ZAFER BIRAKTIĞINIZ MÜCADELEDİR

Duyuyor musun? 36 direniş abidesinin melodisi çınlıyor Sürküt yamacında!
Bugün gibi hatırlıyorum. 1997 yılı Mart’ı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü bütün yoldaşlarla birlikte Kürdistan dağlarında kutluyoruz. Öyle bir dönem ki cemre düşmüş toprağa, havaya ve suya. Isınmaya başlayansehit ismail toprakta kardelenler başkaldırmış. Hava ise sıcak ve güneşli. Nereden bakılırsa bakılsın, insana "işte bahar böyle olur" dedirten bir atmosfer. Karlar vadinin güney yamaçlarında erimiş, toprak canlanmış. Yeşil kendisini yavaş yavaş hissettiriyor, toprak gerçek örtüsüne kavuşmaya hazırlanıyor. Peri ise, karların erimesiyle artık coşmak üzere.
Bu dönemde gerilla kampımızı Kiğı ve Yedisu arasındaki Kelxas vadisinde Ciğerimin Bahçesi'nde üslendirmişiz. 8 Mart kutlamaları var ve tüm arkadaşlar günün anlamını bildiklerinden dolayı, her zamankinden biraz daha fazla duyarlı davranıyorlar. Önceden görevlendirilen grup, gerilla şartlarında hazırlamış olduğu programını sundu. Ancak kutlamalar bununla bitmedi. Halayların, zılgıtların çekilmediği, şehit yoldaşların ruhunun şad edilmediği bir kutlamayı düşünebilir misiniz? Tabii ki hayır. Bu sefer de öyle oldu. Öğleden sonra kutlamalar bittiğinde bile arkadaşların sesi halen vadide yankılanıyordu.
Ama sonuçta düşman gerçekliğinin olduğu, sömürge altındaki bir ülkede yaşıyorduk. Kutlamaların hemen ardından, yani akşama doğru Türk ordusunun geniş kapsamlı bir operasyonu başladı. Öyle bir operasyon ki, tam üç ay sürdü. Bu yoğun saldırılarda gerilla güçlerimiz kahramanca bir direniş gösterdi. Çatışmalarda eyalet gücümüzden toplam 36 arkadaş kahramanca savaşarak şehadete ulaştı. Yorganları yıldız, döşekleri toprak olan; açlık, susuzluk nedir bilmeyen bu yoldaşlarımız, Kelxas vadisini, Pisxanık'ı, Diğnik'i, Talakus'u bize emanet ederek sonsuzluğa kavuştular. Ölümsüzlük vadisinden içeriye girdiler.
Aradan bir yıl geçti. Şu anda coğrafyadan uzakta, Önderlik Sahası'ndayım. Bugün de Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamaları var. Yoğun bir hazırlık var. Yoldaşlar karınca misali, sınırlı imkânlarla da olsa hazırlık yapıyorlar. Şiirler okunur, türküler söylenirken ben yine Kelxas'tayım. Govende duran arkadaşlar teker teker gözlerimin önünden geçiyor. Yüzlerindeki mutluluğu okuyorum. İnanılmaz bir güçle dolmaya başlıyor vücudum. Yoldaşlarımın govend sırasındaki omuz silkmesini bile hissedebiliyorum. Çığlıklar, zılgıtlar ve toprağa akan terin kokusu. Sevinçliyim, mutluyum.
Bir yıl sonra ruhum yine Kelxas vadisinde. Türk ordusunun o günkü saldırılarına karşı savunmaya geçen güçlerimiz, 9-12 Mart tarihleri arasında ordu güçlerine yönelik amansız saldırılar gerçekleştirmişti. Çatışmalar çetin geçiyordu. Şehitlerimiz de vardı ve yoldaşlarımız bu şehitlerin intikamını bire on alıyorlardı. İşte bu duygu bizi hep umutlandırdı ve yürüyüşümüze ışık tuttu. Güven verdi, direnişçi kıldı, güçlendirdi. Çünkü hepimiz biliyorduk ki bayrağımız hiçbir zaman yere düşmeyecek. Yeni neferler ateşi yakmaya devam edecek.
