BİR ALACAĞIM VAR…

 Bir şeyi belirlenmiş sınırlar içinde anlatmakla onun gerçeğini tüm çıplaklığıyla yansıtmış olur muyuz? Sınır çizmek bir şeyi çırçıplak haliyle anlamak zor olduğundan mıdır, giysiler içinde birini tarif etmek onca zorken? Bir sınırdan diğerine geçildiğinde anlattıklarımızı yasımış olmuyor muyuz? Yine de başka yolumuz yok gibi. Çizilmiş sınırlar bir varlığın hem kabulü, hem kanıtı, hem güvencesi ama hem de kendisiyle çelişkileri, hükmetme arzusu ve aynı zamanda bu arzunun küçümsenmesi demek değil midir? Sınırlar yok hükmünü de kapsamaz mı? Yani yok edilme zamanını beklemeyi, kendi kendini yok etmeyi… Belki sınır, sınırın yok sayılmasıdır. Yine de kendini var etmek dediğimiz sınırlarda gezinmeyi sürdürelim.
Diyelim ki Bingöl: Yüz elli yıl önce neydi acaba, elli yıl sonra ne olabilir? Bir toplumun öyle ya da böyle kurdukları, bir araya getirdikleri ya da dışladıkları arasındaki kolektif bir uyum ve uyumsuzluk topoğrafyası mı? Anlaşılmaz bir uzaklık mı, paradoksal bir birlik mi? Birilerine son nefes alanı, başkalarına iştah açıcı bir toprak parçası mı? Bu sorular sorulacaktır
Ya da Palu… Bingöl’den ne farkı var ki? Bilenler bilir Palu ile Bingöl’ün bir elmanın iki yarısı olduğunu. Şeyh Sait için dünyaya gözlerini açtığı Palu neyse direnme gücüne güvendiği Bingöl de o idi. Zamanla farklı oyunların oynandığı açık alanlar haline getirilmek istendiler.
Hem Palu hem Bingöl denince akla farklı bir özgünlük, dediği dedik, cesur ama sayıca azalmış insanların yurdu gelir. Dinin ve Zaza kimliğinin at başı yarıştığı, bazen birinin, bazen diğerinin baskın geldiği izlenebilir, yine de her ikisinin çoğu zaman ustaca harmanlandığı gözden kaçmaz. Bu nedenle küçük ama etkili, büyük ama etkiye açık birer kent şimdiki Bingöl ve şimdiki Palu.
Dersim’le ayrı, Muş’la ayrı, Elazığ’la, Diyarbakır’la apayrı ilişkiler geliştirmişlerdir. Ama bir de kendi iç dinamikleri vardır ve bunların hepsini kotarmaya yeminli gibidirler. Bu Bingöl’ün ya da Palu’nun köklü direniş ve uzlaşma kültürünü kaynaştırma özelliğinden ileri geliyor, yaşamanın kolay ama onurlu yaşamanın zor olduğu koşullarda nereye kadar dengeli durulabileceğini gösteriyor
 Amed (Murat Topaloğlu) da 1982 yılında Palu’da doğmuş biri olarak Bingöl’ün özelde 2000 sonrası bir yerel merkez rolü oynayışına da tanık olarak büyümüş, o rol içinde şekillenmiştir biraz. Bingöl üslubuna göre şekillenmiş olduğunu kendisi söylüyor zira. Çelişkileri görmüş, yapılmak istenenleri anlamaya çalışmış, çoğunlukla şiirlerle bezediği defterine duygularını yansıtmıştır. Zaza adıyla tuttuğu defterini kendi yazdığı Zazaca birkaç şiirle noktalar.
 “…Tase dısmenra / Awıke mewe / Kenek ez sekiri / İn faşisti / Ne verdeni / Ez beri dewe” (Düşmanın tasından su içme, kız ben ne yapayım, bu faşistler köye gelmeme izin vermiyorlar.) böyle bir şiirden bir bölümdür. Yurt sevgisinin ne denli güçlü olduğunu başka nasıl anlatabiliriz, yurdumuzda yaşamamıza engel olan her şeyin faşizmden ve düşmanlıktan ibaret olduğunu bundan açık bize ne anlatabilir? Bu sitem bir öze dönüş ve direniş çağrısı değilse ve bu çığlık vasiyet değilse genç kızlara, oğullara nedir öyleyse?
