Gök çekti ellerini üzerimizden, yırtıldı mavi, söz üzerimize devrildi. Yeni bir alışkanlığa müptela oldu sessizlik. Öksüz kaldık bir daha, kör kaldık. Bir yolcu iken biz, şimdi yolda el kaldık.
Meçhul adresler ellerimizde! Sorduk, sorduk…Yatıya kaldık ıssızlığının hanında. Terketseydi bu bela bizi, kırsaydık bütün gitmeleri boynundan,çalacaktık bir gün kapını. Aç susuz, destursuz… Kadrin şerefine, senin için bin küfrü, yüz nefreti, on laneti sırtlayıp taa en orta yerinde cennetin,sofra kuracaktık. Yedi düvelin sevabına açacaktık suskunluğun orucunu.
Ama olsun… Zaman dağların mevsiminde YAĞMUR’lu bir gün…
Yandı gözlerimizin yeşili. Çekilmedi, çekilmedi adına ayırılmış bu veda, kan çekildi. Karda kaldı sözlerimizin bir teki. Tufan örtsün diye tüm ayıpları duaya durduk, sana döndük.
Tüllerle örtülü bir hikâye saklıyorduk yerin yüzünde. Açıldı üstü, kül sandık. Dizdik dizdik sıralı dileklerimizi üstüne. Senin koca gönlün dosta alçakken, ‘alçak’ zehrini suya dem saldı. Sattı tüm erdemleri aklın pazarında. Alana da, ödeyene de kalmaz kâr. Ve mertlik ucuza kapanır.
Ama olsun… Zaman dağların mevsiminde YAĞMUR’lu bir gün…
Gülmek bir eyvallahmış dağlının suretinde. Güldün, güldük… Merhabanın en dağlısını senden öğrenmişken eyvallahın en soylusunu sana borçlandık.
Sığmıyor şimdi ayrılığının ardından kalanlar. Yoksa sırtlamazmıydık ton çeken sevginden yükünü. Külü eştiğin zaman, gülü ektiğin zaman, bayrağı öptüğün zaman ve birden gittiğin zaman… Bilmezmiyiz adından söz, kır çiçeklerinden yol dizmeyi.
Ama olsun… Zaman dağların mevsiminde YAĞMUR’lu bir gün…
Sen,içimizdeki korkulardan ibaret enkazın üstünde bir zafer insanıydın sen. Biz yanında kollanmış tüm erdemlerin neferi. Söz saldın, işaret ettin ve emir verdin… Yürüdük, yürüdük… Ardından…Ve neye nereye varmışsa devrimcilik denen asalet, sussan da sen, herkes bilir ki bir de senden ibaret
Bir yol alıyoruz. Söz alıyoruz sözünün üstüne. Ne öğrenmişsek ne bilmişsek ödülsüz ve ödünsüz senden. Senden yine tüm kisvelerine nispet hakikatin cezbediciliği. Ama senden yine bu ayrılığın güçvericiliği.
Ama olsun… Zaman dağların mevsiminde YAĞMUR’lu bir gün…
Şimdi kirlenmiş sonbahar resminin tam ortasında, şimdi gözleri kör eden bir çöl fırtınasında, şimdi ateş almış bir ormanın en çıkmazında... Sen varsın sen, dilin dönmediği kavgaların en yamanında.
Bütün ifritler ulumuşken, ses salmışken bir puştluk vakti randevusuna, ceberut bir katil soluyorsa kahpeliği ama yine de mahşer vaktine bir tek seninle yetişmişse yiğitlik, cesaret utancından bir sana sığınmışsa ve onur ak alnına oturmuşsa bir taç gibi, artık seni anlatan hikayenBARAN’ın diğer adıdır.
Ve zaman dağların mevsiminde YAĞMUR’lu bir gün…
Yürüdün…yürüdün… Ve ermek gibi vardığın her yolculuğunun molası. Sana dair sözler söylendi şiir gibi, Dersim gibi… Güldük, kızdık, korktuk, cesaretlendik. Anladık sevmenin kırk türlü dilini…
Öyle bir sürdün ki kavganın atını, öyle fişek attın ki, öyle kızdın ki kaçkınlığa, öyle sustun ki bağırır gibi, öyle baktın ki içimizi delerek, öyle dillendin ki en sağır yanımıza, öyle güldün ki acınası yokluğa… Utandı en insan yanımız.
Artık!
Yok başka çaremiz şimdi. Çünkü zaman dağların mevsiminde YAĞMUR’lu bir gün… Ya kaçacak ruhlarımız bir kuytuluğa ya da ıslanacağız senden düşen tüm erdemlerin altında…
Harun DOĞAN