MUTLULUĞUMUZ PAYLAŞTIĞIMIZ ANDA SAKLIDIR…

Ali yoldaş 1973’de Gever’de dünyaya gelir. 4 çocuklu yurtsever bir ailenin ilk çocuğudur. Liseye kadar okuyan Ali yoldaş, mücadelenin en zor olduğu dönemde çalışmalara başlar. 3 yıl zindanda kalıp çıktıktan sonra mücadeleye daha sıkı sarılan Ali yoldaş, saflara katılma kararı alarak 1996 yılında katılım sağlar. Bu duruşuyla Önderliğine, halkına ve özgürlük mücadelesine ne denli bağlı olduğunu göstermiştir. İnançlı ve azimli duruşuyla kısa sürede yoldaşlarının sevgisini kazanmış ve onu daha da yetkinleştirmiştir.

Zagros, Xınere, Kandil ve Amed eyaletlerinde kalan Ali yoldaş; manga komutanlığı, takım komutanlığı ve cephe sorumluluğu görevlerinde bulunmuştur. Aldığı görevleri layıkıyla yerine getirerek her zaman güven duygusunu yaratan bir yoldaş olmuştur.

Mevsimler  değişiyor  ve her mevsim yeni olmayan; ama alışmak istemediğimiz birçok şey getirir beraberinde. Bir mevsim daha dayandı kapımıza. Geceleri uzundur bu mevsimin. Bir bir uzarken geceler, gündüzümüze karalar yağar. Haberi yayılır dört bir yana. Acı, keder, gözyaşı…  Nedendir bilinmez ağlar taşı, toprağı ülkemin. Sevdasının göz bebeklerinde hapsolmuş tebesümler, ürkek bakışlara bırakır kendini. Dağlarda yankılanır hıçkırık sesi. Derelerin isyan halayıdır tuttukları ve bir türküdür dillerde:

"  Emanetindir yüreğimizde saklı kalan
   Yansa da yüreğimiz
   Dökülse de bir bir gözlerden yaşlar
   Dil tutulur söyleyemesede bir söz
   Emanetindir bizi yarınlara taşıyan.
   Bizi sana yakınlaştıran
   Bizi sen yapan…’’


Ölüm döşeğinde tek tek toprağın yüzünü öpen yoldaşlarımın fotoğrafları beliriyor karşımda. Televizyonlar yine felaket tellallığı yapıyor bu akşam vakti. Gözlerimden akan yaşların farkında olmadan, geçmişten anılar tazelenir benliğimde. Zorluklarıyla anlam bulan o güzel günler, hep birlikte yaşanılan duygu selleri ve sevinçler; gözler kırpılmadan ölümlere meydan okumak ve ölümlerden canları sıyırıp almak… Unutulur mu sınırları aşan bu duygular? Unutulmaz, unutulmamalı…


Hiç birimiz daha önce birbirimizi görmemiş ve her birimiz farklı yerlerde doğmuş, büyümüştük. Buralara aynı mücadelenin çatısı altında, aynı amaç uğruna yan yana gelmişiz. Şimdi aynı mevziyi paylaşıyoruz. El tetikte, gözler usulca uzanan arazide. Çoğu zaman göz göze gelerek tadına varmaya çalışırdık o anların. Sanki bu an son an olacakmış gibi ve bir daha birbirimizi göremeyecekmişiz gibi… Her şey bir kurşuna ya da şarapnel parçasına bağlı kalmış ya da başka bir şey. İfadesi yoktu belki de bu anın; ama mutluluğumuz paylaştığımız bu an’da saklıydı.