Çatışmaları anlatmaya devam edeyim. Güçlerimizin karşı saldırısının gerçekleştiği ilk günün akşamı radyoyu dinliyorum. Özel savaş kapsamında hazırlanan haberler, ses tonunda sevinç hissedilen bir spiker tarafından okunuyor. Güçlerimizin kayıpları veriliyor. İnanmak istemiyorum. Daha önce de orada çatışma olmuş, şehit vermiştik. Aynı yer. Ciğerim'de kamp baskını olmuş.
Çatışmalar sürüyor ve şimdi direnenlerin özgürlük çığlığı yankılanıyor Peri vadisinin yamaçlarında. Tam 36 ses bir arada haykırıyor Peri'ye, Kelxas'a, Sürküt'e. Acımasız kış koşulları geçit vermiyor yürümelerine. Özel savaş güçleri ise her zamanki gibi yine teknik gücüne dayanıyor. Hatta ölülerden bile korktuğu için uzaktan atışlarla her şeyi, her yeri yakıp yıkmaya çalışıyor. Bedenler yavaş yavaş toprağa düşerken, işte böyle başlıyor 36'ların hikâyesi. Söylenmeye başlıyor 36 can yoldaşın melodisi. Diğer bir deyişle özge canların ölümsüzlüğe, aynı zamanda zafere gidişleri de böyle tamamlanıyor.
"Mazlumlaşarak partileşmek, Agitleşerek ordulaşmak, Zilanlaşarak özgürleşmek temel hedefimizdir." diye konuşmasını bitiren kadın arkadaşın vurgusuyla, hayalden sıyrılıyor, günümüze dönüyorum. Kelxas vadisinde değilim. Yanımda başka arkadaşlar var. O sırada, şehit düşen yoldaşlarımı anlatma isteği duyuyorum. Öyle bir istem ki gösterilen kahramanlığı yüzyıllara taşısın. Onların melodisinin unutulmamasını, dilden dile dolaşmasını sağlasın.
Sizleri hiçbir zaman unutmadım yoldaşlar. Yücelik ve sadeliğin sembolü dağları, oradaki güzel günleri, tatlı hatıraları aradım hep. Bir de sizin bize öğrettiğiniz biçimde, pratikte yaşanan hatalarımızı, geri alışkanlıklarımızı bu sahada bilince çıkarmaya çalıştım. Bu temelde kendimi borçlu hissederek anlatmak istiyorum sizleri. Ama sizi anmanın en güzel yolunun anlatımdan değil, yolunuzu takip etmekten geçtiğini de bilerek başlıyorum sözüme.
36 özge candan Herbijî arkadaş Piran'da büyüdü, Amed'de saflara katıldı. Erzurum'da yaşadığı bir gerilla pratiğinden sonra Parti Merkez Okulu'na geçti. "Kaybettiğim yerde kazanacağım" ilkesinden yola çıkarak yeniden Erzurum Eyaleti'nde görevlendirilmeyi önerdi. Bu önerisi uygun bulundu ve Herbijî arkadaş büyük bir kararlılıkla çalışmalara başladı. Burada 1996-97 yıllarında bölge düzeyinde sorumluluk aldı. Bütün yaşamında çalışmalara hesapsız katıldı. Oldukça duyarlı ve dikkatliydi. Düşmanın nereden geleceğini çok iyi tespit ederdi. Kendisinden önce arkadaşlarının güvenliğini sağlardı. Gücünü büyütmekte üzerine komutan yoktu. İşte tüm bu militan özellikleri onu inançlı, kararlı bir tutum sergilemeye götürdü. Sonuçta komutanlık görevine layık bir şekilde Kelxas'ta girilen çatışmalarda kahramanca direnerek şehit düştü.
Zeki arkadaş, daha 12 yaşlarındayken kararını vererek parti saflarına katılmıştı. Ailenin yurtsever oluşu onu genç yaşlarda mücadeleyle tanıştırdı. Erzurum-Dersim alanında savaştı. Zeki arkadaş da Parti Merkez Okulu'nda eğitim gördü. 1996 yılında Erzurum eyaletinde takım komutanlığıyla göreve başladı. Görevine candan katıldı. Gerillaya katılımda gördüğüm Zeki arkadaş, altı yıllık onca pratik ve eğitimden sonra 1997 yılında da ilk günkü gibi temiz, cesur, canlı ve kararlıydı. Silahına gösterdiği ilgi ve deyim yerindeyse kara sevdası ile tanınırdı. Savaşta atılgan ve sonuç alıcıydı.
