Dağlı Emektar 

Bir dağ devrilir kalbe. Kalp yumruk olur, göğüs kafesini döver. Bakışlar donar, dil lal kesilir, acı bedeni taş kılar. Devrilen, kalbe sığdırılan bir dağlının ömrü ve anılarıdır. Devrilen, kalbe dağ olan bir yaşamdır. Dağlıların kalbi ve ruhu birdir. Bir dağlı devrilir ve düşerse toprağına tüm dağlılar kanar. Bu dağlıların yazısız bir kanunudur. Bir dağlı devrilirse tüm dağlılar isyana ve direnişe kesilir. Bu yüzden dağlıların en insani duygusu olan acı, yerini intikam duygusuna bırakır. Her dağlı bir intikamın iz sürücüsü ve sürdürücüsü olduğu için dağ patikalarına düşer. İntikam yolunda, iz düşen sürdürücülerin tek bir öyküsü ve amacı vardır. Amaç; düşenlerin anılarının yaşatılmasıdır.

      Farklı bir dilin ve kültürün çapulcuları olan Orta Asya’nın vahşi barbarları, dağlıların coğrafyasını istila etmiştir. Bir günde onlarca aksakallı dede darağaçlarına çekildi. Duvar diplerinde kurşuna dizilen bedenler yan yana düştü. Kanları ağıtsız, çığlıksız ve hawarsız birbirine karıştı. Kadınlar, bedenlerini uçurumların boşluğuna bırakırken kendilerini hemcinslerinin doğurduğu iktidar şehvetperestlerinden korudu. İnsanlığın ilk barınağı mağaralarda öldürülen dağlı çocuk, kadın ve yaşlıların cesetleri üst üste yığıldı. Kurumuş dereler, kabirleri olmaya yetmedi. Ağzına kadar cesetlerle dolduruldu Zilan, Newala Qesaba ve daha birçok dere. Kız çocukları ganimet diye pay edildi. Dilleri yok sayıldı. Kimlikleri ve varlıkları öldürülme, tutuklanma, topraklarından sürülme gerekçesi gösterildi. İnsan toplumsallığının ilk kök hücre mekânı binlerce köy ateşe verildi. Kan, gözyaşı, sürgün ve ölüm tanrı ayeti gibi dağlıların coğrafyasında yazgı belletildi. Bu coğrafya bütün çağların tüm ölüm türlerini gördü, tanıdı ve yaşadı.

    Bu coğrafyanın adı Amed, Dersim, Garzan, Botan, Serhat ve her karışında filizlenen isyanlar oldu. Tıpkı dağlıların meşe ağacı gibi öldükçe dağlılar daha da çoğaldı. Dağlı şair Abdurrahman Çadırcı’nın dizelerinde belirttiği gibi: “Utanç sizin için bizi parçalamaktan duraksarsanız eğer. Utanç bizim için parçalanmaktan duraksarsak eğer”. Dağlı şair düşmanı ve gerilla gerçekliğini en yalın kelimelere sığdırmıştır. Çünkü dağlılar kesintisiz direnişin onuruna bedel olmayı, yola çıkmanın evveli kabulü görür.                

    İktidar şehvetperesti zalimler dağlıların coğrafyasını cehenneme dönüştürdü. Yüzbinlerce insan katledildi. Binlerce kız çocuğu kaybedildi. Hemcinslerinin doğurduğu askerler sağ yakaladıkları dağlı kadınların ırzına geçti. Sınır tanımaz iktidar şehvetperestlerin canavarlıkları karşısında dil utandı, baş öne çakıldı, göz kör olmayı, kulak sağır olmayı diledi. Dağlıların maruz kaldığı zulmün, kötülüğün, haksızlığın, işkencenin sınırı ve sonu yoktu. Dağlıların varlığı, kültürü, onuru, dili ve kimliği yok edilmek isteniliyordu.           

     Dağlı halk çağlar boyunca varlığını korumak ve özgürlüğünü sağlamak için dağa sarıldı ve silah kuşandı. Vurdu, vuruldu. Vurulan dağlıların anılarını ancak şahikaların rüzgarları ve nehirlerin suları anlatabilir.  Neden ancak nehirlerin suları ve dağ şahikalarının rüzgarları onları anlatabilir? Nehirler susuz, şahikalar rüzgarsız olmaz da ondan. Belki de onlar anlatılamaz oldukları içindir, nehirlerin sularına, dağ şahikalarının rüzgarlarına sığınılır. Su gibi akan, rüzgar gibi esen, kalpte ölümsüzleşenlerin hayatlarını kim anlatabilir ki? Hangi kavalın hüzünlü notası, hangi dengbêjin klamı, dağlıların hayatlarının kıyısına dahi yanaşabilir ki?    

    Dağlı bir yaşamdır Kasım Engin. O ardılı olduğu Engin Sincer için: “Hayatının hakkını veren militan” dedi. O da ağzından çıkan söz gibi yaşamayı destur edindi. Ve ömrü hayatının hakkını ödemeye adadı varlığını.  

