Bir ömür ne ki? Anlatımcı için başlamak veya bitirmek kadar sade bir yorum! Peki yaşayan için bu anlatımın nasıl bir kıymeti harbiyesi olur? Bahara, yaza, kışa, güzün hüznüne anlam katan yaşanmışlıklar nasıl dillendirilir? Bir nefes alışını, bir soğuk su içişini, bir yalnız kalma anının hayallere daldıran rahatlatıcı duygusunu… Ya acılarını nasıl anlatır? Yapamadıklarının can alıcı acizliğini, başarısızlıkların yenilgili havasını, beklenmedik şokların donukluğunu. Betimleyebilir mi karınca yoğunluğundaki çabasıyla ortaya çıkarmak istediği eserinin kumdan laleler gibi denizin asi dalgalarına dayanamadığını görme anını? Anlatımcı hissedebilir mi onun hedeflerine, hayallerine ulaşmaya çabalarken yaşadığı eşsiz heyecanı, coşkuyu, her şeyiyle duygularını?..
Yoksa beceriksiz bir yazıcının kalemine takılan ve beyaz sayfalara sızan üç kelimelik “başladı ve bitti” cümlesiyle özetlenebilir mi bir şehidin sonlanmayan yaşamı?
Arjin yoldaş, bu gün bende acemi bir yazıcı gibi bu anlatımcıların kervanına katıldım. Bilemiyorum tüm acemiliklerime rağmen adına birkaç sayfa karalamak, yoldaşça bağlılığımızın hakkını verecek mi? Ama biçare yüreğimizi acıyla harlayan, intikam duygusuyla hırslandıran kaybını “yaşamın en diri gücü” yapmayı ve bunu bir yerlere kaydetmeyi bir borç olarak görmekteyim.
İyi bilinir sarptır Bitlis kalesi. Kendi komutanlarından birine yaptıran büyük İskenderin ordusunun dahi fetih edemeyeceği kadar korunaklı ve sarptır. Kahramanlıkları, destansı aşkları unutulmuş eski bir söylencenin tek şahididir Bitlis toprağı. Dağlara tebessüm eden baharlarıyla reyhan ve nergiz kokusu yayılır ovalarına. Bir yalnızlık türküsünün melodisidir çokça dinlenen köprü altı kurbağa sesleri ve her boş minarenin kayıp kimliklerini arayan şaşkın, pusulasız topluluklarıdır şehrin sokaklarında doluşanlar. Zihinlere yerleştirilmek istenen hastalık mikroplarına rağmen kenti gizlice bölen derenin kendisiyle alıp götürdüğü kirliliklerden arınan bakire bir topraktır. Bitlis şehrini idrisi Bitlisi dahi kıramamıştı, yeşermeye devam eden onur ve özgürlük umutlarını.
İşte bu topraklardır asi kızımızın doğumuna şahitlik eden kutsal diyar. Ama çok kalmamıştı tarihin kök saldığı kutsal topraklarda. Kadere isyanda da olsa seçeneksiz yol almış bir sürgündü, tarihine, kültürüne yabancı olduğu yeni mekânına. Kendine ait bir tek kırıntı bulamıyordu. Yunan mitolojisinin modern zamanlarının plaj insanlarına mübalağa edilerek anlatıldığı Antalya ellerinde… Aidiyet duygusunun özsel arayışı başlar başlamaz tanışmıştı kaybedilmek istenen kimliğiyle. Ve 90’ların serhıldan havasının metrepollerde fırtına yaratan etkisi buluşturdu onu özgürlük mücadelesiyle. İlk çocukluk şarkılarını, kültüründen damıtılan motifler ve dağların destansı kahramanları olan gerilla elbiseleriyle girdiği folklor gurubunda Kürt arkadaşlarıyla birlikte söylemeye başlamıştı. Söylenilen şarkılar inkârın, imhanın sıcak savaşın Kürdistan’da yarattığı etkiyi taşıyan ama bazı umutlarını da içinde yeşerten şarkılardı. O çocukluk hayallerini bu umutlar üzerine yeşertmiş bir fidandı. Çocukluğundan aldığı kültürün ilhamıyla gençlik halaylarının da başını çekmişti. Artık aidiyetiyle tam bir tanışma haliydi yaşanan ve sonra başladı Antalya’nın Kürdistani mahallelerinde yapılan korsan eylemlerdeki eylemciliği ve gençlik kitlelerine öncülük yapma ihtiyacı.
