Zağroslarda ‘terbiyeli bir kış’ın orta yerindeyiz. Hala alışamadım beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyen tanımlamalarına. Her şeyi terbiye ile ifade ediyorlar kendilerini terbiye ederken. Mesela, kar yağmazsa ‘terbiyesiz’ diyorlar o kışa. Çok yağıp her şeyi silercesine kaplarsa her yeri, ona da ‘terbiyesiz’ diyorlar. Her şeyin kıvamında ve tadında olmasına özen gösteriyorlar. Buna uyan her şey terbiyeli, uymayansa terbiyesiz oluyor. Terbiye ediyorlar her şeyi. Kendilerinden başlayarak sonra, terbiyesizlere geliyor sıra. Terbiye ustası hepsi de. Çünkü terbiyeli hepsi. Böyle tanımlıyorlar. Ben de aktarıyorum.
Yüksekler gelinliklerine bürünmüş yine. Alçaklar ve alçaklıklar ise aşağıda gölgemsi duruyorlar. Gözleri ışığa ve beyaza alışık olanlar biraz kararınca hava, iyice görmez olup ürküyorlar. Karanlıklara bakmayı sevmiyorlar. Alçaklardan ise iğreniyorlar. Dağların en ağız dolusu gülebilen ve küfür savurabilen ak saçlı bir delikanlısı yeni gelenlere dağı anlatırken dağlı olmanın alfabesini anlatıyor. Ağız dolusu yine. Yükseklerden alçaklara bakınca nedense aklıma hep o upuzun beyaz saçlı ağız dolusu küfürleri kahkahalarında eriten yüreği çocuktan çocuk, kafası kendi deyimiyle ‘hep bing-bang hallerinde’ olan çocuğu hatırlıyorum.
‘Bakın heval’ diyor. ‘Bu yükseklere çıkmak zor bir iştir. Meşakatlidir. Yolun başındayken neyle karşılaşacağınızı bilerek atın ilk adımlarınızı. Bu yolun sonu zirvedir. Zirvelere çıkmak zor ama orada durmaya devam edebilmek daha da zordur. Başınızın dönmesinden korkuyorsanız yükseklerde,uçurumların çekiciliğine kapılma ihtimaliniz varsa hemen durun ve orada kalın. Ama bu içine tükürülesi dünyaya ille de tepeden bakacağım diyorsanız, çıktığınız yükseklerde toprağa sağlam basın ayaklarınızı. Unutmayın, alçaklıklardaki alçaklar alçaklıklarını ancak kendilerinden ancak yukarıda olanlara bakarak fark ettiklerinden, alçaklıklarını herkesi alçaklıklara davet ederek, yücelikleri de alçaltarak alçaklıklarını gizleyebileceklerini sanırlar. Bakın yüksektekiler ve yükseklere tırmanma yolunda olanlar, zirvelere tırmanmak da, zirvelerden seyreylemek de bu dünyayı zor ama bir o kadar da keyifli kılar. İlle de çıkmışsanız bu yola keyfini çıkarın. Ama sakın düşmeyin. Alçaktayken düşmek çok incitmez insanı. Alçaktakilerin alçaklıkla aralarındaki mesafe kısa olduğundan çoğu zaman düştüklerini bile fark etmezler. Ama yükseklerden, zirvelerden düşmek dipsiz bir kuyuya düşmeye benzer. Param parça olur insan. Acılarda yiter gider. Yokluklarda yok olur gider. Yükseklerden düşmek sadece alçaklara inmeyi değil, sınırsız azaplarda olmayı getirir. Param parça olarak anlamaya, anlaşılmaya ve hakikate dair her şeyi yok eder. Alçaklardaysanız ve alçakları sevmiyorsanız bir an önce çıkın oradan ve tırmanmaya başlayın. Ne kadar yücelirseniz o kadar iyi. Ama sakın dönüp geriye bakmayın. Ve çıkarsanız yükseklere hep orada kalın. Yolu meşakatli ama zirvesi keyiflidir. Başınız dönebilir önce, gözleriniz kamaşabilir. Sakince bekleyin. Alışınca yükseklere qolinc’ınızda ince bir sızı hissederseniz korkmayın sakın, onlar sizi yıldızlara götürecek, kanatlarınızın derinize yaptığı baskının acılarıdır. O yüzden zirvelerden alçaklara bakmak hüzün, yıldızlara bakmak ise sevinç yaratır sizde. Sizi buraya getiren ayaklarınız değerlidir. Ama en değerlisi o ayakları yürüten yüreklerinizdir. Yükseklere hoş geldiniz. Burada adettir: yeni gelenleri yüreklerinden öperiz biz. Yüreklerinizden öpüyorum…’
Bu sözler farklı kelimelerle hep yankılanıyor beynimde ve yüreğimde. Şimdi bulunduğumdiyarlardan ölçülebilir mesafelerde epey uzak ve yükseklerde yürüyüşlerine yücelik kattığını o dal gibi ince, ağız dolusu yaşamayı, çevresindeki her şeye, taşa, toprağa, kelebeğe, yıldıza bulaştırmayı ustaca yapan çocuğu hatırlıyorum. Bu tırmanışta geldiğim yerden aşağılara baktıkça sesi yeniden yankılanıyor kulaklarımda.
