BİR YÜREK DÜŞÜN; SU KADAR BERRAK, GÖK KADAR MAVİ VE TOPRAK KADAR KUTSAL

Geceler neden bu kadar sessiz, durgun ve huzurludur diye düşün. Sonra zifiri karanlıkları yırtan yıldızları düşün. Mavileri yırta yırta göğün zirvesinde arşa değen o yüreği düşle. Göz bebekleriyle yüreklere masumiyeti damlatıp taze düşler filizleyen, hayallerine sıkı sıkıya tutunan fedaiyi düşün.

Hakikatin yüce arayışçısı
Yaşamın hırçın savaşçısını düşle
  Yüreklere yeşil umutlar, beyaz türküler sığdıran mavi yürekli, mor gülüşlü düşlemek. Fedailik bütün koparılmışlıklara, yitirilmişliklere ve yok edişlere meydan okurcasına tutunmaktır. Heval Şervan bütün yüreği ile kucaklamıştı yaşamı. Bu yaşamın her bir zerresi için sonuna kadar açmıştı yüreğinin kapılarını. Adanmışlığın en güzel temsiliydi aslında. Bu yaşama, yoldaşlığa ve Önderliğe öylesine adanmıştı kendisini.
  Önderliğin militanı olarak Apocu militan çizgisinde en sağlam adımları atarak yürümeyi kendi esas almıştı. Bu esası kendisi ile beraber özelde genç arkadaşlar olmak üzere bütün yoldaşlara esas kılmanın çabası içerisindeydi. Genç arkadaşlara ilgisi farklıydı. Onlara takılıp şakalaşıyordu. Yaşamda sürekli gözlemiyor, en sıcak gülüşleri ile renk katıyordu. Kendisini, o güzel yüreğini sistem dayatılmalarından gün be gün temizlemişti. Öte yandan yoldaşlarının sistemin kirliliklerinden arındırmanın ve özlülüğe kavuşturmanın savaşı içerisindeydi. Fedailik, "kendinden dirhem dirhem vermektir." Diyordu Şervan yoldaş. Dediğini savunurcasına yaşıyordu. Yaşamın her alanında dirhem dirhem kendini veriyordu. Çalışmaya ve başarmaya tutkundu. Alçak gönüllü, mütevazi, sıcakkanlı, içten ve samimiydi, emek vermek esası üzerineydi. Bu yüzden gece gündüz fark etmiyordu onun için. Durmadan çalışıyor, daha güçlü katılımlar ve eylemsellikler adına müthiş bir çaba sarp edip gecesini gündüzüne katıyordu.
Düşleri, düşünceleri derindi. Çünkü yaşama derinden bağlıydı. Gözleri derin derin bakıyordu. Düşlerinin derinliği gözlerine misafir olmuştu ki. Tebessümlerine sıçrayan o düşlerle yüreğinin derinliklerinden geliyordu gülüşleri. Onu tanımak için öyle uzun bir zaman dilimine çok ihtiyaç duymuyordu insan. Seni gülüşleriyle selamlıyordu. Tebessümler yalnız yüzünde kalmıyordu öyle. Gözleri yüreğine dokunuyordu insanın ve yüreğine damlıyordu o mor gülüşleri. Ölümü utandıran gülüşlerin sahibiydi o. İnsanlarla uğraşmayı seviyordu. Her yoldaşının kendisini yaratma savaşımında emek vermek istiyordu. Yalnız duruşu ile değil, bu uğraşı ile de güç veriyordu. Önemli olan eksikliğe düşmek değil, bu eksikliklere isim koyup çözüme eriştirmektir. Çünkü onun için esas olan çözümdü ve kendisine de esas aldığı buydu. Bu yüzden, "kendi eksikliklerine ad koymak en büyük mertliktir" diyordu. Ve hepimizden mert yürekler yaratmamızı bekliyordu. Yaşamıyla, duruşuyla, iyilikte, güzellikte her zaman önce yoldaşım dedi Şervan yoldaş. Ve son ana kadar da yaşattı yoldaşlığını. Bütün yüreklerde yoldaşlığın resmi oldu. Yaşam öyle nefes alıp vermek değildi. Onun için, kıran kırana, soluk soluğa dakikalarda bile dönüp "yoldaşım demek ve son nefesini verip, göç etmek pahasına yoldaşlarını ölümün pençesinden kurtarıp ölümlerde yaşamı yaşatmaktı.

Hesapsız ve korkusuzca
Yürekten ve fedaice
"Bu devrenin de kahramanları olacak" demiştin. Ve yüreklerimizden kahramanlığın, yoldaşlığın, mertliğin ve fedailiğin resmi oldun. Mor gülüşlü, yüce yürekli yoldaş! Şimdi gülüşlerin her yürekte bir orkide çiçeği misali filizlenip, düşlerin yağmur taneleri misali bir bir düşüyor yüreklere. Öyle narin ve beyaz iken bir yanı, bir yanı öyle derin ve öylesine mor.
Gülüşlerinle, yarattığın düşlerle, seninle, yüreğinle umudumuz yeşil, türkümüz beyaz ve gülüşümüz mordur şimdi.

 

Mücadele arkadaşları