Kazım arkadaş, Kulp'ta büyümüştü. Fakir bir aileden geliyordu. Ancak zekiydi ve kıt olan olanakları değerlendirerek Yıldız Üniversitesi'ni okudu. Standart yaşam olanaklarına kavuşmuş olmasına rağmen, yıkılması gerektiğine kesinlikle inandığı düzenle bütünleşmedi. Ona retle karşılık verdi. Gerilla olarak Serhat ve Erzurum'da faaliyetlerde yer aldı. Düşmanın 1997 operasyonlarında aynı bölgedeydik. Çatışmalarda omuz omuza savaştık. Onunla aynı mevzide çatışmanın güvenini bizzat yaşadım. Fedakâr, emekçi yanıyla arkadaşların beğenisini kazanmıştı. Örneğin bir kış günü aç kalan yoldaşlarına ekmek bulabilmek için gönüllü bir şekilde yola çıkmış, kar-kış, soğuk demeden en yakın yerleşim birimine ulaşmıştı. Donma tehlikesi, düşman pusuları onu korkutmamıştı. Böyle tanınırdı Kazım arkadaş. Düşman denetimine girmemek, grubunu sağlam bir şekilde pusulardan kurtarmak onun en belirgin özelliklerinden biri olmuştu yine. Kitle faaliyetlerinde ise yapıcı ve örgütlüydü.
Kazım arkadaşı anlatırken, govende durmuş Sara arkadaş gözlerimin önüne geliyor. Kefiyesini boynuna atmış, can yoldaşının omzuna yapışmış, gülümsüyor bana. Bilmem nasıl anlatmalı seni Sara arkadaş? 1992'de katıldın gerilla saflarına. Hatırlıyor musun, katılmandan sonra ilkbaharda Çavreş'te görüşmüştük ilk kez seninle. Sevecen yüzün soğuktan mosmor olmuştu. Ama aldırmıyordun. Henüz karlar erimemişti. Metrelerce karın altına sığınağınızı yapmıştınız. Küreklerle sığınağı kazımış, sonra da içine çadır yerleştirmiştiniz. Gülerek "Konserve kutularını andırıyor değil mi?" demiştin. Sonra da eklemiştin; "Bakma küçük olduğuna, üç kişinin sığabileceği bu sığınakta tam on beş arkadaş kalıyoruz."
Buradaki faaliyetlerden sonra Amed'e geçiş yaptınız. İşbirlikçiliğe karşı vermiş olduğunuz korkusuzca savaşı duyduk. Bu arada hakkınızda söylenen olmadık şeyler karşısında bir an bile kaygıya düşmeden, gerçek savunmanın düşmana karşı verilen mücadeleden geçtiğini gösterdiniz. Dersim'den Varto'ya uzanan sürgün günlerinizin öfkesini, intikam anlayışınızı, eğitimde, yürüyüşte, oturuşta, mevzide, kısacası yaşamın her alanında görmek mümkündü.
Dersim'de ve İlbey çatışmalarında yaralandın, ayak parmakların gitti. Ona rağmen inancınla, partiye bağlılık düzeyinle eylemlerde hep öncülük yaptın. Şu sözün hala hatırımda: "Bir gün eğer düşman karşısında mermim biterse, o zaman büyük ölmek istiyorum. Son bombamla kendimle birlikte düşmanı da yok edeceğim."
Evet, Sara yoldaş. Sözünün eri, pratiğin diliydin. Korkmak nedir, durmak nedir bilmezdin. Kürt geleneğinin asi kızıydın. Gözü kara, alnı açık. Sizi anmaya devam edecek ve son ayrılışımızda size verdiğim sözü er ya da geç yerine getireceğime dair bir yoldaş olarak söz veriyorum.
