Tipik bir Kürt gencinin yaşadığı öyküdür Cesur yoldaşın öyküsü. Sömürgecilerin dipçikleriyle henüz çocuk bile denilmeyecek yaşta tanışan, tanıştığında ise evleri, barkları yıkılan yakılan ve zoraki kendi topraklarını terk eden Kürt gençlerinin hikâyesi…
18 yaşında özgürlük saflarına katılan Cesur yoldaş katılırken Hakkâri merkezde yaşamaktadır. Aslen Çukurca’ya bağlı Marufa köyünde dünyaya gelen Cesur yoldaş, köylerinin işgalci ve sömürgeci devletçe yakıldıktan sonra mecburen köylerini bırakıp Hakkari şehir merkezine yerleşirler. Marufa yurtsever bir köydür. Buralı olmak zaten doğalında kendi toprağını sevmektir. Kaldı ki yıllarca yanı başlarında savaşan gerillalar da bulunmaktadır. Bunun içindir ki yurtseverlikleri sadece kendi topraklarını sevmekle sınırlı değildir. Ailece mücadeleye katkıları olan Cesur yoldaşın çevresi köy olarak da aktiflerdir. Özgürlük saflarına katılıp şehitler kervanına katılan yakın çevresinde militanlar da bulunmaktadır.
Okul yıllarında mücadeleye daha da yakınlaşır. Gençlik çalışmalarına aktif katılır. Bunu bilen düşman birçok kez onu gözaltına alarak işkencelerden geçirmiştir. Ailesinden de tutuklananlar olur. Halbuki bilinir ki bu topraklarda vuruldukça çoğalır insanlar. Ama yine de vurmaktan, kırmaktan, katletmekten vazgeçmezler bu işgalciler. Cümle cemaat insanlık düşmanı rejimler. Aktif çalışma ona yetmiyor, onu tatmin etmiyor. Daha büyük adımlarla daha büyük pratiklerle bu hunharca saldıran düşmanın karşısında durmak gerekir diye tercihini yeniden gözden geçirir. Ve yolu artık onu dağlara götürür. Yıl 2006’dır.
Cesur yoldaş dağlara geldiğinde önce köklü bir yeni savaşçı eğitiminde geçecektir. Ardından da sırasıyla Zap, Garê, Heftenîn derken sıra Botan’a gelir. 2010 yılında yönü artık Botan’dır. Botan’ın ise uçsuz bucaksız toprakları olan Hakkari’dir. Yani kendi toprakları…
Cesur yoldaşımız genç olmanın verdiği sempatilikle sevilen bir gençti. Bunun yanında onun canlılığı, sıcakkanlılığı, girişkenliğini, güzel dilini, çalışkanlığını ve de saygılı kibar davranışlarını da eklerseniz o güzelim gençlik yıllarıyla gerçekten çok fazla sevilen bir militan olmuştu.
Gençliğin verdiği coşkuyla birlikte Önder Apo’yu öğrenmeye özen gösterir, bu konuda kendisini eğitmeye çalışırdı. “Biz Önderliği anlamıyoruz” diyerek kendisine daha fazla yüklenerek çıkış yol bulmaya çalışırdı. Bir yoldaşı şehit düşmüşse onu teselli etmek çok zor oluyordu. Ama giderek kendisini sorgular, nasıl daha iyi yapılır arayışına girerdi. Nitekim bu doğru yaklaşım giderek onun hızla gelişmesine yol açmıştı.
Genç olmasına gençti ancak geçmişten beri örgütün yakınında bulunan, örgütsel çalışmalarda yer alan biri olarak belli bir örgütsel duruşu vardı. Örgütsel boyutta keskindi. Örgütle yüksek bir düzeyde bütünlük oluşturmuştu.
Kişi olarak eğitime önem verir ve dediğimiz gibi gelişmek için her şeyi yapardı. Bu konularda tembelliği olmazdı. Her şeyi öğrenmek İsteyen bunun için uğraşı ve çabası olan; ideolojik, siyasal, askeri olarak araştıran yoldaşlarıyla tartışan Cesur yoldaş bu gelişme istemi, girişkenliği ile doğallığında ilgi odağı oluyordu. Bu istemi onun herkesle ilişkiyi geliştirmesine de yol açtığı için tanınan ve sevilen biri haline getiriyordu.
