OLGUNLUĞUN VE MAHİRLİĞİN SEMBOLÜ

Nedendir bilinmez,

Çeker derinliklerine

Geçmişimiz,

Boğar,

Damarlarımızdan,

İliklerimize kadar,

Kurutur bizi…

 

Serilir bedenimiz toprağa,

Tarih, selâ verir an'a,

Geleceğimiz, gözyaşı döker,

Umutlarımız, kefen olur,

Sarılır yüreğimize…

 

Bir düş görür gibi,

Dolaşırız mavilikleri,

Birden karanlık olur gökyüzü,

Parlar zifiri karanlık,

Işık sanır,

Peşine takılırız,

Koşar adımlarla,

Ölüme yaklaşırız!

 

ŞEHİT MAHİR – M. ZEKİR TAŞ YOLDAŞ ANISINA

 

1997 yılının Mayıs ayında Eskişehir Anadolu Üniversitesinde okuyan 14 arkadaş, daha önceden birbirimize verdiğimiz sözü pratikleştirerek partiye katıldık. Bu arkadaşlardan Zelal (Nebahat Karataş), Merwan (Mustafa Yılmaz), Ferhat, Renas, Bawer arkadaşlar 1999 yılında daha ülkeye yeni ulaşmış ve daha bu cennet topraklara merhaba bile dememişken şehit düştüler. En son Mahir ( Zakir Taş) Arkadaşın şehit düştüğünü duydum. Bu arkadaşların anısına yazı yazmak gerekiyordu, fakat yazmanın kendisi kolay olmuyordu. Kolay değildi, çünkü kısa zamanda onlarla mekânı olmayan bir zamanda buluşulunacaktı, zaman kısa olacak ve bir anda yaşama kapanan gözler, yeniden açıldığında ilk önce onların yüzleriyle karşılaşacaktı. Fakat bu olmadı, her geçen zaman, anılarına karşı bağlılıkta kendini sorgulattığında, vicdan sızlatan anlar yaşandığında, yazı yazmak büyük bir yük oluyordu. Suç ağır ve tek bir savunulacak yan kalmadı.

Mahir arkadaş şahsına yazacağım bu yazı bir anlamda bu yıllarda birlikte olduğum ve beraber partiye katıldığım o güzel yoldaşların anısınadır.

Mahir arkadaş, Muş doğumlu, yurtsever ve ekonomik anlamda orta halli bir ailenin üyesiydi. Kendisiyle 1996 yılında üniversitede tanıştım. Belli bir süre sonra aynı evlerde kaldıkça kişilik anlamında Mahir arkadaşı tanımam gelişti. Okulda Kürdistan Gençlik Birliği (YCK) örgütlenmesi içinde aktif olarak yer alıyordu. O zamanlar YCK daha çok Türkiye Metropollerinde var olan Kürt gençliği içinde örgütlenmeye gidiyordu. Bir anlamda gerillanın dağda yaptığını YCK metropollerde yapıyordu. Var olan Kürt gençliğini mücadeleyle, Kürdistan'la, Önderlikle buluşturuyordu. Bizlerin gerillaya katılmasına ve Kürdistan halkı için mücadele etmeye götüren örgütlenmenin adıydı YCK.

Bu anlamda Mahir arkadaş mücadeleyle bizden önce tanışmış ve aktif olarak ta katılmıştı. Bu okul yıllarında ülke üzerine, önderlik üzerine ve uğruna milyonlarca insanın seve seve ölüme gittiği sosyalizm üzerine tartışmalarımız oluyordu. Hepimizi en fazla heyecanlandıran ve hayallerimizi süsleyen gerçeklik ise gerillaydı. Bizler için gerilla ulaşılmaz olunanın adıydı, ancak güzel ve iyi olanların oluşturduğu bir topluluktu.