Şimdi yine Kelxas vadisindeyim. Baharın ilk günleri yaşanıyor. Yaşam yeniden canlanıyor. Ancak kış da gitmemekte diretiyor ve dondurucu soğuğunu iliklere kadar hissettiriyor. Bir tarafta soğuk, diğer tarafta Türk ordu güçlerinin operasyonu. Bunun için sürece 'zehir kusan kış' da denilebilir.
Dedim ya, her taraf ağır bir kar tabakası altında henüz. Peri vadisiyle Sürküt tepesini birbirinden ayırt etmek gerçekten zor. Her taraf bembeyaz. Hêvîdar yoldaş bir gün önce Sara'yı, Dersim'i, Herbijî'yi, Kazım ve onlarca yoldaşını kaybetmişti. Yüzünde hüzün ve nefret vardı. Çünkü bu kadar yoldaşını katleden, bu kadar vahşet uygulayanlar kendi soyundan geliyordu. Büyük bir utanç içerisindeydi.
Hêvîdar (Ruken) yoldaşı 1994'te tanımıştım. O gün bu gündür hep aynı takımda veya aynı birlikte yer aldık. Kürt kızı değildi, Çorumluydu. Üniversiteyi okumuş, bilinçli temelde PKK saflarında yer almıştı. Egemen ya da ezen ulus anlayışını kırıp aşmıştı. Kürtlerle birlikte Kürtleşmişti, daha doğrusu PKK'lileşmişti. Yaşamı, duruşu oldukça canlı ve moralliydi. Yanlışlıklara karşı eleştiriseldi. Aynı zamanda bir işin doğrusunu da koyar, ileriye yönelik perspektif sunardı. Bütün arkadaşlar da bunu bildikleri için ikirciksiz görüşlerine katılırdı. Düşünceleri toparlayıcı olduğu gibi, planlamada, yol yöntem bulmada usta ve yaratıcıydı. Aynı yaratıcılığını yaşamda da sergiliyordu. Tehlikeyi sezdiği yerlere kesin gitmezdi. Doğadan beslenmesini bilen bir arkadaştı. Göreve giderken adeta uçan bir kuş gibi kanatlanırdı. Manga ve takım komutanlığı yaptığı sıralarda bizzat tüm işleri yapar, pratikten kopmazdı. Takımın bütün sorunlarıyla uğraşırdı. Emekçilik, çalışkanlık, Orta Anadolu kadınlarından kalmıştı kendisine. Düşmana karşı çok duyarlıydı. Sırt çantasında her zaman kazma ve kürek bulundurmasıyla da dikkatleri çekmişti. Mevzi kazmak isteyen, hemen Hêvîdar arkadaşa giderdi.
Hêvîdar arkadaşın bu duyarlılığı, gericiliğin ve oligarşinin gerçekliğini bilince çıkarmasından kaynaklanıyordu. Çünkü insanlığın gelişimi için temel olan bilim ve tekniğin, egemenler tarafından nasıl kan kusan bir canavar haline dönüştürüldüğünü biliyordu. Bu tekniği yenmenin tek yolu da iradesini keskinleştiren gerilladan geçiyordu. Sırt çantası, ufak tefek ihtiyacı olan arkadaşları hiçbir zaman boş çevirmezdi. Oldukça tedbirli ve planlıydı. Bütün bu olumlu özellikleri onu PKK yaşamıyla bütünleştirmişti.
Hêvîdar yoldaş, savaşımını bilinçli bir temelde yürütmeyi sürekli esas aldı. Direnişiyle, ezilen Türk halkının da alın akı oldu ve yaşamıyla herkesin sevgisini kazandı. Bingöl'de, Çavreş'te, Şehit Xebat'ta, İlbey'de, Dallıtepe'de, Kızılağaç'ta bastığı her yerde bir anı, bir iz, tarihsel bir yapıt bıraktı. Güzel, estetik duygu ve düşünceleriyle, konuşma ve hitabıyla doğaya, hayvanlara, insanlara yön verdi, öncülük yaptı. Canlı, dirayetli, güçlü yaşam felsefesiyle yüce kardeşlik, yoldaşlık, enternasyonalist görevini başarıyla yürüttü. Kanını Sürküt eteklerinde Peri nehrine akıttı. Kızgın bir sel oldu, kızıllaştı, Mezopotamya topraklarına dağıldı. Ölümsüzleşerek yeniden yaşam kaynağına dönüştü.
