Susuzluğa…
Akşamın gizli elleri vardır senden çıkan, soğuk külde sana doğru ayak sesleri. Alkış bekleyen ıslığa yakın; yankısı dinince susar, susar.Böyle gerçeğe sokulmaya benzer ölüm kalım anı, tiz
çığlığına sessizlik arar. Bir kere olur, öyle bir kesişim noktası daha yoktur gitmek ya da dönmek arasında. Doğrusu çoğu ölüm yalana kaçar. Bir zehir artığıdırdoğaçlama harikası yalan, kâhin efendisi için sevmek zorundayalanı. Sahibin kula armağanıdır, yaklaşık hayat öpücüğü, yalan söyleminhiyeroglifi, çivi yazısıdır, binlerce yıllık şifrenin ilk yanıtı.
Gecikmiş itiraf itiraf sayılmaz. Bunu bilir. Yüzlerimiz değişir, kelamın asal ışığı muma döndükçe göz aydınlığa şaşırır. Niye kısılır uğursuz bir kehaneti fısıldar gibi; bilir, çünkü kâhinler yanlışyetişir. Öngörünün sık dalları arasında gizlenir hayatın tuzakları. Öyle kurutur, öyle kurutur ki birkaç ömür kesmez susuzluğu. Büyükler derler, çocuksu istek susuzlukta gelir. Su varsa tutku yarımdır, tek yanlı ve anlaşılmaz, uzaklara dalar, büyüsü yiter. Başka yollar denenecektir. Hem artık büyümektedir çocuk.
Sıkılgandır aslında savurgan değildir, zamanı ardına takar, çok koşar çocuk cam kürede ateş topu gibi ama ağır geçer günleri. Kapını çaldığında henüz bir şey yitirdiğini düşünmese desen bu saatte kimlerin geldiğinibilirsin. Ona neler kazanacağını söylersin ve yolları bir bir. Artık durmadan gidecektir.
Kodlanmış kapılarda kan bağı, azıcık akraba şansıçözülür anlam yoksa. Ham hayaller boyu zehirli, işgalkorkusunda düş benzeri başkalarının olur. Varlığımız kendi varoşlarındabizim bilmediğimizsusuzluğu anımsatan jestlerlesınarken tertemiz niyetlerini, oyunbaz şıklığında ve risk mekaniği gibigizemlidir. Yapacak bir şey yoksaruhumuzla aramıza güncel alışkanlıklarıyla uzak bir çağın albenisigiriyordur.
Oysa en umursamazı değil mi eller açlığın, besinleri bulan ve sofradan uzakta? Bu bilgiyleilerde bir gündirencinden aşağı saldın bedenini, yukarı tırmandın ve onu ölçtün. Gördüklerin birileri hep düşüyor, birileri hep tırmanıyor diye özetlenebilirdi. Ne düşüşün ne tırmanışın sonu görünüyor. “Düşüş daha kolay, yanına birini daha alabilir insan. Yükselmekse dert, tek başına yolculuk en güvenli olanı. Acaba ikisinin çığlığı aynı yerdenduyulur mu?” diye sormadan edemezdin. Yılan gömleğini değiştirirken ışıklar söner ya, yağmur diner bir an; ne çok şey yazılıp çizildi bir bilsen, neler konuşuldu bilmediğin dışarıda sana dair. Yoksa sen hepsini bir düşü önceden bilir gibi biliyor muydun? Kimdi, neydi elini bağlayan, söyle, ya bunu, yani geçmişi biliyor muydun? Bir gün bu soruların hepsini önemsiz buldun ve gittin.
Sürgünde içinden konuşulur, senin de dilin varmadı,buna sürgün denilemezdi. Haberin geç yetişti. Sezgi yollu, “Verecek bir şey kalmadıysa ölüme ağlar gözlerin, bana ağlama.” dediğini duyar gibi oldum. Orası gözünün görmediği anayurt, adımladığın dolaylı bir patikası;şartsız, kestirme yolu değil umutlarının. Yaşamdan oldum olası korkan ben ölüme karşı duygusuzdum. Belki düşünmek istemiyordum. Ne kimsesiz çocukların övülesi umudu vardı bende, ne de umut yayanların çıldırtan öfkesi. Garip gelecek sana, ölümden korkmadığım o biricik anda korkuttu beni her kılıkta Azrail. Silahsızdım. Yapraksız bir bahardı. Bir şiir pat diye düştü aklıma;
Rüyana yattım içinden bulut geçmeyen üç beş ay
Dilimde mayınlı bozkır ve onun şarkısı
Seni şiirimde düşlerken
İçten, yapmacıksız, tepeden tırnağa
Kardan adam intiharı ağlamaklı
Yaz yağmuru dedim sana, naz yağmuru
Karlarımda bırakarak patiklerini
İstedim rastlantım yaşadıkların olsun
Dallarında sonbahar salındı, sarardın
İşte böyle yatağını yapar önce
Suları alsın diye eşsiz bir baharın
Sen uyudun yeterince çıplak
İri yalnızlığının gölgesinde
Yaprak düşerken ısınır
Üşüyordum. Yarı uykuluydum. Kendimi elinde kafesini taşıyan bir genç kız gibi düşledim. Ölüm bu genç kıza yazılmış incecik bir delikanlıydı, ona sıcak baktı. Daha önce ölümün bu kadar eğlenceli, bunca konuşkan olduğunu düşünemezdim. Bazen uzaklara gömülüp ansızın ağaçların arasından çıkacağınıbilmem olanaksızdı. Buna kurt ölümü dedim. Anlam da verdim dişi kurdun ölümüne; “Kurt gözlerinde ölse de en son, annelik başladığı yerde biter” diye. Başka yürekler atıyordu yalnızlığıma. Bir suç, bir yasa gerekti, başka türlü yazılmazdı. Bırakmazsa devrim demekti; tanrıların yaptığı bir devrim!