Bu ‘terbiyeli kış’ın ta kalbinden ana rahmi sıcaklığındaki mağaralarında uzaktakileri ve yürüdükleri yıldızları anıyoruz hep. Yıldızlar ve yüksektekiler sevince boğarken yüreklerimizi, alçaktakiler ve alçaklıklar ürkütüyor bizi. Yaşlı olanlar son dönemde daha fazla okudukları ve sevmeye başladıkları o pos bıyıklı Almanın bir sözünü fısıldıyorlar kulaklarıma. Kendine ‘Zerdüşt’ün çırağı’ diyen o pos bıyıklı Alman kardeşin ‘uçurumlara bakanların yüreklerinde uçurumlar oluşur’ diyormuş. O yüzden ‘hep yıldızlara bak’ diye fısıldıyor kulaklarıma. Öyle yapıyorum. O yüzden kelebek yurdu yüreğim, yıldız yağmurunda şimdi. Hepsini tek tek hatırlayıp kucaklıyor ve yüreğimle yüreklerinden öpüyorum.
Size yıldızlı ve kelebekli yazılar yazacağım demiştim ya, şimdi yıldız yağmuru yüreğimden bir yıldızı, onun hiç kimsenin o kadar güzel telaffuz edemediği sesinden bir Pepûle’ye dair bir çift söz etmek mecburiyetindeyim. Dilim onun güzelliğini anma ağırlığında birbirine dolanırsa mazur görün. Ama VÎYAN’ı her yıl hatırlama, anma ve hatırlatma sözündeyim. Ne desem eksik kalacak, biliyorum. Yüreğime gömüp yıldız yağmurunda en parlak yıldızlardan biri olarak gömülü kalıp, yüreğimi ateşlerde ısıtması belki yeter bana. Ama bir çığlık misali Haftanîn’de yıldız bedeniyle ‘Unutmak İhanettir’ diyen sesini hep taşırmak zorundayım. Yazıcılığıma emanet etmek istediği sesini yankılandırmak durumundayım. Bu bana verilmiş bir görev.
Bu dağlarda en kutsal şeydir görev. Hele bir yıldızın, bir pepûle’nin size layık gördüğü bir görevse bu, asla unutamazsınız. Unutmak İhanettir sözünün bir pepûle’nin kanatlarından size bırakılmasının nasıl bir görev duygusu olduğunu bu kapkara puntolarla anlatamam size. Yücelerdeyseniz ve yıldız yağmuru kelebek işgalindeyse yüreğiniz, unutmak daha bir alçaltıcı gelir size. Alçaklardan korktuğum için hep bakıyorum yıldızlara ve pepûle’lere.
