Siz bir yürek kıpırtısının fotoğrafını çekebilir misiniz?

Şehitte dile geleni dillendirmek, şehidin bir yoldaşı olmanın bir gereğidir. Şehitte dile gelen seher yeli olup, diyar diyar dolaşmalı ve duymasını bilen insan gerçeği ile buluşmalıdır. Zap operasyonu şehitleri neyi nasıl yaşadılar? Hangi koşullarda ara ara soluklanıp hedefe doğru koştular, bu önemlidir. Neyi niçin başardılar? Başarmak dışında bir şansları var mıydı? Bütün bunları bilmek ve bildirmek şehitlerin yoldaşı olabilmenin temel görevleridir. Kimimiz şarkıda anlatırız şehidi, kimimiz şiire dönmüş yaşamı, yaşama dönmüş şiirde anlatırız, kimimiz ise bembeyaz bir kağıt sayfasına mürekkep olup akarak anlatırız şehidi. Kimimiz ise yaşayarak, yaşatarak, zaferlerine yeni zaferler katarak anlatırız şehidi. Benim ki, iki yıldan sonra elime geçen ve bir kış mevsiminde bir yüzü canlandıran birkaç fotoğrafa dair olacak.. Onunla başlamak isterim. Fotoğraflar, hani o yaşam objektifine takılan bilinen yazılar. Fotoğraflar, zamanda asılı kalan siyah-beyaz umutlar; işte fotoğraflar, biz olup da bizi arayan yüzler.

Neşeli gülüşler, suskun haykırışlar saklıdır gizinde...

İşte resimler, resmedilmeyenlerin belki de tek pusulası...

Siz hiç fotoğraf çektiniz mi? Elbetteki çekmişsinizdir. Hani bir göğün muazzam berraklığını, yeşilin çiğ tutmuş rengini, belki kanat çırpan kelebeği, ağlayan bir bebeğin ıslanmış kirpiklerini, her biri bir kareyi dolduracak büyüklükte. Peki ya objektiflere sığmayanlar, sığdırılamayanlar? Objektife küskün hangi yüzümüz, hangi döngünün paradoksu?

Resmedemediğimiz neyimiz?..

Siz bir yürek kıpırtısının fotoğrafını çekebilir misiniz? Veya soylu bir yalnızlığın gizil hazzını...

Peki ya kirpiklere takılı kalan düşlerin resmini?

Çekilmeyen bir resim, yarım kalan umutların siyah beyaz renkleri oluyor...

Tıpkı resmedemediğimiz geleceğimiz gibi...

Oysa objektiflere neleri sığdırmıştık bir zamanlar. Ufka kanat çırpan martının denize değen yüzünü, kocaman bir dağın heybetli cüssesini, nasıl da daracık bir kareye sığdırmıştık?

Bazen; ağıt yüklü bir ananın hızmalı yüzüne takılmıştı objektiflerimiz, bazen de; ağlayan bir bebeğin süt kokan dudak kıyısını resmetmiştik. Ama çığlıklarını anlatamamıştık. Ne martının kanat esintisini, ne dağın doruklarında yükselen insan haykırışlarını, ne de bebeğin ilk isyan çığlığını. Hiç birini anlatamadık. Fotoğraflarımıza hiç birini sığdıramadık; o yüzden resimlerimiz dilsiz, fotoğraflarımız suskun ve fotoğraflarımız meçhul...

Biz kuşu sesiyle tanırdık ve suyu tadıyla... Biz dağı esen yelinin uğultusu ve belki de çatılmış silahın çığlıklaşan sesiyle bilirdik... Hele bebeleri, bebeleri biz çınlayan isyanlarında sevdik.

Ve biz fotoğrafları yüreğimizde duygumuzun gücüyle çekerdik. Gülüşlere isyan takıp resmederdik. Çığlığına yalnızlık katıp çizerdik kâğıtlara, hele umutlarımız, umutlarımıza ezgi gibi soyluluk doldurduk. Biz yazgılarımızı böyle sunduk içenlere...

Adına şiir dedik... İçine duyguyu yerleştirdik ve duygunun fotoğrafını biz şiirle çektik.

