Ne yazacağım bu yazı, ne de ardından akıtacağım gözyaşları sana duygularımı ifade edebilir Azad yoldaş. Elime her kalemi aldığımda, “Ortadoğu’nun acılarını, gözyaşlarını mı yazsam yoksa bir ana tanrıça gibi acı çeken yüreğini mi yazsam?” diyorum. Halepçe katliamıyla artan Kürt halkının ızdıraplarını mı, yoksa güneş gibi doğan ve karartılamayan ilk umut kurşununu mu yazsam bu özgür dağların uçurumlarına? Her biri kendi başına bir destan olan boyacı çocukları, çöpten ekmek parasını, yaşam umudunu arayanları mı? Bir bayram gününde daha yaşamın acımasızlığını sezemeyen küçük çocukların mutluluğu için, olmazsa insan yaşamı durur dediğimiz ‘KAN’ı alıp satışını mı? Yâ da bunların hiçbirini hak etmeyen; ama yaşayan özlü yoldaşın hikâyesini mi yazsam? Bende bilemiyorum.
Ortadoğu halkları bu gibi acılara mahkûm edilirken, yine de kökünün ve özünün sağlamlığından olsa gerek, kendisinde her zaman umudu, sevgiyi ve aşkı yeşertme gücünü gösterebiliyor. İşte biz bu isyanların şaha kalktığı topraklar üzerinde doğup büyümüştük, yaşam arayışlarımıza bu topraklarda başlamıştık.
Kimilerimiz zengin imkânlar altında rahat büyütülürken, kimilerimiz ise mermi kovanları, bombalarla, dağlarda çobanlık yaparak ya da eve kapatılarak büyütülmüştük; ama birbirimizden hiçbir farkımız yoktu. Ortadoğu’da çocuk olmak demek; sevgiden, aşktan, umutlardan mahrum kalmak anlamına geliyordu. Bize öyle öğretilmişti. Yaşamın aldatıcı akıntıları karşısında yenik düşenler de oldu, pes etmeden umuda yolculuk ederek ilerleyenlerde; çünkü bizim tarihimiz buydu. Her zaman acı ve mutluluk bir arada yürüyordu. Buna “dur” demenin zamanı, hiç kuşkusuz gelmişti. Bir tek kurşun bize ütopyalarımıza kavuşma yolunu, “Mem û Zîn”in aşkını ve toprak sevdasını kavratıyordu.
Bu yol ve sevdayla yeni acılarımız hep acı olarak kalmayacak; mutluluğun, umudun yolu bulunacaktı. Bu amaçla ve yeniden doğuş ruhuyla başlamıştı yaşam arayışlarımız.
Azad yoldaş da bu temelde yaşadığı tüm acılara göğüs gererek başlamıştı içindeki yaşam ruhunu canlandırmaya. Ne büyükler gibi inşaatlarda çalışmasına, ne okul okumayışına, ne de ailesinde bayram havasını estirebilmek için sattığı kanından pişman olmuştu. Daha güçlü bir kişilik için bunları ödenmiş borç sayardı kendisine ve her zaman “bunu acımasız sisteme fazlasıyla ödediğini söyler, mutluluk duyardı.
Azad yoldaş, Mardin Savur ilçesinin Barman köyünde dünyaya gelir. Daha çocukken köylerine yakın bir yer olan Serenli Gıré Şêra’da 11 yoldaş zehirlenerek katledilmişti. Nedeni ve faili yine Kürtlerdi bu ihanetin. Bu olay kadar düşman ve ihanet gerçeğini yalın bir şekilde ortaya çıkaran başka bir olay bulunmaz. İhanetin ne olduğunun, bedeli ve ne yapması gerektiği bu olay kadar çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren farklı bir örnek yok gibidir. Azad yoldaş daha çocukken bu olaya tanıklık eder. O zamanlar, gerçeğin saklandığı ve kimsenin kendi içindekini anlatmadığı zamanlardır ki, “kral çıplak” demek için çocuk olmak gerekiyordu. Savaş, şiddet, işkence gibi bedeli olan doğrunun bedeli kuşkusuz ki çok ağırdı. Azad yoldaşın yüreğine kazınıp pekte şaşırdığı bu duruma dili yetemez; ama aklında bir leke gibi kalır. Yetişkinlerin pek de ses çıkarmadığı bu durum karşısında Azad yoldaş etkilenir, utangaçça da olsa. Bunlar Kürtler için canlarını veriyorlar. Bunlar dağda kalıyorlar. Bunlar okumuşlar ya da “talebe” dedikleri kimselerdi. Geriye kalan ise bir sır gibi kimsenin pek de öğrenmediği ya da öğrenmekten korkuttuğu bir şeydi; ama büyük bir soru işareti gibi herkesin kafası üstünde duran bu durum, gün geçtikçe kendini daha fazla hissettirmeye başlamıştı. Azad yoldaşın saflığı ve doğruluğunda olup yaşamın sorularına verilen doğru cevaplar arttıkça her şey ortaya çıkıyor, sır perdesi yavaş yavaş kalkıyordu.