Kişi olarak genç olsa da çok tutarlıydı. Duygularına yenilmezdi. Duygusallıkları vardı ancak duygularının etkisine girmemeye özen gösterirdi. Aklını duygularını birleştirmek için büyük çaba harcıyordu. Bunun için de anladığını uygulayan, neyi anlamışsa onu direkt yaşama uygulayabilen ve hangi koşul altında olursa olsun Partileşmeyi, Partililiği yüksek bir düzeyde yaşamak isteyen bir karakteri göze çarpıyordu.
Önemli bir uğraşı ise soykırım kıskacında olan halkımızın özelliklerini kendi şahsında yaşatmak istiyordu. Bunun için sistemin bizde ektiği özelliklere karşı korkunç bir kavga yürütüyordu. Yanlışını af etmezdi. Özeleştireldi ama yoldaşlarına karşı da eleştireldi. Öyle yaşamda eksiklere karşı sessiz durması olmazdı. Öyle ki kendisine karşı yürüttüğü kavga yer yer yoldaşları tarafında hem ilgiyle izleniyordu hem de bu kadar kendisine yüklenmemesi için uyarıldığı oluyordu.
Özüyle sözü bir olma doğallında bireyin kabul edilmesini getiriyor. İnsana karşı saygı, insanın söylemleriyle pratiğinin yani yaptıklarının uyumundan geçer. İşte Cesur yoldaş bu konuda tam bir fedaiydi. Söylemleri tam yaptıklarına denkti. Boşluk olmazdı. Asla buna tahammül de etmezdi. Hele birde yaşam coşkusu yok muydu? Herkesi kendisiyle sürükleyen o heyecan, o coşku yok muydu…?
Görmeye değerdi…
Öyle ki, Cesur varsa orada moralsizlik yok demekti. O varsa gülmeler vardı. O varsa sevinç vardır. O varsa canlılık ve yaşam vardır. Yaşama böyle tereddütsüz ve ikirciksiz yaklaşımları onun her yaşam salisesine yansıtır orada yoldaşlara geçerdi. Akan bir enerji olarak elektrikleyendi.
Ona göre ölüm olacaksa bir Apo’cu gibi olmalıydı. Başka bir ölüm, bir fedaiye yakışmazdı. Bir Apo’cu ölecekse bile nasıl ölmeli? sorusuna en doğru cevabı ona göre bulmalıydı.
Çalışma temposu, hal hareketleri, davranışları bir örgüt militanının nasıl olması gerektiğine işaret ederdi. Sadeydi. Bir de dürüstlüğün abidesi gibiydi. Yoldaşlık ilişkisi onun için kutsaldı. Yoldaşlık ilişkisinden daha kutsal bir ilişki onun için olamazdı. Bu ilişkiyi zorlukları geçerek edinmişti. Zorluklardan çekinmez. İşin en kabasından en yürek isteyen ve de yoğunlaşma isteyenine her zaman amadeydi. Bunun için de yenilgili ruh hallerine korkunç bir öfkesi vardı. İnsan “Acaba Zerdüşt Böyle Buyurdu kitabını mı okumuştu” diye içinde geçiriyordu. Zavallılıklara, çaresizliklere öfkeliydi. O, “birey olunacaksa çok güçlü olmalıdır” diyerek güçlü insan özelliklerinin gelişmesi için çalışırdı. Bunun içindir ki henüz çok sınanmadan aslında bir zafer kişiliğini kendisinden yaratabilmişti.
Haftanin’de yaşadığı bir küçük pratik aslında ne söylemek istediğimizi yeterince gösterecek bir örnektir.
İşgalci TC askerlerinin Heftenîn alanımıza dönük bir operasyonu olmuştu. Medya Savunma Alanları’na bu temelde girmek istiyordu düşman. Düşmana dönük yapılacak eylem için ilk kendisini öneren Cesur yoldaştır. “Ben şu ana kadar düşmana karşı savaşmadım, kesinlikle katılmalıyım” diyerek saldırı kolunda yerini almıştı. Tepe düşürülmüştü. Burada Cesur yoldaş düşmanın üzerinden 4 ya da 5 silah kaldırmıştı. Doğrusu bu genç arkadaştan tüm yoldaşlar etkilenmişlerdi. Saldırı ruhu çok gelişkin olmasının yanı sıra 20 yıllık bir gerilla gibi hassas ve duyarlı bir şekilde düşmanın üstüne gitmişti. “Ne benim ne de başka bir arkadaşın parmağından kan gelmemeli, çünkü düşman bundan moral alıyor, moral almamalı” diyordu. Nihayet müthiş bir disiplin göstererek tepeyi düşürmüşlerdi.