Duygunun çizilmiş resmidir şiirler.

Çekilmeyen fotoğrafların buruk dünyası. Tıpkı yıldızlara astığımız düşlerimiz gibi.

Bazen; bir dağın yamacına serpilir mısralar.

Bazen; buz kesmiş bir pınarın coşkusunda gezinir.

Bazen de; deşifre bir patikanın mayınlı dönemecinde moladadır.

Hepsi şiir tadında, ama hepsi gelecek yükündedir.

Her mısra bizden bir şeyleri alır. Her satır geçmişi, her dörtlük bir solukta içilir... Şiirdir dile gelmeyen, öykülerin tercümanı ve belki tek lisanı... Ve şiirdir bizi içimizdekilere anlatan. Bazen bir karıncanın peşi sıra yürür, yürürüz de yorulmayız, bazen bir kuşun kanadına takılırda hiç düşmeyiz... Bazen de; bir sevdaya yaslanır ve öylece uyuruz. İşte o zaman çekeriz fotoğrafını duygunun.

Ve budur bizim fotoğramız deyip gururlanırız. Bir yoldşın albümüne tesadüfen bakarken iki yıl öncesi yaşanan anılara uzanıp gitmiştim. Baran yoldaşı anlatacağım. Fotoğaraf ve anıya uzanıp dimağıma yerleşen bu bir anlık düşünce ile Baran yoldaşla kısa ama anlamlı yaşadığım bir sonbahar anısı…  Anı ve anının bir kareye sıkıştırılarak dondurulmasına benzemeyen bu fotoğraf yaşamımızın ta kendisidir. Sararımsı otlara yağan gri damlaların bol olduğu vakitte Kurejaro’nun bir yamacında karşılaşmıştık. Bir takımdı ve bir takımın tümü aynı elbise, aynı ayakkabı, aynı kefiye kullanıyordu. İlk başta dikkatimi çeken şey bu gürüntü olmuştu. Takım Kelareşten eğitim için gelmişti. 2007 yılının sonbaharıydı. Oldukça hareketli geçen bir mevsimdi. Oramar eylemi olmuş top atışları başlamıştı. Sıcak gündemin yaşandığı bu anda karşılaşma tartışma imkânı da doğurmuştu. Ana karargahtaydık ve kuzeyi biraz merak ediyorduk. Gelenler içinde bu merakı giderme kadar kaç yıl önceden ayrıldığımız ve belli bir süredir görmediğimiz yoldaşları merak ediyor, soruyorduk. Baran yoldaşın meraklı sorulara cevap vermek isteyen bir karakteri vardı. Sonradan çok konuşkan olmayan bir yoldaş olduğunu duyduğumda biraz şaşıdım doğal olarak. Baran yoldaşın grubu kısa bir süre karargahta kaldııktan sonra Haki Karer okuluna geçtiler. Ben o zaman mahkeme de olduğum için okullara gidiş gelişimiz olmuştu. Bu gidişlede Baran yoldaşı daha fazla tanıma imkanımız da doğdu. Baran yoldaş aslında çok konuşkan bir yoldaştı. Genelde tartışma yapmadığı zaman kitap okurdu. Zaten tartışmalarına yansıyanda kitapların diliydi. Çok ağır teorik kitaplar okurdu. Bu kitaplar konusunda bir kereliğine Baran yoldaşı eleştirdiğim bile oldu. Kitapların onu genelin algısından koparttığını söylemiştim. Kitaplar onu zamanla çok seçici yapmıştı. Tartışma amaçlı yoldaşları da seçer öyle tartışma yapardı. Eğitim dili ağır ve bazen de çok soyut olmuştu. Bu süreçte eğitim okulunda olması Baran yoldaş için değerlendirilmesi avantaj saylayan bir nitelikte olur. Beli bir süreliğine kitap okumayı bırakıp soyut düşüncelerden uzaklaşmak için hayatın dilini okuyan öyle düşünen bir yöntem denemiş ve başarı da sağlamıştı. Yoldaşlarla olan ilişki düzeyini arttırmış hayat onu buna kenetlemişti. Son gidişimde karşımda bambaşka bir Baran yoldaş duruyordu. Doğrusu eğitim