Ailesini aşırı dinci-muhafazakâr ve feodal olarak tanımlar. Düşmanın onları bu özelliklerinden de hareketle kullanmak istediğini fark ettiği için çekinmeden bu kullanılmanın adını faşizme alet olma diye kavramlaştırır.
Beşi kız, ikisi erkek yedi kardeşi vardır. Lise bitirmiştir. Türkiye’nin değişik kentlerinde çalışmak için bulunur. Bu arada askerlik de yapar.
Aslında Amed yoldaşın uzak akrabalarından gerillaya çokça katılım vardır. Ama gençlerin gerillaya ve siyasal hareketlere ilgisini azaltmak için yürütülen karşı politikalardan etkilenerek büyümüştür. 12 yıl boyunca politika dışındaki her şeyle uğraşır. Esrardan tinere kadar çeşitli bağımlılıklar onu başka bir dünyaya sürüklemiştir ve bu çıkışı zor bir dünyadır. Ama o ne yapar eder kurtulmasını bilir. Kurtulmasında ona yardımcı olan da Kürt halkını ve ezilen insanlığı benzer tüm kötülüklerden, en başta da işgal ve sömürüden kurtarmak için harekete geçen PKK hareketidir. Çünkü bu hareket, kötülüklerin kaynağının zaten bu işgal ve sömürü olduğunu daha Amed doğmadan önce söylemiştir.
Bingöl’de 2009-2010 arasında bir yıla yakın legal parti yöneticiliği yapar. Sayısız kereler gözaltına alınır. Her seferinde öfkesi daha da bilenir ve bir gün onu şu sözü söyleyecek aşamaya getirir:         “TC’den bir alacağım var.” Bu sözü kuzey sahalarında gerillacılık yapma konusunda talepte bulunduğu sırada söylediğini de anımsatmakta yarar var.
Bunun öncesinde gerillaya gelişi ve Xakurke alanındaki yeni savaşçı eğitim süreci yatıyor. Bu eğitim sürecinin sonunda aldığı notta şunlar yazar:
“Örgüte bağlılığı, dürüst-özlü bir katılımı var. İstekli ve katılımında istikrarlıdır. Sorunlar karşısında dar duygusal yaklaşımları çıkabiliyor. Yöntemde zorlanmalar yaşıyor. Bazen daralıp sessizleşiyor ve bir köşeye çekiliyor. Belli bir bilinç düzeyi vardır. Arkadaşlara yardımcı oluyor.”
Artık önünde bir halkın özgürlüğü, enternasyonal bir mücadele gerçeği dışında seçenek yoktur. Kendisi böyle demektedir. Buna göre de yaşar.
Kısa zamanda büyük gelişmeler sağlayan Amed yoldaş adeta gerillaya biraz geç katılmış olmaktan ileri gelen açığı kapatmaya çalışmaktadır. Bunda başarılı da olur. Pratiklerdeki başarısı ona 2012 yılı açısından Devrimci Halk Savaşı hamlesinin en güçlü startının verildiği Zagros sahasındaki Ştazen-Oramar eylemine katılma şansı getirir.
Sömürgeci vahşetin paralı sürülerinin çok güçlü darbelendiği bu eylem sürecinin bedeli de ağır olmuştur. Onlarca gerillanın günlere yayılan çatışmalar sonucu yaşamını yitirdiği herkesçe bilinir. Amed Bingöl yoldaş, Dilber Can yoldaşla birlikte suikast atışı sonucu şehit düştükten sonra bulunduğu yerin konumu nedeniyle bilgisine sonraki günlerde ulaşılabilen yoldaşlarımızdan biri oldu. Bu nedenle iki yoldaşın şehadet haberi de geç duyuruldu.
 Sonuç olarak Amed yoldaş geç geldiği özgürlük dağlarında yapmak istediği gerillacılığı tam olarak yapamadı. Gitmeyi düşlediği Dersim, Amed dağlarına gidemedi. Özgürlüğün kazanıldığını kendi gözleriyle göremedi. Ama yaşasaydı Dersim dağlarına gidecekti. Bundan kimsenin kuşkusu olmadı. Büyük işler de yapacaktı. Bunu da herkes anladı. Yaptıklarının büyüklüğünü kim yadsıyabilir? Onun yaptıkları, büyük hedefler doğrultusunda can pahasına atılmış büyük adımlar olarak tarihe not düşülecektir. Başarması bize kalıyor.

Mücadele Yoldaşları 

Kategori: Şehit Anıları