Çoğu insan kalemi eline aldığında ‘şimdi ne yazacağım?’ diye bir soruyu yönlendirir kendine. Değil ki yazacak bir şeyi yok. Daha çok, yürekte birikenleri nasıl yazıya dökeceği konusunda, bir şekle kavuşturmakta zorlanmalar olur. Ama tutukluk yapar bir yerlerde, bir şeyler. Dil mi, yürek mi, kalem mi? Bilinmez, ama zorlayıcı düzeyde bir tıkanıklığı yaşadığını hissedersin. Ama yazman gerektiğinin de farkındasın. Zorunluluk hissi gelir yakana yapışır. Kursağında birikmiş söz yığınlarına rağmen, dökmek ve ulaştırmak için zorlarsın yüreğini. Bu zorlanma dile yansımasını verse de, kaleme ulaşıncaya kadar yumuşar duyguların. Ve bir bakmışsın ki hiç düşünmediğin birçok cümle dökülmüştür kaleminden, birikmiştir bembeyaz sayfanın karelerinde.
Hiçbir şey durduk yere, bir şey olmadan gelişmez. Zihnimiz anda onlarca imge geliştirir, üretir. Belki hepsi sabit kalmaz ama yaşamın herhangi bir zaman diliminde imgelerin gücüyle tanımlamalar gerçekleştirir insan. Zihin imgeleri yaşadığı, yaşamı gözlemleyebildiği kadarıyla geliştirip üretebilir. Gözlemler sonucunda gelişen imgelerin anlaşılır kılınması için, kelimelere ihtiyacı vardır. Üzerinden ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, ne kadar ayrı mekânlarda olunursa olunsun, zihinde beliren imgenin kendini başkalarına aktarması için kelimelere ihtiyacı vardır. Dile dökülen imge artık sözdür, cümledir.
Bir de hiç dile dökülemeyenler vardır. Anlamı sadece imgeyi oluşturanda saklı olan, sınırları olmayan, içeriği dağınık, kapsamı belirsiz bir yığın… Ama yazıdır o belirsizliği, dağınıklığı ve sınırsızlığı gideren. İmgeler sözle kelimeler oluşturur, oluşan kelimeler fikirler oluşturur ve fikirler bir bütüne doğru yol alıp yaşamsallaşır, binlerin yüreğine ulaşır.
Şimdi bir noktada birikmiş imgelerim. Ne kadarını söze döndürüp kaleme dökerim bilemem ama anlamını yitirmesin diye çoğu bende saklı kalacak onu biliyorum. Bir haziran daha atlattı bu topraklar. Zilanlaşan, Gulanlaşan, Semalaşan bir haziran… Kadın güzelliğinin resmi, kahramanlığının sesi, mücadelesinin rengi bir haziran… Tanrıça yaşayışların toplanma mekânı haziran…
Yükü ağırdı haziranın. Özgürlük iksirinden içmiş nice canı uğurlamıştık bu ayda. Ama gururluydu haziran. Kucaklamıştı onlarca yürekli kızı. Yürekli Kürt kızlarının gülüşünde arındırmıştı adını lanetlerden.
On iki ayın herhangi bir yerinde rastlanılır özgür yaşam tutkunu canların hatırasına. Tüm aylara damgasını vurmuştur şehitlerin onurlu mücadelesi.
Kürdün özgür yaşam mücadelesinde yeri farklıdır haziranın. Her şeyiyle kadın kokar haziran. Dağ doruklarında yanan ateşgâhların sıcaklığıdır koynunda beslediği. Bir de isyan harekâtının meşalesini elinde tutan öncü güçtür haziran.
Acısı çoktu haziranın. Ama biz her şeyiyle sevdik haziranı. Acısıyla, sevinciyle, gülmesiyle, ayrılığıyla, yıldızlarıyla, yağmuruyla, gülleriyle, ‘serin akşamlarıyla’… En çok da uzadıkça uzayan gecelerini sevmiştik. Dolunaylı, hafif rüzgârlı haziran gecelerini…
Tutkuyla bağlanarak, kendimiz gibi bilip, sımsıkı sarıldık hazirana. Haziran, bir halkın kanayan yanıydı. Ama en çok da mücadeleyi zaferle taçlandırmanın adıdır haziran. Bundandı belki de Kürt kadınının hazirana böylesine yürekten bağlanması, bu ayda vedaya tutuşması. Bundandı usanmadan, yorulmadan, düşenlere inat durmadan yürünmesi, güneşin gülen gözlerinde düşlerini ısıtması…
‘Hoşça kal’ı eksik kalsa da, gidenlere gücenmedik hiçbir zaman. Çünkü biliyorduk, haziran götürmezdi. Haziran her seferinde daha çok getirendi. Onlar hep bir adım önde yürüyenlerdir. Bize kalansa bıraktıklarını onurluca göğüsleyip, çocuk saflığında, mavi gülüşlü yarınlara ulaştırmaktır.
Usul usul uğurluyoruz haziranı. Temmuzun sıcak ve tozlu zamanlarına doğru yol aldık bile. Bitmeden haziran, bir iz daha açtı yüreklerde. Kürt halkının yürekli evlatları Zilan’ın, Sema’nın, Gulan’ın, Ronahi’nin izinde olduklarını pratikleriyle gösterdiler.