ortamını öyle değerlendiren öyle hızlı sonuç çıkartan çok az örneğe rastlamıştım. Pratikten düşünceye düşünceden pratiğe dönen bir mantık yapısıyla oldukça gelişme kaydetmişti. Bu durum dışında Baran yoldaşın kişiliğinde göze çarpan şey bir çocuk saflığıydı. İçindeki her şeyi dışarıya yansıtan bir mizaca sahipti. Duygusalığı fazlaydı. Genel Kürt karekteri olan duygusallık Baran yoldaşta da bellirgindi. Hayat karışısında bunu törpülemeye çalışıyordu. Ama yine de fazla duygusaldı. Katılımcı yönü hesapsızdı. Genelde her şeye katılırdı. Bildiği bir şey ise görüş belirtir bilmediği bir şey ise söyleneni yapardı. Genelde pratik alanda böyle katılırdı. Karşılaşmamız, birlikte kalma süremiz hızlı geçmiş kısa olmuştu. Sıcak bir kıştı. Hem mevsimsel sıcaklık hem de siyasi ve askeri bir sıcaklık vardı. Hava saldırıları çok fazla oluyordu. Hem eğitim hem de bahara hazırlık aynı anda yapılıyordu. Bütün güçte bir operasyon beklentisi vardı. Eğitimler böylesi bir koşulda oluyordu. PKK nin en güçlü yanı şu olacak ki, en zor koşullarda bile eğitime ara vermez ertelemez. Yine öyle yapmıştı. Bütün güç top ve uçak saldırıları altında eğitim görüyordu. ZAP operasyonu öncesi Baran yoldaşla yine görüşme tartışma imkanımız doğmuştu. Dersleri savaş teorisydi ve sıcak günlere denk geliyordu. Çok ilgili olduğum bir dersti. Okul kurulu bu dersi benim vermemi istese de işlerden kaynaklı çok hazırlıklı olmadığımı belirtmiştim.  O akşam gece boyu Baran yoldaş ile tartışmamız düete benzeyen bir hal almıştı. Bu kadar düşünceyi seven bir yoldaştı. Dersten sonra operasyon çıkmış ve bir daha görüşmeyecek bir durumun yaşanabileceğini onun açısından tahmin etmemiştim. Operasyonun arka tarafında düşmesine ya da öyle tahmin etmemize karşılık operasyonun yoğunluğu o alana olmuştu. Baran yoldaş rolünü oynacaktı. Eğitimden en fazla sonuç çıkartmış yoldaşlar arasında gelir ve operasyon Baran yoldaş için bir fırsattır. Değerlendirecektir ve değerlendirir. Direnişleri oldukça anlamlıdır ve bir savaşın kaderini belirleyecek düzeydedir. Bir takımla adeta düşmanı arayan, kovalamaya çalışan, önünde pusu atmak için kâh Balanda kâh Şamke sırtları arasında mekik dokur. Operasyonun Şikefta birindara üzerindeki yoğunluğunu hafifletmek için bedenlerini siper ederler. Kar kış demeden en zor anda aç ve susuz bir şekilde günlerce mevzilerde kalıp akşamları düşmanı kovalamaya çalışan bir ruhun sahibidirler. ZAP’da kazanan da bu olur. Canları pahasına bunu yapıp bir milim kendisini düşünmeyen, geri adım atmayan bu ruhun başarmayacağı bir şey olamazdı. İşte Zap nedir denilse budur deriz. Baran yoldaş operasyonun son gününe kadar aynı tempo ile katılır. Son günün başarma terazisi gerille lehine dönmesinin belki de bedeli vardı. Baran yoldaş canı ile zafer kazanan bunu mühürleyen yoldaşlardan olur. Zap operasyonunda şehit düşen diğer kahraman yoldaşlar gibi o da şehitler kervanına katılır. Bir halkın kaderini belirlemede o da kendi rolüne düşeni militanca yerine getirmiştir.

Adı soyadı: Mahmut Manap 

Kod adı: Baran Urfa

Şahadet yeri ve tarihi: 2008 / Zap