Bu gelişim düzeyiyle daha sonra Botan eyaletine, daha doğrusu Hakkari alanına düzenlemesi yapılmıştı. Kendisinin önerisi örgütün de onayı ile bir gidiş olmuştu. Giderken adeta moralden uçuyordu. Hayalleri gerçekleşiyordu. Yakılan köylerinin hesabını soracaktı. “Ben ilk defa hayatımda bu kadar moralli oluyorum” sözleri onun ruh halini yansıtıyordu.
Yaşam içerisinde çok duyarlı olan Cesur yoldaşımız aynı duyarlılığı kuzeyde de göstermişti. Kuzeye geldiğinde de öyleydi. Bir arkadaşın başı ağrısı varsa o sabaha kadar onun başında kalırdı. Büyük bir kutsallıkla arkadaşlara yaklaşırdı. “Örgüt bana bir şans verdi ve beni savaş alanına gönderdi. Ben bunun hakkını vermeliyim, örgütün istediği, Önderliğin istediği rolü oynamalı, çizgiye göre hareket etmeliyim” diyerek yaşama sınırsız katılırdı. Arayışları büyük olan Cesur yoldaş bunun için bir dakika durmazdı. Tüm işlerin her zaman tam ortasında yerini alırdı. Eğitimlerde mutlaka görüşleri ve önerileri olurdu.
6 Eylül 2010 günü Levîne alanında bir takım arkadaşla ki çoğu arkadaş yeni katılmış gençlerdi. Eğitim veriyordu bu gençlere. Önderliğimizin yoğun ve şiddetli bir savaş ardından tek taraflı ateşkes ilan etmesini fırsat bilen faşist devlet, merkezi bir planlamayla on binin üzerinde asker getirerek yoldaşlarımızın üstüne gelmişlerdi. Toplar, kobralar derken en sonunda da uçaklarla yoldaşlara yönelmişlerdi. Birçok yoldaş bu saldırıda yaralanmıştı. Bazı yoldaşlar şehit düşmüştü. Buna rağmen düşmanın karadan yönelimlerini püskürtmüşler düşmanın üzerinden silahlar kaldırmışlardı. Mazlum Mamxuri yoldaşın komutasında yoldaşlar sonuna kadar direnmiş ve artık çıkmanın imkanı kalmadığında yoldaşlar son mermilerini ve bombalarını kendilerine bırakarak kendilerinde patlatmışlardı. İlk bombayı kendisinde patlatan her zaman olduğu gibi Cesur yoldaş oluyor.
Düşman ilk gün yoldaşların üzerine gitmiyor, gidemiyor. Ertesi gün şehit düşen 10 yoldaşın üzerine giderek şehitlerimizin naaşlarını Amed’e götürüyor. Cesur yoldaşın cenazesi Hakkari’ye getirilmişti. Yaklaşık 40 bin yurtsever insanımız onu özgürlük yolculuğuna uğurlamaya gelmişti. Öyle ki sloganlar meydanları inletmiş ve geleceğe, aydınlık geleceğe köprü olan altın değerinde olan Cesur yoldaşımızı sonsuzluklara uğurlamışlardı.
Her zaman “eğer başarmak istiyorsak 24 saat Önderliği düşünmeliyiz, ne kadar düşünürsek o kadar onunla yaşarız, ne kadar yaşarsak o kadar başarılı oluruz” diyen Cesur yoldaşımızın yaşamı bir fedainin yaşam öyküsüdür. “Bir fedai nasıl ölmelidir?” sorusuna cevabı yine kendisi kendi pratiğiyle vererek gelecekte özgürlük savaşçıların esas alması gereken Beritan ve Kemal Pir çizgisini bize göstermişti.
Evet, toprağa düşen bir militandı, bir fedaiydi. Özgürlüğü bin kez hak etmiş olan Allahın üvey bir halkının en onurlu evlatlarından biriydi.
Kod adı: Cesur Colemerg
Adı ve soyadı: Beytullah Özkan
Doğum yılı ve yeri: 1988 / Hakkari
Katılım yılı ve yeri: 2006 / Haftanin
Ana ve baba adı: Ayşe / Salman
Şahadet tarihi ve yeri: 6 Eylül 2010 / Hakkari
Mücadele arkadaşları