Tam bu zamanda Azad yoldaş, çalışmak için çocuk yaşıyla İstanbullara kadar gider. Buradaki hayat ve gerçeklik Azad yoldaşın eskiden pek rahat cevaplayamadığı soruları daha yalınlaştırmış, onların cevaplarını daha rahat bulmuştu. Onlar farklıydı ve farklı bakılıyordu. Yaşam zordu ve bir ekmek parçası için çekilmeyen zahmetler kalmamıştı. Daha ötesi olan özgürlük ve kendine ait olma savaşının bedeli her yerde yaşamı pahasına yaşamaktan geçerdi. Zehirlenen insanlar demek ki bunu yapmışlardı. Onlar onurluydu ve bu tür yaşamı kabul etmemişlerdi. Onlar için, Kürtler için savaşmanın ne olduğunu daha yeni yeni anlamaya başlamıştı. Köydeyken farklı olduklarını bilmiyordu. Böyle bir durumu hissettirecek bir durumla da karşılaşmamıştı; çünkü herkes onun gibi yaşıyordu. Koyunlarını rahat bir şekilde otlatıyor, bağ bozumuna gidiyor, dağdan odun kesiyor, Kürtçe kavga ediyor, seviyor, hata bazen küfürler ediyordu. Her şeyi kendi diliyle yapıyordu. Bunu yadırgayan, hor gören kimse yoktu. Hayat bu tarzda da devam edebiliyordu. Gel gör ki, yeni geldiği bu memlekette buna imkân yoktu. Buraların dili, giyimi bir bütün yaşamları farklıydı.
Azad yoldaş, bu çelişkileri yaşarken Kürdistan'da gerillanın sesi yükselmiş, büyük eylemler yapılıyordu. Artık taraflar netleşmeye doğru gidiyordu. Azad yoldaşın da kendi yolunu ve tarafını netleştirmesi gerekiyordu. Bu durum Azad yoldaş için bir bayram havası olurdu. Zaten uzun zamandır kafasını meşgul eden şeyler netleşmiş, bir yola kanalize olmayı bekliyordu. Bu süreçte legal çalışmalarında kalır. Kürtlerinde partileri vardı; ama binbir zorlukla sürdürülmeye çalışılan bu parti ve çalışmalar engelleniyor, gelişmesi istenilmiyordu. Demek ki özgürlüğün bedeli ağırdı ve düşman bu bedelin ödenmesini istiyordu. Olsun, bedel edensin. Azad yoldaşın bir dirhem de olsa bundan korkacağı bir şey yoktu. Yaşam zaten bir işkence gibiydi. Azad yoldaşın bilinci mücadele geliştikçe daha fazla artmış, katılım kararı keskinleşmiştir. Yaşı da katılıma uygun hale gelince artık katılım için önündeki engeller kalkmış, uygun zaman kollayacak duruma gelmişti. Yaşanan uluslararası komplo sürecinde her türlü eyleme katılmış, bu durum kendisi içinde bir sınav niteliğinde olmuştu. Azad yoldaş katılım kararını vererek gerilla saflarına katılır.