Gerilla olmak, Kürdistan dağlarında ARGK saflarına katılıp savaşan bir militan olmak! Bu bizim için en büyük heyecan ve içimizi kıpır kıpır eden bir arzuydu. Ölüm bizim için anlamsız geliyordu. Kendi aramızda tartışırken “ Gerilla olalım, elimize kleşi alıp düşmana karşı savaşalım, ondan sonrası önemli değildir, en uzun yaşayanımız 8 ay yaşamalı, daha fazla yaşamak oportünizm olur” diyorduk. Birbirimize bu sözlerle takılıyorduk. Bu sözler yaşamayı anlamsız görmekten değil de mücadele için her şeyin yapılması gerektiğini safça anlatmanın kendisiydi. Tabi bu düşüncelerin bizde oluşmasının nedeni ve belirleyici olanı içinde bulunduğumuz YCK ortamıydı. Her ay Özgür Halk dergisini satın alır ve Ali Fırat’ın yazılarını büyük bir heyecanla okurduk. Bu yazılarda Ülke sevgisi, gerilla yaşamı, özgürlük ve sosyalizm özlemleri o kadar net ortaya konuluyordu ki gerillaya katılmak için gereken o kararlaşma sürecini daha da hızlandırıyordu. Elbette başka Kürt öğrenciler de vardı. Onlarda bizlerle ilişki içindeydiler ve hatta bazılarıyla aynı evlerde bile kalıyorduk. Fakat karar verme anı geldiğinde her kişi partiye, gerillaya katılma kararını vermede aynı yüreklilikte yaklaşamıyordu. Aynı dergide Ali Haydar Kaytan ve Zeki Akıl adlarıyla çıkan yazılar bizi felsefi ve örgütsel anlamda derinleştiriyordu. Yine diğer arkadaşların yazıları üzerinde eğitim görüp, kendimizi kısmi de olsa eğitmeye ve hazırlamaya çalışıyorduk. O zamanlar partinin kurucularından olan arkadaşlara çok büyük bir ilgi duyuyorduk ve onlardan birini görmek bizim için hayal edilemezdi.

Eskişehir'de kendi aramızda yaptığımız eğitimlerde yoğun tartışmalar oluyordu. Özellikle Merwan, Zelal ve Mahir arkadaşlar bu tartışmalarda öne çıkıyorlardı. Üçünün de teorik olarak birikimli olmaları ve diğer arkadaşlarında yer yer onları bilinçlice tartışmaya çekmeleri tartışmaları bazen sabah saatlerine kadar sürdürüyordu. Bu tartışmalarda genelde bir birimizi ikna etmede zorlanırdık. Bir inatlaşma olur ve bu tartışmaları daha da derinleştirirdi. Fakat sosyalizm, gerilla mücadelesi ve PKK konularında hemen hemen her kes aynı fikirleri paylaşırdı. Özgür bir Kürdistan, özgür bir Türkiye demekti. Bizlerin ortak düşüncesi buydu. Sosyalizm ancak Kürdistan'da gerilla mücadelesi verilerek, faşist Türk devleti sisteminin yıkılması ile yavaş yavaş kurulabilecekti.

İnatlaşma denilince aklıma Mahir arkadaş geliyor. Birikimi olan ve kendine güvenen bir yapıya sahipti. Bulunan ortamda söz söyleyen ve kendisini kabul ettiren yanı yanın da, birde duygusal ve kırılgan olan, her an küsmeye hazır duruşuyla ortamın havasını değiştiren davranışları vardı, ama herkes gibi bu özellikleri onun daha da mücadeleci olmasını gerektiriyordu. Mahir arkadaşın yönlendirme ve örgütleme yanları da vardı. Evet, Mahir yoldaş büyük bir askeri komutan adayıydı. Bu abartı değil, var olan gerçekliğin sadece dile gelişidir. Zaten daha sonra parti içinde hep askeri alanlarda kalmasının bir nedeni de bu özelliğinden kaynaklıdır. Teorik anlamda da kendini yetkinleştirme fırsatları varken o askeri yönü tercih etti. Bu bizim bir birimize verdiğimiz sözlerin ne kadar bağlayıcı olduğunu gösteriyor. Gerilla yaşam biçimi en güzel yaşam biçimiydi. Evet, zordu, büyük bir sabır, fedakârlık, inanç ve amaca bağlılık istiyordu, ama biz gençliğin hayallerini süslüyordu. İçinde bulunduğumuz ortamlar, aile, okul, arkadaş çevresi vb. ilişki biçimleri yeterli değildi. Gençlik yılları arayış yıllarıydı ve bizim arayışlarımızın yönü belirlenmişti.