    Emektir gönülde baki kalan, gönlü tutkuyla peşinden sürükleyen. Ki her dağlının üzerinde emek sahibidir Kasım Engin. Anlatmaktan çok yaparak çevresini harekete geçirirdi. Onda emek vermek tutku ve aşktı. Bıkmadan, usanmadan, yorulmadan çalışması, yaşamını emek ile inşa etmiş olmasındandı.  Emeksiz yaşamayı haram ve en büyük günah sayardı. Her ana mutlaka sığdıracağı nice şey vardı. Enerjisinin kaynağı hep merak edilirdi. Ama yakından tanıyanlar bu enerjisinin zulme ve haksızlığa duyduğu öfkeden ve kinden beslendiğini bilirdi. O ezilen halkının ezilmeyi kabul etmeyen özgürlük ve adalet tutkusunun baş eğmez havarisiydi.

    Eski insanın bütün özellikleri, ayaklarının dibine gömdüğü nefsine hakimiyetinde görülürdü. Az olan ile yetindiği mütevazi yaşam tarzında hemen dışa vururdu. Güvenlik yanında bulundurmaz, yırtık kırmızı mekap ayakkabı ile nice dağların patikalarını arşınlardı. Arkadaşları yeni elbise giysin, iyi silah taşısın diye eski elbise giyer ve kundaktar bir kalaşnikof taşırdı. Az ve ihtiyacı olduğu kadarla idare etmesi yaşam kültürünün derinliğindendi. Yaşamında özerk ve konfora dair en ufak bir iz görülmezdi. O özünde modernist yaşamdan arınmış, Kürdistan dağlarının ender dervişlerindendi. Bir lokma bir hırka desturu dahi tevazu bilinci ile var ettiği yaşam tarzına fazla gelirdi. O var olanı arkadaşlarına layık gören paylaşımcı, demokratik komünallitenin eşsiz inanç abidesiydi. Amentüsü emek ile inşa edilen devrimdi. Hayatının anlam ve hakikat arayışı devrim dışında başka bir şey değildi.    

    Her şeyini devrime adamayı, her değeri yoldaşları ile paylaşmayı yaşamının özü kıldı. Yaşamı halkı ve yoldaşları için pusulaydı. Kaldığı her dağ da doruğa ulaştırmaya çalıştığı yoldaşları için ter dökmekten çekinmedi. Merkez Komite üyesi olduğu partisinin en temel ilkesi yoldaşının alnını yıldızlara ulaştırmaktı. O bunu yaşamının mihenk taşına dönüştürdü. 

     Kasım Engin her yönüyle varlığını halkının özgürlük hakikatine adamayı en büyük erdem bildi. Yetkisi ve gücü vardı. Söyleyerek, talimat vererek iş yaptırabilirdi. Ama o her yere her işe koşardı. Saygınlığını çevresi için sarf ettiği emekle yaratmıştı. Tarzı, temposu, hitabı, kazandırıcı, etkileyici, sürükleyici ve çekiciydi. Her yönüyle devrimciliği, kişiliğini cazibe merkezi haline getirirdi. Hep en önde yürümeyi, en zor anda olmayı, en ağır çalışma koşullarında yer almayı, yani devrimin en ağır yükünü her gün yeni katılan bir savaşçı şevkinde sahiplenmeyi devrimciliğin yegane ilkesi olarak gördü. İnsan olmak, haksızlığa, hakarete, sömürüye istismara maruz kalan mazlumun yanında yer almaktır. O mazlumlara adadığı hayat duruşu ile eşsiz bir insan olmasını bildi. Dağın açlığına, soğuğuna, yaralanmasına, ölümüne, zorluğuna, acısına meydan okuyan iradesi her zorluğu gözünde ve kalbinde küçülttü.

   Zihnini daima halkının mutluluğu için iyi, doğru ve güzel olanı yaratmaya yordu. O doğru düşünmenin, güzel söylemenin ve iyi yapmanın kadim zamanlardan kalan ahlaki politik toplumun dervişlerindendi. Bir devrimci için kavgasının içinde hayatını feda etmek evveli kabuldendir. Ama dağlıların kalbinde ve gözünde o da diğer erken gidenler gibi hep özlenecek ve aranılacaktır. Kasım Engin, moral ve maneviyatın namus anıtı olmasını nefesinin son anına kadar bildi. Coşkusu, heyecanı, morali ve bir nehir gibi durdurulamaz akışkan hareketliliği, karakterinin en belirgin yanını teşkil etti. Dağları gibi zapt edilmezdi.

    Ancak kazanılacak özgür ve demokratik yaşamın zaferi ile huzurunuza ve dergahınıza duracağımıza olan sözümüzü ardıllarınız olarak yineliyoruz. 

    İSKAN AMED