Yıldönümü yaklaşıyor Pepûle’nin ateşlerde bir yıldız olmasının. Ne kadar zaman geçti? Yüreğimin takvimi zaman geçmedi diyor. Ölçülebilir zaman takvimi 7.yılını gösterse de VİYAN bütün güzelliği, kelebekliği ve yıldızlığıyla tam karşımda duruyor. Yüreğimin kadrajındaki fotoğrafları bastığım deklanşörden çıkarak ana rahmi duvarlarda gülümsüyor bana. Ben de gülümsüyorum. Ne kadar zaman geçti? Ya da geçti mi zaman? Şimdi şu tünelden her tarafı beyaza kesmiş mağaranın dışına çıksam beni orada bekliyor olacak. Biliyorum. Kafamı uzatır uzatmaz kartopunu kafamda patlatacak biliyorum. En sevdiğimiz oyundu kartopu oynamak. PKK’yi Yeniden İnşa Okulu’nun en yaman kartopu oyuncusu ve sesi, dengbêj namelerinde yüreklerimizi kaplayan halaybaşısı burada şimdi. Onunlayım. Doyum olmaz sohbetlerindeyim. Yeniden Halepçe’yi anlatıyor bana. Ve pepûle’leri…
VÎYAN… Leyla… Pepûlemiz… Xoşevîst’imiz… Unutmadık. İstesek de unutamayız ki seni. Sen kelebek yurdu yüreklerimizin en cıvıl cıvıl, en güzel, en renkli kelebeği, yıldız yağmuru kanatlarınla yüreklerimizde yakıcı bir aşk ve tükenmeyen umut. Seni birilerine anlatmaya kalkmak ve hatırlatmak görevim var, biliyorum ama görev derdinde değil, yürek aşkında anlatabilmek isterim seni. Nasıl mı? Bilemiyorum. Ama ihanet etmedim. Alçalmadım. Yine sana yürüdüm. Şimdi yürek mesafesinde kartopu oynayacağım seninle. Ustası olduğun bütün çocuk oyunlarımızda hep sen kazananı oluyorsun. Olsun. Sana yenilmek çok keyifli. Şimdi vurulsam ve şu kar’a düşsem, altında saklanmış beni bekliyor olacaksın, biliyorum. Vurulsam sana düşeceğim biliyorum. Vurulsam alçaklara değil, yıldızlara düşeceğim.
Şimdi yine dağlardayım. Ateşlerde kül olan kelebek eksiltti mi bizi? Hayır. Kaldığım kampta VİYAN var. Çoğalmış VİYAN’ın birçoklarından biri. Ne kadar çok VİYAN var dağlarda? Hepsi de birbirinden VİYAN. Hepsi de birbirinden halay başı. Hepsi de birbirinden Pepûle.
Şu tünele dalıp dışarı atsam kendimi ne kadar çok kartopu yiyeceğimi biliyorum. Ve her çocuğun oyun heyecanında korkuluyum. Çıksam beni kara gömecekler biliyorum. O kadar çoğalmış ki VİYAN, her yanım VİYAN şimdi. Çocuk arkadaşım, kartopu oyunlarındaki oyundaşımve ateş sırdaşım bir ordu olmuşsun. Oynasak hepsi sen olan bütün VİYAN’lara yöneleceğim. Hangi VİYAN’a baksam yeniden yeniden vurulacağım. Yüreğim VİYAN yağmuru, VİYAN yurdu şimdi. Bu kadar çoğalmış VİYAN’la oynayacağım oyunlarda yenileceğim. Korkuyorum. Ama hiçbir korku çocuk oyunlarımıza engel değil. Ürkerek sana ilk adımımı atacağım. Sonra sana geleceğim, ürkerek ama korkusuz. Hiçbir soğuğun kâr etmediği yüreğinle karlar altındasın şimdi. Varsın gömüleyim bütün dünyanın bütün karlarına. Biliyorum, senin yüreğinle ısınacağım. Ve sımsıcak bütün karlar şimdi. Üşümeyeceğim. Gömülsem karlara hiç sönmeyen yangın yeri yüreğine gömüleceğim.
