Kışla baharı birbirine bağlayan o yumuşak geçiş, ince pastel çizgi Zap ırmağında nasıl da keskin biçimde belirginleşiyor. Önce kükürt kokulu yeşile çalan rengiyle, önüne kattıkları ve uğultusuyla birdenbire yoğun ve koyu: demlenip soğumuş çay renginde akıyor, akıyor. Su daha çok, nefes daha az bulanık: Islak dallarda kükürt kokusu silik bir obje artık. Şubat’ın son haftası kıyısına geldiğimizde ilk haliydi. Sonra değişti. İlkin debisi, sonra rengi ve derken sesi.
Pırıl pırıl gözlerinde gelecek beklentisi yüksek, dünya güzeli on bir gencecik fidan. Görür görmez kanımız ısınıyor. Elimizde olsa zamanı durdururuz. Ama mücadele gerçeği başka bir dilde konuşur. Onlara gereken biraz teknik donanım, ideolojik, örgütsel, siyasal ve askeri yetkinlik. Bunun aktarımında bir damla pay sahibi olmak ne büyük mutluluk ama belki o anların sıcaklığında bu gerçeği yeterince duyumsayamıyoruz. Bu biraz da nereden başlayacağını bilememekle ve zamanın ne getireceğini kestirememekle ilintili bir durum. Bir şey bozulduğunda yenisini yapma telaşının metalik gürültüsünde kaçırılan şeyler. Ama aşılacak. Sezilerimiz elimizden tutuyor. Onlarla kaynaşmaya çalışıyoruz. Ne kadar başarabilirsek… Daha doğrusu onların bizi çekmesini beklemek mi bilemiyoruz.
Aralarında yaşça biraz daha büyük olanları Şilan Cudi yoldaş. Farkın çok değil, iki-üç yıl olduğunu belirteyim. Fiziksel anlamda daha az, davranışlarda daha çok öne çıkan bu farkın o yaştakiler açısından bir önemi varmış gibi duruyor. Bir de çoğunluk aynı yaş grubundaysa. Belki biz yetmiyoruz, yoldaşlar kendi aralarında da bir büyükleri olsun istiyorlar. Bu yanıyla ortalamanın biraz dışında bulunsa da öğrenme istemi, biraz örtülü girişkenliği onu hiç arka planda bırakmıyor. Ne yaptığını biliyor. Ele vermediği güçlü yanlarıyla yoldaşlarının üzerinde etkisini bir biçimde hissettiriyor. Görülemez, dokunulamaz, yalıtık ortamımıza özgü bu etki onun dışa vurmayan sıcakkanlılığıyla da ilgili, dışa vurmayı çok istemediği zekâsıyla da, dışa vuran çabasıyla da, dışa vurmayı istediği yoldaşlarını güvenli havasıyla sevmesiyle de. Hiç mi hiç geride kalmaya niyetli olmadığı çabuk anlaşılsa da o sivrilmeyi diğer yoldaşları yaşasın istiyor. Ders ortamı dışında aramızda çok az konuşma gelişiyor. Benim anladığım ama şimdiye kadar söyleyemediğim bu.
Bunca mesafeli yaklaşımdan dolayı kendimi suçlamıyor değilim. Evet, bir dönem verilen eğitimin ardından herkes görev alanına gidecek. Bir daha görüşülmemesi de olası. Kısacık bir anda sızı, günü gelince çıkacak anılar ve her şey kaldığımız yerden sürecek. Önemli olan kimin payına neyin düştüğü. Ama herhangi bir çalışmada en üst verimin alınmasının, yeterli katılımla olduğu kadar insanların birbirlerini iyi anlamalarıyla da bir ilgisi var. Dil hedefini bulmak zorundadır. Sanırım o dönem bu eksik kaldı. Bu yoldaşların erken yitirilmelerinde bu düzeyde güçlü yoğunlaştırmanın olmayışını da bir etken olarak görürüm. Yeri geldiğinde gözünü kırpmadan canını vermek kutsaldır, yanı sıra canını koruyabilecek yetkinliğe erişmesine katkı sunmak da en az o kadar kutsaldır diye düşünmekten uzaktık.
Çoğu kuzey alanlarına giden bu genç gerillaların bazısı aramızdan erken ayrıldı: Dünya Afrin 2007, Arjin Garzan 2008, Dündar Gabar 2011. Onları eylem ve çatışmalarda yitirdik. Biri tutsak. Nevzat’ınki daha dramatik ve zamansız; uykuda vurulan üç kişiden biriydi. Şilan Cudi de 2012 yılında bize veda etti.
Ayrılırken bize ‘çabalarımızın karşılığı olarak’ birer Önderlik fotoğrafı verdiler. Arkasına “Emeklerinden dolayı Mamostelerimize teşekkür ederiz” diye de not yazmışlardı. Yanılmıyorsam birer de kalem.
Onlardan bana bir fotoğraf daha kaldı. Nisanın onu olsa gerek, güneşli bir günün sabah saatleri, yanlarından ayrılacağımız zaman çektirmiştik. O zaman dijital fotoğraf makineleri sayılı. Eski tip, otuz altılık poz alan bir Canon makineydi sanırım. Haliyle fotoğrafın çıkması zaman alacak. Nazlanarak da girmişim. Bu yüzden çok belli etmesem de için için bir gün o fotoğrafı bulabilir miyim diye düşündüğüm çok oldu.
Fotoğrafa Arjin Garzan yoldaşın albümünde rastladım. Tez canlılıkla bakarken bulacağım içime doğmuştu. Yanılmamıştım. O yoldaşların önemli bir kısmını bir daha göremeyeceğimi bildikten sonra o fotoğrafa ulaşmasam içimde kalırdı. Şimdiki acısı da az değil ya…
Biri dışında hepsi o fotoğrafta vardı.
O sırada neredeydi bilmiyorum ama o karede yoktu. Şilan Cudi. Belki fotoğrafı çekmek üzere makinenin deklanşörüne basan el onunkiydi. Belki bir köşeden bizi izledi. Nedeni ne olursa olsun yokluğu şimdi görülüyor. Bu bulunmayış sanki ben ve diğerleri arasındaki o açıklığın da nedeni. Sanki geleceğini düşündürtüp bir türlü gelmeyen bir yüzün bir türlü gitmeyen çağrısı. Gizli bir yüzden yayılan apaçık sakınganlık gibi. Bir açıklığa serpilmiş başka bir çağdaki bir başkasından kalma o kuşkun utangaçlığı ne örtebilir?
Bir fotoğraf daha mı?
Başkalaşmış düşler... Ayaklarını donmuş otlara sürterek atlanan yıkık duvarların eni boyu kadar. Güneşin değmediği saatler ne de çok. Uçurumlar tehlikeli oyuncak. O fotoğraf gösterecek, dünya en güzel halini alacak.
En iyisi o bulunmayışı bir gizlenme olarak almak mı? Eksik kalan onun görüntüsü değil yalnız. Ona veremediklerimiz. Doğrusu onun bize vermedikleri.
Sakin bir öğle sonrası. Her şey yeni başlamış gibi. Yağmurun değdiği göllerde bir çift ürkek yeşil yaban ördeği. Yapraklar açıyor. O fotoğraf özgürce bir araya gelişe tanıklık ediyor.
Mücadele Yoldaşları