Adı fedailik olmuştu haziranın. Tutana aşk olsun. Özgür yaşam tutkunu yüreklerin, fedai canların meskeni olmuştu haziran. On dört can daha kucakladı haziranı. Bedeni dört parça edilmiş ülkemin, bu yaralı toprakların onurlu çocukları zirvesinde dağların, alevlerini özgürlüğün, kanlarıyla gürleştirdiler. Gülmeleri savrulur şimdi Zağroslarda, yankılanır Zap suyuna doğru. Bir akıştır, başı dik ülkemin dört bir yanına doğru ilerleyen.
Beritan diyorum bir vakit. Batmanlı koçer kızı derler adına. Zozan kızı. Taze süt kokar rüzgâr, bir de reyhan… Saçını yıldızların ışıltısında tararken serin yaz gecelerinde, tanışmıştı dağ çocuklarıyla. Vurulmuştu mücadelelerine, sevmişti ateşin ve güneşin çocuklarını, özgürlük savaşçılarını.
Kadınlar vardı aralarında, Beritan’ı şaşırtan. Şaşkınlıkları Beritan’ın, arayışlar geliştirdi. Her arayışında yeni bir tanıma, tanıdıkça anladı Beritan. Anladıkça Beritan, derinlemesine hissetti özgür yaşam mücadelesini, büyüttü umutlarını. Kendini buldu, kendini buldukça yeni bir yaşam yarattı Beritan.
Bir koçer kızıydı Beritan. Her an gülen gözleri vardı. Bakışları ise çocuk saflığında. Isınmamak elde değil. Bir resim var şuan tam karşımda. Yine gülen ve yine gülen bir resim. Resimde kalmasın diye gülmesi, yerleştiriyorum gönül defterimin en orta yerine. Isıtsın diye umutlarımı, büyütsün diye hayallerimi…
Güzel gülüşlü yoldaşım Beritan. Ne de yakışırdı sana gülmek. Sen her güldüğünde, yoldaşlarının yüreğinde bir ferahlamanın geliştiğini bilir miydin? ‘Ağlamak haram olsun’ derdin ya, anlayamamıştık yüreğindeki öfkeyi. ‘Sevindirmemek için düşmanımı, ağlamayacağım. Üzmemek için yoldaşlarımı, ağlamayacağım.’ derdin. Güldün, gülüyordun, giderken bile gülmeye devam ettin. Haziranı takarak saçlarına, gülüşünle emzirerek rüzgârları… Yüreğimin derinliklerine işledim gülüşünün resmini. Hiç sökülmesin diye, kilit vurdum kapılarına.
Bir de Ezda var tabii. Serhat’lıydı Ezda. Serhat’ın baş eğmeyen bir şehrinden çıkmıştı yola. Çok önceleri ‘hayali Kürdistan burada yatıyor’ diye yazılmıştı bu topraklara. Ama küllerinden doğmasını bilmişti. Ve PKK ile can bulmuş, yeniden gülmenin güzelliğine ulaşmıştı. Bazit derler adına. Birçok özgürlük tutkunu yüreğe meskenlik etmiştir orası. Burada büyüdü Ezda ve buradan yola çıktı dağların zirvesine doğru.
Zağros’un yürekli kızı Ezda. Hangi kelimeye sığdırabilirim ki umutlarını. O yüreğine sığmayan, göğüs kafesinden taşan, bir yağmur gibi yoldaşlarını ısıtan… Hayallerin sonsuzdu, ne zaman ne de mekânlar durdurabiliyordu seni. Yatağına sığmayan bir nehir gibi her an coşkun ve asi. Bundandı belki de her adımda Serhat dağlarına doğru gitmeyi istemen.
Fedakârdı Ezda. Daha en başında kendinden ödün vermeyi, her şeyde kendinden bir şeyler katmayı esas almıştı kendine. Paylaşımın güzelliğini çözmüştü Ezda. İsmine yaraşır bir duruşla, Serhat’ın o başı dik Kürt kadınının kararlılığıyla sarıldı dağlara. Dağlar da bağrına bastı Ezda’yı.
Amaçları bakışları kadar netti. Öyle sıcak, öyle içten, daha çok da yürekten… Bal rengindeki gözleri hep gülerek bakmayı bilmişti doğaya, hayata, yoldaşlarına. Yoldaşları severdi Ezda’yı. Ezda olduğu için değil! Yoldaşları severdi Ezda’yı; çünkü Ezda herkes olmuştu. Herkes kendinden bir şeyler bulurdu Ezda’da. Kendin olmanın en güzel rengiydi Ezda. Kendi oldukça, herkes olmanın resmiydi Ezda.
Haziranda uğurladık on dört canı. Beritan’ı, Ezda’yı ve daha nicelerini… Anıları mücadelemize ışık olurken, aydınlattıkları yolda yürümenin anlamına ulaştık. Sevdalarına sarılıyoruz serin haziran gecelerini anımsatan dolunaylı gecelerde. Haziran, düşmanı çatlatırcasına, kahkahayla gülmekti. Ve gülmek en çok kadına yakışırdı.
İki özgürlük çiçeği; biri Beritan, biri Ezda. Biri reyhan, biri fesleğen, ama ikisi de aynı. Haziranda gittiler. Zilan gibi, Sema gibi, Gulan gibi, Ronahi gibi ve daha niceleri gibi. Vedasını eksik bıraksalar da, varsın olsun. Gülen gözleri, haziranı daha da sevdirdi bizlere…
Beritan BATMAN, Ezda ARARAT ve Tüm Şitazin fedaileri anısına…
Mahabad GABAR