Artık onun yeri dağın asi yamaçları, dik başları ile sarp kayalıkları olmuştur. Aradan uzun bir zaman geçip yaşanan zehirlenme olayı ile kendisinin katılımı arasındaki ilişkiyi düşündükçe, şaşırmakta belki haklı olabilir. Pek de anlam verilmeyen bir durumdan, dev gibi gelişen mücadele içinde kendisini bulduğunda oldukça sevinir. O kendisi ile alsa çelişmedi ve çelişkinin ardından hep yürüdü. Ta ki çelişkisini çözene kadar. Onun çelişkisini belki de en iyi çözecek yer dağlardı. Dağın her patikası, dağın her vadisi ve ormanı; onda bütünleşecek, bir parçası olacaktır. Azad yoldaşın katıldığı yıl hareketin yeninden yapılanma süreci olup gerillanın güneyde toplandığı yıldır. Temel eğitimini Xınerê alanında gördükten sonra beli bir süreliğine taburlarda kalıp, sonra Zap alanına geçer. Burada da askeri ve örgütsel eğitimini tamamladıktan sonra kuzey için öneride bulunur. Önerisi kabul olup, Botan eyaletine geçer. Azad yoldaş cıva gibi yapısıyla her türlü göreve hazır olup, sürekli “beni daha uzak yerlere, göreve gönderin, alan bana dar geliyor” demektedir. Gerçekten de Azad yoldaş anlattığı gibidir. Çok fazla kitap okumaktadır. Araştırma ruhu çok gelişkindir ve zengin fikirlere sahiptir. Yaşamda da sürekli coşku sahibidir.
Azad yoldaş, tekniği çok sevdiği için sabotajcı olmuş ve yerini bu timlerde almıştır. Patlayıcılar konusunda oldukça yetkindir ve birçok eylemde rolünü oynadı. Azad yoldaş, düşmanın Kato Jirka’da yaptığı kapsamlı operasyonda yaralanır ve düzenlemesi güneye olur. Güneye ulaştığında Zap operasyonu olur. Yaralı olduğu halde yoldaşlara yardımcı olur. Hastanede yaralı iken güvenlik için yapılan yerleri kendisi teknikten anladığından matkap çalıştırır ve tüneller yapar. Azad yoldaş iyileşir iyileşmez düzenlemesini olmasını isteyerek Zagros eyaletine geçer. Burada çalışmalara katılır. Önemli eylemlerde yerini alır. Azad yoldaş Zagros alanı çok sever. “Bu dağlar kendisini sevdirtmesini bilir” diyerek Zagros'un görkemine hayran kalır. Birçok yoldaşı gibi dillerden düşmeyen Zagroslar'da bir gerilladır O. Azad yoldaş, “kaldığım her yeri sevdim” der ama “bu Zagroslar farklıdır” deyip güzelliğini yüreğine nakşeder. Kürtçesi daha güzel olan bu duygular birazda aşağıdaki yazı gibidir:
Careke din stêrkên azadiyê tirêjên xwe berda nav dilên çiya. Tîrêjên xwe berda, roniya xwe belayê li ser sîngê Zağrosê kir. Di axa pîroz a Mezopotamya de dengvedan. Di dîroka mirovahiyê de hatin çandin. Çawa sitêrkekî li dilê ezmanan de tim dibiriqê û zindiye, ew jî di şevên tarî de ronahiya dilê hezaran bûn. Her dem li ber çavên min in. Wekî birînekî ku dermana wê ne gengaze dikele di dilê welatê min de, niha dilê min jî bi şewat e. Dema ez navê wan dibihîzim û dengên wan di nav xeyalekî kur de digîhîje gohê min, dilê min dibe volqan, diherike di nav rêwîtiya azadiyê de.
Evet, Azad yoldaşın pratiği bayram havasında geçer. Azad arkadaş, düşmanın 2009 ateşkesini fırsat bilerek savunma alanlarına attığı bir pusuyu fark etmeden içine girip, vücuduna işlenen kör bir kurşunla şehitler kervanına katılır. O’da onlarca yoldaşı gibi çok sevdiği Zagoslar'ın rengârenk çiçekleri içinde yerini almakta ve her yıl kardelen çiçeği ile karı delip baharı selamlamaktadır. Yattığın yerde rahat uyu yoldaşım!
Kod Adı: Azad Gernas
Adı Soyadı: Ayetullah Esen
Şahadet Tarihi ve Yeri: 5 Nisan 2009’da Şemzinan’da pusuda şehit düştü