36'ların hepsini teker teker anlatmam imkânsız. Buna cümleler yetmez. Çünkü hepsi birer tanrı veya tanrıça kadar büyük ve yüce. Örneğin Gulan'ı mı anlatayım? Iğdır'da saflara katılarak Erzurum'da düşmana karşı kırılmaz cesaretiyle giden can yoldaşı mı? Yoksa Bayrampaşa'dan çıkarak 1995'te faaliyetlere türlü zorluklar altında katılan Şilan'ı mı? Henüz 14 yaşında silah alarak gerillada yer alan, fiziki olarak rahatsız olmasını kendisine dert etmeyen, inancı ve iradesini güçlü kılarak sonuna kadar yürümesini bilen Şilan'ı mı?
Peki korkusuz Jiyan'a ne demeli. Mevzide bile eğilmeyi kendisine yedirmeyen, aktifliğiyle, koşuşuyla yaşama yaşam katan arkadaşımıza. Son olarak Dallıtepe'de pusuya düşmüş, çatışmada bir kolunu yitirmişti. Buna rağmen silahını bırakmamış, revire çıkmayı da kabul etmemişti. Yaşama hemen katılmış, "Hastaneye yat" biçimindeki diretmeleri de, "Beni mezara mı yatırmak istiyorsunuz?" diyerek reddetmişti. Pratiğiyle ismine layık olan Jiyan yoldaşı anmak o kadar basit olmamalı.
Dersim arkadaşı izah etmek de gerçekten mümkün değil. Dersim yoldaş olgunluğuyla, kadın ordulaşmasındaki öncülük rolüyle tanınıyordu.
Şimdi diğer yoldaşlar da bana bakıyor. Yüzlerinde huzur ve sevinç var. Numan, Ronahî, Binevş, Bilican, Akif, Yaşar, Ali Amed, Delîl, Delîl Tekman, Çiya, Cîgerxwîn, Botan, Peşeng, Dilxwaz, Aydın, Hogir, Zinar, Celal, Server, Zihat, Ronî, Şevger, Ferhat, Serhat, Salih, Evindar arkadaşları birer birer değerlendirmek gerçekten çok zor. Buna rağmen belki de dünyanın en güzel işi bu isimsiz kahramanları yaşadıklarıyla birlikte anlatmaktır.   36'ların sıcak kanıyla kızıllaşıp eridi. Peri suyuna döküldü, coştu. Keban'a, Fırat'a, oradan Arabistan'a, Körfezden Atlas Okyanusu'na dökülüp yayıldı. Mezopotamya topraklarını, Arabistan çölünü yemyeşil bir semaya dönüştürdü. Dünyaya yeni bir çığır açtı.
Belki bugün de dünyanın üçte biri savaşlarla ve gözyaşıyla iç içe. Ama Kürdistan'da bambaşka. Görmeyenler anlatamaz, anlatabilme gücü ve cesaretini kazanamayanlar hiçbir dönem gerçekleri yazamaz. İşte benim de zorlandığım husus bu. Belki günün birinde Kelxas'a, Peri'ye ulaştığımda, Sürküt tepesine çıktığımda, orada Bagır Baba'yı, Bandoz'u, Koşanları, Sülbüs'ü göreceğim. Ve yine vadilerdeki arkadaşların yükseklere doğru koşuşunu izleyeceğim. O zaman onlarla yamaçta buluşup kucaklaşacağım. O zaman 36'ların özgürlük türküsünü hep bir ağızdan söyleyeceğiz. Belki de o türkünün ismi "Zaferde, başarıda buluşma" olacaktır.
Zafer, bıraktığınız mücadeledir. Mücadele bizde her şeydir. Yaşamın ve özgürlüğün kendisidir. Ölümsüzlükte buluşmak üzere.

Mücadele arkadaşları adına                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                             

 

Kategori: Şehit Anıları