99 yılı gençliğin öfkesine ket vuramayacak kadar kızgın bir süreci başlattı. Her Kürt genci gibi Arjin yoldaş da en aktif haliyle bu sürece katılmıştı. Adım adım yürüdüğü mücadele yolunu gittikçe daha iyi tanımaya başlamıştı. Tanımak ihtiyaçları yerine getirme gerekliliğini doğurunca siyasi çalışmalara da girmişti. Aktif katılımının kendisiyle yeni ihtiyaçları giderme gerekliliğini yaratacağı da kaçınılmazdı. Arjin yoldaş başladığı bu yolda ilerlerken hiçbir durakta durmayacağına söz vermişti bir defa. Bu sözdü birkaç yıl içerisinde Arjin yoldaşın yönünü Kürdistan’a çeviren. Biraz da şanslı sayılırdı ilk dış görevine Kürdistan’ın kalbinde başlarken.
Amed onu zindan direnişlerinin kahramanlık öyküleri ve başkent gururunun insanı yücelten duygularıyla karşılarken, O da kaygısızca başlamıştı yürüteceği gençlik çalışmalarına. Sıcakkanlılığı, yüksek çalışma azmi, dost canlılığı alandaki yapıyla kaynaştırmıştı onu.
Birbirinden uzak bölgelerde kalıyor olsak da yürüttüğümüz gençlik çalışmaları bir araya gelişimize vesile oluyordu. Arjin yoldaşın belleğimden hiç silinmeyen en belirgin karesi ilk karşılaşmamızdı ki ağız dolusu gülüşüydü. Yine pırlanta parlaklığındaki gözlerini üzerime kilitleyip merhaba demesiydi. Onda dikkatleri üzerine toplayan, kendini erken fark ettiren bir tılsım vardı sanki. Gençliğin geniş katılımlı bir tartışma zemininde sade ama merak yüklü yüz ifadesinin etrafı tesiri altında bıraktığı anlık bir bakışmayla hiç bitmeyen coşkusu, heyecanı, yüzüne yansıyan merakıyla karşı karşıya kalmıştım. Daha sonra birçok defa tekrarlanmıştı böylesi karşılaşmalar. Birçok şey değişmişti geçen zamanla birlikte. Bir yüzündeki çocuksu tebessüm mesken tutmuştu gül pembe yanaklarını. Bir de heyecanıydı. Bir an bile yerinde duramayacak kadar canlı kişiliğinin köşe taşıymış gibi ondan ayrılmayan. Onunla bir yerde oturup iki kelamlık bir sohbet etmek olanaksız olduğu kadar o bir pratiğe girdiğinde bir yerlere gittiğinde onun rüzgârına kapılmamak da bir o kadar olanaksızdı. Bize kalan nerede dinginleşeceğini bilmediğimiz bir rüzgâra kapılmaktı.
Bulunduğumuz çalışmalarda bireysel gelişim bir rüzgâr gibiydi. Kiminde fırtınalı, kiminde yumuşak bir meltemi andırıyordu. Çalışmalarımızı değerlendirdiğimiz toplantılarımızda yine pratiğe yön verecek merkezi yoğunlaşmalarda Arjin yoldaşın gelişiminin an be an geldiği düzeyi görebiliyorduk. Belki de onu sürükleyen rüzgâr gelişim arayışıydı. En son Amed Eğilde yaptığımız toplu gezide buluşmuştuk aynı karelerde. Ve belleğimde anı defterlerimin sayfalarına sızan en kalıcı kareydi kuşe kâğıtta parlayan asi kızın gülüşü.