Gençlik yıllarında verilen sözler unutulmaz olur, sözden dönmek o heyecanlı ve ateş gibi yakıcı, bir güzel rüya ya da tatlı bir seher vakti gibi kuşatıcı yıllara anlamsız bir bakışla ve ihanet dolu sözlerle yaklaşmak olur ki, bu bizden uzaktı. Sürükleyen sözün kendisiydi. Sürükleyen sözün kendisinde gizliydi.Verilen sözün anlamı bilinerek verilmişti ki gerekleri yerine getirilmeliydi. Bizlerde öyle yaptık. 1997 yılının Mayıs ayında partiye katıldık. Daha sonra 14 arkadaşın hepsi aynı alanda, eğitim sahasında tekrar bir araya geldik. Özellikle Yunanistan eğitim sahasında partiyi tanıtma, Gerillaya hazırlama amaçlı verilen eğitimlere aktif olarak katılım gösteriyorduk. Yaşama katılımda, görevleri yerine getirme, eğitimlere katılma da herkes gerekenleri yapmaya çalışıyordu. Bu esnada kişiliklerimizi de yavaş yavaş tanımamız gelişiyordu.

Mahir arkadaşın bu dönemde arkadaş yapısı içinde hem tartışmalarıyla ve hem de askeri duruş ve görevlere yaklaşımı yönüyle giderek dikkat çekmesi aynı zamanda bir ilgi toplamasını getiriyordu. Bu bir yönüyken bazen de derinlerde gizli olan ve kendisini dışarıya aniden vuran feodal yanlarıyla Mahir arkadaş ortamda şaşkınlıkların yaşanmasına da neden oluyordu. Dedim ya kişiliklerimizi her yönüyle tanıyorduk. Bu birbirimizi hem eleştirerek doğruya çekmeyi hem de doğru tarzda arkadaşlık ve yoldaşlık yapmayı getiriyordu.

Eğitim sahasında hepimizin yoğunlaşması ülke üzerineydi. Çünkü o zamanın rüzgârı ülkeye doğru esiyordu. Gerillaya gitmek için eğitimin bir an önce bitmesini bekliyorduk. Bir yandan da kaygılarımız doğuyordu ister istemez. Ya sağlık sorunlarımız ortaya çıkarsa, ya parti bizi farklı yere gönderirse diye. Devre sonu platformlarda bizi en fazla korkutan ve gelir diye korktuğumuz eleştiri, arkadaşın askeri duruş sorunları var, arkadaş ARGK' ye uygun değil, iyi bir gerilla olamaz, eleştirileriydi. Devremiz bitip de gitmeyi beklerken yönetimde olan arkadaşlar bizleri çağırıp konuştular. Ve her yurtsever Kürt insanının hayali, binlerce yoldaşın isteyip de ulaşamadığı ve ulaşamadan şehit düştüğü o kutsal mekâna, güneşin mekânına gideceğimiz söylendi. Parti Önderliğinin bulunduğu Suriye sahasında ki Mahsum Korkmaz akademisine gidecektik. Bizler Cuma ya da Fuat arkadaşı görmeyi bile hayal edemezken Önderliği göreceğimize bir türlü inanamıyorduk. Ben ve Mahir arkadaş aynı gruptaydık. Yunanistan'dan ayrılmadan önce birlikte gidip Atina sokaklarını ve Zeus tepesini dolaştık. Atina'yı en yüksek tepeden seyrederken, gideceğimiz yer üzerine tartışıyorduk. Nisan 1998 de Önderlik sahasına geçtik. Burada 6 ay eğitim gördükten sonra Önderlikle sözleşemeden 9 Ekim komplosu nedeniyle bu sahayı geçici de olsa bırakmak zorunda kaldık. Ve 1999 başında bu sahada bulunan birçok arkadaş gerilla sahasına geçtiler. Mahir arkadaşla en son Maxmur kampında beraber kaldım. Ülkeye geçmesinden sonra bir daha kendisini görme imkânım olmadı. Sadece hangi alanda olduğunu öğrenebiliyordum. Daha sonrasında bu yazıyı yazmaya gerekçe olan şahadet haberini duydum.