Karşı karşıyaydı yatağımız. O gün ne düşlerimizden konuştuk, ne anılardan, ne de yemek pişirme genetiğinin değişiminden. Oldum olası büyük şeylerden söz ettim sana devrim gibi; karşısı olmayan devrimleri nasıl yapabileceğimizden filan. Devrimin ürkek, çocuksu yanları yani, hepsi palavra, tümü susuzlukta, benim kurmacamdı. Duyuyor musun, benim kaygılarımın eseri?
Daha da korkusuzsun ya sen bu sesi işitemezsin.Ancak her seher, yele dönük bir serinlik soluğunu bir şeylere çarptığını sana duyumsatacak. Bilmemek korkutur derler, bildiğinden korkarak... Hakikat bilgi dağarcığının beşiğini inceden sallar iken, biliyorum, o saatlerde hep uyanık kalacaksın. Dişlerinde sıkılmış bir uykunun borç yükü, karanlığa dikili kocaman gözlerin olacak seher. Seherle bakınca günün geri kalanını görmüş kadar olur insan. Geceden de arta kalanları. Bu güneşin avansı, koy cebine; sonra göreceklerine seni hazır tutar. Kimseye şaşırmaz, hiçbir şeyi yadırgamazsın. Utancın ikilemi sararsa dönüp gündelik yaşama bak. Yasanın kollarına bıraktığında kendini, mağrur çocuk adımlarını nasıl kuşkun, hınçlı ellerini nasıl savunmasız bulduysan... Bir silahla ödeşmenin yasasında öleyazan ben gibi. Seni on dördünde, seni on dokuzunda düşlerinden ne çıkarıp aldıysa.
Çoğu kaçarken vurulur, kimi kaçmamak için bile bile, her şey kurbanını çıkartırken. Zor yoktur kimine göre, olamaz. En sevgilisi sevgililerin zevk almaz yıkılışını izlerken dilsiz bir babanın, boynu bükük de karşılamaz. Bir söylence bir başkasına eklendiğinde söylence dil değiştirir. Bitmez, efsane olur. Bir gün, bir dağdan bir kaya yuvarlandığında, önce istemeden, sonra koşar adım, kopan bir duygusuyla benliğinin içi ürpermeden yaşamak mı, bu mu istek? Sorulmamış ihanetin seyir defteri mi yazıtlarımız, ne dersin? Böyle yaşamlarda yalnız zaman geçirilir. Ömür doyuma ertelenmiş her şeydir. İbadet geleceğe ertelenmiş zamanı ömrün. Bir çocuk rahatlığında karşılamak bırakılmayı? Alışıklıkta zaman yalnızca geçirilir. Çocuklara özel avluları var yasal tapınakların. İllegal tapınakların umutsuz söylencelere ardına dek açık kırık dökük kapıları. Hangi düş söyle hangi düş tutar seni?
Azalırsa hikmeti seni tutan inancın, kuşku dalgaları vurursa göğüs kafesinedikenlerini, aç kaldığın öğünleri topla ve Hızır’a bir gün daha ver. Nefessizlik ne kısa, açlık çok uzun. Susuzluğakur yarım aylar gibi iki yarısından saklanan bilinciningececi sorgularını. Bir dağ al gittiğin yerlerde, adıyla sanıyla bir dağ. Bir günlük ırmakla taşısın sana tanıdık kar şansını.Geçit ver çamurlu sularına, sen celladını seç, o akıtsın bilinmeyen deltalara içinden yaşamak arzusunu. Toprağa çökeltir tortuları, yaşadığını değilse de acılarını kavrarlar belki. Yaşadığını bilmeyen acı çektiğini de bilemez ya, bu çelişki sonsuzluğa dek sürüp gidecektir.Susuzluğa dek… Boğazımızdasilahıyla mevzilenmiş sen olarak.
Bu yazı 1993 yılında on dört yaşında Askerlik Yasası uygulamasıyla gerilla saflarına katıldıktan sonra inanılmaz bir duruş sergileyerek kısa sürede yaşayan bir efsane haline gelen Cudi yoldaşa gecikmiş bir uğurlamadır. Sayısız eyleme katılmış, yaşının çok ötesinde kişilik özellikleri geliştirmiş, on dokuzunda Koçgiri eyalet komutanı olarak sıra dışı bir duruma da imza atmış bu özel yoldaşı gidişinin yıldönümünde anmamak olmazdı. Sivas’ın Divriği ilçesi Darıseki köyü yakınlarında bir nokta baskını sonucu girdikleri bir çatışmada Piran ve yine eyalet yönetiminde yer alan Erivan-Gülşen Karan yoldaşlarla birlikte sonsuzluğa yol aldı. İşitme ve konuşma engelli bir babanın içine gömdüğü bir çığlık gibi sadece derin bir uykuda şimdi, üstelik doğduğu topraklara döndüğünün de bilincinde.)
Mücadele Yoldaşları