Aktıkça yatağına doğru ilerleyen akarsular gibi başlamıştı bu yola. Bir halka hatta dünyaya mal olan bir serüvenin serüvencisiydi o da. Her heyecanı bir adım attırıyordu, her adım bin yeni heyecan yaşatıyordu. Artık sıra daha geniş bir adım atmaya gelmişti. O bunun bilinci ve telaşıyla en büyük serüvencilere doğru yol almaya başlamıştı. 2004’te vedalaşırken tekrardan buluşuruz sözümüzün rahatlatıcı duygusu kalmıştı içimizde. Zaten yoldaşın geçtiği topraklara er ya da geç selam vermem bir yazgı gibi benimle geziniyordu. Dağa gelişte de bu tesadüfler gölge gibi bağlanmıştı bedenime. Ancak bu defa hep bir adım geride varıyordum yoldaşımın geçtiği mekânlara. Kandil, Xınere, Metina, Xakurke, Zap az evvel kalkıp gitmiş, Arjin yoldaşın anılarını çınlatıyordu kulağıma. Tanıştığı her yoldaşa kalıcı bir anısını armağan etmişti. Bir toplayıcı edasıyla geride bıraktığı her anıyı yaşanmışlığı torbama sıkıştırırken Arjin yoldaşın öyküsüne yeni bölümler eklemenin telaşına dalmaktayım. Gerilla koşulları işte, bazen bir adım öndeki yoldaşa merhaba deme fırsatı bulamıyor insan. Belki biz de birçok kez gözlerimiz dahi buluşmadan transit geçtik mekânsız diyarımızda. Daha, bir daha kavuşuruz sözümüzü yerine getirmenin uğraşısıyla çırpınırken, gönlüm bakışlarımızın buluşmasını engelleyen aceleciliğin yoldaşı kuzeye taşımasına hüzünle karışık bir gururla refleks göstermiştim.
Artık Serhat yolcusuydu Arjin yoldaş, yüreğindeki tüm özlem ve sevgilerle birlikte. Ben ona yetişememiştim ama kuzeyde buluşma ihtimali en sıcak ve ben büyük umut olarak kalmıştı ellerimde. Ne de olsa kuzey kervancılarına katılmak için yaptığımız tüm hazırlığı sonuçlandıracağımız gün gittikçe yaklaşıyordu. Hayallerimizi süsleyen kuzey gidişi Arjin yoldaşın büyük bir emek sonucu gerçekleştirdiği bir gidiştir. Belki Amed’e gidiş öncelikli dileğiydi ancak çıkan Serhat kararına karşı da kayıtsız değildi. Koşar adım başlamıştı bu serüven dolu yolculuğa. Sadece biraz ertelemişti Amed’e gidişi. Yoksa karaca dağlarında o uçsuz bucaksız tarihin sırrına ermek, Amed’de yarım bıraktıklarını bir gerilla olarak tamamlamak, önüne koyduğu en büyük hedefti. Tarihin en canlı tanığı olan Ben u Sen burcu, Keçi burcu, şehri içine alan tüm surlar, yine sur içi mahallelerinin taşlı dar köşelerinde daha önce attığı turlar bu defa bir gerilla ordusunda askeri bir nizam ile baştanbaşa özgürce dolaşmayı hayal etmeye devam etmekteydi. O ilk defa Amed’de düşman gerçekliğini tüm çıplaklığıyla görmüştü. Halkı ve hareketi Önderliksiz bırakma, istek ve girişimleri, inkârı ve imhayı, açlık politikalarını, gençliği düşürme, yozlaştırma oyunlarını gördükçe tepkisi artıyordu. Zaten bu tepkiydi dağa gelişini ve erkenden sıcak savaş ortamına geçmesini tetikleyen.
Uzun yıllardan sonra Serhata giden ilk kadın gurubunda yer alması ciddi misyonunun ağırlıyla pratiğe girmesini sağlamıştı. Çok şey hedeflemişti kadın gerillacılığa yabancılaşmış bu alanda. Ve ilk adımları zorda olsa atılmıştı artık. Ama ilklere sevdalı yoldaşım uzun yıllardan sonra Serhatta ilk kadın şehit olma gerçeğiyle de baş başa bıraktı bizi. Şimdi gözlerimizi buluşturmayan hayırsız yıllara dönüp bakarken tek avuntum olan intikam yeminimi yeniliyorum.
Kod Adı- ARJİN ÇEM
Adı Soyadı- ZEYNEP KATAR
Şehadet tarihi- 28 mayıs 2008’de serhat tendürek’e bağlı gulizerk köyü
çevresinde çıkan çatışmada şehit
Tamara Varjin