Heval Beritan’ı ilk kez Mava’da görmüştüm. Ben ve Mervan arkadaş Botan’a bağlı bir grubu buradan alıp Amed’e götürecektik. Biraz şaşkınlık vardı üzerimde çünkü ilk defa kuzey gruplarında bir bayan arkadaşı takım komutanı olarak görüyordum. Son geri çekilme sürecinden bu yana bayan arkadaşlar Amed’te bulunmamışlardı. Yüzlerindeki o coşku, heyecan ve sevinç bizlere de yansıyordu. Toplam 3 kişiydiler. Beritan, Dılbırin ve Devrim arkadaşlar. Devrim  arkadaşı güneyde Garê alanından tanıyorum. Grup, gece Mava’ya vardığı gibi ben heval Devrim’i sesinden tanımıştım. Sabahı, görüşmek ve diğer arkadaşlarla tanışmak için sabırsızlıkla bekledim. Sabah beni karşısında gördüğünde şoka uğramış gibiydi. Yıllarca birbirimizden uzak olmamız ve yılların fiziğimizde uğrattığı değişikliği şaşkın gözlerle süzüyorduk birbirimizi. ‘’portatif dediğimiz Mazlum arkadaş, şimdi bizi Botan’dan Amed’e kadar kurye olarak götürecekti. Hem de bizi Beşiri ovasından geçirecek…’’ diye takılıyordu arasıra. Önümüzde 4 gecelik bir yol vardı. Heval Berîtan benim ve  heval Devrim’in daha önce tanışıyor olmamızdan kaynaklı sevinmişti. Bu sayede diyalog zemini oluştu. Yolculuk için gereken her tür bilgiyi paylaştık. Bizim soğukkanlılığımız, yolun çok rahat olduğu konusundaki tavrımız onları bayağı şaşırtmıştı; çünkü birçok kişi Beşiri ovasının çok zor olduğunu ve birçok grubun geçerken imha olduğunu dillendirmişler ve biraz da abartı işin içine girince herkesi bu durum kaygılandırmıştı. Tabi biz bunun tersine orayı anlattıkça onlar daha da rahatladılar. “Yolda Amed karpuzunu yeme, yurtsever evlere gideceğiz” söylemi epey sevindirmişti.  Onlarda Amed’in bir grubuydular. Tabi gelen grup içinde Şehit Sipan ve Poyraz arkadaşlar Erzurum’a geçeceklerdi. Şehit Sipan yolda o kadar kusuyordu ki, çok korkmuştuk. Öncü olmasına rağmen bu durumundan kaynaklı onu artçı yapmıştık. Tabi bu grup öncesinde Amad’e gelen iki bayan arkadaş vardı. Şehit Dicle(17-07-2008) ve Şehit Avaşin(26-07-2008). Onları da biz Amed’e götürmüştük. 1 Haziran’dan sonra kuzeye gelip burada savaşmak onların en büyük hayaliydi. Tek korkuları ise Amed’e yetişemeden şehit düşmeleriydi. Her zaman dile getirdikleri tek şey “yerimize ulaşalım ondan sonra ne olursa olsun “ du. İstedikleri yere ulaştıklarından sonra bir defasında bir tartışmalarına tanık olmuştum. “acaba geri çekilmeden sonra şehit düşecek ilk bayan arkadaş hangimiz olacak?” diye. Bu tartışma çok tuhafıma gitmiş, aynı zamanda inanılmaz bir coşku da almıştım.

İstedikleri yere ulaştılar, beraber aynı mevzide mermi patlattılar ve aynı mangada aramıza sadece bir perde çekerek bir kışı geçirdik. En son vedalaşmamıza kadar hiçbir bayan arkadaş şehit düşmemişti; ama savaş yine en çirkin yüz ifadesiyle karşımızda belirmişti. Garzan’dan güneye yol alırlarken Heval Dicle ve Heval Avaşin’in şehadet haberlerini aldık. Şimdi yaralarıma bir yara daha katılıyordu. Heval Beritan, Heval Sema ve Heval Ali’nin şehadet haberlerini alıyorum, ilerlemeyi unutan bir zaman vaktinde.

Heval Ali ile en son iki aylık bir güney yolculuğundan sonra yerimize varmamızla büyük cihazda konuşmuştuk. Sağlam ulaşma haberimiz onları da çok sevindirmişti.

