, senin hesabında var sorulacak. Ve heval, hevale SADIK; “Sonbaharda güneş geç de olsa doğar.”demiştin ya. Gidişin yas değil, keder değil, öfkemizin mayalanışı oldu. İlkbaharda sen doğan güneş misali doğdun. Seni özlemini duyduğun yeşilin, kırmızının, sarının ahenginde tüm çocukların doyasıya oynadığı, güldüğü bir dünya özlemiyle anıyoruz. Selamın emekçi halkımızın Karadeniz kokan, Toroslar da mayalanmış, Diyarbakır’da tutuşmuş yüreğine, bilincine ulaştı. Seni unutmayacağız.

TKP/ML-TİKKO Gerillaları