Şimdi şu tünelden çıkıp seninle oyun oynamaya geleceğim. Ve bakar bakmaz vurulacağım sana. Vurulacağım biliyorum. Ama sana vurulmak, sana düşmek o kadar keyifli ki anlatamam. Seni hatırlamak bir görev, bir slogan haykırışı değil, seni hatırlamak bir kelebeğin gözlerine vurulmak, seni hatırlamak bir kelebeğin kanadına düşmek, seni hatırlamak çocuk oyunlarımızda oyun ustalığına teslim olmak ve ustalara saygı duymaktır. Bu oyunlarda en ustamız, en güzelimiz, en çok çoğalanımızsın. Bak şimdi yine buradayım. Sana geldim. Vurulmaya, yenilmeye ve teslim olmaya her şeyimle. Nerede bir VİYAN görsem vuruluyorum. VİYAN dışarıdan çağırıyor beni. Genç VİYAN. Güzel VİYAN. Oyunlarımın hep kazanan ustası. Geldim. Seni daha da çoğalmış, güzelleşmiş ve ustalaşmış gördüm.
Hatırlamak mı? Hatırlamak için önce unutmak gerekir. Ben seni unutamam ki hatırlayayım. Bütün yüksekler ve yıldızlar Pepûle yurdu. Nereye baksam sen,neye baksam sen, her yer sen, her şey sen. Seni unutmak kendimizi unutmaktır. Unutmadık. İnkâr etmedik kendimizi. Sen inkâra gelmezsin. İkrarda biraz acemi kaldıysam acemiliğimdendir biliyorsun. Usta sensin. Biz ise çırak. Böyle bir ustanın çırağı olma keyfini ha bire anlatıyoruz herkese. Çıraklığımız çocukluğumuzdan gelir. Çocuk sevincinde çıraklarız biz. VİYAN’ın çırakları. YILDIZ çırakları. PEPULE çırakları. Oyunlardan öğreniyoruz her şeyimizi. Vuruluyor muyuz? Evet, vuruluyoruz. Ama hiç korkmuyoruz vurulmaktan. Çünkü düşsek, kar’ın altında saklanan güzel ustanın kanatlarına düşeceğiz. Kar topu oyunlarında hırpalanacağız önce. Sonra ustamız, halay başımız halaya davet edecek bizi. Davetine yok diyemeyeceğimiz bir halay başı bu.
Şimdi tünelden dışarı gidiyorum. Oyun arkadaşım davet ediyor beni. VİYAN davet ediyor. VİYAN’ın daveti kabulümüzdür. Gidiyorum. Ürkek ama keyifli. Hüzne bulanmış bütün sevincimle VİYAN’a gidiyorum. Kar topu oynayıp halay çekeceğiz. Yerimiz geniş. Yerimiz yüksek. Hiç alçaklara bakmadan yıldızlar altında yıldızlarla kol kola girip halay çekeceğiz. Dedim ya, yerimiz geniş. Yüreği yücelerde olan, yüreği yıldız yağmuru ve kelebek yurdu olan herkes davetlidir bu halaya. Davet eden VİYAN. Kabulümüzdür…
Gelemedim üzgünüm
Sen gidilesi yere gittin
Yüreğimin sağ yamacı yangın şimdi
Sol yanımı çığ tutmuş
Oynanacak oyunlarımız vardı
Sen halaydasın şimdi
Gelemedim özgünüm
Hani bir fil yürüyüşünde bitecekti her şey
Sen yine yaptın kelebekliğini
Oysa birlikte gidecektik
Herkes gülecekti fil ve kelebeğin yolculuğuna
gelemedim
şimdi daha bir dardayım
her şeyimle at hüznündeyim
sen halaydasın
her şeyinle davetkarsın
geleceğiz biliyorsun
Güzelin bu kadar güzeline
Sen ateş güzeline
‘Yok’ diyemeyiz hiç birimiz
Geleceğiz biliyorsun
At hüznünde fil yürüyüşünde
Karınca katarı gibi
Hepimizde ateş taşıyacağız
Yangına ateş istemişsin
Halay davetin kabulümüzdür
Geleceğiz biliyorsun
Sonra hep birlikte gideceğiz
En çok da oraya
Yangın çıkarmaya gideceğiz
Biliyorsun bizde yanacağız o arındırıcı yangında
Davetin kabulümüzdür
Alevinde arınacağız
Sana ‘yok’ diyemeyiz
Biliyorsun xoşevistimiz...
Jêhat Bertî