Bir insan başka bir insanın kişiliğini yorumlama ve anlatma konusununda ne kadar başarılı olabilir ki? Bu yorumlama ister yazılı olsun ister dille aktarımla olsun mutlaka eksik kalan yanları olmaktadır. Hele hele bu şehit bir arkadaş üzerine gerçekleşen bir anlatımsa, bu konuda kaygılar bir başka artmaktadır. Defterle temas kuran kalem titrer, dil tutulur ve bazen insanın yutkunmakta zorlandığı anlar gelişir. Her kaygının kendi içinde başka bir kaygıyı taşıdığı anlardır. En çok da bu konuda tam olarak hakkını verebilirmiyimin kaygısı yaşanır. Mutlaka her ne şekilde olursa olsun, bu şehit yoldaşlarımızı birkaç cümle ya da söze sığdıramayız. Her seferinde eksik bir yanı kalır; ama bizim onlara karşı minnettarlığımızı ve boynumuzdaki borcu hafifletmek için bu yöntem çoğu zaman denenmektedir. Mutlaka her bir arkadasın farklı bir yaşam hikâyesi vardır. Ben de böylesi bir cesareti gösterip yukarıda isimlerini saydığım şehit arkadaşlarımın kişilik yapılarını, Heval Berîtan ve Heval Ali sahsında somutlaştırma gereksinimini duyuyorum.

Bizim kişilik tanımımız burjuvatik tanımlamaya benzemez, bir roman karakterinin tarifnamesine benzemez. Anlatılacak her şeyin öze dayandırılmasıyla aktarılabiliniyorsa ne mutlu bize. Bu topraklardan göçüp giden herbir arkadaş, kendisiyle beraber bizden de birer parça alıp götürmüşlerdir. Bunun yanında bizlere biraktıkları bir miras bir gelecek ve hiçbir zaman yerde kalmayacak silahları vardır. Bizler, şimdilik o mertebeye ulaşmamış olsakta, ölümsüzleşen yaşamlarını yarınlara taşımak bizim boynumuzun borcudur. Onların kendilerine belirlediği hedeflerine ve kutsal amaçlarına ulaşma uğruna ne olursa olsun verebileceklerini, Zilan felsefesinden öğrenmişlerdi. ‘’Keşke canımdan başka verebileceğim bir şey olsaydı, onu da verirdim’’  Yine M.Hayri Durmuş arkadaşın  ‘’mezar taşıma borçlu yazın’’ sözüyle kahraman yoldaşarımızın izinden giden kişiliklerin takipçileri olma yükümlülüğümüz vardır…

Sonuç olarak; bu iki arkadaşın yönetimdeki uyumları ve yapıcı olmaları çok ilginçti. Aslında bir arkadaştan bahsederken diğer arkadaşı da dile getiriyor gibiyim. Bunun sebebi her iki arkadaşın ayni yörede doğup büyümelerinden kaynaklımıdır bilemem –Heval Ali Gever’li, Heval Beritan Şemzinan’lı- ama her iki arkadaşın beraber şehit düşmeleri sanki bu sezgisel belirsizliği belirginleştiriyordu. Şimdi bizler, onların yaşam felsefeleriyle yarınlara “merhaba” diyeceğiz. “Hoşçakalın” demeden görüşeceğimiz güne kadar bir ayrılıktır bu. Katlanılması zor bir ayrılık olsa da, görüşeceğimiz günün yakın olduğu bilinciyle sizleri en içten duygularımla saygıyla huzurunuzda eğiliyorum.

Kod Adı: Ali Gever

Adı Soyadı: Ali İhsan İke

Doğum Tarihi Ve Yeri: 1973-Gever

Ana Adı: Naciye

Baba Adı: İbrahim

Katılım Tarihi Ve Yeri: 1993 Cezaevi-1996 Şehidan
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 21 Mayıs 2009 Amed Lice

MAZLUM MAKU