Aslında ölüm sorun değildi de, Önderliğin her zaman dediği gibi, zamanında ve gerekli olunan anda şehit düşmek gerekir. Tüm gidişler vakitsizdir belki de, fakat bizim için tüm yoldaşların gidişleri vakitsizdir aslında.

96 yılından 99 yılına kadar hep beraber olduğumuz, birlikte kaldığımız bir grubumuz vardı. O gruptan 6 yoldaş şehit düşerken, bazılarımız bu mücadele içinde bu yoldaşların umutlarını da yüklenerek yürümeye mecbur kılındı. Yürümek sorun değil de, anılara boğulup geride kalmak zor olanı, Umutlu olmak ayrı da umutları boşa çıkarmadan yürümek zor olanı.

Daha fazla söz söylemek lâzım, ama ben bu yazıyı Eskişehir Üniversitesinde okuduğumuz o zamanlarda bu yoldaşlarla paylaştığımız ortak duygularımızı ve düşüncelerimizi, aynı o zamanın heyecanıyla ve o heyecanın diliyle, cümleleriyle sonuca bağlıyacağım.

"Devrimci olmak heyecan ister, kaygısız olmayı, ardına bakmamayı gerektirir. Kendine adanmış değil de adandığın bir amaç ister. Birçok zamanlar seni bağlayan, adım atamaz hale getiren hayallerine bir anda yüz çevirmen gerek. Ve yüzünü dönerken anlamsız hayallerden, çevirip yüzünü sol yanına, sol yanında bulunan o cevhere, bir anlık değil bir ömür seni yürütecek o sevdana sıkı sıkı sarılman gerek. Ötesi kendiliğinden olmasa da gelir. Yürüyeceksin o kadar! Her zorluk acı vermez ki, bilincinde dost olduğun, tanıdığın, olması gerekene giden yolun bir parçasıdır diyecek, bu sana huzur verecek, o kadar!

Genç olmak güzel olacak, yaşam anlam kazanacak o zaman, dahası güzel olacak elinizi uzattığınız her şey, siz bunu bilmeseniz de, bilenler olacak. Kedere boğduracak, hüzün verecek bir anınız olmayacak, en nihayetinde karışıp bu evrenin karmaşasına, bu ahenge renk katacaksınız. Yaşam, şu kısa erimli olan, kim bilir nasıl da kıskanacak sizleri o zaman.

Taşıması zor olsa da, anılar canlı tutulacak, söz anlamını yitirmeyecek, onur olacak, kendisinde gizini saklı tutacak, tılsımı çözülemeyecek, umut; o sürükleyen gizemli gerçeklik kendi ellerimizle oluşturulacak ve bu toprağın çocukları, kadınları, erkekleri, unutmanın ihanet olduğunu bilerek sizleri her zaman yâd edecek. Bu bizlerin sizlere sözüdür.

Sözümüz özümüzdür,

Gizemli kılınan gerçekliğin huzurunda,

Güneşin mekânında ortaya konulan onurumuzdur."

 

Yoldaşça Sevgilerimle

 

 

Edip EZGİSU

Kategori: Şehit Anıları